CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Doç. Dr. Selin Sayek Böke, “Türkiye, bir hukuk devleti olmak zorundadır. Türkiye’nin bir hukuk devleti olmasının en temel koruyucusunun da Cumhurbaşkanı olması gerekmektedir. Kaymakamlara ’Mevzuatlara uymayın’ diyen yaklaşım, Türkiye’de hukuku ayaklar altına almaktadır. Bu kabul edilemez” diye konuştu. Genel Başkan Yardımcısı Böke’nin CHP MYK toplantısı sonrası yaptığı basın açıklaması şöyle:
Değerli arkadaşlar, televizyonları başında bizi izleyen çok kıymetli vatandaşlarımız, öncelikle hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Bugün tabi benim için şahsi heyecanı olan bir gün. Zira bu mikrofonun başına kurultay sonrasındaki ilk MYK toplantısının ardından Parti Sözcülüğü görevimle ilk defa geldim. Dolayısıyla benim için heyecanlı sizlerle buluşmuş olmak.
Gönül isterdi ki, bu heyecan heyecanlı ve umutlu ve olumlu meseleler ve bir gündemi tartışmaya fırsat verseydi. Umudumuz var. Ancak gündemin kendisi bu umudun ötesinde kaygıları ve çözülmesi gereken sorunları da barındırıyor.
Ben kısaca izninizle kendimi bir kez daha tanıtayım. Ben Selin Sayek Böke, Cumhuriyet Halk Partisi’nin Ekonomiden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısıyım. Ancak bugün karşınızda Parti Sözcüsü olarak bulunuyorum. Sık sık da bir araya gelecek olmaktan heyecan duyuyorum. Bir kez burada ilk toplantıda anımsatmak istiyorum ki, biz özgürce konuşacağımız toplantılar yapacağız. Türkiye’de basın özgürlüğünün bu derece sınırlandığı, çok sevgili Can Dündar ve Erdem Gül’ün bugün ağırlaştırılmış müebbet hapsi istemiyle Türkiye’nin gündemine yeni bir ağırlıkla düştüğü bugünde, ben sizlerle özgürlük içerisinde farklılıklarımızı konuşarak yapacağımız toplantıların da ilkini yapıyor olmaktan heyecan duyuyorum. Bu özgürlüğü hissettiğimiz nice toplantıyı da birlikte yapmayı çok istiyorum.
Biliyorsunuz Cumhuriyet Halk Partisi geçtiğimiz hafta sonu kurultayını gerçekleştirdi. Bu kurultay sonrasında da ilk MYK toplantısını bugün yaptı. Bu toplantıların amacı, bu Çarşamba buluşmalarımızın amacı MYK’nın gündemini sizlerle paylaşmak olacak. Gündeme dair değerlendirmemiz bittiği için de ben sizlerle birlikte olmak üzere aşağıya geldim.
Biliyorsunuz kurultayımızın sonuç bildirgesinde Türkiye’nin çok ihtiyaç duyduğu Özgürlükçü Demokrasi Devrimi’ne, diğer üç büyük devrimin altına imza atmış olan Cumhuriyet Halk Partisi olarak gerçekleştireceğimizi ve bu yönde kuvvetli bir iradeyi ortaya koyacağımızı ifade etmiştik. Yaptığımız ilk MYK toplantısı da bu kuvvetli iradenin nasıl bir çalışma takvimine döküleceği ve Türkiye’yi hak ettiği özgürlükçü demokrasiye nasıl hep birlikte taşıyacağımıza dair atılacak adımları konuştuğumuz bir ilk toplantı oldu. Özgürlükçü demokrasi, Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu, sadece demokrasinin inşasını değil, sandıkta verilen oyla birlikte farklılıkların özgürce tartışılabildiği bir demokrasinin inşasından geçiyor. İşte bu sebeple de bu temel 10 özgürlük alanını da biliyorsunuz bir prensip dizisi olarak sizlerle de paylaşmıştık.
HER GÜN ANNELER AĞLIYOR
Bugün maalesef değerlendirdiğimiz ilk gündem acı kayıplarımız üzerinden oldu. Bir kez daha bugün içimizi yakan, Diyarbakır’da, Sur’da Türkiye’de güvenliği sağlamak için çaba sarf eden çok değerli güvenlik görevlilerimizden üçünü şehit verdiğimiz haberiyle bugüne devam ediyoruz. Öncelikle şehitlerimize Allahtan rahmet diliyoruz. Sevenlerine başsağlığı ve sabır diliyoruz. Ayrıca yaralılara da acil şifalar diliyoruz. Her gün içimiz yanıyor. Türkiye bu tabloyu hak etmiyor. Her gün anneler ağlıyor, her gün çocuklar ağlıyor ve işte bu acı tablonun son bulması için acil atılması gereken adımlarla ilgili biz de MYK’da bugün bir gündem değerlendirmesi yaptık.
Üzülerek anımsatıyorum ki, Cumhuriyet Halk Partisi bu konuda defalarca uyarılarda bulundu. Hatta artık bu uyarıları sadece Cumhuriyet Halk Partisi’nin yapmadığını da öğrendiğimiz bir gündemle karşı karşıyayız. Dün Sayın Hüseyin Çelik’in yaptığı açıklamalar Cumhuriyet Halk Partisi’nin tespitlerinin, yönelttiği soruların, kaygılarının ve iktidarı göreve davet etmesinin ne kadar doğru olduğunu bir kez daha bize göstermiş oldu. Unutmayalım Sayın Hüseyin Çelik siyasete dün katılmış biri değil. AKP’nin kurucularından, yıllarca bakanlığını yapmış, yıllarca hatta neredeyse en uzun süre partinin sözcülüğünü yapmış bir siyasetçi ve Sayın Hüseyin Çelik diyor ki;
1) PKK şehirlere silah yığarken devlet eli, kolu bağlı bekledi.
2) Biz 2009’dan itibaren Bakanlar Kurulu’nda, AKP MYK’sında Sayın Başbakan’ı ve Sayın Cumhurbaşkanı’nı uyardık.
3) Kimse bizi dinlemedi.
Bunu Sayın Hüseyin Çelik söylüyor.
Sayın Genel Başkanımızın her toplantıda ve her fırsatta dile getirdiği devletin elini, kolunu bağlayanın kim olduğu sorusuna yanıt ihtiyacı bir kez daha ortaya çıkmış oluyor. Kamu düzenini sağlamakla yükümlü olan hükümetin bu görevi neden yapmadığı sorusuna bir yanıt ihtiyacı Sayın Hüseyin Çelik tarafından da böylece ifade edilmiş oluyor.
ELİNİZİ KOLUNUZU BAĞLAYAN NEYDİ
Ben de Parti Sözcüsü olarak bir kez daha soruyorum: Sayın Başbakan, Sayın İçişleri Bakanı elinizi, kolunuzu bağlayan neydi? Neden kentlerin silah deposuna dönmesine müsaade edildi? Neden Türkiye her sabah acı şehit haberleriyle uyanacağı bir geleceğe kendi elleriyle itildi?
Bu sorunun acil çözüm ihtiyacı olan bir sorunun parçası olduğunu da hep dile getirdik. Yine MYK’da güvenlikçi yaklaşımla sınırlı çözümlerin, Türkiye’de toplumsal barışın inşası açısından nasıl riskler barındırdığını da değerlendirdik. Cumhuriyet Halk Partisi Türkiye’de toplumsal barışın inşası için salt güvenlikçi yaklaşımın bir işe yaramadığı ve on yıllar boyunca Türkiye tarafından denenmiş ve başarısız olmuş bu birinci yolun çöktüğü gerçeğini anımsatıyor. Türkiye, “Çözüm Süreci” adı altında bir ikinci yolla AKP sürecini de yaşadı. Şeffaf olmayan, toplumu dahil etmeyen ve çözümü siyasileştirmenin ötesine taşıma gayreti olmayan bu süreç de, yani bu ikinci yol da çöktü.
İşte Cumhuriyet Halk Partisi Türkiye’de toplumsal barışı inşa edecek bir üçüncü yol öneriyor. Bu üçüncü yol da toplumsal barışı siyasi zeminde inşa etme gerekliliğini anımsatıyor. Nasıl ki sorduğumuz sorular, dile getirdiğimiz kaygılar AKP’nin eski bakanları, eski sözcüleri tarafından dillendiriliyorsa, artık toplumun bütün kesimleri de Cumhuriyet Halk Partisi’nin ortaya koyduğu bu üçüncü yol çözüm önerisinin de ne kadar gerekli olduğu konusunda hemfikir.
Mecliste kurulması yönünde verdiğimiz Toplumsal Uzlaşma Komisyonu’nun neden kurulamıyor olduğu da bizim hükümete ve iktidara sormak zorunda olduğumuz bir sorudur. Cumhuriyet Halk Partisi üçüncü yolla, Toplumsal Uzlaşma Komisyonu’nun mecliste kurulduğu, bu komisyonun barışı toplumsallaştıracak adımları barındıracak şekilde Sivil Toplum Kuruluşları’ndan oluşan ortak akıl heyetleriyle çalışacağı bir yapının acilen kurulması gerekliliğini bir kez daha ortaya koymaktadır.
Değerli arkadaşlar, bu sorunun en temel parçalarından birinin kamu düzeninin sağlanması olduğu aşikar. Kamu düzenini sağlamakla yükümlü olan da devlettir. Bunu yapacak olan devletin de hukuk içerisinde hareket etmesi gerekliliği ortadadır. Hukuk devleti ilkesinin olmadığı yerde toplumsal barış da inşa edilemez, ekonomik kalkınma da gerçekleşemez, zenginleşme ve refah da ortaya çıkamaz.
Bugün Yolsuzluk Algısı Endeksi yayınlandı. Hani hep başarısızlıklardan başarısızlıklara koşan Türkiye hikayesine yeni bir bölüm açmış olduk. Türkiye Zambiya’dan, Benin’den, Togo’dan çok daha kötü durumda olduğu bir endeksle karşı karşıya. Yani yolsuzluk algısında Togo bizden daha iyi, Zambiya bizden daha iyi, Benin bizden daha iyi durumda.
HUKUK AYAKLAR ALTINA ALINIYOR
Bu sorunun neden olduğu yanıtı çok aşikar. Hukuk devletinin olmadığı yerde işlerin temiz yapılmasını beklemek mümkün değildir. Dün de ne yazık ki, hukuk devleti ihtiyacını savunması gereken, hukuk devletini koruyacağına kendisi anayasal olarak yemin etmiş olan Sayın Cumhurbaşkanı hukuk devletinin çiğnenmesi gerektiğini açık mikrofonlardan bütün dünyaya haykırdı. Kaymakamlarla yapılan toplantıda kaymakamları “Hukuk dışına çıkın” talimatıyla görevlendirilmiş olması gerçekten çok endişe verici. Türkiye bir hukuk devleti olmak zorundadır. Türkiye’nin hukuk devleti olmasının en temel koruyucusunun da Cumhurbaşkanı olması gerekmektedir. Cumhurbaşkanı sadece hukuk kurallarını sağlamakla yükümlü değildir. Aynı zamanda ettiği yemine sadık kalmakla da yükümlüdür. Ettiği yeminin önemli bir parçası da Türkiye’de mevzuatlara uyulmasını sağlamaktır. Kaymakamlara “Mevzuatlara uymayın” diyen yaklaşım Türkiye’de hukuku ayaklar altına almaktadır. Bu kabul edilemez.
Buradan, mikrofondan, Sayın Başbakan’a ve Sayın İçişleri Bakanı’na sormak istiyorum: Cumhurbaşkanı’nın “Mevzuatları hiçe sayın” diyen bu talimatıyla ilgili görüşleri nedir?
Türkiye kendi içerisinde hukuku yok eden bu yaklaşımla mücadele verirken, dış politikada uzun süredir devam eden sıkıntıların olası bir çözümüne gidebilecek bir toplantıyı konuşuyor bütün dünya. 29 Ocak tarihinde Cenevre’de gerçekleşecek ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin 4 yıl önce “Bu uluslararası toplantıyı yapalım ve Türkiye olarak bölgeye barışın öncüsü rolünü oynayacak adımı biz atalım” dediği görüşmelerin yapılıyor olmasından memnuniyet duyuyoruz.
Biz savaşı sonlandıracak, insanların kendi yurtlarında yaşama özgürlüklerini kullanabilecekleri bir dünyanın inşası için atılacak her adıma destek vermeye hazırız. Önceliğimiz savaşın bitirilmesidir. Bu tartışmalarda masanın etrafına kimin oturacağı yaklaşımı üzerinden değil, sorunun çözümü üzerinden bir yaklaşımın öncelenmesi gerektiğinde de ısrarcıyız.
Gelinen noktada yapılması gerekenin, Cenevre’deki görüşmeleri Türkiye’nin sağlıksız Suriye politikasını değiştirmesi için bir fırsat olarak değerlendirilmesi ve “Bölgeye barışı getiren öncü ülke olan Türkiye” diye tanımlanabileceğimiz yeni bir döneme de adım atacak gücü göstermeyi çok istiyoruz ve hükümetten talep ediyoruz.
Bütün bunlar olurken bizi evlerinde izleyen değerli vatandaşlarımızın esasında aklından geçen en temel sorunun da şu olduğunu anımsatmak durumundayım. Ekmeğe zam geldi, hayat pahalandı. Evet, dünya her gün daha zorluklara uyandığımız bir dünya. Ama en büyük zorluk o sofraya getireceğimiz ekmeğe dair duyduğumuz kaygının ağırlığıdır. “Merak etmeyin ekmeğin fiyatı arttı ama zam yok” diyen yaklaşımlarla uyutulmamız mümkün değil. Bugün ekmeğe zam geldi. Ankara’da %33, İstanbul’da %25 arttı fiyatı. Peki gelirimiz arttı mı? Hayır artmadı. Türkiye o kadar vasat yönetiliyor ki, Türkiye o kadar kötü yönetiliyor ki, Türkiye’nin yönetiminin o kadar bir ekonomik yaklaşımı yok ki, masamıza gelen ekmeğin fiyatı artarken cebimize giren gelir maalesef artmıyor. Türkiye orta gelir tuzağına saplandı, burada patinaj atıyor.
GÖREVİ FİYAT İSTİKRARINI SAĞLAMAK
Bu patinajın en somut örneğini dün 2016 Ocak Enflasyon Raporu’nu açıklayan Merkez Bankası’nın açıklamalarında gördük. Merkez Bankası’nın kafası karışık. Belki kafası karışık değil, ama siyasi baskı sebebiyle bizlerin kafasını karıştırarak idare edebileceğini düşünüyor. Merkez Bankası’nın bize sunduğu enflasyon hedefi %5. Bu hedef konduğundan beri sadece kriz yıllarında tutturulabilmiş. Bu hedefi tutturma hedefi olmayan bir Merkez Bankası olduğunu dün kendileri açıkladılar. Şunu söylediler: Hedefimiz %5 ama 2016 yılı için hükümet programına konan enflasyon beklentisi %7,5. Bununla da bitmiyor. Yine beklentiler üzerinden yapılan değerlendirmeye göre de Merkez Bankası’nın açıkladığı, beklediği 2016 enflasyon rakamı da %8,2.
Ben bir ekonomistim. Bu tablonun anlaşılmaz olduğunu değerli ekonomist meslektaşlarıma anımsatmak istiyorum. Hedefi %5 olan, hükümet programına enflasyonu %7,5 olarak koymaya itiraz etmeyen, o 7,5’u dahi tutturamayacağını şimdiden itiraf eden bir Merkez Bankası’nın Merkez Bankası olduğu söylenemez. Merkez Bankası’nın bir görevi var, fiyat istikrarını sağlamak. Vatandaşın masasına gelen ekmeğin fiyatının artmamasını sağlamakla yükümlü. Bunu sağlayamıyor olmayı asgari ücret artışlarına bağlayan yaklaşımı kabul edilemez.
Bütün bu konuştuğumuz gündem maddelerinin hepsinin bir ortak çatısı var. Türkiye kötü yönetiliyor ve bu kötü yönetim Türkiye’yi vasatlığa mahkum ediyor. Oysa Türkiye’nin müthiş bir potansiyeli var. Bu potansiyelini ortaya çıkartabilecek iyi bir yönetimle, Merkez Bankası’nı bağımsız bırakan, bölgede barışın inşasının öncüsü olan bir dış politika inşasıyla, hukuk devletini kendisi için ve vatandaşı için önceleyen yaklaşımla, toplumsal barışı inşa etmeyi kendisinin önceliği kılan bir yaklaşımla Türkiye hak ettiği refaha, hak ettiği kalkınmaya ve hak ettiği umuda ve mutluluğa kavuşabilir.
Biz geleceğin siyasetini inşa ederken, sizlerle her Çarşamba MYK’mızın bu değerlendirmelerini paylaşırken, işte bu geleceğin siyasetini inşa etmek için sizinle birlikte olacağız. Biz iktidarı doğruları yapmaya itmeye devam edeceğiz. Toplumun bütün kesimlerini bir araya getirerek, toplumsal barışı siyasette inşa ederek Türkiye’yi bütün bu çözümsüzlüklerden kurtarmak için çalışmaya devam edeceğiz.
Bu ilk MYK toplantımız olduğu için gündemin yoğunluğuna rağmen izin verirseniz ben burada toplantımı sonlandırmak istiyorum ve sizlerin sorularına da mikrofonu açmak istiyorum. Müsaade ederseniz ilk buluşmamız olması sebebiyle üç dört soruyla sınırlandıralım. Ondan sonra zaten sıkça bir araya geleceğiz.
Bu arada ben utanarak söylemeliyim. Hepinizin ismini henüz bilmiyorum. O yüzden kendinizi de tanıtabilirseniz çok sevinirim.
TÜRKMENLER CENEVE MASASINDA OLMALI
Soru- Ömer Topsakal Habertürk Televizyonu’ndan. Öncelikle yeni göreviniz hayırlı uğurlu olsun, başarılar diliyorum. Suriye toplantısı konusunda isim vermeden bir değerlendirmeniz oldu. PYD ismini anmadınız ama. Türk hükümetinin önemli bir kırmızı çizgisi var bu noktada. Dolaylı yoldan PYD’nin masada olacağı söyleniyor ki, Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun da Türkmenlerin masada olması konusunda bir ısrarı var. Sizin bu konuya bakış açınız nedir onun değerlendirmesini rica edeceğim.
Bir de ikinci sorum olacak. Cumhuriyet Halk Partisi’nin kulislerinde çok konuşulan bir konu Atatürk fotoğrafının indirilmesine dair. Grup Disiplin Kurulu’nda bir süreç başladı. Onunla ilgili detaylı bilgiyi almamız mümkün mü?
Selin SAYEK BÖKE- Kırmızı çizgiler ifade eden hükümetin herhangi renkte bir çizgisi olmadığını görmüş oluyoruz. Kırmızıdan ziyade pembeleşmiş gözüken çizgiler kafa karışıklığına katkıda bulunuyorlar.
Cumhuriyet Halk Partisi’nin pozisyonu çok net. Biz bölgede savaşın sonlandırılacağı her tür adıma destek vereceğimizi baştan beri söylüyoruz.
PYD’yle ilgili de izin verirseniz bir sorumuzun tekrar altını çizmek istiyorum. Eğer PYD’yi terör örgütü olarak ilan ediyorsa bir hükümet, o zaman o örgütün başkanını Ankara’ya davet edip muhatap almak teröre yataklık etmek değil midir? Bu soruya yanıt vermekle mükellef olan iktidardır. Onun için ben bu sorunun bir kez daha sorulmasının önemli olduğunu düşünüyorum ve masanın etrafına kimlerin oturduğunun değil, savaşın sonlandırılmasının önemli olduğunu vurgulamış olmakla birlikte Türkmenlerin o masada olması gerekliliğinin de altını çizmek istiyorum.
Bizim hükümetten beklediğimiz Türkmenlerin masaya oturmasını ve güçlü bir şekilde Türkiye’nin de orada yer almasını sağlamasıdır. Bu konudaki beklentimiz açık.
Cumhuriyet Halk Partisi Atatürk ilkelerine bağlı, Atatürk’ün Türkiye’ye en büyük armağanı cumhuriyetle beraber. Cumhuriyet Halk Partisi kendi içerisinde bu ilkelerle örtüşmediği iddia edilen her tür soru ve sorunu kendi partisi içerisinde değerlendirir ve yetkili organlarında karara bağlar. Bir kez daha bu ortaya çıkmış olan savlarla ilgili, dedikodularla ilgili kendimiz bir soruşturma komisyonu kurduk. Bu komisyonun değerlendirmeleri yetkili organlara iletilecektir ve mutlaka gereken karar o organlardan çıkacaktır.
Soru- İsmim İlker Karagöz, Fox TV’den. Öncelikle başarılar diliyorum yeni görevinizde. Ben sizin alanınızla ilgili bir soru sormak istiyorum. Bildiğiniz gibi emekliler bir promosyon alıyorlar maaş aldıkları bankalardan. Bugün de milletvekillerine bir promosyon müjdesi geldi. Siz bu konuyu nasıl ele alıyorsunuz, nasıl değerlendiriyorsunuz?
Selin SAYEK BÖKE- Emeklilerin Türkiye’de var olan durumlarının hak etmedikleri bir düzeyde olduğunu, Cumhuriyet Halk Partisi 7 Haziran seçimlerinden önce Türkiye kamuoyuna hatırlatmış olan bir parti. Hatta emeklilere uygulanmış olan, bizce yetersiz olan seyyanen zamların da esasında mimarı Cumhuriyet Halk Partisi. Cumhuriyet Halk Partisi’nin en temel görüşü şu: Yıllarca bu ülkeye emek vermiş olanların hak ettikleri emeklilik maaşlarını promosyon beklentileriyle değil, doğrudan hak ettikleri şekilde yıllarca katkıda bulundukları fonlardan sağlama yükümlülüğü devletindir. Bu promosyonlar tabi ki, hak edilmiş olanın üzerine emeklilerin durumunu düzeltmek açısından değerlidir. Ancak bizim ilk ve öncelikli beklentimiz hak edilen ücretlerin çalışırken de, emekli olduktan sonra da alındığı bir düzendir. Gelir eşitliğini hedef edinmiş olan yaklaşım, burada promosyonla sınırlı tartışmanın değil de çalışırken hak ettiğiniz ücreti aldığınız bir istihdam piyasasının ve emekli olduğunuzda bunun devam ettiği bir emeklilik düzeninin mutlaka inşa edilmesi gerektiğini savunur.
Soru- Büşra Arslantaş CNNTÜRK’ten. Basına yansıyan da bazı bilgiler var. Hükümetin bu darbe yasalarının temizlenmesiyle ilgili muhalefetten katkı isteyeceği yönünde bilgiler var. “Sizin katacağınız bir şey var mı?” diye soracakmış hükümet yetkilileri. Katkı verir misiniz böyle bir soru olursa?
Selin SAYEK BÖKE- Hükümet yetkililerine Türkiye’nin temel meselesinin darbe hukukundan arındırılma olduğunu söylemiş olan bir parti olarak, bırakınız katkı vermeyi hükümetin bunu yapması gerekliliğini anımsattığımızı burada bir kez daha söylemek isterim.
Unutmayalım kurulan Uzlaşma Komisyonu’nun en temel görevinin Türkiye’yi darbe hukukundan arındırmak olduğunu yıllardır söylüyoruz. Bu alanda çalışmaları, hükümetin ortaya çıkartacağı çalışmaları bekliyoruz ve destekliyoruz.
Soru- Yurt Gazetesi Ankara Temsilcisi Kadir Ercan. Hükümet televizyon programlarında aile nizamına geçmek için çalışmalar başlatmış. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Selin SAYEK BÖKE- Basın özgürlüğü derken, sadece müebbet hapisle haber yaptığı için yargılanan Sevgili Can Dündar ve Sevgili Erdem Gül’ün ağırlığını ortaya koymuyoruz. Basın özgürlüğü derken, vatandaşlarımızın bilgi alma özgürlüğü ve vatandaşlarımızın dünyayı tanıma özgürlüğünü de kast ediyoruz. Medya toplumsal mühendislik mecrası değildir. Medya özgürlüğü ve kuvvetler ayrılığı içerisinde dördüncü kuvvet olabilecek kadar değerli bir organdır. Bu açıdan toplumsal mühendislik aracı olarak kullanıldığı her zeminin çok tehlikeli olduğunu, burada da bu tehlikeyi engellemekle mükellef bağımsız denetleme kurulları olduğunu anımsatmak durumundayım. Türkiye’de gerçek bir hukuk devleti inşasında, RTÜK’ün de doğru denetleme yaptığı ve toplumsal mühendisliğe engel olduğu bir düzene geçişin acilen sağlanması gerektiğini düşünüyoruz.
Çok teşekkür ediyorum, kolaylıklar diliyorum.