2 Temmuz 1993, bir katliam tarihi olarak hafızalara kazındı. O gün yaşananların tanıklarından, katliamdan eşiyle birlikte kurtulan Şair Hidayet Karakuş, otelde yaşananları gözyaşları içinde anlattı. Ogün devleti yanlarında göremediğine dikkat çeken Karakuş, bütün katliamların insanlık suçu olduğunu vurguladı.
2 Temmuz 1993, bir katliam tarihi olarak hafızalara kazındı. O gün, Pir Sultan Abdal’ı Anma Şenlikleri’ne katılmak için Sivas’a giden aydın ve sanatçılardan 33’ü, kaldıkları otelin yakılması sonucu hayatını kaybetmişti. Katliam sırasında iki otel görevlisi ile iki de saldırgan ölmüştü.
Sivas Madımak Oteli Katliamı davasının zaman aşımına uğradığı ve geçtiğimiz günlerde Ankara’da görülen davada mahkeme heyeti, firari 3 katliam sanığının yakalanıp yargılanmadan dosyanın kapanmayacağına hükmederek bir sonraki duruşmayı 26 Eylül 2019’a erteledi.
1993 yılında Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD) ve Kültür Bakanlığı’nın ortaklaşa düzenlediği Pir Sultan Abdal Şenlikleri’ne katılmak için eşiyle birlikte Sivas’a giden şair Hidayet Karakuş, o gün yaşananları unutamadığını söyledi.
Karakuş, olaylar sırasında otelin merdivenlerinde oturan nişanlı çiftlerin sıkıntıdan saçlarını ördüğünü gözyaşları içinde anlattı. Devletin bütün yurttaşlarına eşit mesafede durması gerektiğini belirten Karakuş, o gün devletin yanlarında olmadığının altını çizdi.
Karakuş, Sivas Katliamı davasının zaman aşımına uğramasına tepki göstererek, faillerinin belli olduğunu ancak korunduğunu ifade etti. Yaşananlar sırasında Sivas Belediye Başkanı olan Temel Karamolloğlu’nun ‘gazanız mübarek olsun’ sözlerini anımsatarak, “Orada yetkiliysen sorumlusun. Bugünlerde AKP’ye karşı laflar ediyor diye benim gözümde aklanmış değil” diyerek Karamollaoğlu’na tepki gösterdi.
Şair Karakuş, o dönemi yazarak atlattığını belirterek, Sivas Katliamı’ndan sonra, önce ‘Ateş Mektupları’ şiirlerini daha sonra ‘Şeytan Minareleri’ romanını yazdı.
“BİR GÜN ÖNCESİNDEN KALDIRIM TAŞLARI SÖKÜLMÜŞTÜ”
Sivas Katliamı tanığı Şair Hidayet Karakuş ile Sivas Katliamına dair konuştuk.
2 Temmuz 1993 tarihinde Türkiye tarihine bir katliam daha not düştü. Siz de yaşananlar sırasında oradaydınız. O gün ve öncesinde neler yaşandı?
Pir Sultan Abdal Kültür Derneği ile Kültür Bakanlığı’nın ortak düzenlediği bir etkinlikten bahsetti Ali Balkız. 1993 yılında. Gitmeyi kabul ettim ve eşimle beraber gittik. 2 Temmuz öncesinden herhangi bir sıkıntımız yoktu. 1 Temmuz sabahı vardığımız zaman pırıl pırıl bir Sivas havası, güneşli bir gün. Aklımıza öyle şeyler gelmiyor tabi, neşeli bir yolculuk yaptık. İki otobüs Kayseri üzerinden Sivas’a gittik. İlk gün gerçekten herhangi bir sorun yoktu.
Program yönünde yapılması gereken etkinlikler yapıldı, ikinci gün öğlene kadar da bir sorun yoktu ama bir iki sataşma olmuş. Aziz Nesin, ben saat 11.00 sıralarında imzadaydık. O arada Aziz Nesin’e sataşanlar olmuş. Onun dışında saat 12.00 sıralarında erken ayrıldım imza masasından.
Eşim rahatsızlandığı için otele döndüm. Otele döndüğümde eşim uyuyordu, yemekler ağır geldiği için biraz rahatsızlanmıştı. Sivas’a gittiğimde madımak otunu merak etmiştim ve pazar yerini buldum. Pazar yeri merkez camisine bakıyordu, o sırada gördüğüm bir bakkal vardı.
Yine camiye bakan bir bakkal. Oradan peynir aldım, köşeden de ekmek alacaktım. Ama bakkaldan çıktığım zaman cami avlusundan bir öbeğin sloganlar attığını ortalarından da alevlerin yükseldiğini gördüm. Bir yurttaş da cami duvarının dışında onları izliyordu. Bunlar ne yapıyor dedim; Amerikan bayrağı yakıyorlar dedi.
O anda aklıma bir şey gelmedi. Acele ekmeği aldım otele yürüdüm. Cumhuriyet lokantası yolumun üzerindeydi, arkadaşları uyarmak istedim ama ben caddeye çıktığım zaman camiden boşalan kalabalık 80-100 kişiydi. Arkadaşlar da durumu görmüş, yemekleri bırakmış kaldırımlara çıkarak göstericileri izliyorlardı.
“KÖTÜLÜĞÜ ÖRGÜTLEYENLER HER ŞEYİ AYRINTILARINA KADAR ÖRGÜTLÜYORLAR”
Sonuçta odaya geldim, ekmeğimizi yedik. Eşime dışarıda olayların olduğunu söyledim. Büyük olasılıkla bize tepki gösteriyorlar, odayı, valizimizi toplayalım dedik. Ayrılacaktık otelden. İşler bitmişti, etkinlik sürdürülmeyecekti, belliydi.
Sonuçta saat 14.10’da otele ilk taş düştü. Ama şunu belirtmeliyim ki bir gün öncesinden otele giderken PTT’nin önündeki kaldırım taşları sökülüp bir kenara yığılıyordu. Bunları sonradan düşünüyorsunuz, o an aklınıza bir şey gelmiyor.
Dahası ben kaldırım taşlarını söken işçiye kolay gelsin dediğim zaman ağzının içinden konuşarak bir şeyler dedi. Ama biz insanca geleneğimiz gereği çalışan insana ‘kolay gelsin’ deriz. O gün içinde Sivas’ta dolaştığımız zaman da başka yerde kaldırım çalışması görmedik.
Bizim aklımıza kötü şeyler gelmiyor ama kötülüğü örgütleyenler her şeyi ayrıntılarına kadar örgütlüyorlar. Sonuçta otel taşlanırken kaldırım taşlarının kullanıldığı bir gerçek.
“OTELDE 5-6 SAAT TAŞLANDIK, BÜTÜN CAMLAR AŞAĞI İNDİRİLMİŞTİ”
Böyle olacağı tahmin edilmiyordu. İşin içinde devlet var, Kültür Bakanlığı var. Kültür Bakanlığı olunca diyorsunuz ki; devletin düzenlediği bir şey. Sadece PSAKD düzenlese belki düşünürsünüz hani ‘bir tepki falan olur’ diye. Laik bir Türkiye Cumhuriyet inde yaşıyoruz diye düşünüyoruz. Kimseyi Alevi-Sünni diye ayırmanın ya da Türk-Kürt diye ayırmanın anlamı yok. İnsanlığın tarihine aykırı bir şey.
Otele ilk taş saat 14.10 sıralarında düştü. Ondan sonra yağmaya başladı. Otelde bütün camlar aşağı indi, 5-6 saat taşlandık.
Karamolloğlu’nun sesini duyduk. Kalabalığa sesleniyor, kalabalık türlü sloganlar atarak bağırıyor ama vasat sloganlar. ‘Şeriat gelecek laiklik bitecek’, ‘Cumhuriyet burada kuruldu burada yıkılacak’, ‘Hain vali şeytan Aziz’ sloganları atılıyordu.
“OTELİN KARŞISINDAKİ HAN BİLE SALDIRGANLARLA, MOLOZ, TAŞ VE TUĞLALARLA DOLUYDU”
Bunlar kulağımızla duyduğumuz sloganlar. Çünkü camiden çıkan kalabalık ilk anda 80-100 kişi görünse de binler oluşturuyordu. Çünkü kültür merkezine kadar yürüyüp dönmüşlerdi. Her gidiş dönüşlerinde kalabalık çoğaldı. Biz ancak otelin içinde ne görebildiysek onu gördük. Ama haykırışlar, sloganlar kulağımıza kadar geliyordu.
Örneğin; üçüncü kattan kapı aralığından caddeye baktığım zaman atılan taşların odanın kapısının arkasına kadar
Ali Balkız ile ‘otelden başka çıkış var mı?’ diye baktık. Yangın merdiveninden kullanalım dedik, ama kapısı kilitliydi. Anahtarı bulsak bile caddeye çıktığı için gidemezdik. Çatıya kadar çıktık Ali Balkız ile. Çatıya çıktığımızda karşımızdaki iş hanının bütün katlarının saldırganlarla dolu olduğunu gördük.
Bütün katlar molozlarla, taşlarla, tuğlalarla donatılmış. Düşünün ki 3. katın odasına atılan taşın kapı ardına kadar düşmesi mümkün değil. Karşıdan taşlanıyorduk. Çıkışın olmayacağını görünce indik tekrar.
“GELEN ASKERLERE EĞİTİM VERMEK İSTEMİŞLER”
Bir ara saat 16.00 sıralarında alana bir askeri birlik girdi. 21 çocuk varmış, yeni yemin etmiş bir takım. Tüfeklerini çapraz tutmuşlar alana girdiler. İşte o zaman ‘en büyük asker bizim asker’ diyerek askerleri övmeye başladılar. Sonradan öğrendiğim kadarıyla arkadaşımın oğlu da o askerlerin içindeymiş. Olaylardan çok sonra anlattı. Onlara eğitim vermek istemişler. Kubilay’daki gibi. Silahları eğitim mermisiyle dolu, hiçbir etkisi olmayacak mermiler. Yani 21 kişi ne yapabilecekti ki….
Kısacası 15.30 sıralarında Temel Karamollaoğlu’nun ‘Gazanız mübarek olsun, artık dağılalım, gereken tepkiyi gösterdik’ dediğini duyduk.
Otel daha sonra ateşe verildi. Askerler geldikten sonra Aziz Nesin’in yanına gittim; ‘Aziz abi asker geldi’ dedim. ‘Gerçekten geldi mi?’ dedi. Kuşkucu biriydi, doğru sezgileri vardı. 15.00 sıralarında Aziz Nesin, Erdal İnönü ile görüştü. Arif Sağ Ankara’da ulaşabildiği herkese ulaştı. Erdal İnönü’nün söylediği şey şu; ‘Sakin olun, devlet yanınızdadır’ falan. Ama ne yazık ki biz o devleti yanımızda göremedik o zaman.
“OTELİN GİRİŞİNE BARİKAT KURANLAR İLK OLARAK HAYATINI KAYBETTİ”
15.30 sıralarında dünya ile bağlantılarımız kesildi. Biz merdivenlerde bekleşiyoruz. Kapı önlerinde konuşuyoruz. O gün yanımda eşim olmasaydı ben de ölmüştüm. Çünkü yanında eşi olmayan arkadaşlar; Asaf Koçak, Behçet Aysan, Metin Altıok, Erdal Ayrancı, Uğur Kaynar pek çok insan merdivende barikat kurdular.
Çünkü bizim yanımızda merdivende oturan nişanlı çocuklar vardı, semah dönenlerden vardı. Onları korumak için otele yapılacak saldırıyı merdivenlerde püskürtmek için arkadaşlar barikat kurmuşlardı. İlk hayatını kaybedenler de onlar oldu. Çünkü aşağıda ilk yangın başlayınca karbon monoksit gazı bir baca gibi merdivenlerden yükseliyor, beş dakika içinde zaten boğuyormuş. Gazın özelliği o.
“YAKIYORLAR BİZİ”
Otel taşlanırken biz saat 18.00 sıralarında Zerin Taş pınar, Lütfi ye Aydın üçümüz 109 numaralı odada televizyonları karıştırdık. Star ya da Show idi ‘Sivas’ta olaylar’ diye başlık geçti.
Onlar televizyon karıştırırken ben arka odadan dışarıya baktım, üçgenimsi korkuluksuz bir balkon gördüm. İçimden ‘burası bizi bir süre koruyabilir’ diye geçirdim. Sonra 19.30 sıralarında aşağıdan gaz kokuları gelmeye başladı. Zerin ‘yakıyorlar bizi’ dedi. Sonra saat 19.50 sıralarında bir ses ‘arkadaşlar aşağı’ dedi. Ben karımın elini tuttum, merdivenlerden aşağı gittik. Daha inmeden bizi büyük bir sıcaklık ve duman karşıladı. O zaman bir ses ‘arkadaşlar yukarı’ dedi.
Ben de gündüz gördüğüm o yeri anımsayarak arka odalara yöneldik. Biz camları kırıp dışarı çıkıp balkonumsu yere çıktık. Sonuçta biz oradan ‘ne yaparız’ diye bakarken karşıdaki pencereyi gördük. O iki pencerede de iki tane aczmendi, sırıklarıyla bizi “girdiğiniz yerden çıkın” gibi ağız dolusu küfürlerle oraya sokmak istemediler.
Benim aklımdan şu geçti: ‘Aczmendilerle kavga edeceğiz, kazanırsak yaşayacağız, kazanamazsak zaten geri dönsek öleceğiz’. Biz dönmedik ama dönen arkadaşlar oldu. Biz kendi aramızda konuşurken birden o aczmendilerin gittiğini yerlerine tıknaz bir adamın geldiğini gördük. Bize ‘arkadaşlar gelin’ dedi. Eşim korktu, orada öleceğimize burada ölürüz dedi. Ama aynı anda diğer pencerede Aziz Nesin’in üç korumasından birini gördüm. Asayiş Şube Müdürü Mehmet, elinde telsiziyle ‘gelin’ dedi. İki bina arasına eternit gibi bir şey koymuşlar biz onun üzerinden indik. Bizim arkamızdan da pek çok kişi geldi. Karşı binanın ne olduğunu bilmiyoruz ama bizden önce geçenler vardı. İçeridekiler bize ne yapacaklarını bilmiyorlar. Dışarıda olaylar devam ediyor.
“BÜTÜN ARKADAŞLARIMIZIN KURTULDUĞUNU SANIYORDUK, AMA AKŞAM DEHŞETİ GÖRDÜK”
45 dakika kadar orada kaldık. Sonra ışıkları söndürülmüş merdivenlerden indirildik. Aziz Nesin’in 3 tane koruması vardı orada. Birisi 15.30 sularında kayboldu, diğeri 17 sularında kayboldu ama komiser Mehmet sonuna kadar bizim yanımızda oldu. O olmasa biz kurtulamazdık. Komiser Mehmet’in sağladığı belediye servis aracıyla Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldük. Saat 21.00 sıralarıydı.
Biz geceyi orada geçirdik. Şu duygu içindeydik: ‘biz kurtulduk ki bütün arkadaşlarımız kurtuldu’. Akşam saat 22.00’de televizyonları izlediğimiz zaman yaşadığımız dehşetin boyutlarını gördük.
Büyük bir acıya gömüldük. Yapılacak hiçbir şey yok, kapana kısılmış gibiydik. Tabi biz çıkarken, emniyet müdürlüğüne götürülürken dışarıdan silah sesleri geliyordu. Büyük olasılıkla çatışma vardı.
“DEVLET KATİLLERE SAHİP ÇIKTI”
Süren davalar, temyizler, müdahil avukatların talepleri yıllarca devam etti. Sivas Katliamı davası 20 yılın ardından zaman aşımı gerekçesiyle kapatıldı. Firari sanıklar hala aranıyor. Katliamda ismi geçen insanlar devlet kademelerinde görev aldı. Tüm bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Devlet dediğimiz aygıt bütün yurttaşlarına eşit olması, eşit davranması gerekirken yasaları eşit uygulaması gerekirken, ‘benim katilim’ dercesine sahip çıktı onlara. Daha o dönemde Adalet Bakanı olan Şevket Kazan avukatlıklarını üstlenmeye kalktı. Ama yasa izin vermediği için avukatlık alamadı. Büyük tepki gördü zaten.
Yani Refah Partisi’nin Adalet Bakanı. Sarıklıları, oteli yakanları, cinayet işleyenleri, katliam yapanları savunmaya kalkıştı. Ama zaten o süreçte SHP ve DYP’nin yaptığı yeni bir koalisyon hükümeti vardı. Tansu Çiller’in başbakan olduğu, saçma sapan konuştuğu bir süreç var.
“BİR SAATTE GELİNECEK SİVAS’A ERTESİ GÜN GELİNDİ”
Erdal İnönü’nün çok edilgen bir süreci var. Bir saat içinde gelinebilecek bir Sivas’a ertesi gün geldi. 37 insan ölmüş. Ama devlet seyirci kaldı. Dahası şımarık bir İçişleri Bakanı vardı, Mehmet Gazioğlu. Olayları koltuğunda dönerek, sırıtarak anlatıyordu. Televizyonlarda bunu gördük.
Televizyondaki anlatımları gördükçe biz de emniyet müdürlüğünde acı içinde tedirgin olduk.
Tabi tepki de gösterdik, ‘bunlar yalan söylüyor’ dedik.
Olması gereken bu değil.
Tansu Çiller, ‘Oteli saran yurttaşlarımıza bir şey olmamış’ dedi.
Söylenecek söz değil. Sen başbakansan her candan sorumlusun. Süleyman Demirel, ‘Emniyet güçleriyle halkı karşı karşıya getirmeyin’ dedi.
Peki, ne olacak? Halk isyan etsin.
Onlar halk değildi; çapulcular, tam anlamıyla şeriatçılar isyan ediyordu.
Türkiye Cumhuriyeti devletine isyan ediyorlar.
Devlet düzenini sağlamak görevindeki kişiler ne yazık ki böyle davrandılar.
Tabi ki olaylar, sonuçta Cafer Erçakmak yıllarca 100 metre ötesinde yaşamış emniyet müdürlüğünün. Aziz Nesin’i merdivenlerden inerken tartaklayan isim.
Pek çoğu Almanya’da dönercilik yapıyor.
Biliniyor ama istenilmiyor, getirilmiyor, istense de yalandan isteniyor.
Bu bakımdan ister adına derin devlet diyelim, ister yandaşların oluşturduğu devlet diyelim ne yazık ki katliamlar sürdü sürecek.
“BİZ GİTMEDEN 95 ÖĞRENCİ YURDU DOLDURULMUŞTU”
Son dönemlerde Temel Karamollaoğlu’nun söylemleri çok gündeme geldi. Sivas’ı hala bir katliam olarak tanımlamaktan imtina etti. Maraş Katliamı ve diğer katliamlarda olduğu gibi, söz konusu katliamlarda ismi geçen isimlerin katliama yönelik rahat ifadelerini nasıl değerlendirmek gerekir?
Bunlar kendi yaptıklarına hiçbir zaman katliam demezler.
Çünkü katliam dedikleri zaman suçlu olacaklardır.
Bunlar, onlar için sıradan olaylardır.
Sıradan olaylar olduğu zaman sorumluluktan kurtulduklarını sanıyorlar.
Orada yetkiliysen sorumlusun.
Temel Karamollaoğlu bugünlerde AKP’ye karşı laflar ediyor diye benim gözümde aklanmış değil. Çünkü ‘gazanız mübarek olsun dediği zaman’ aslında cihada kalkışan insanlar gaza yapar.
Gaza nedir, kutsal din savaşıdır.
Sen ‘gazanız mübarek olsun’ dediğiniz zaman bu insanları kutsamış oluyorsun.
Dolayısıyla sen onların ortağısın. Onların işbirlikçisisin.
Biz varmadan 95 öğrenci yurdunu doldurduğunu öğrendik.
Belediyenin bundan haberdar olmaması mümkün mü?
Emniyet Müdürlüğü’nün bundan haberdar olmaması mümkün mü?
Kaldı ki kapıların altından atılan Müslüman kardeşler bildirileri var.
Bunlar bizim elimize de geçti.
Bu iktidarı yaratan güçlerin başında siz varsınız.
Bu iktidarı yaratanların, bu ülkeyi satanların yanında geçmişte siz vardınız.
Bunları siz yetiştirdiniz. Hiç kimse kendini kandırmasın.
“HER KATLİAM İNSANLIK SUÇUDUR”
Geçmiş suçlarının unutulduğunu sanıyorlar. Hayır unutulamaz. Çünkü katliam insanlık suçudur. Yani aslında her katliam insanlık suçudur.
1978 yılındaki Kahramanmaraş olayları nereden çıktı.
Din yobazlarından çıktı.
Sivas, Çorum olayları ve 1993’de Sivas Katliamı.
Bu tarihsel süreçte din ve devlet işleri tam ayrılmadığı sürece, dini vicdanlara bırakmadığımız sürece katliamlar devam edecektir.
İnançlar tartışılmaz, düşünceler tartışılır.
Düşünce bilgiye dayalıdır, inanç bilgi gerektirmez.
Teslim edersin kendini tanrıya, peygambere.
Onlar senin yerine düşünürler, onlar senin yerine karar verirler.
Sen insan olarak herhangi bir etkinlikte bulunamazsın.
Derse ki önde öldür bunu. Düşünmezsin öldürürsün. İnsanlığın tarihi dinlerin katliamıyla, din savaşlarıyla dolu. Laik, demokratik Türkiye Cumhuriyetine karşı bir kalkışmadır.
“BÜTÜN DERDİMİZ KATLİAMI UNUTTURMAMAK”
Katliamın üzerinden 26 yıl geçti. Siz bu katliamdan sonra neler yaptınız, yaşamınızda nasıl değişiklikler oldu? Size yansımaları nasıl oldu?
Biz ancak anmalarla geçmişi yaşamaya ve yaşatmaya çalışıyoruz ya da tarihi unutturmamaya çalışıyoruz.
Bütün derdimiz bu.
Bundan sonraki yeni kuşaklar bunu bilsinler geleceğe ona göre hazırlansınlar.
Bilimle hazırlansınlar, şiir ve öyküyle hazırlansınlar.
Çünkü bilinç bunu gerektiriyor.
Bilinçli insan Türkiye Cumhuriyetine laik diye sahip çıkmak zorunda. Laiklik bugün bütün çelişkilerin önüne geçmiştir.
Bugün Türkiye’deki en önemli çelişki laiklik ile şeriat isteyenlerin arasındaki savaştır. 26 yıl geçti anmalar sürecek, sürmeli de. Ben bu süreçte geldiğimde psikiyatrisi arkadaşım, ‘şu anda çok sakin görünüyorsunuz ama bunun acısı sonra çıkacak’ dedi.
Ama galiba benim şansım yazmak oldu. İşte önce ‘Ateş Mektupları’ şiirlerini yazdım. Sonra ‘Şeytan Minareleri’ romanını yazdım. Bu süreçte başka şeyler de yazdım. Beni sağalttı ya da Sivas Katliamı’nın canımdaki izlerini hafifletti. Ama bu unutma anlamında değil daha bilinçli düşünme anlamında değerlendirdi.
“MECLİSE SORULAN BÜTÜN SORULAR ENGELLENİYOR”
Peki var olan Alevi örgütlülüğü gerçekten Sivas’ın hesabını her anlamda sorabildi mi?
Sivas’ın hesabını örgütlülük soramaz.
Neden soramaz; devlet varken soramıyorsa hangi örgütlülük sorabilir.
Diyelim Kültür Bakanlığı soramaz. Meclis sormuyor, mecliste sorulan bütün sorular engelleniyor. Komisyon kurulmuyor. Mecliste taraftarları var, çoğunlukla taraftarlar bunlardan. O yüzden kolay değil. Hesap soracak olan laik devlettir. Laik devlet, geçmişte yapılan bütün katliamların, devlete karşı işlenmiş suçların hesabını sormak zorunda. O zamanlar devlet güvenlik mahkemeleri vardı. Bu mahkemelere biz ifade verdik. Avukatlarımız mahkemeleri sürdürdü. Ancak Türkiye’de hep yasalar kişiye göre değişiyor, öbeklere göre değişiyor, mezheplere göre uygulanıyor. O yüzden biz hep azınlıktayız ya da hep yenilen gibi görünüyoruz. Ancak tarihsel süreç içinde bilim, sanat, kültür, aydınlık mutlaka bu karanlık düşünceleri yenecektir.
Son olarak bir çağrınız var mı?
Bilimden, sanattan, kültürden başka bizi bu katliamlardan kurtaracak bir yol göremiyorum. Bilimsel düşünme yolu.
Ersin ÖZGÜL/Semra ACAR
İZMİRSivas Katliamı’ndan kurtulan Karakuş:
O gün devleti yanımızda göremedik
2 Temmuz 1993, bir katliam tarihi olarak hafızalara kazındı. O gün yaşananların tanıklarından, katliamdan eşiyle birlikte kurtulan Şair Hidayet Karakuş, otelde yaşananları gözyaşları içinde anlattı. Ogün devleti yanlarında göremediğine dikkat çeken Karakuş, bütün katliamların insanlık suçu olduğunu vurguladı.
2 Temmuz 1993, bir katliam tarihi olarak hafızalara kazındı. O gün, Pir Sultan Abdal’ı Anma Şenlikleri’ne katılmak için Sivas’a giden aydın ve sanatçılardan 33’ü, kaldıkları otelin yakılması sonucu hayatını kaybetmişti. Katliam sırasında iki otel görevlisi ile iki de saldırgan ölmüştü.
Sivas Madımak Oteli Katliamı davasının zaman aşımına uğradığı ve geçtiğimiz günlerde Ankara’da görülen davada mahkeme heyeti, firari 3 katliam sanığının yakalanıp yargılanmadan dosyanın kapanmayacağına hükmederek bir sonraki duruşmayı 26 Eylül 2019’a erteledi.
1993 yılında Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD) ve Kültür Bakanlığı’nın ortaklaşa düzenlediği Pir Sultan Abdal Şenlikleri’ne katılmak için eşiyle birlikte Sivas’a giden şair Hidayet Karakuş, o gün yaşananları unutamadığını söyledi.
Karakuş, olaylar sırasında otelin merdivenlerinde oturan nişanlı çiftlerin sıkıntıdan saçlarını ördüğünü gözyaşları içinde anlattı. Devletin bütün yurttaşlarına eşit mesafede durması gerektiğini belirten Karakuş, o gün devletin yanlarında olmadığının altını çizdi.
Karakuş, Sivas Katliamı davasının zaman aşımına uğramasına tepki göstererek, faillerinin belli olduğunu ancak korunduğunu ifade etti. Yaşananlar sırasında Sivas Belediye Başkanı olan Temel Karamolloğlu’nun ‘gazanız mübarek olsun’ sözlerini anımsatarak, “Orada yetkiliysen sorumlusun. Bugünlerde AKP’ye karşı laflar ediyor diye benim gözümde aklanmış değil” diyerek Karamollaoğlu’na tepki gösterdi.
Şair Karakuş, o dönemi yazarak atlattığını belirterek, Sivas Katliamı’ndan sonra, önce ‘Ateş Mektupları’ şiirlerini daha sonra ‘Şeytan Minareleri’ romanını yazdı.
“BİR GÜN ÖNCESİNDEN KALDIRIM TAŞLARI SÖKÜLMÜŞTÜ”
Sivas Katliamı tanığı Şair Hidayet Karakuş ile Sivas Katliamına dair konuştuk.
2 Temmuz 1993 tarihinde Türkiye tarihine bir katliam daha not düştü. Siz de yaşananlar sırasında oradaydınız. O gün ve öncesinde neler yaşandı?
Pir Sultan Abdal Kültür Derneği ile Kültür Bakanlığı’nın ortak düzenlediği bir etkinlikten bahsetti Ali Balkız. 1993 yılında. Gitmeyi kabul ettim ve eşimle beraber gittik. 2 Temmuz öncesinden herhangi bir sıkıntımız yoktu. 1 Temmuz sabahı vardığımız zaman pırıl pırıl bir Sivas havası, güneşli bir gün. Aklımıza öyle şeyler gelmiyor tabi, neşeli bir yolculuk yaptık. İki otobüs Kayseri üzerinden Sivas’a gittik. İlk gün gerçekten herhangi bir sorun yoktu.
Program yönünde yapılması gereken etkinlikler yapıldı, ikinci gün öğlene kadar da bir sorun yoktu ama bir iki sataşma olmuş. Aziz Nesin, ben saat 11.00 sıralarında imzadaydık. O arada Aziz Nesin’e sataşanlar olmuş. Onun dışında saat 12.00 sıralarında erken ayrıldım imza masasından.
Eşim rahatsızlandığı için otele döndüm. Otele döndüğümde eşim uyuyordu, yemekler ağır geldiği için biraz rahatsızlanmıştı. Sivas’a gittiğimde madımak otunu merak etmiştim ve pazar yerini buldum. Pazar yeri merkez camisine bakıyordu, o sırada gördüğüm bir bakkal vardı.
Yine camiye bakan bir bakkal. Oradan peynir aldım, köşeden de ekmek alacaktım. Ama bakkaldan çıktığım zaman cami avlusundan bir öbeğin sloganlar attığını ortalarından da alevlerin yükseldiğini gördüm. Bir yurttaş da cami duvarının dışında onları izliyordu. Bunlar ne yapıyor dedim; Amerikan bayrağı yakıyorlar dedi.
O anda aklıma bir şey gelmedi. Acele ekmeği aldım otele yürüdüm. Cumhuriyet lokantası yolumun üzerindeydi, arkadaşları uyarmak istedim ama ben caddeye çıktığım zaman camiden boşalan kalabalık 80-100 kişiydi. Arkadaşlar da durumu görmüş, yemekleri bırakmış kaldırımlara çıkarak göstericileri izliyorlardı.
“KÖTÜLÜĞÜ ÖRGÜTLEYENLER HER ŞEYİ AYRINTILARINA KADAR ÖRGÜTLÜYORLAR”
Sonuçta odaya geldim, ekmeğimizi yedik. Eşime dışarıda olayların olduğunu söyledim. Büyük olasılıkla bize tepki gösteriyorlar, odayı, valizimizi toplayalım dedik. Ayrılacaktık otelden. İşler bitmişti, etkinlik sürdürülmeyecekti, belliydi.
Sonuçta saat 14.10’da otele ilk taş düştü. Ama şunu belirtmeliyim ki bir gün öncesinden otele giderken PTT’nin önündeki kaldırım taşları sökülüp bir kenara yığılıyordu. Bunları sonradan düşünüyorsunuz, o an aklınıza bir şey gelmiyor.
Dahası ben kaldırım taşlarını söken işçiye kolay gelsin dediğim zaman ağzının içinden konuşarak bir şeyler dedi. Ama biz insanca geleneğimiz gereği çalışan insana ‘kolay gelsin’ deriz. O gün içinde Sivas’ta dolaştığımız zaman da başka yerde kaldırım çalışması görmedik.
Bizim aklımıza kötü şeyler gelmiyor ama kötülüğü örgütleyenler her şeyi ayrıntılarına kadar örgütlüyorlar. Sonuçta otel taşlanırken kaldırım taşlarının kullanıldığı bir gerçek.
“OTELDE 5-6 SAAT TAŞLANDIK, BÜTÜN CAMLAR AŞAĞI İNDİRİLMİŞTİ”
Böyle olacağı tahmin edilmiyordu. İşin içinde devlet var, Kültür Bakanlığı var. Kültür Bakanlığı olunca diyorsunuz ki; devletin düzenlediği bir şey. Sadece PSAKD düzenlese belki düşünürsünüz hani ‘bir tepki falan olur’ diye. Laik bir Türkiye Cumhuriyet inde yaşıyoruz diye düşünüyoruz. Kimseyi Alevi-Sünni diye ayırmanın ya da Türk-Kürt diye ayırmanın anlamı yok. İnsanlığın tarihine aykırı bir şey.
Otele ilk taş saat 14.10 sıralarında düştü. Ondan sonra yağmaya başladı. Otelde bütün camlar aşağı indi, 5-6 saat taşlandık.
Karamolloğlu’nun sesini duyduk. Kalabalığa sesleniyor, kalabalık türlü sloganlar atarak bağırıyor ama vasat sloganlar. ‘Şeriat gelecek laiklik bitecek’, ‘Cumhuriyet burada kuruldu burada yıkılacak’, ‘Hain vali şeytan Aziz’ sloganları atılıyordu.
“OTELİN KARŞISINDAKİ HAN BİLE SALDIRGANLARLA, MOLOZ, TAŞ VE TUĞLALARLA DOLUYDU”
Bunlar kulağımızla duyduğumuz sloganlar. Çünkü camiden çıkan kalabalık ilk anda 80-100 kişi görünse de binler oluşturuyordu. Çünkü kültür merkezine kadar yürüyüp dönmüşlerdi. Her gidiş dönüşlerinde kalabalık çoğaldı. Biz ancak otelin içinde ne görebildiysek onu gördük. Ama haykırışlar, sloganlar kulağımıza kadar geliyordu.
Örneğin; üçüncü kattan kapı aralığından caddeye baktığım zaman atılan taşların odanın kapısının arkasına kadar
Ali Balkız ile ‘otelden başka çıkış var mı?’ diye baktık. Yangın merdiveninden kullanalım dedik, ama kapısı kilitliydi. Anahtarı bulsak bile caddeye çıktığı için gidemezdik. Çatıya kadar çıktık Ali Balkız ile. Çatıya çıktığımızda karşımızdaki iş hanının bütün katlarının saldırganlarla dolu olduğunu gördük.
Bütün katlar molozlarla, taşlarla, tuğlalarla donatılmış. Düşünün ki 3. katın odasına atılan taşın kapı ardına kadar düşmesi mümkün değil. Karşıdan taşlanıyorduk. Çıkışın olmayacağını görünce indik tekrar.
“GELEN ASKERLERE EĞİTİM VERMEK İSTEMİŞLER”
Bir ara saat 16.00 sıralarında alana bir askeri birlik girdi. 21 çocuk varmış, yeni yemin etmiş bir takım. Tüfeklerini çapraz tutmuşlar alana girdiler. İşte o zaman ‘en büyük asker bizim asker’ diyerek askerleri övmeye başladılar. Sonradan öğrendiğim kadarıyla arkadaşımın oğlu da o askerlerin içindeymiş. Olaylardan çok sonra anlattı. Onlara eğitim vermek istemişler. Kubilay’daki gibi. Silahları eğitim mermisiyle dolu, hiçbir etkisi olmayacak mermiler. Yani 21 kişi ne yapabilecekti ki….
Kısacası 15.30 sıralarında Temel Karamollaoğlu’nun ‘Gazanız mübarek olsun, artık dağılalım, gereken tepkiyi gösterdik’ dediğini duyduk.
Otel daha sonra ateşe verildi. Askerler geldikten sonra Aziz Nesin’in yanına gittim; ‘Aziz abi asker geldi’ dedim. ‘Gerçekten geldi mi?’ dedi. Kuşkucu biriydi, doğru sezgileri vardı. 15.00 sıralarında Aziz Nesin, Erdal İnönü ile görüştü. Arif Sağ Ankara’da ulaşabildiği herkese ulaştı. Erdal İnönü’nün söylediği şey şu; ‘Sakin olun, devlet yanınızdadır’ falan. Ama ne yazık ki biz o devleti yanımızda göremedik o zaman.
“OTELİN GİRİŞİNE BARİKAT KURANLAR İLK OLARAK HAYATINI KAYBETTİ”
15.30 sıralarında dünya ile bağlantılarımız kesildi. Biz merdivenlerde bekleşiyoruz. Kapı önlerinde konuşuyoruz. O gün yanımda eşim olmasaydı ben de ölmüştüm. Çünkü yanında eşi olmayan arkadaşlar; Asaf Koçak, Behçet Aysan, Metin Altıok, Erdal Ayrancı, Uğur Kaynar pek çok insan merdivende barikat kurdular.
Çünkü bizim yanımızda merdivende oturan nişanlı çocuklar vardı, semah dönenlerden vardı. Onları korumak için otele yapılacak saldırıyı merdivenlerde püskürtmek için arkadaşlar barikat kurmuşlardı. İlk hayatını kaybedenler de onlar oldu. Çünkü aşağıda ilk yangın başlayınca karbon monoksit gazı bir baca gibi merdivenlerden yükseliyor, beş dakika içinde zaten boğuyormuş. Gazın özelliği o.
“YAKIYORLAR BİZİ”
Otel taşlanırken biz saat 18.00 sıralarında Zerin Taş pınar, Lütfi ye Aydın üçümüz 109 numaralı odada televizyonları karıştırdık. Star ya da Show idi ‘Sivas’ta olaylar’ diye başlık geçti.
Onlar televizyon karıştırırken ben arka odadan dışarıya baktım, üçgenimsi korkuluksuz bir balkon gördüm. İçimden ‘burası bizi bir süre koruyabilir’ diye geçirdim. Sonra 19.30 sıralarında aşağıdan gaz kokuları gelmeye başladı. Zerin ‘yakıyorlar bizi’ dedi. Sonra saat 19.50 sıralarında bir ses ‘arkadaşlar aşağı’ dedi. Ben karımın elini tuttum, merdivenlerden aşağı gittik. Daha inmeden bizi büyük bir sıcaklık ve duman karşıladı. O zaman bir ses ‘arkadaşlar yukarı’ dedi.
Ben de gündüz gördüğüm o yeri anımsayarak arka odalara yöneldik. Biz camları kırıp dışarı çıkıp balkonumsu yere çıktık. Sonuçta biz oradan ‘ne yaparız’ diye bakarken karşıdaki pencereyi gördük. O iki pencerede de iki tane aczmendi, sırıklarıyla bizi “girdiğiniz yerden çıkın” gibi ağız dolusu küfürlerle oraya sokmak istemediler.
Benim aklımdan şu geçti: ‘Aczmendilerle kavga edeceğiz, kazanırsak yaşayacağız, kazanamazsak zaten geri dönsek öleceğiz’. Biz dönmedik ama dönen arkadaşlar oldu. Biz kendi aramızda konuşurken birden o aczmendilerin gittiğini yerlerine tıknaz bir adamın geldiğini gördük. Bize ‘arkadaşlar gelin’ dedi. Eşim korktu, orada öleceğimize burada ölürüz dedi. Ama aynı anda diğer pencerede Aziz Nesin’in üç korumasından birini gördüm. Asayiş Şube Müdürü Mehmet, elinde telsiziyle ‘gelin’ dedi. İki bina arasına eternit gibi bir şey koymuşlar biz onun üzerinden indik. Bizim arkamızdan da pek çok kişi geldi. Karşı binanın ne olduğunu bilmiyoruz ama bizden önce geçenler vardı. İçeridekiler bize ne yapacaklarını bilmiyorlar. Dışarıda olaylar devam ediyor.
“BÜTÜN ARKADAŞLARIMIZIN KURTULDUĞUNU SANIYORDUK, AMA AKŞAM DEHŞETİ GÖRDÜK”
45 dakika kadar orada kaldık. Sonra ışıkları söndürülmüş merdivenlerden indirildik. Aziz Nesin’in 3 tane koruması vardı orada. Birisi 15.30 sularında kayboldu, diğeri 17 sularında kayboldu ama komiser Mehmet sonuna kadar bizim yanımızda oldu. O olmasa biz kurtulamazdık. Komiser Mehmet’in sağladığı belediye servis aracıyla Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldük. Saat 21.00 sıralarıydı.
Biz geceyi orada geçirdik. Şu duygu içindeydik: ‘biz kurtulduk ki bütün arkadaşlarımız kurtuldu’. Akşam saat 22.00’de televizyonları izlediğimiz zaman yaşadığımız dehşetin boyutlarını gördük.
Büyük bir acıya gömüldük. Yapılacak hiçbir şey yok, kapana kısılmış gibiydik. Tabi biz çıkarken, emniyet müdürlüğüne götürülürken dışarıdan silah sesleri geliyordu. Büyük olasılıkla çatışma vardı.
“DEVLET KATİLLERE SAHİP ÇIKTI”
Süren davalar, temyizler, müdahil avukatların talepleri yıllarca devam etti. Sivas Katliamı davası 20 yılın ardından zaman aşımı gerekçesiyle kapatıldı. Firari sanıklar hala aranıyor. Katliamda ismi geçen insanlar devlet kademelerinde görev aldı. Tüm bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Devlet dediğimiz aygıt bütün yurttaşlarına eşit olması, eşit davranması gerekirken yasaları eşit uygulaması gerekirken, ‘benim katilim’ dercesine sahip çıktı onlara. Daha o dönemde Adalet Bakanı olan Şevket Kazan avukatlıklarını üstlenmeye kalktı. Ama yasa izin vermediği için avukatlık alamadı. Büyük tepki gördü zaten.
Yani Refah Partisi’nin Adalet Bakanı. Sarıklıları, oteli yakanları, cinayet işleyenleri, katliam yapanları savunmaya kalkıştı. Ama zaten o süreçte SHP ve DYP’nin yaptığı yeni bir koalisyon hükümeti vardı. Tansu Çiller’in başbakan olduğu, saçma sapan konuştuğu bir süreç var.
“BİR SAATTE GELİNECEK SİVAS’A ERTESİ GÜN GELİNDİ”
Erdal İnönü’nün çok edilgen bir süreci var. Bir saat içinde gelinebilecek bir Sivas’a ertesi gün geldi. 37 insan ölmüş. Ama devlet seyirci kaldı. Dahası şımarık bir İçişleri Bakanı vardı, Mehmet Gazioğlu. Olayları koltuğunda dönerek, sırıtarak anlatıyordu. Televizyonlarda bunu gördük.
Televizyondaki anlatımları gördükçe biz de emniyet müdürlüğünde acı içinde tedirgin olduk.
Tabi tepki de gösterdik, ‘bunlar yalan söylüyor’ dedik.
Olması gereken bu değil.
Tansu Çiller, ‘Oteli saran yurttaşlarımıza bir şey olmamış’ dedi.
Söylenecek söz değil. Sen başbakansan her candan sorumlusun. Süleyman Demirel, ‘Emniyet güçleriyle halkı karşı karşıya getirmeyin’ dedi.
Peki, ne olacak? Halk isyan etsin.
Onlar halk değildi; çapulcular, tam anlamıyla şeriatçılar isyan ediyordu.
Türkiye Cumhuriyeti devletine isyan ediyorlar.
Devlet düzenini sağlamak görevindeki kişiler ne yazık ki böyle davrandılar.
Tabi ki olaylar, sonuçta Cafer Erçakmak yıllarca 100 metre ötesinde yaşamış emniyet müdürlüğünün. Aziz Nesin’i merdivenlerden inerken tartaklayan isim.
Pek çoğu Almanya’da dönercilik yapıyor.
Biliniyor ama istenilmiyor, getirilmiyor, istense de yalandan isteniyor.
Bu bakımdan ister adına derin devlet diyelim, ister yandaşların oluşturduğu devlet diyelim ne yazık ki katliamlar sürdü sürecek.
“BİZ GİTMEDEN 95 ÖĞRENCİ YURDU DOLDURULMUŞTU”
Son dönemlerde Temel Karamollaoğlu’nun söylemleri çok gündeme geldi. Sivas’ı hala bir katliam olarak tanımlamaktan imtina etti. Maraş Katliamı ve diğer katliamlarda olduğu gibi, söz konusu katliamlarda ismi geçen isimlerin katliama yönelik rahat ifadelerini nasıl değerlendirmek gerekir?
Bunlar kendi yaptıklarına hiçbir zaman katliam demezler.
Çünkü katliam dedikleri zaman suçlu olacaklardır.
Bunlar, onlar için sıradan olaylardır.
Sıradan olaylar olduğu zaman sorumluluktan kurtulduklarını sanıyorlar.
Orada yetkiliysen sorumlusun.
Temel Karamollaoğlu bugünlerde AKP’ye karşı laflar ediyor diye benim gözümde aklanmış değil. Çünkü ‘gazanız mübarek olsun dediği zaman’ aslında cihada kalkışan insanlar gaza yapar.
Gaza nedir, kutsal din savaşıdır.
Sen ‘gazanız mübarek olsun’ dediğiniz zaman bu insanları kutsamış oluyorsun.
Dolayısıyla sen onların ortağısın. Onların işbirlikçisisin.
Biz varmadan 95 öğrenci yurdunu doldurduğunu öğrendik.
Belediyenin bundan haberdar olmaması mümkün mü?
Emniyet Müdürlüğü’nün bundan haberdar olmaması mümkün mü?
Kaldı ki kapıların altından atılan Müslüman kardeşler bildirileri var.
Bunlar bizim elimize de geçti.
Bu iktidarı yaratan güçlerin başında siz varsınız.
Bu iktidarı yaratanların, bu ülkeyi satanların yanında geçmişte siz vardınız.
Bunları siz yetiştirdiniz. Hiç kimse kendini kandırmasın.
“HER KATLİAM İNSANLIK SUÇUDUR”
Geçmiş suçlarının unutulduğunu sanıyorlar. Hayır unutulamaz. Çünkü katliam insanlık suçudur. Yani aslında her katliam insanlık suçudur.
1978 yılındaki Kahramanmaraş olayları nereden çıktı.
Din yobazlarından çıktı.
Sivas, Çorum olayları ve 1993’de Sivas Katliamı.
Bu tarihsel süreçte din ve devlet işleri tam ayrılmadığı sürece, dini vicdanlara bırakmadığımız sürece katliamlar devam edecektir.
İnançlar tartışılmaz, düşünceler tartışılır.
Düşünce bilgiye dayalıdır, inanç bilgi gerektirmez.
Teslim edersin kendini tanrıya, peygambere.
Onlar senin yerine düşünürler, onlar senin yerine karar verirler.
Sen insan olarak herhangi bir etkinlikte bulunamazsın.
Derse ki önde öldür bunu. Düşünmezsin öldürürsün. İnsanlığın tarihi dinlerin katliamıyla, din savaşlarıyla dolu. Laik, demokratik Türkiye Cumhuriyetine karşı bir kalkışmadır.
“BÜTÜN DERDİMİZ KATLİAMI UNUTTURMAMAK”
Katliamın üzerinden 26 yıl geçti. Siz bu katliamdan sonra neler yaptınız, yaşamınızda nasıl değişiklikler oldu? Size yansımaları nasıl oldu?
Biz ancak anmalarla geçmişi yaşamaya ve yaşatmaya çalışıyoruz ya da tarihi unutturmamaya çalışıyoruz.
Bütün derdimiz bu.
Bundan sonraki yeni kuşaklar bunu bilsinler geleceğe ona göre hazırlansınlar.
Bilimle hazırlansınlar, şiir ve öyküyle hazırlansınlar.
Çünkü bilinç bunu gerektiriyor.
Bilinçli insan Türkiye Cumhuriyetine laik diye sahip çıkmak zorunda. Laiklik bugün bütün çelişkilerin önüne geçmiştir.
Bugün Türkiye’deki en önemli çelişki laiklik ile şeriat isteyenlerin arasındaki savaştır. 26 yıl geçti anmalar sürecek, sürmeli de. Ben bu süreçte geldiğimde psikiyatrisi arkadaşım, ‘şu anda çok sakin görünüyorsunuz ama bunun acısı sonra çıkacak’ dedi.
Ama galiba benim şansım yazmak oldu. İşte önce ‘Ateş Mektupları’ şiirlerini yazdım. Sonra ‘Şeytan Minareleri’ romanını yazdım. Bu süreçte başka şeyler de yazdım. Beni sağalttı ya da Sivas Katliamı’nın canımdaki izlerini hafifletti. Ama bu unutma anlamında değil daha bilinçli düşünme anlamında değerlendirdi.
“MECLİSE SORULAN BÜTÜN SORULAR ENGELLENİYOR”
Peki var olan Alevi örgütlülüğü gerçekten Sivas’ın hesabını her anlamda sorabildi mi?
Sivas’ın hesabını örgütlülük soramaz.
Neden soramaz; devlet varken soramıyorsa hangi örgütlülük sorabilir.
Diyelim Kültür Bakanlığı soramaz. Meclis sormuyor, mecliste sorulan bütün sorular engelleniyor. Komisyon kurulmuyor. Mecliste taraftarları var, çoğunlukla taraftarlar bunlardan. O yüzden kolay değil. Hesap soracak olan laik devlettir. Laik devlet, geçmişte yapılan bütün katliamların, devlete karşı işlenmiş suçların hesabını sormak zorunda. O zamanlar devlet güvenlik mahkemeleri vardı. Bu mahkemelere biz ifade verdik. Avukatlarımız mahkemeleri sürdürdü. Ancak Türkiye’de hep yasalar kişiye göre değişiyor, öbeklere göre değişiyor, mezheplere göre uygulanıyor. O yüzden biz hep azınlıktayız ya da hep yenilen gibi görünüyoruz. Ancak tarihsel süreç içinde bilim, sanat, kültür, aydınlık mutlaka bu karanlık düşünceleri yenecektir.
Son olarak bir çağrınız var mı?
Bilimden, sanattan, kültürden başka bizi bu katliamlardan kurtaracak bir yol göremiyorum. Bilimsel düşünme yolu.
Ersin ÖZGÜL/Semra ACAR
İZMİRSivas Katliamı’ndan kurtulan Karakuş:
O gün devleti yanımızda göremedik
2 Temmuz 1993, bir katliam tarihi olarak hafızalara kazındı. O gün yaşananların tanıklarından, katliamdan eşiyle birlikte kurtulan Şair Hidayet Karakuş, otelde yaşananları gözyaşları içinde anlattı. Ogün devleti yanlarında göremediğine dikkat çeken Karakuş, bütün katliamların insanlık suçu olduğunu vurguladı.
2 Temmuz 1993, bir katliam tarihi olarak hafızalara kazındı. O gün, Pir Sultan Abdal’ı Anma Şenlikleri’ne katılmak için Sivas’a giden aydın ve sanatçılardan 33’ü, kaldıkları otelin yakılması sonucu hayatını kaybetmişti. Katliam sırasında iki otel görevlisi ile iki de saldırgan ölmüştü.
Sivas Madımak Oteli Katliamı davasının zaman aşımına uğradığı ve geçtiğimiz günlerde Ankara’da görülen davada mahkeme heyeti, firari 3 katliam sanığının yakalanıp yargılanmadan dosyanın kapanmayacağına hükmederek bir sonraki duruşmayı 26 Eylül 2019’a erteledi.
1993 yılında Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD) ve Kültür Bakanlığı’nın ortaklaşa düzenlediği Pir Sultan Abdal Şenlikleri’ne katılmak için eşiyle birlikte Sivas’a giden şair Hidayet Karakuş, o gün yaşananları unutamadığını söyledi.
Karakuş, olaylar sırasında otelin merdivenlerinde oturan nişanlı çiftlerin sıkıntıdan saçlarını ördüğünü gözyaşları içinde anlattı. Devletin bütün yurttaşlarına eşit mesafede durması gerektiğini belirten Karakuş, o gün devletin yanlarında olmadığının altını çizdi.
Karakuş, Sivas Katliamı davasının zaman aşımına uğramasına tepki göstererek, faillerinin belli olduğunu ancak korunduğunu ifade etti. Yaşananlar sırasında Sivas Belediye Başkanı olan Temel Karamolloğlu’nun ‘gazanız mübarek olsun’ sözlerini anımsatarak, “Orada yetkiliysen sorumlusun. Bugünlerde AKP’ye karşı laflar ediyor diye benim gözümde aklanmış değil” diyerek Karamollaoğlu’na tepki gösterdi.
Şair Karakuş, o dönemi yazarak atlattığını belirterek, Sivas Katliamı’ndan sonra, önce ‘Ateş Mektupları’ şiirlerini daha sonra ‘Şeytan Minareleri’ romanını yazdı.
“BİR GÜN ÖNCESİNDEN KALDIRIM TAŞLARI SÖKÜLMÜŞTÜ”
Sivas Katliamı tanığı Şair Hidayet Karakuş ile Sivas Katliamına dair konuştuk.
2 Temmuz 1993 tarihinde Türkiye tarihine bir katliam daha not düştü. Siz de yaşananlar sırasında oradaydınız. O gün ve öncesinde neler yaşandı?
Pir Sultan Abdal Kültür Derneği ile Kültür Bakanlığı’nın ortak düzenlediği bir etkinlikten bahsetti Ali Balkız. 1993 yılında. Gitmeyi kabul ettim ve eşimle beraber gittik. 2 Temmuz öncesinden herhangi bir sıkıntımız yoktu. 1 Temmuz sabahı vardığımız zaman pırıl pırıl bir Sivas havası, güneşli bir gün. Aklımıza öyle şeyler gelmiyor tabi, neşeli bir yolculuk yaptık. İki otobüs Kayseri üzerinden Sivas’a gittik. İlk gün gerçekten herhangi bir sorun yoktu.
Program yönünde yapılması gereken etkinlikler yapıldı, ikinci gün öğlene kadar da bir sorun yoktu ama bir iki sataşma olmuş. Aziz Nesin, ben saat 11.00 sıralarında imzadaydık. O arada Aziz Nesin’e sataşanlar olmuş. Onun dışında saat 12.00 sıralarında erken ayrıldım imza masasından.
Eşim rahatsızlandığı için otele döndüm. Otele döndüğümde eşim uyuyordu, yemekler ağır geldiği için biraz rahatsızlanmıştı. Sivas’a gittiğimde madımak otunu merak etmiştim ve pazar yerini buldum. Pazar yeri merkez camisine bakıyordu, o sırada gördüğüm bir bakkal vardı.
Yine camiye bakan bir bakkal. Oradan peynir aldım, köşeden de ekmek alacaktım. Ama bakkaldan çıktığım zaman cami avlusundan bir öbeğin sloganlar attığını ortalarından da alevlerin yükseldiğini gördüm. Bir yurttaş da cami duvarının dışında onları izliyordu. Bunlar ne yapıyor dedim; Amerikan bayrağı yakıyorlar dedi.
O anda aklıma bir şey gelmedi. Acele ekmeği aldım otele yürüdüm. Cumhuriyet lokantası yolumun üzerindeydi, arkadaşları uyarmak istedim ama ben caddeye çıktığım zaman camiden boşalan kalabalık 80-100 kişiydi. Arkadaşlar da durumu görmüş, yemekleri bırakmış kaldırımlara çıkarak göstericileri izliyorlardı.
“KÖTÜLÜĞÜ ÖRGÜTLEYENLER HER ŞEYİ AYRINTILARINA KADAR ÖRGÜTLÜYORLAR”
Sonuçta odaya geldim, ekmeğimizi yedik. Eşime dışarıda olayların olduğunu söyledim. Büyük olasılıkla bize tepki gösteriyorlar, odayı, valizimizi toplayalım dedik. Ayrılacaktık otelden. İşler bitmişti, etkinlik sürdürülmeyecekti, belliydi.
Sonuçta saat 14.10’da otele ilk taş düştü. Ama şunu belirtmeliyim ki bir gün öncesinden otele giderken PTT’nin önündeki kaldırım taşları sökülüp bir kenara yığılıyordu. Bunları sonradan düşünüyorsunuz, o an aklınıza bir şey gelmiyor.
Dahası ben kaldırım taşlarını söken işçiye kolay gelsin dediğim zaman ağzının içinden konuşarak bir şeyler dedi. Ama biz insanca geleneğimiz gereği çalışan insana ‘kolay gelsin’ deriz. O gün içinde Sivas’ta dolaştığımız zaman da başka yerde kaldırım çalışması görmedik.
Bizim aklımıza kötü şeyler gelmiyor ama kötülüğü örgütleyenler her şeyi ayrıntılarına kadar örgütlüyorlar. Sonuçta otel taşlanırken kaldırım taşlarının kullanıldığı bir gerçek.
“OTELDE 5-6 SAAT TAŞLANDIK, BÜTÜN CAMLAR AŞAĞI İNDİRİLMİŞTİ”
Böyle olacağı tahmin edilmiyordu. İşin içinde devlet var, Kültür Bakanlığı var. Kültür Bakanlığı olunca diyorsunuz ki; devletin düzenlediği bir şey. Sadece PSAKD düzenlese belki düşünürsünüz hani ‘bir tepki falan olur’ diye. Laik bir Türkiye Cumhuriyet inde yaşıyoruz diye düşünüyoruz. Kimseyi Alevi-Sünni diye ayırmanın ya da Türk-Kürt diye ayırmanın anlamı yok. İnsanlığın tarihine aykırı bir şey.
Otele ilk taş saat 14.10 sıralarında düştü. Ondan sonra yağmaya başladı. Otelde bütün camlar aşağı indi, 5-6 saat taşlandık.
Karamolloğlu’nun sesini duyduk. Kalabalığa sesleniyor, kalabalık türlü sloganlar atarak bağırıyor ama vasat sloganlar. ‘Şeriat gelecek laiklik bitecek’, ‘Cumhuriyet burada kuruldu burada yıkılacak’, ‘Hain vali şeytan Aziz’ sloganları atılıyordu.
“OTELİN KARŞISINDAKİ HAN BİLE SALDIRGANLARLA, MOLOZ, TAŞ VE TUĞLALARLA DOLUYDU”
Bunlar kulağımızla duyduğumuz sloganlar. Çünkü camiden çıkan kalabalık ilk anda 80-100 kişi görünse de binler oluşturuyordu. Çünkü kültür merkezine kadar yürüyüp dönmüşlerdi. Her gidiş dönüşlerinde kalabalık çoğaldı. Biz ancak otelin içinde ne görebildiysek onu gördük. Ama haykırışlar, sloganlar kulağımıza kadar geliyordu.
Örneğin; üçüncü kattan kapı aralığından caddeye baktığım zaman atılan taşların odanın kapısının arkasına kadar
Ali Balkız ile ‘otelden başka çıkış var mı?’ diye baktık. Yangın merdiveninden kullanalım dedik, ama kapısı kilitliydi. Anahtarı bulsak bile caddeye çıktığı için gidemezdik. Çatıya kadar çıktık Ali Balkız ile. Çatıya çıktığımızda karşımızdaki iş hanının bütün katlarının saldırganlarla dolu olduğunu gördük.
Bütün katlar molozlarla, taşlarla, tuğlalarla donatılmış. Düşünün ki 3. katın odasına atılan taşın kapı ardına kadar düşmesi mümkün değil. Karşıdan taşlanıyorduk. Çıkışın olmayacağını görünce indik tekrar.
“GELEN ASKERLERE EĞİTİM VERMEK İSTEMİŞLER”
Bir ara saat 16.00 sıralarında alana bir askeri birlik girdi. 21 çocuk varmış, yeni yemin etmiş bir takım. Tüfeklerini çapraz tutmuşlar alana girdiler. İşte o zaman ‘en büyük asker bizim asker’ diyerek askerleri övmeye başladılar. Sonradan öğrendiğim kadarıyla arkadaşımın oğlu da o askerlerin içindeymiş. Olaylardan çok sonra anlattı. Onlara eğitim vermek istemişler. Kubilay’daki gibi. Silahları eğitim mermisiyle dolu, hiçbir etkisi olmayacak mermiler. Yani 21 kişi ne yapabilecekti ki….
Kısacası 15.30 sıralarında Temel Karamollaoğlu’nun ‘Gazanız mübarek olsun, artık dağılalım, gereken tepkiyi gösterdik’ dediğini duyduk.
Otel daha sonra ateşe verildi. Askerler geldikten sonra Aziz Nesin’in yanına gittim; ‘Aziz abi asker geldi’ dedim. ‘Gerçekten geldi mi?’ dedi. Kuşkucu biriydi, doğru sezgileri vardı. 15.00 sıralarında Aziz Nesin, Erdal İnönü ile görüştü. Arif Sağ Ankara’da ulaşabildiği herkese ulaştı. Erdal İnönü’nün söylediği şey şu; ‘Sakin olun, devlet yanınızdadır’ falan. Ama ne yazık ki biz o devleti yanımızda göremedik o zaman.
“OTELİN GİRİŞİNE BARİKAT KURANLAR İLK OLARAK HAYATINI KAYBETTİ”
15.30 sıralarında dünya ile bağlantılarımız kesildi. Biz merdivenlerde bekleşiyoruz. Kapı önlerinde konuşuyoruz. O gün yanımda eşim olmasaydı ben de ölmüştüm. Çünkü yanında eşi olmayan arkadaşlar; Asaf Koçak, Behçet Aysan, Metin Altıok, Erdal Ayrancı, Uğur Kaynar pek çok insan merdivende barikat kurdular.
Çünkü bizim yanımızda merdivende oturan nişanlı çocuklar vardı, semah dönenlerden vardı. Onları korumak için otele yapılacak saldırıyı merdivenlerde püskürtmek için arkadaşlar barikat kurmuşlardı. İlk hayatını kaybedenler de onlar oldu. Çünkü aşağıda ilk yangın başlayınca karbon monoksit gazı bir baca gibi merdivenlerden yükseliyor, beş dakika içinde zaten boğuyormuş. Gazın özelliği o.
“YAKIYORLAR BİZİ”
Otel taşlanırken biz saat 18.00 sıralarında Zerin Taş pınar, Lütfi ye Aydın üçümüz 109 numaralı odada televizyonları karıştırdık. Star ya da Show idi ‘Sivas’ta olaylar’ diye başlık geçti.
Onlar televizyon karıştırırken ben arka odadan dışarıya baktım, üçgenimsi korkuluksuz bir balkon gördüm. İçimden ‘burası bizi bir süre koruyabilir’ diye geçirdim. Sonra 19.30 sıralarında aşağıdan gaz kokuları gelmeye başladı. Zerin ‘yakıyorlar bizi’ dedi. Sonra saat 19.50 sıralarında bir ses ‘arkadaşlar aşağı’ dedi. Ben karımın elini tuttum, merdivenlerden aşağı gittik. Daha inmeden bizi büyük bir sıcaklık ve duman karşıladı. O zaman bir ses ‘arkadaşlar yukarı’ dedi.
Ben de gündüz gördüğüm o yeri anımsayarak arka odalara yöneldik. Biz camları kırıp dışarı çıkıp balkonumsu yere çıktık. Sonuçta biz oradan ‘ne yaparız’ diye bakarken karşıdaki pencereyi gördük. O iki pencerede de iki tane aczmendi, sırıklarıyla bizi “girdiğiniz yerden çıkın” gibi ağız dolusu küfürlerle oraya sokmak istemediler.
Benim aklımdan şu geçti: ‘Aczmendilerle kavga edeceğiz, kazanırsak yaşayacağız, kazanamazsak zaten geri dönsek öleceğiz’. Biz dönmedik ama dönen arkadaşlar oldu. Biz kendi aramızda konuşurken birden o aczmendilerin gittiğini yerlerine tıknaz bir adamın geldiğini gördük. Bize ‘arkadaşlar gelin’ dedi. Eşim korktu, orada öleceğimize burada ölürüz dedi. Ama aynı anda diğer pencerede Aziz Nesin’in üç korumasından birini gördüm. Asayiş Şube Müdürü Mehmet, elinde telsiziyle ‘gelin’ dedi. İki bina arasına eternit gibi bir şey koymuşlar biz onun üzerinden indik. Bizim arkamızdan da pek çok kişi geldi. Karşı binanın ne olduğunu bilmiyoruz ama bizden önce geçenler vardı. İçeridekiler bize ne yapacaklarını bilmiyorlar. Dışarıda olaylar devam ediyor.
“BÜTÜN ARKADAŞLARIMIZIN KURTULDUĞUNU SANIYORDUK, AMA AKŞAM DEHŞETİ GÖRDÜK”
45 dakika kadar orada kaldık. Sonra ışıkları söndürülmüş merdivenlerden indirildik. Aziz Nesin’in 3 tane koruması vardı orada. Birisi 15.30 sularında kayboldu, diğeri 17 sularında kayboldu ama komiser Mehmet sonuna kadar bizim yanımızda oldu. O olmasa biz kurtulamazdık. Komiser Mehmet’in sağladığı belediye servis aracıyla Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldük. Saat 21.00 sıralarıydı.
Biz geceyi orada geçirdik. Şu duygu içindeydik: ‘biz kurtulduk ki bütün arkadaşlarımız kurtuldu’. Akşam saat 22.00’de televizyonları izlediğimiz zaman yaşadığımız dehşetin boyutlarını gördük.
Büyük bir acıya gömüldük. Yapılacak hiçbir şey yok, kapana kısılmış gibiydik. Tabi biz çıkarken, emniyet müdürlüğüne götürülürken dışarıdan silah sesleri geliyordu. Büyük olasılıkla çatışma vardı.
“DEVLET KATİLLERE SAHİP ÇIKTI”
Süren davalar, temyizler, müdahil avukatların talepleri yıllarca devam etti. Sivas Katliamı davası 20 yılın ardından zaman aşımı gerekçesiyle kapatıldı. Firari sanıklar hala aranıyor. Katliamda ismi geçen insanlar devlet kademelerinde görev aldı. Tüm bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Devlet dediğimiz aygıt bütün yurttaşlarına eşit olması, eşit davranması gerekirken yasaları eşit uygulaması gerekirken, ‘benim katilim’ dercesine sahip çıktı onlara. Daha o dönemde Adalet Bakanı olan Şevket Kazan avukatlıklarını üstlenmeye kalktı. Ama yasa izin vermediği için avukatlık alamadı. Büyük tepki gördü zaten.
Yani Refah Partisi’nin Adalet Bakanı. Sarıklıları, oteli yakanları, cinayet işleyenleri, katliam yapanları savunmaya kalkıştı. Ama zaten o süreçte SHP ve DYP’nin yaptığı yeni bir koalisyon hükümeti vardı. Tansu Çiller’in başbakan olduğu, saçma sapan konuştuğu bir süreç var.
“BİR SAATTE GELİNECEK SİVAS’A ERTESİ GÜN GELİNDİ”
Erdal İnönü’nün çok edilgen bir süreci var. Bir saat içinde gelinebilecek bir Sivas’a ertesi gün geldi. 37 insan ölmüş. Ama devlet seyirci kaldı. Dahası şımarık bir İçişleri Bakanı vardı, Mehmet Gazioğlu. Olayları koltuğunda dönerek, sırıtarak anlatıyordu. Televizyonlarda bunu gördük.
Televizyondaki anlatımları gördükçe biz de emniyet müdürlüğünde acı içinde tedirgin olduk.
Tabi tepki de gösterdik, ‘bunlar yalan söylüyor’ dedik.
Olması gereken bu değil.
Tansu Çiller, ‘Oteli saran yurttaşlarımıza bir şey olmamış’ dedi.
Söylenecek söz değil. Sen başbakansan her candan sorumlusun. Süleyman Demirel, ‘Emniyet güçleriyle halkı karşı karşıya getirmeyin’ dedi.
Peki, ne olacak? Halk isyan etsin.
Onlar halk değildi; çapulcular, tam anlamıyla şeriatçılar isyan ediyordu.
Türkiye Cumhuriyeti devletine isyan ediyorlar.
Devlet düzenini sağlamak görevindeki kişiler ne yazık ki böyle davrandılar.
Tabi ki olaylar, sonuçta Cafer Erçakmak yıllarca 100 metre ötesinde yaşamış emniyet müdürlüğünün. Aziz Nesin’i merdivenlerden inerken tartaklayan isim.
Pek çoğu Almanya’da dönercilik yapıyor.
Biliniyor ama istenilmiyor, getirilmiyor, istense de yalandan isteniyor.
Bu bakımdan ister adına derin devlet diyelim, ister yandaşların oluşturduğu devlet diyelim ne yazık ki katliamlar sürdü sürecek.
“BİZ GİTMEDEN 95 ÖĞRENCİ YURDU DOLDURULMUŞTU”
Son dönemlerde Temel Karamollaoğlu’nun söylemleri çok gündeme geldi. Sivas’ı hala bir katliam olarak tanımlamaktan imtina etti. Maraş Katliamı ve diğer katliamlarda olduğu gibi, söz konusu katliamlarda ismi geçen isimlerin katliama yönelik rahat ifadelerini nasıl değerlendirmek gerekir?
Bunlar kendi yaptıklarına hiçbir zaman katliam demezler.
Çünkü katliam dedikleri zaman suçlu olacaklardır.
Bunlar, onlar için sıradan olaylardır.
Sıradan olaylar olduğu zaman sorumluluktan kurtulduklarını sanıyorlar.
Orada yetkiliysen sorumlusun.
Temel Karamollaoğlu bugünlerde AKP’ye karşı laflar ediyor diye benim gözümde aklanmış değil. Çünkü ‘gazanız mübarek olsun dediği zaman’ aslında cihada kalkışan insanlar gaza yapar.
Gaza nedir, kutsal din savaşıdır.
Sen ‘gazanız mübarek olsun’ dediğiniz zaman bu insanları kutsamış oluyorsun.
Dolayısıyla sen onların ortağısın. Onların işbirlikçisisin.
Biz varmadan 95 öğrenci yurdunu doldurduğunu öğrendik.
Belediyenin bundan haberdar olmaması mümkün mü?
Emniyet Müdürlüğü’nün bundan haberdar olmaması mümkün mü?
Kaldı ki kapıların altından atılan Müslüman kardeşler bildirileri var.
Bunlar bizim elimize de geçti.
Bu iktidarı yaratan güçlerin başında siz varsınız.
Bu iktidarı yaratanların, bu ülkeyi satanların yanında geçmişte siz vardınız.
Bunları siz yetiştirdiniz. Hiç kimse kendini kandırmasın.
“HER KATLİAM İNSANLIK SUÇUDUR”
Geçmiş suçlarının unutulduğunu sanıyorlar. Hayır unutulamaz. Çünkü katliam insanlık suçudur. Yani aslında her katliam insanlık suçudur.
1978 yılındaki Kahramanmaraş olayları nereden çıktı.
Din yobazlarından çıktı.
Sivas, Çorum olayları ve 1993’de Sivas Katliamı.
Bu tarihsel süreçte din ve devlet işleri tam ayrılmadığı sürece, dini vicdanlara bırakmadığımız sürece katliamlar devam edecektir.
İnançlar tartışılmaz, düşünceler tartışılır.
Düşünce bilgiye dayalıdır, inanç bilgi gerektirmez.
Teslim edersin kendini tanrıya, peygambere.
Onlar senin yerine düşünürler, onlar senin yerine karar verirler.
Sen insan olarak herhangi bir etkinlikte bulunamazsın.
Derse ki önde öldür bunu. Düşünmezsin öldürürsün. İnsanlığın tarihi dinlerin katliamıyla, din savaşlarıyla dolu. Laik, demokratik Türkiye Cumhuriyetine karşı bir kalkışmadır.
“BÜTÜN DERDİMİZ KATLİAMI UNUTTURMAMAK”
Katliamın üzerinden 26 yıl geçti. Siz bu katliamdan sonra neler yaptınız, yaşamınızda nasıl değişiklikler oldu? Size yansımaları nasıl oldu?
Biz ancak anmalarla geçmişi yaşamaya ve yaşatmaya çalışıyoruz ya da tarihi unutturmamaya çalışıyoruz.
Bütün derdimiz bu.
Bundan sonraki yeni kuşaklar bunu bilsinler geleceğe ona göre hazırlansınlar.
Bilimle hazırlansınlar, şiir ve öyküyle hazırlansınlar.
Çünkü bilinç bunu gerektiriyor.
Bilinçli insan Türkiye Cumhuriyetine laik diye sahip çıkmak zorunda. Laiklik bugün bütün çelişkilerin önüne geçmiştir.
Bugün Türkiye’deki en önemli çelişki laiklik ile şeriat isteyenlerin arasındaki savaştır. 26 yıl geçti anmalar sürecek, sürmeli de. Ben bu süreçte geldiğimde psikiyatrisi arkadaşım, ‘şu anda çok sakin görünüyorsunuz ama bunun acısı sonra çıkacak’ dedi.
Ama galiba benim şansım yazmak oldu. İşte önce ‘Ateş Mektupları’ şiirlerini yazdım. Sonra ‘Şeytan Minareleri’ romanını yazdım. Bu süreçte başka şeyler de yazdım. Beni sağalttı ya da Sivas Katliamı’nın canımdaki izlerini hafifletti. Ama bu unutma anlamında değil daha bilinçli düşünme anlamında değerlendirdi.
“MECLİSE SORULAN BÜTÜN SORULAR ENGELLENİYOR”
Peki var olan Alevi örgütlülüğü gerçekten Sivas’ın hesabını her anlamda sorabildi mi?
Sivas’ın hesabını örgütlülük soramaz.
Neden soramaz; devlet varken soramıyorsa hangi örgütlülük sorabilir.
Diyelim Kültür Bakanlığı soramaz. Meclis sormuyor, mecliste sorulan bütün sorular engelleniyor. Komisyon kurulmuyor. Mecliste taraftarları var, çoğunlukla taraftarlar bunlardan. O yüzden kolay değil. Hesap soracak olan laik devlettir. Laik devlet, geçmişte yapılan bütün katliamların, devlete karşı işlenmiş suçların hesabını sormak zorunda. O zamanlar devlet güvenlik mahkemeleri vardı. Bu mahkemelere biz ifade verdik. Avukatlarımız mahkemeleri sürdürdü. Ancak Türkiye’de hep yasalar kişiye göre değişiyor, öbeklere göre değişiyor, mezheplere göre uygulanıyor. O yüzden biz hep azınlıktayız ya da hep yenilen gibi görünüyoruz. Ancak tarihsel süreç içinde bilim, sanat, kültür, aydınlık mutlaka bu karanlık düşünceleri yenecektir.
Son olarak bir çağrınız var mı?
Bilimden, sanattan, kültürden başka bizi bu katliamlardan kurtaracak bir yol göremiyorum. Bilimsel düşünme yolu.
Ersin ÖZGÜL/Semra ACAR
İZMİRSivas Katliamı’ndan kurtulan Karakuş:
O gün devleti yanımızda göremedik
2 Temmuz 1993, bir katliam tarihi olarak hafızalara kazındı. O gün yaşananların tanıklarından, katliamdan eşiyle birlikte kurtulan Şair Hidayet Karakuş, otelde yaşananları gözyaşları içinde anlattı. Ogün devleti yanlarında göremediğine dikkat çeken Karakuş, bütün katliamların insanlık suçu olduğunu vurguladı.
2 Temmuz 1993, bir katliam tarihi olarak hafızalara kazındı. O gün, Pir Sultan Abdal’ı Anma Şenlikleri’ne katılmak için Sivas’a giden aydın ve sanatçılardan 33’ü, kaldıkları otelin yakılması sonucu hayatını kaybetmişti. Katliam sırasında iki otel görevlisi ile iki de saldırgan ölmüştü.
Sivas Madımak Oteli Katliamı davasının zaman aşımına uğradığı ve geçtiğimiz günlerde Ankara’da görülen davada mahkeme heyeti, firari 3 katliam sanığının yakalanıp yargılanmadan dosyanın kapanmayacağına hükmederek bir sonraki duruşmayı 26 Eylül 2019’a erteledi.
1993 yılında Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD) ve Kültür Bakanlığı’nın ortaklaşa düzenlediği Pir Sultan Abdal Şenlikleri’ne katılmak için eşiyle birlikte Sivas’a giden şair Hidayet Karakuş, o gün yaşananları unutamadığını söyledi.
Karakuş, olaylar sırasında otelin merdivenlerinde oturan nişanlı çiftlerin sıkıntıdan saçlarını ördüğünü gözyaşları içinde anlattı. Devletin bütün yurttaşlarına eşit mesafede durması gerektiğini belirten Karakuş, o gün devletin yanlarında olmadığının altını çizdi.
Karakuş, Sivas Katliamı davasının zaman aşımına uğramasına tepki göstererek, faillerinin belli olduğunu ancak korunduğunu ifade etti. Yaşananlar sırasında Sivas Belediye Başkanı olan Temel Karamolloğlu’nun ‘gazanız mübarek olsun’ sözlerini anımsatarak, “Orada yetkiliysen sorumlusun. Bugünlerde AKP’ye karşı laflar ediyor diye benim gözümde aklanmış değil” diyerek Karamollaoğlu’na tepki gösterdi.
Şair Karakuş, o dönemi yazarak atlattığını belirterek, Sivas Katliamı’ndan sonra, önce ‘Ateş Mektupları’ şiirlerini daha sonra ‘Şeytan Minareleri’ romanını yazdı.
“BİR GÜN ÖNCESİNDEN KALDIRIM TAŞLARI SÖKÜLMÜŞTÜ”
Sivas Katliamı tanığı Şair Hidayet Karakuş ile Sivas Katliamına dair konuştuk.
2 Temmuz 1993 tarihinde Türkiye tarihine bir katliam daha not düştü. Siz de yaşananlar sırasında oradaydınız. O gün ve öncesinde neler yaşandı?
Pir Sultan Abdal Kültür Derneği ile Kültür Bakanlığı’nın ortak düzenlediği bir etkinlikten bahsetti Ali Balkız. 1993 yılında. Gitmeyi kabul ettim ve eşimle beraber gittik. 2 Temmuz öncesinden herhangi bir sıkıntımız yoktu. 1 Temmuz sabahı vardığımız zaman pırıl pırıl bir Sivas havası, güneşli bir gün. Aklımıza öyle şeyler gelmiyor tabi, neşeli bir yolculuk yaptık. İki otobüs Kayseri üzerinden Sivas’a gittik. İlk gün gerçekten herhangi bir sorun yoktu.
Program yönünde yapılması gereken etkinlikler yapıldı, ikinci gün öğlene kadar da bir sorun yoktu ama bir iki sataşma olmuş. Aziz Nesin, ben saat 11.00 sıralarında imzadaydık. O arada Aziz Nesin’e sataşanlar olmuş. Onun dışında saat 12.00 sıralarında erken ayrıldım imza masasından.
Eşim rahatsızlandığı için otele döndüm. Otele döndüğümde eşim uyuyordu, yemekler ağır geldiği için biraz rahatsızlanmıştı. Sivas’a gittiğimde madımak otunu merak etmiştim ve pazar yerini buldum. Pazar yeri merkez camisine bakıyordu, o sırada gördüğüm bir bakkal vardı.
Yine camiye bakan bir bakkal. Oradan peynir aldım, köşeden de ekmek alacaktım. Ama bakkaldan çıktığım zaman cami avlusundan bir öbeğin sloganlar attığını ortalarından da alevlerin yükseldiğini gördüm. Bir yurttaş da cami duvarının dışında onları izliyordu. Bunlar ne yapıyor dedim; Amerikan bayrağı yakıyorlar dedi.
O anda aklıma bir şey gelmedi. Acele ekmeği aldım otele yürüdüm. Cumhuriyet lokantası yolumun üzerindeydi, arkadaşları uyarmak istedim ama ben caddeye çıktığım zaman camiden boşalan kalabalık 80-100 kişiydi. Arkadaşlar da durumu görmüş, yemekleri bırakmış kaldırımlara çıkarak göstericileri izliyorlardı.
“KÖTÜLÜĞÜ ÖRGÜTLEYENLER HER ŞEYİ AYRINTILARINA KADAR ÖRGÜTLÜYORLAR”
Sonuçta odaya geldim, ekmeğimizi yedik. Eşime dışarıda olayların olduğunu söyledim. Büyük olasılıkla bize tepki gösteriyorlar, odayı, valizimizi toplayalım dedik. Ayrılacaktık otelden. İşler bitmişti, etkinlik sürdürülmeyecekti, belliydi.
Sonuçta saat 14.10’da otele ilk taş düştü. Ama şunu belirtmeliyim ki bir gün öncesinden otele giderken PTT’nin önündeki kaldırım taşları sökülüp bir kenara yığılıyordu. Bunları sonradan düşünüyorsunuz, o an aklınıza bir şey gelmiyor.
Dahası ben kaldırım taşlarını söken işçiye kolay gelsin dediğim zaman ağzının içinden konuşarak bir şeyler dedi. Ama biz insanca geleneğimiz gereği çalışan insana ‘kolay gelsin’ deriz. O gün içinde Sivas’ta dolaştığımız zaman da başka yerde kaldırım çalışması görmedik.
Bizim aklımıza kötü şeyler gelmiyor ama kötülüğü örgütleyenler her şeyi ayrıntılarına kadar örgütlüyorlar. Sonuçta otel taşlanırken kaldırım taşlarının kullanıldığı bir gerçek.
“OTELDE 5-6 SAAT TAŞLANDIK, BÜTÜN CAMLAR AŞAĞI İNDİRİLMİŞTİ”
Böyle olacağı tahmin edilmiyordu. İşin içinde devlet var, Kültür Bakanlığı var. Kültür Bakanlığı olunca diyorsunuz ki; devletin düzenlediği bir şey. Sadece PSAKD düzenlese belki düşünürsünüz hani ‘bir tepki falan olur’ diye. Laik bir Türkiye Cumhuriyet inde yaşıyoruz diye düşünüyoruz. Kimseyi Alevi-Sünni diye ayırmanın ya da Türk-Kürt diye ayırmanın anlamı yok. İnsanlığın tarihine aykırı bir şey.
Otele ilk taş saat 14.10 sıralarında düştü. Ondan sonra yağmaya başladı. Otelde bütün camlar aşağı indi, 5-6 saat taşlandık.
Karamolloğlu’nun sesini duyduk. Kalabalığa sesleniyor, kalabalık türlü sloganlar atarak bağırıyor ama vasat sloganlar. ‘Şeriat gelecek laiklik bitecek’, ‘Cumhuriyet burada kuruldu burada yıkılacak’, ‘Hain vali şeytan Aziz’ sloganları atılıyordu.
“OTELİN KARŞISINDAKİ HAN BİLE SALDIRGANLARLA, MOLOZ, TAŞ VE TUĞLALARLA DOLUYDU”
Bunlar kulağımızla duyduğumuz sloganlar. Çünkü camiden çıkan kalabalık ilk anda 80-100 kişi görünse de binler oluşturuyordu. Çünkü kültür merkezine kadar yürüyüp dönmüşlerdi. Her gidiş dönüşlerinde kalabalık çoğaldı. Biz ancak otelin içinde ne görebildiysek onu gördük. Ama haykırışlar, sloganlar kulağımıza kadar geliyordu.
Örneğin; üçüncü kattan kapı aralığından caddeye baktığım zaman atılan taşların odanın kapısının arkasına kadar
Ali Balkız ile ‘otelden başka çıkış var mı?’ diye baktık. Yangın merdiveninden kullanalım dedik, ama kapısı kilitliydi. Anahtarı bulsak bile caddeye çıktığı için gidemezdik. Çatıya kadar çıktık Ali Balkız ile. Çatıya çıktığımızda karşımızdaki iş hanının bütün katlarının saldırganlarla dolu olduğunu gördük.
Bütün katlar molozlarla, taşlarla, tuğlalarla donatılmış. Düşünün ki 3. katın odasına atılan taşın kapı ardına kadar düşmesi mümkün değil. Karşıdan taşlanıyorduk. Çıkışın olmayacağını görünce indik tekrar.
“GELEN ASKERLERE EĞİTİM VERMEK İSTEMİŞLER”
Bir ara saat 16.00 sıralarında alana bir askeri birlik girdi. 21 çocuk varmış, yeni yemin etmiş bir takım. Tüfeklerini çapraz tutmuşlar alana girdiler. İşte o zaman ‘en büyük asker bizim asker’ diyerek askerleri övmeye başladılar. Sonradan öğrendiğim kadarıyla arkadaşımın oğlu da o askerlerin içindeymiş. Olaylardan çok sonra anlattı. Onlara eğitim vermek istemişler. Kubilay’daki gibi. Silahları eğitim mermisiyle dolu, hiçbir etkisi olmayacak mermiler. Yani 21 kişi ne yapabilecekti ki….
Kısacası 15.30 sıralarında Temel Karamollaoğlu’nun ‘Gazanız mübarek olsun, artık dağılalım, gereken tepkiyi gösterdik’ dediğini duyduk.
Otel daha sonra ateşe verildi. Askerler geldikten sonra Aziz Nesin’in yanına gittim; ‘Aziz abi asker geldi’ dedim. ‘Gerçekten geldi mi?’ dedi. Kuşkucu biriydi, doğru sezgileri vardı. 15.00 sıralarında Aziz Nesin, Erdal İnönü ile görüştü. Arif Sağ Ankara’da ulaşabildiği herkese ulaştı. Erdal İnönü’nün söylediği şey şu; ‘Sakin olun, devlet yanınızdadır’ falan. Ama ne yazık ki biz o devleti yanımızda göremedik o zaman.
“OTELİN GİRİŞİNE BARİKAT KURANLAR İLK OLARAK HAYATINI KAYBETTİ”
15.30 sıralarında dünya ile bağlantılarımız kesildi. Biz merdivenlerde bekleşiyoruz. Kapı önlerinde konuşuyoruz. O gün yanımda eşim olmasaydı ben de ölmüştüm. Çünkü yanında eşi olmayan arkadaşlar; Asaf Koçak, Behçet Aysan, Metin Altıok, Erdal Ayrancı, Uğur Kaynar pek çok insan merdivende barikat kurdular.
Çünkü bizim yanımızda merdivende oturan nişanlı çocuklar vardı, semah dönenlerden vardı. Onları korumak için otele yapılacak saldırıyı merdivenlerde püskürtmek için arkadaşlar barikat kurmuşlardı. İlk hayatını kaybedenler de onlar oldu. Çünkü aşağıda ilk yangın başlayınca karbon monoksit gazı bir baca gibi merdivenlerden yükseliyor, beş dakika içinde zaten boğuyormuş. Gazın özelliği o.
“YAKIYORLAR BİZİ”
Otel taşlanırken biz saat 18.00 sıralarında Zerin Taş pınar, Lütfi ye Aydın üçümüz 109 numaralı odada televizyonları karıştırdık. Star ya da Show idi ‘Sivas’ta olaylar’ diye başlık geçti.
Onlar televizyon karıştırırken ben arka odadan dışarıya baktım, üçgenimsi korkuluksuz bir balkon gördüm. İçimden ‘burası bizi bir süre koruyabilir’ diye geçirdim. Sonra 19.30 sıralarında aşağıdan gaz kokuları gelmeye başladı. Zerin ‘yakıyorlar bizi’ dedi. Sonra saat 19.50 sıralarında bir ses ‘arkadaşlar aşağı’ dedi. Ben karımın elini tuttum, merdivenlerden aşağı gittik. Daha inmeden bizi büyük bir sıcaklık ve duman karşıladı. O zaman bir ses ‘arkadaşlar yukarı’ dedi.
Ben de gündüz gördüğüm o yeri anımsayarak arka odalara yöneldik. Biz camları kırıp dışarı çıkıp balkonumsu yere çıktık. Sonuçta biz oradan ‘ne yaparız’ diye bakarken karşıdaki pencereyi gördük. O iki pencerede de iki tane aczmendi, sırıklarıyla bizi “girdiğiniz yerden çıkın” gibi ağız dolusu küfürlerle oraya sokmak istemediler.
Benim aklımdan şu geçti: ‘Aczmendilerle kavga edeceğiz, kazanırsak yaşayacağız, kazanamazsak zaten geri dönsek öleceğiz’. Biz dönmedik ama dönen arkadaşlar oldu. Biz kendi aramızda konuşurken birden o aczmendilerin gittiğini yerlerine tıknaz bir adamın geldiğini gördük. Bize ‘arkadaşlar gelin’ dedi. Eşim korktu, orada öleceğimize burada ölürüz dedi. Ama aynı anda diğer pencerede Aziz Nesin’in üç korumasından birini gördüm. Asayiş Şube Müdürü Mehmet, elinde telsiziyle ‘gelin’ dedi. İki bina arasına eternit gibi bir şey koymuşlar biz onun üzerinden indik. Bizim arkamızdan da pek çok kişi geldi. Karşı binanın ne olduğunu bilmiyoruz ama bizden önce geçenler vardı. İçeridekiler bize ne yapacaklarını bilmiyorlar. Dışarıda olaylar devam ediyor.
“BÜTÜN ARKADAŞLARIMIZIN KURTULDUĞUNU SANIYORDUK, AMA AKŞAM DEHŞETİ GÖRDÜK”
45 dakika kadar orada kaldık. Sonra ışıkları söndürülmüş merdivenlerden indirildik. Aziz Nesin’in 3 tane koruması vardı orada. Birisi 15.30 sularında kayboldu, diğeri 17 sularında kayboldu ama komiser Mehmet sonuna kadar bizim yanımızda oldu. O olmasa biz kurtulamazdık. Komiser Mehmet’in sağladığı belediye servis aracıyla Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldük. Saat 21.00 sıralarıydı.
Biz geceyi orada geçirdik. Şu duygu içindeydik: ‘biz kurtulduk ki bütün arkadaşlarımız kurtuldu’. Akşam saat 22.00’de televizyonları izlediğimiz zaman yaşadığımız dehşetin boyutlarını gördük.
Büyük bir acıya gömüldük. Yapılacak hiçbir şey yok, kapana kısılmış gibiydik. Tabi biz çıkarken, emniyet müdürlüğüne götürülürken dışarıdan silah sesleri geliyordu. Büyük olasılıkla çatışma vardı.
“DEVLET KATİLLERE SAHİP ÇIKTI”
Süren davalar, temyizler, müdahil avukatların talepleri yıllarca devam etti. Sivas Katliamı davası 20 yılın ardından zaman aşımı gerekçesiyle kapatıldı. Firari sanıklar hala aranıyor. Katliamda ismi geçen insanlar devlet kademelerinde görev aldı. Tüm bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Devlet dediğimiz aygıt bütün yurttaşlarına eşit olması, eşit davranması gerekirken yasaları eşit uygulaması gerekirken, ‘benim katilim’ dercesine sahip çıktı onlara. Daha o dönemde Adalet Bakanı olan Şevket Kazan avukatlıklarını üstlenmeye kalktı. Ama yasa izin vermediği için avukatlık alamadı. Büyük tepki gördü zaten.
Yani Refah Partisi’nin Adalet Bakanı. Sarıklıları, oteli yakanları, cinayet işleyenleri, katliam yapanları savunmaya kalkıştı. Ama zaten o süreçte SHP ve DYP’nin yaptığı yeni bir koalisyon hükümeti vardı. Tansu Çiller’in başbakan olduğu, saçma sapan konuştuğu bir süreç var.
“BİR SAATTE GELİNECEK SİVAS’A ERTESİ GÜN GELİNDİ”
Erdal İnönü’nün çok edilgen bir süreci var. Bir saat içinde gelinebilecek bir Sivas’a ertesi gün geldi. 37 insan ölmüş. Ama devlet seyirci kaldı. Dahası şımarık bir İçişleri Bakanı vardı, Mehmet Gazioğlu. Olayları koltuğunda dönerek, sırıtarak anlatıyordu. Televizyonlarda bunu gördük.
Televizyondaki anlatımları gördükçe biz de emniyet müdürlüğünde acı içinde tedirgin olduk.
Tabi tepki de gösterdik, ‘bunlar yalan söylüyor’ dedik.
Olması gereken bu değil.
Tansu Çiller, ‘Oteli saran yurttaşlarımıza bir şey olmamış’ dedi.
Söylenecek söz değil. Sen başbakansan her candan sorumlusun. Süleyman Demirel, ‘Emniyet güçleriyle halkı karşı karşıya getirmeyin’ dedi.
Peki, ne olacak? Halk isyan etsin.
Onlar halk değildi; çapulcular, tam anlamıyla şeriatçılar isyan ediyordu.
Türkiye Cumhuriyeti devletine isyan ediyorlar.
Devlet düzenini sağlamak görevindeki kişiler ne yazık ki böyle davrandılar.
Tabi ki olaylar, sonuçta Cafer Erçakmak yıllarca 100 metre ötesinde yaşamış emniyet müdürlüğünün. Aziz Nesin’i merdivenlerden inerken tartaklayan isim.
Pek çoğu Almanya’da dönercilik yapıyor.
Biliniyor ama istenilmiyor, getirilmiyor, istense de yalandan isteniyor.
Bu bakımdan ister adına derin devlet diyelim, ister yandaşların oluşturduğu devlet diyelim ne yazık ki katliamlar sürdü sürecek.
“BİZ GİTMEDEN 95 ÖĞRENCİ YURDU DOLDURULMUŞTU”
Son dönemlerde Temel Karamollaoğlu’nun söylemleri çok gündeme geldi. Sivas’ı hala bir katliam olarak tanımlamaktan imtina etti. Maraş Katliamı ve diğer katliamlarda olduğu gibi, söz konusu katliamlarda ismi geçen isimlerin katliama yönelik rahat ifadelerini nasıl değerlendirmek gerekir?
Bunlar kendi yaptıklarına hiçbir zaman katliam demezler.
Çünkü katliam dedikleri zaman suçlu olacaklardır.
Bunlar, onlar için sıradan olaylardır.
Sıradan olaylar olduğu zaman sorumluluktan kurtulduklarını sanıyorlar.
Orada yetkiliysen sorumlusun.
Temel Karamollaoğlu bugünlerde AKP’ye karşı laflar ediyor diye benim gözümde aklanmış değil. Çünkü ‘gazanız mübarek olsun dediği zaman’ aslında cihada kalkışan insanlar gaza yapar.
Gaza nedir, kutsal din savaşıdır.
Sen ‘gazanız mübarek olsun’ dediğiniz zaman bu insanları kutsamış oluyorsun.
Dolayısıyla sen onların ortağısın. Onların işbirlikçisisin.
Biz varmadan 95 öğrenci yurdunu doldurduğunu öğrendik.
Belediyenin bundan haberdar olmaması mümkün mü?
Emniyet Müdürlüğü’nün bundan haberdar olmaması mümkün mü?
Kaldı ki kapıların altından atılan Müslüman kardeşler bildirileri var.
Bunlar bizim elimize de geçti.
Bu iktidarı yaratan güçlerin başında siz varsınız.
Bu iktidarı yaratanların, bu ülkeyi satanların yanında geçmişte siz vardınız.
Bunları siz yetiştirdiniz. Hiç kimse kendini kandırmasın.
“HER KATLİAM İNSANLIK SUÇUDUR”
Geçmiş suçlarının unutulduğunu sanıyorlar. Hayır unutulamaz. Çünkü katliam insanlık suçudur. Yani aslında her katliam insanlık suçudur.
1978 yılındaki Kahramanmaraş olayları nereden çıktı.
Din yobazlarından çıktı.
Sivas, Çorum olayları ve 1993’de Sivas Katliamı.
Bu tarihsel süreçte din ve devlet işleri tam ayrılmadığı sürece, dini vicdanlara bırakmadığımız sürece katliamlar devam edecektir.
İnançlar tartışılmaz, düşünceler tartışılır.
Düşünce bilgiye dayalıdır, inanç bilgi gerektirmez.
Teslim edersin kendini tanrıya, peygambere.
Onlar senin yerine düşünürler, onlar senin yerine karar verirler.
Sen insan olarak herhangi bir etkinlikte bulunamazsın.
Derse ki önde öldür bunu. Düşünmezsin öldürürsün. İnsanlığın tarihi dinlerin katliamıyla, din savaşlarıyla dolu. Laik, demokratik Türkiye Cumhuriyetine karşı bir kalkışmadır.
“BÜTÜN DERDİMİZ KATLİAMI UNUTTURMAMAK”
Katliamın üzerinden 26 yıl geçti. Siz bu katliamdan sonra neler yaptınız, yaşamınızda nasıl değişiklikler oldu? Size yansımaları nasıl oldu?
Biz ancak anmalarla geçmişi yaşamaya ve yaşatmaya çalışıyoruz ya da tarihi unutturmamaya çalışıyoruz.
Bütün derdimiz bu.
Bundan sonraki yeni kuşaklar bunu bilsinler geleceğe ona göre hazırlansınlar.
Bilimle hazırlansınlar, şiir ve öyküyle hazırlansınlar.
Çünkü bilinç bunu gerektiriyor.
Bilinçli insan Türkiye Cumhuriyetine laik diye sahip çıkmak zorunda. Laiklik bugün bütün çelişkilerin önüne geçmiştir.
Bugün Türkiye’deki en önemli çelişki laiklik ile şeriat isteyenlerin arasındaki savaştır. 26 yıl geçti anmalar sürecek, sürmeli de. Ben bu süreçte geldiğimde psikiyatrisi arkadaşım, ‘şu anda çok sakin görünüyorsunuz ama bunun acısı sonra çıkacak’ dedi.
Ama galiba benim şansım yazmak oldu. İşte önce ‘Ateş Mektupları’ şiirlerini yazdım. Sonra ‘Şeytan Minareleri’ romanını yazdım. Bu süreçte başka şeyler de yazdım. Beni sağalttı ya da Sivas Katliamı’nın canımdaki izlerini hafifletti. Ama bu unutma anlamında değil daha bilinçli düşünme anlamında değerlendirdi.
“MECLİSE SORULAN BÜTÜN SORULAR ENGELLENİYOR”
Peki var olan Alevi örgütlülüğü gerçekten Sivas’ın hesabını her anlamda sorabildi mi?
Sivas’ın hesabını örgütlülük soramaz.
Neden soramaz; devlet varken soramıyorsa hangi örgütlülük sorabilir.
Diyelim Kültür Bakanlığı soramaz. Meclis sormuyor, mecliste sorulan bütün sorular engelleniyor. Komisyon kurulmuyor. Mecliste taraftarları var, çoğunlukla taraftarlar bunlardan. O yüzden kolay değil. Hesap soracak olan laik devlettir. Laik devlet, geçmişte yapılan bütün katliamların, devlete karşı işlenmiş suçların hesabını sormak zorunda. O zamanlar devlet güvenlik mahkemeleri vardı. Bu mahkemelere biz ifade verdik. Avukatlarımız mahkemeleri sürdürdü. Ancak Türkiye’de hep yasalar kişiye göre değişiyor, öbeklere göre değişiyor, mezheplere göre uygulanıyor. O yüzden biz hep azınlıktayız ya da hep yenilen gibi görünüyoruz. Ancak tarihsel süreç içinde bilim, sanat, kültür, aydınlık mutlaka bu karanlık düşünceleri yenecektir.
Son olarak bir çağrınız var mı?
Bilimden, sanattan, kültürden başka bizi bu katliamlardan kurtaracak bir yol göremiyorum. Bilimsel düşünme yolu.
Ersin ÖZGÜL/Semra ACAR
İZMİRSivas Katliamı’ndan kurtulan Karakuş:
O gün devleti yanımızda göremedik
2 Temmuz 1993, bir katliam tarihi olarak hafızalara kazındı. O gün yaşananların tanıklarından, katliamdan eşiyle birlikte kurtulan Şair Hidayet Karakuş, otelde yaşananları gözyaşları içinde anlattı. Ogün devleti yanlarında göremediğine dikkat çeken Karakuş, bütün katliamların insanlık suçu olduğunu vurguladı.
2 Temmuz 1993, bir katliam tarihi olarak hafızalara kazındı. O gün, Pir Sultan Abdal’ı Anma Şenlikleri’ne katılmak için Sivas’a giden aydın ve sanatçılardan 33’ü, kaldıkları otelin yakılması sonucu hayatını kaybetmişti. Katliam sırasında iki otel görevlisi ile iki de saldırgan ölmüştü.
Sivas Madımak Oteli Katliamı davasının zaman aşımına uğradığı ve geçtiğimiz günlerde Ankara’da görülen davada mahkeme heyeti, firari 3 katliam sanığının yakalanıp yargılanmadan dosyanın kapanmayacağına hükmederek bir sonraki duruşmayı 26 Eylül 2019’a erteledi.
1993 yılında Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD) ve Kültür Bakanlığı’nın ortaklaşa düzenlediği Pir Sultan Abdal Şenlikleri’ne katılmak için eşiyle birlikte Sivas’a giden şair Hidayet Karakuş, o gün yaşananları unutamadığını söyledi.
Karakuş, olaylar sırasında otelin merdivenlerinde oturan nişanlı çiftlerin sıkıntıdan saçlarını ördüğünü gözyaşları içinde anlattı. Devletin bütün yurttaşlarına eşit mesafede durması gerektiğini belirten Karakuş, o gün devletin yanlarında olmadığının altını çizdi.
Karakuş, Sivas Katliamı davasının zaman aşımına uğramasına tepki göstererek, faillerinin belli olduğunu ancak korunduğunu ifade etti. Yaşananlar sırasında Sivas Belediye Başkanı olan Temel Karamolloğlu’nun ‘gazanız mübarek olsun’ sözlerini anımsatarak, “Orada yetkiliysen sorumlusun. Bugünlerde AKP’ye karşı laflar ediyor diye benim gözümde aklanmış değil” diyerek Karamollaoğlu’na tepki gösterdi.
Şair Karakuş, o dönemi yazarak atlattığını belirterek, Sivas Katliamı’ndan sonra, önce ‘Ateş Mektupları’ şiirlerini daha sonra ‘Şeytan Minareleri’ romanını yazdı.
“BİR GÜN ÖNCESİNDEN KALDIRIM TAŞLARI SÖKÜLMÜŞTÜ”
Sivas Katliamı tanığı Şair Hidayet Karakuş ile Sivas Katliamına dair konuştuk.
2 Temmuz 1993 tarihinde Türkiye tarihine bir katliam daha not düştü. Siz de yaşananlar sırasında oradaydınız. O gün ve öncesinde neler yaşandı?
Pir Sultan Abdal Kültür Derneği ile Kültür Bakanlığı’nın ortak düzenlediği bir etkinlikten bahsetti Ali Balkız. 1993 yılında. Gitmeyi kabul ettim ve eşimle beraber gittik. 2 Temmuz öncesinden herhangi bir sıkıntımız yoktu. 1 Temmuz sabahı vardığımız zaman pırıl pırıl bir Sivas havası, güneşli bir gün. Aklımıza öyle şeyler gelmiyor tabi, neşeli bir yolculuk yaptık. İki otobüs Kayseri üzerinden Sivas’a gittik. İlk gün gerçekten herhangi bir sorun yoktu.
Program yönünde yapılması gereken etkinlikler yapıldı, ikinci gün öğlene kadar da bir sorun yoktu ama bir iki sataşma olmuş. Aziz Nesin, ben saat 11.00 sıralarında imzadaydık. O arada Aziz Nesin’e sataşanlar olmuş. Onun dışında saat 12.00 sıralarında erken ayrıldım imza masasından.
Eşim rahatsızlandığı için otele döndüm. Otele döndüğümde eşim uyuyordu, yemekler ağır geldiği için biraz rahatsızlanmıştı. Sivas’a gittiğimde madımak otunu merak etmiştim ve pazar yerini buldum. Pazar yeri merkez camisine bakıyordu, o sırada gördüğüm bir bakkal vardı.
Yine camiye bakan bir bakkal. Oradan peynir aldım, köşeden de ekmek alacaktım. Ama bakkaldan çıktığım zaman cami avlusundan bir öbeğin sloganlar attığını ortalarından da alevlerin yükseldiğini gördüm. Bir yurttaş da cami duvarının dışında onları izliyordu. Bunlar ne yapıyor dedim; Amerikan bayrağı yakıyorlar dedi.
O anda aklıma bir şey gelmedi. Acele ekmeği aldım otele yürüdüm. Cumhuriyet lokantası yolumun üzerindeydi, arkadaşları uyarmak istedim ama ben caddeye çıktığım zaman camiden boşalan kalabalık 80-100 kişiydi. Arkadaşlar da durumu görmüş, yemekleri bırakmış kaldırımlara çıkarak göstericileri izliyorlardı.
“KÖTÜLÜĞÜ ÖRGÜTLEYENLER HER ŞEYİ AYRINTILARINA KADAR ÖRGÜTLÜYORLAR”
Sonuçta odaya geldim, ekmeğimizi yedik. Eşime dışarıda olayların olduğunu söyledim. Büyük olasılıkla bize tepki gösteriyorlar, odayı, valizimizi toplayalım dedik. Ayrılacaktık otelden. İşler bitmişti, etkinlik sürdürülmeyecekti, belliydi.
Sonuçta saat 14.10’da otele ilk taş düştü. Ama şunu belirtmeliyim ki bir gün öncesinden otele giderken PTT’nin önündeki kaldırım taşları sökülüp bir kenara yığılıyordu. Bunları sonradan düşünüyorsunuz, o an aklınıza bir şey gelmiyor.
Dahası ben kaldırım taşlarını söken işçiye kolay gelsin dediğim zaman ağzının içinden konuşarak bir şeyler dedi. Ama biz insanca geleneğimiz gereği çalışan insana ‘kolay gelsin’ deriz. O gün içinde Sivas’ta dolaştığımız zaman da başka yerde kaldırım çalışması görmedik.
Bizim aklımıza kötü şeyler gelmiyor ama kötülüğü örgütleyenler her şeyi ayrıntılarına kadar örgütlüyorlar. Sonuçta otel taşlanırken kaldırım taşlarının kullanıldığı bir gerçek.
“OTELDE 5-6 SAAT TAŞLANDIK, BÜTÜN CAMLAR AŞAĞI İNDİRİLMİŞTİ”
Böyle olacağı tahmin edilmiyordu. İşin içinde devlet var, Kültür Bakanlığı var. Kültür Bakanlığı olunca diyorsunuz ki; devletin düzenlediği bir şey. Sadece PSAKD düzenlese belki düşünürsünüz hani ‘bir tepki falan olur’ diye. Laik bir Türkiye Cumhuriyet inde yaşıyoruz diye düşünüyoruz. Kimseyi Alevi-Sünni diye ayırmanın ya da Türk-Kürt diye ayırmanın anlamı yok. İnsanlığın tarihine aykırı bir şey.
Otele ilk taş saat 14.10 sıralarında düştü. Ondan sonra yağmaya başladı. Otelde bütün camlar aşağı indi, 5-6 saat taşlandık.
Karamolloğlu’nun sesini duyduk. Kalabalığa sesleniyor, kalabalık türlü sloganlar atarak bağırıyor ama vasat sloganlar. ‘Şeriat gelecek laiklik bitecek’, ‘Cumhuriyet burada kuruldu burada yıkılacak’, ‘Hain vali şeytan Aziz’ sloganları atılıyordu.
“OTELİN KARŞISINDAKİ HAN BİLE SALDIRGANLARLA, MOLOZ, TAŞ VE TUĞLALARLA DOLUYDU”
Bunlar kulağımızla duyduğumuz sloganlar. Çünkü camiden çıkan kalabalık ilk anda 80-100 kişi görünse de binler oluşturuyordu. Çünkü kültür merkezine kadar yürüyüp dönmüşlerdi. Her gidiş dönüşlerinde kalabalık çoğaldı. Biz ancak otelin içinde ne görebildiysek onu gördük. Ama haykırışlar, sloganlar kulağımıza kadar geliyordu.
Örneğin; üçüncü kattan kapı aralığından caddeye baktığım zaman atılan taşların odanın kapısının arkasına kadar
Ali Balkız ile ‘otelden başka çıkış var mı?’ diye baktık. Yangın merdiveninden kullanalım dedik, ama kapısı kilitliydi. Anahtarı bulsak bile caddeye çıktığı için gidemezdik. Çatıya kadar çıktık Ali Balkız ile. Çatıya çıktığımızda karşımızdaki iş hanının bütün katlarının saldırganlarla dolu olduğunu gördük.
Bütün katlar molozlarla, taşlarla, tuğlalarla donatılmış. Düşünün ki 3. katın odasına atılan taşın kapı ardına kadar düşmesi mümkün değil. Karşıdan taşlanıyorduk. Çıkışın olmayacağını görünce indik tekrar.
“GELEN ASKERLERE EĞİTİM VERMEK İSTEMİŞLER”
Bir ara saat 16.00 sıralarında alana bir askeri birlik girdi. 21 çocuk varmış, yeni yemin etmiş bir takım. Tüfeklerini çapraz tutmuşlar alana girdiler. İşte o zaman ‘en büyük asker bizim asker’ diyerek askerleri övmeye başladılar. Sonradan öğrendiğim kadarıyla arkadaşımın oğlu da o askerlerin içindeymiş. Olaylardan çok sonra anlattı. Onlara eğitim vermek istemişler. Kubilay’daki gibi. Silahları eğitim mermisiyle dolu, hiçbir etkisi olmayacak mermiler. Yani 21 kişi ne yapabilecekti ki….
Kısacası 15.30 sıralarında Temel Karamollaoğlu’nun ‘Gazanız mübarek olsun, artık dağılalım, gereken tepkiyi gösterdik’ dediğini duyduk.
Otel daha sonra ateşe verildi. Askerler geldikten sonra Aziz Nesin’in yanına gittim; ‘Aziz abi asker geldi’ dedim. ‘Gerçekten geldi mi?’ dedi. Kuşkucu biriydi, doğru sezgileri vardı. 15.00 sıralarında Aziz Nesin, Erdal İnönü ile görüştü. Arif Sağ Ankara’da ulaşabildiği herkese ulaştı. Erdal İnönü’nün söylediği şey şu; ‘Sakin olun, devlet yanınızdadır’ falan. Ama ne yazık ki biz o devleti yanımızda göremedik o zaman.
“OTELİN GİRİŞİNE BARİKAT KURANLAR İLK OLARAK HAYATINI KAYBETTİ”
15.30 sıralarında dünya ile bağlantılarımız kesildi. Biz merdivenlerde bekleşiyoruz. Kapı önlerinde konuşuyoruz. O gün yanımda eşim olmasaydı ben de ölmüştüm. Çünkü yanında eşi olmayan arkadaşlar; Asaf Koçak, Behçet Aysan, Metin Altıok, Erdal Ayrancı, Uğur Kaynar pek çok insan merdivende barikat kurdular.
Çünkü bizim yanımızda merdivende oturan nişanlı çocuklar vardı, semah dönenlerden vardı. Onları korumak için otele yapılacak saldırıyı merdivenlerde püskürtmek için arkadaşlar barikat kurmuşlardı. İlk hayatını kaybedenler de onlar oldu. Çünkü aşağıda ilk yangın başlayınca karbon monoksit gazı bir baca gibi merdivenlerden yükseliyor, beş dakika içinde zaten boğuyormuş. Gazın özelliği o.
“YAKIYORLAR BİZİ”
Otel taşlanırken biz saat 18.00 sıralarında Zerin Taş pınar, Lütfi ye Aydın üçümüz 109 numaralı odada televizyonları karıştırdık. Star ya da Show idi ‘Sivas’ta olaylar’ diye başlık geçti.
Onlar televizyon karıştırırken ben arka odadan dışarıya baktım, üçgenimsi korkuluksuz bir balkon gördüm. İçimden ‘burası bizi bir süre koruyabilir’ diye geçirdim. Sonra 19.30 sıralarında aşağıdan gaz kokuları gelmeye başladı. Zerin ‘yakıyorlar bizi’ dedi. Sonra saat 19.50 sıralarında bir ses ‘arkadaşlar aşağı’ dedi. Ben karımın elini tuttum, merdivenlerden aşağı gittik. Daha inmeden bizi büyük bir sıcaklık ve duman karşıladı. O zaman bir ses ‘arkadaşlar yukarı’ dedi.
Ben de gündüz gördüğüm o yeri anımsayarak arka odalara yöneldik. Biz camları kırıp dışarı çıkıp balkonumsu yere çıktık. Sonuçta biz oradan ‘ne yaparız’ diye bakarken karşıdaki pencereyi gördük. O iki pencerede de iki tane aczmendi, sırıklarıyla bizi “girdiğiniz yerden çıkın” gibi ağız dolusu küfürlerle oraya sokmak istemediler.
Benim aklımdan şu geçti: ‘Aczmendilerle kavga edeceğiz, kazanırsak yaşayacağız, kazanamazsak zaten geri dönsek öleceğiz’. Biz dönmedik ama dönen arkadaşlar oldu. Biz kendi aramızda konuşurken birden o aczmendilerin gittiğini yerlerine tıknaz bir adamın geldiğini gördük. Bize ‘arkadaşlar gelin’ dedi. Eşim korktu, orada öleceğimize burada ölürüz dedi. Ama aynı anda diğer pencerede Aziz Nesin’in üç korumasından birini gördüm. Asayiş Şube Müdürü Mehmet, elinde telsiziyle ‘gelin’ dedi. İki bina arasına eternit gibi bir şey koymuşlar biz onun üzerinden indik. Bizim arkamızdan da pek çok kişi geldi. Karşı binanın ne olduğunu bilmiyoruz ama bizden önce geçenler vardı. İçeridekiler bize ne yapacaklarını bilmiyorlar. Dışarıda olaylar devam ediyor.
“BÜTÜN ARKADAŞLARIMIZIN KURTULDUĞUNU SANIYORDUK, AMA AKŞAM DEHŞETİ GÖRDÜK”
45 dakika kadar orada kaldık. Sonra ışıkları söndürülmüş merdivenlerden indirildik. Aziz Nesin’in 3 tane koruması vardı orada. Birisi 15.30 sularında kayboldu, diğeri 17 sularında kayboldu ama komiser Mehmet sonuna kadar bizim yanımızda oldu. O olmasa biz kurtulamazdık. Komiser Mehmet’in sağladığı belediye servis aracıyla Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldük. Saat 21.00 sıralarıydı.
Biz geceyi orada geçirdik. Şu duygu içindeydik: ‘biz kurtulduk ki bütün arkadaşlarımız kurtuldu’. Akşam saat 22.00’de televizyonları izlediğimiz zaman yaşadığımız dehşetin boyutlarını gördük.
Büyük bir acıya gömüldük. Yapılacak hiçbir şey yok, kapana kısılmış gibiydik. Tabi biz çıkarken, emniyet müdürlüğüne götürülürken dışarıdan silah sesleri geliyordu. Büyük olasılıkla çatışma vardı.
“DEVLET KATİLLERE SAHİP ÇIKTI”
Süren davalar, temyizler, müdahil avukatların talepleri yıllarca devam etti. Sivas Katliamı davası 20 yılın ardından zaman aşımı gerekçesiyle kapatıldı. Firari sanıklar hala aranıyor. Katliamda ismi geçen insanlar devlet kademelerinde görev aldı. Tüm bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Devlet dediğimiz aygıt bütün yurttaşlarına eşit olması, eşit davranması gerekirken yasaları eşit uygulaması gerekirken, ‘benim katilim’ dercesine sahip çıktı onlara. Daha o dönemde Adalet Bakanı olan Şevket Kazan avukatlıklarını üstlenmeye kalktı. Ama yasa izin vermediği için avukatlık alamadı. Büyük tepki gördü zaten.
Yani Refah Partisi’nin Adalet Bakanı. Sarıklıları, oteli yakanları, cinayet işleyenleri, katliam yapanları savunmaya kalkıştı. Ama zaten o süreçte SHP ve DYP’nin yaptığı yeni bir koalisyon hükümeti vardı. Tansu Çiller’in başbakan olduğu, saçma sapan konuştuğu bir süreç var.
“BİR SAATTE GELİNECEK SİVAS’A ERTESİ GÜN GELİNDİ”
Erdal İnönü’nün çok edilgen bir süreci var. Bir saat içinde gelinebilecek bir Sivas’a ertesi gün geldi. 37 insan ölmüş. Ama devlet seyirci kaldı. Dahası şımarık bir İçişleri Bakanı vardı, Mehmet Gazioğlu. Olayları koltuğunda dönerek, sırıtarak anlatıyordu. Televizyonlarda bunu gördük.
Televizyondaki anlatımları gördükçe biz de emniyet müdürlüğünde acı içinde tedirgin olduk.
Tabi tepki de gösterdik, ‘bunlar yalan söylüyor’ dedik.
Olması gereken bu değil.
Tansu Çiller, ‘Oteli saran yurttaşlarımıza bir şey olmamış’ dedi.
Söylenecek söz değil. Sen başbakansan her candan sorumlusun. Süleyman Demirel, ‘Emniyet güçleriyle halkı karşı karşıya getirmeyin’ dedi.
Peki, ne olacak? Halk isyan etsin.
Onlar halk değildi; çapulcular, tam anlamıyla şeriatçılar isyan ediyordu.
Türkiye Cumhuriyeti devletine isyan ediyorlar.
Devlet düzenini sağlamak görevindeki kişiler ne yazık ki böyle davrandılar.
Tabi ki olaylar, sonuçta Cafer Erçakmak yıllarca 100 metre ötesinde yaşamış emniyet müdürlüğünün. Aziz Nesin’i merdivenlerden inerken tartaklayan isim.
Pek çoğu Almanya’da dönercilik yapıyor.
Biliniyor ama istenilmiyor, getirilmiyor, istense de yalandan isteniyor.
Bu bakımdan ister adına derin devlet diyelim, ister yandaşların oluşturduğu devlet diyelim ne yazık ki katliamlar sürdü sürecek.
“BİZ GİTMEDEN 95 ÖĞRENCİ YURDU DOLDURULMUŞTU”
Son dönemlerde Temel Karamollaoğlu’nun söylemleri çok gündeme geldi. Sivas’ı hala bir katliam olarak tanımlamaktan imtina etti. Maraş Katliamı ve diğer katliamlarda olduğu gibi, söz konusu katliamlarda ismi geçen isimlerin katliama yönelik rahat ifadelerini nasıl değerlendirmek gerekir?
Bunlar kendi yaptıklarına hiçbir zaman katliam demezler.
Çünkü katliam dedikleri zaman suçlu olacaklardır.
Bunlar, onlar için sıradan olaylardır.
Sıradan olaylar olduğu zaman sorumluluktan kurtulduklarını sanıyorlar.
Orada yetkiliysen sorumlusun.
Temel Karamollaoğlu bugünlerde AKP’ye karşı laflar ediyor diye benim gözümde aklanmış değil. Çünkü ‘gazanız mübarek olsun dediği zaman’ aslında cihada kalkışan insanlar gaza yapar.
Gaza nedir, kutsal din savaşıdır.
Sen ‘gazanız mübarek olsun’ dediğiniz zaman bu insanları kutsamış oluyorsun.
Dolayısıyla sen onların ortağısın. Onların işbirlikçisisin.
Biz varmadan 95 öğrenci yurdunu doldurduğunu öğrendik.
Belediyenin bundan haberdar olmaması mümkün mü?
Emniyet Müdürlüğü’nün bundan haberdar olmaması mümkün mü?
Kaldı ki kapıların altından atılan Müslüman kardeşler bildirileri var.
Bunlar bizim elimize de geçti.
Bu iktidarı yaratan güçlerin başında siz varsınız.
Bu iktidarı yaratanların, bu ülkeyi satanların yanında geçmişte siz vardınız.
Bunları siz yetiştirdiniz. Hiç kimse kendini kandırmasın.
“HER KATLİAM İNSANLIK SUÇUDUR”
Geçmiş suçlarının unutulduğunu sanıyorlar. Hayır unutulamaz. Çünkü katliam insanlık suçudur. Yani aslında her katliam insanlık suçudur.
1978 yılındaki Kahramanmaraş olayları nereden çıktı.
Din yobazlarından çıktı.
Sivas, Çorum olayları ve 1993’de Sivas Katliamı.
Bu tarihsel süreçte din ve devlet işleri tam ayrılmadığı sürece, dini vicdanlara bırakmadığımız sürece katliamlar devam edecektir.
İnançlar tartışılmaz, düşünceler tartışılır.
Düşünce bilgiye dayalıdır, inanç bilgi gerektirmez.
Teslim edersin kendini tanrıya, peygambere.
Onlar senin yerine düşünürler, onlar senin yerine karar verirler.
Sen insan olarak herhangi bir etkinlikte bulunamazsın.
Derse ki önde öldür bunu. Düşünmezsin öldürürsün. İnsanlığın tarihi dinlerin katliamıyla, din savaşlarıyla dolu. Laik, demokratik Türkiye Cumhuriyetine karşı bir kalkışmadır.
“BÜTÜN DERDİMİZ KATLİAMI UNUTTURMAMAK”
Katliamın üzerinden 26 yıl geçti. Siz bu katliamdan sonra neler yaptınız, yaşamınızda nasıl değişiklikler oldu? Size yansımaları nasıl oldu?
Biz ancak anmalarla geçmişi yaşamaya ve yaşatmaya çalışıyoruz ya da tarihi unutturmamaya çalışıyoruz.
Bütün derdimiz bu.
Bundan sonraki yeni kuşaklar bunu bilsinler geleceğe ona göre hazırlansınlar.
Bilimle hazırlansınlar, şiir ve öyküyle hazırlansınlar.
Çünkü bilinç bunu gerektiriyor.
Bilinçli insan Türkiye Cumhuriyetine laik diye sahip çıkmak zorunda. Laiklik bugün bütün çelişkilerin önüne geçmiştir.
Bugün Türkiye’deki en önemli çelişki laiklik ile şeriat isteyenlerin arasındaki savaştır. 26 yıl geçti anmalar sürecek, sürmeli de. Ben bu süreçte geldiğimde psikiyatrisi arkadaşım, ‘şu anda çok sakin görünüyorsunuz ama bunun acısı sonra çıkacak’ dedi.
Ama galiba benim şansım yazmak oldu. İşte önce ‘Ateş Mektupları’ şiirlerini yazdım. Sonra ‘Şeytan Minareleri’ romanını yazdım. Bu süreçte başka şeyler de yazdım. Beni sağalttı ya da Sivas Katliamı’nın canımdaki izlerini hafifletti. Ama bu unutma anlamında değil daha bilinçli düşünme anlamında değerlendirdi.
“MECLİSE SORULAN BÜTÜN SORULAR ENGELLENİYOR”
Peki var olan Alevi örgütlülüğü gerçekten Sivas’ın hesabını her anlamda sorabildi mi?
Sivas’ın hesabını örgütlülük soramaz.
Neden soramaz; devlet varken soramıyorsa hangi örgütlülük sorabilir.
Diyelim Kültür Bakanlığı soramaz. Meclis sormuyor, mecliste sorulan bütün sorular engelleniyor. Komisyon kurulmuyor. Mecliste taraftarları var, çoğunlukla taraftarlar bunlardan. O yüzden kolay değil. Hesap soracak olan laik devlettir. Laik devlet, geçmişte yapılan bütün katliamların, devlete karşı işlenmiş suçların hesabını sormak zorunda. O zamanlar devlet güvenlik mahkemeleri vardı. Bu mahkemelere biz ifade verdik. Avukatlarımız mahkemeleri sürdürdü. Ancak Türkiye’de hep yasalar kişiye göre değişiyor, öbeklere göre değişiyor, mezheplere göre uygulanıyor. O yüzden biz hep azınlıktayız ya da hep yenilen gibi görünüyoruz. Ancak tarihsel süreç içinde bilim, sanat, kültür, aydınlık mutlaka bu karanlık düşünceleri yenecektir.
Son olarak bir çağrınız var mı?
Bilimden, sanattan, kültürden başka bizi bu katliamlardan kurtaracak bir yol göremiyorum. Bilimsel düşünme yolu.
Ersin ÖZGÜL/Semra ACAR
İZMİRSivas Katliamı’ndan kurtulan Karakuş:
O gün devleti yanımızda göremedik
2 Temmuz 1993, bir katliam tarihi olarak hafızalara kazındı. O gün yaşananların tanıklarından, katliamdan eşiyle birlikte kurtulan Şair Hidayet Karakuş, otelde yaşananları gözyaşları içinde anlattı. Ogün devleti yanlarında göremediğine dikkat çeken Karakuş, bütün katliamların insanlık suçu olduğunu vurguladı.
2 Temmuz 1993, bir katliam tarihi olarak hafızalara kazındı. O gün, Pir Sultan Abdal’ı Anma Şenlikleri’ne katılmak için Sivas’a giden aydın ve sanatçılardan 33’ü, kaldıkları otelin yakılması sonucu hayatını kaybetmişti. Katliam sırasında iki otel görevlisi ile iki de saldırgan ölmüştü.
Sivas Madımak Oteli Katliamı davasının zaman aşımına uğradığı ve geçtiğimiz günlerde Ankara’da görülen davada mahkeme heyeti, firari 3 katliam sanığının yakalanıp yargılanmadan dosyanın kapanmayacağına hükmederek bir sonraki duruşmayı 26 Eylül 2019’a erteledi.
1993 yılında Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD) ve Kültür Bakanlığı’nın ortaklaşa düzenlediği Pir Sultan Abdal Şenlikleri’ne katılmak için eşiyle birlikte Sivas’a giden şair Hidayet Karakuş, o gün yaşananları unutamadığını söyledi.
Karakuş, olaylar sırasında otelin merdivenlerinde oturan nişanlı çiftlerin sıkıntıdan saçlarını ördüğünü gözyaşları içinde anlattı. Devletin bütün yurttaşlarına eşit mesafede durması gerektiğini belirten Karakuş, o gün devletin yanlarında olmadığının altını çizdi.
Karakuş, Sivas Katliamı davasının zaman aşımına uğramasına tepki göstererek, faillerinin belli olduğunu ancak korunduğunu ifade etti. Yaşananlar sırasında Sivas Belediye Başkanı olan Temel Karamolloğlu’nun ‘gazanız mübarek olsun’ sözlerini anımsatarak, “Orada yetkiliysen sorumlusun. Bugünlerde AKP’ye karşı laflar ediyor diye benim gözümde aklanmış değil” diyerek Karamollaoğlu’na tepki gösterdi.
Şair Karakuş, o dönemi yazarak atlattığını belirterek, Sivas Katliamı’ndan sonra, önce ‘Ateş Mektupları’ şiirlerini daha sonra ‘Şeytan Minareleri’ romanını yazdı.
“BİR GÜN ÖNCESİNDEN KALDIRIM TAŞLARI SÖKÜLMÜŞTÜ”
Sivas Katliamı tanığı Şair Hidayet Karakuş ile Sivas Katliamına dair konuştuk.
2 Temmuz 1993 tarihinde Türkiye tarihine bir katliam daha not düştü. Siz de yaşananlar sırasında oradaydınız. O gün ve öncesinde neler yaşandı?
Pir Sultan Abdal Kültür Derneği ile Kültür Bakanlığı’nın ortak düzenlediği bir etkinlikten bahsetti Ali Balkız. 1993 yılında. Gitmeyi kabul ettim ve eşimle beraber gittik. 2 Temmuz öncesinden herhangi bir sıkıntımız yoktu. 1 Temmuz sabahı vardığımız zaman pırıl pırıl bir Sivas havası, güneşli bir gün. Aklımıza öyle şeyler gelmiyor tabi, neşeli bir yolculuk yaptık. İki otobüs Kayseri üzerinden Sivas’a gittik. İlk gün gerçekten herhangi bir sorun yoktu.
Program yönünde yapılması gereken etkinlikler yapıldı, ikinci gün öğlene kadar da bir sorun yoktu ama bir iki sataşma olmuş. Aziz Nesin, ben saat 11.00 sıralarında imzadaydık. O arada Aziz Nesin’e sataşanlar olmuş. Onun dışında saat 12.00 sıralarında erken ayrıldım imza masasından.
Eşim rahatsızlandığı için otele döndüm. Otele döndüğümde eşim uyuyordu, yemekler ağır geldiği için biraz rahatsızlanmıştı. Sivas’a gittiğimde madımak otunu merak etmiştim ve pazar yerini buldum. Pazar yeri merkez camisine bakıyordu, o sırada gördüğüm bir bakkal vardı.
Yine camiye bakan bir bakkal. Oradan peynir aldım, köşeden de ekmek alacaktım. Ama bakkaldan çıktığım zaman cami avlusundan bir öbeğin sloganlar attığını ortalarından da alevlerin yükseldiğini gördüm. Bir yurttaş da cami duvarının dışında onları izliyordu. Bunlar ne yapıyor dedim; Amerikan bayrağı yakıyorlar dedi.
O anda aklıma bir şey gelmedi. Acele ekmeği aldım otele yürüdüm. Cumhuriyet lokantası yolumun üzerindeydi, arkadaşları uyarmak istedim ama ben caddeye çıktığım zaman camiden boşalan kalabalık 80-100 kişiydi. Arkadaşlar da durumu görmüş, yemekleri bırakmış kaldırımlara çıkarak göstericileri izliyorlardı.
“KÖTÜLÜĞÜ ÖRGÜTLEYENLER HER ŞEYİ AYRINTILARINA KADAR ÖRGÜTLÜYORLAR”
Sonuçta odaya geldim, ekmeğimizi yedik. Eşime dışarıda olayların olduğunu söyledim. Büyük olasılıkla bize tepki gösteriyorlar, odayı, valizimizi toplayalım dedik. Ayrılacaktık otelden. İşler bitmişti, etkinlik sürdürülmeyecekti, belliydi.
Sonuçta saat 14.10’da otele ilk taş düştü. Ama şunu belirtmeliyim ki bir gün öncesinden otele giderken PTT’nin önündeki kaldırım taşları sökülüp bir kenara yığılıyordu. Bunları sonradan düşünüyorsunuz, o an aklınıza bir şey gelmiyor.
Dahası ben kaldırım taşlarını söken işçiye kolay gelsin dediğim zaman ağzının içinden konuşarak bir şeyler dedi. Ama biz insanca geleneğimiz gereği çalışan insana ‘kolay gelsin’ deriz. O gün içinde Sivas’ta dolaştığımız zaman da başka yerde kaldırım çalışması görmedik.
Bizim aklımıza kötü şeyler gelmiyor ama kötülüğü örgütleyenler her şeyi ayrıntılarına kadar örgütlüyorlar. Sonuçta otel taşlanırken kaldırım taşlarının kullanıldığı bir gerçek.
“OTELDE 5-6 SAAT TAŞLANDIK, BÜTÜN CAMLAR AŞAĞI İNDİRİLMİŞTİ”
Böyle olacağı tahmin edilmiyordu. İşin içinde devlet var, Kültür Bakanlığı var. Kültür Bakanlığı olunca diyorsunuz ki; devletin düzenlediği bir şey. Sadece PSAKD düzenlese belki düşünürsünüz hani ‘bir tepki falan olur’ diye. Laik bir Türkiye Cumhuriyet inde yaşıyoruz diye düşünüyoruz. Kimseyi Alevi-Sünni diye ayırmanın ya da Türk-Kürt diye ayırmanın anlamı yok. İnsanlığın tarihine aykırı bir şey.
Otele ilk taş saat 14.10 sıralarında düştü. Ondan sonra yağmaya başladı. Otelde bütün camlar aşağı indi, 5-6 saat taşlandık.
Karamolloğlu’nun sesini duyduk. Kalabalığa sesleniyor, kalabalık türlü sloganlar atarak bağırıyor ama vasat sloganlar. ‘Şeriat gelecek laiklik bitecek’, ‘Cumhuriyet burada kuruldu burada yıkılacak’, ‘Hain vali şeytan Aziz’ sloganları atılıyordu.
“OTELİN KARŞISINDAKİ HAN BİLE SALDIRGANLARLA, MOLOZ, TAŞ VE TUĞLALARLA DOLUYDU”
Bunlar kulağımızla duyduğumuz sloganlar. Çünkü camiden çıkan kalabalık ilk anda 80-100 kişi görünse de binler oluşturuyordu. Çünkü kültür merkezine kadar yürüyüp dönmüşlerdi. Her gidiş dönüşlerinde kalabalık çoğaldı. Biz ancak otelin içinde ne görebildiysek onu gördük. Ama haykırışlar, sloganlar kulağımıza kadar geliyordu.
Örneğin; üçüncü kattan kapı aralığından caddeye baktığım zaman atılan taşların odanın kapısının arkasına kadar
Ali Balkız ile ‘otelden başka çıkış var mı?’ diye baktık. Yangın merdiveninden kullanalım dedik, ama kapısı kilitliydi. Anahtarı bulsak bile caddeye çıktığı için gidemezdik. Çatıya kadar çıktık Ali Balkız ile. Çatıya çıktığımızda karşımızdaki iş hanının bütün katlarının saldırganlarla dolu olduğunu gördük.
Bütün katlar molozlarla, taşlarla, tuğlalarla donatılmış. Düşünün ki 3. katın odasına atılan taşın kapı ardına kadar düşmesi mümkün değil. Karşıdan taşlanıyorduk. Çıkışın olmayacağını görünce indik tekrar.
“GELEN ASKERLERE EĞİTİM VERMEK İSTEMİŞLER”
Bir ara saat 16.00 sıralarında alana bir askeri birlik girdi. 21 çocuk varmış, yeni yemin etmiş bir takım. Tüfeklerini çapraz tutmuşlar alana girdiler. İşte o zaman ‘en büyük asker bizim asker’ diyerek askerleri övmeye başladılar. Sonradan öğrendiğim kadarıyla arkadaşımın oğlu da o askerlerin içindeymiş. Olaylardan çok sonra anlattı. Onlara eğitim vermek istemişler. Kubilay’daki gibi. Silahları eğitim mermisiyle dolu, hiçbir etkisi olmayacak mermiler. Yani 21 kişi ne yapabilecekti ki….
Kısacası 15.30 sıralarında Temel Karamollaoğlu’nun ‘Gazanız mübarek olsun, artık dağılalım, gereken tepkiyi gösterdik’ dediğini duyduk.
Otel daha sonra ateşe verildi. Askerler geldikten sonra Aziz Nesin’in yanına gittim; ‘Aziz abi asker geldi’ dedim. ‘Gerçekten geldi mi?’ dedi. Kuşkucu biriydi, doğru sezgileri vardı. 15.00 sıralarında Aziz Nesin, Erdal İnönü ile görüştü. Arif Sağ Ankara’da ulaşabildiği herkese ulaştı. Erdal İnönü’nün söylediği şey şu; ‘Sakin olun, devlet yanınızdadır’ falan. Ama ne yazık ki biz o devleti yanımızda göremedik o zaman.
“OTELİN GİRİŞİNE BARİKAT KURANLAR İLK OLARAK HAYATINI KAYBETTİ”
15.30 sıralarında dünya ile bağlantılarımız kesildi. Biz merdivenlerde bekleşiyoruz. Kapı önlerinde konuşuyoruz. O gün yanımda eşim olmasaydı ben de ölmüştüm. Çünkü yanında eşi olmayan arkadaşlar; Asaf Koçak, Behçet Aysan, Metin Altıok, Erdal Ayrancı, Uğur Kaynar pek çok insan merdivende barikat kurdular.
Çünkü bizim yanımızda merdivende oturan nişanlı çocuklar vardı, semah dönenlerden vardı. Onları korumak için otele yapılacak saldırıyı merdivenlerde püskürtmek için arkadaşlar barikat kurmuşlardı. İlk hayatını kaybedenler de onlar oldu. Çünkü aşağıda ilk yangın başlayınca karbon monoksit gazı bir baca gibi merdivenlerden yükseliyor, beş dakika içinde zaten boğuyormuş. Gazın özelliği o.
“YAKIYORLAR BİZİ”
Otel taşlanırken biz saat 18.00 sıralarında Zerin Taş pınar, Lütfi ye Aydın üçümüz 109 numaralı odada televizyonları karıştırdık. Star ya da Show idi ‘Sivas’ta olaylar’ diye başlık geçti.
Onlar televizyon karıştırırken ben arka odadan dışarıya baktım, üçgenimsi korkuluksuz bir balkon gördüm. İçimden ‘burası bizi bir süre koruyabilir’ diye geçirdim. Sonra 19.30 sıralarında aşağıdan gaz kokuları gelmeye başladı. Zerin ‘yakıyorlar bizi’ dedi. Sonra saat 19.50 sıralarında bir ses ‘arkadaşlar aşağı’ dedi. Ben karımın elini tuttum, merdivenlerden aşağı gittik. Daha inmeden bizi büyük bir sıcaklık ve duman karşıladı. O zaman bir ses ‘arkadaşlar yukarı’ dedi.
Ben de gündüz gördüğüm o yeri anımsayarak arka odalara yöneldik. Biz camları kırıp dışarı çıkıp balkonumsu yere çıktık. Sonuçta biz oradan ‘ne yaparız’ diye bakarken karşıdaki pencereyi gördük. O iki pencerede de iki tane aczmendi, sırıklarıyla bizi “girdiğiniz yerden çıkın” gibi ağız dolusu küfürlerle oraya sokmak istemediler.
Benim aklımdan şu geçti: ‘Aczmendilerle kavga edeceğiz, kazanırsak yaşayacağız, kazanamazsak zaten geri dönsek öleceğiz’. Biz dönmedik ama dönen arkadaşlar oldu. Biz kendi aramızda konuşurken birden o aczmendilerin gittiğini yerlerine tıknaz bir adamın geldiğini gördük. Bize ‘arkadaşlar gelin’ dedi. Eşim korktu, orada öleceğimize burada ölürüz dedi. Ama aynı anda diğer pencerede Aziz Nesin’in üç korumasından birini gördüm. Asayiş Şube Müdürü Mehmet, elinde telsiziyle ‘gelin’ dedi. İki bina arasına eternit gibi bir şey koymuşlar biz onun üzerinden indik. Bizim arkamızdan da pek çok kişi geldi. Karşı binanın ne olduğunu bilmiyoruz ama bizden önce geçenler vardı. İçeridekiler bize ne yapacaklarını bilmiyorlar. Dışarıda olaylar devam ediyor.
“BÜTÜN ARKADAŞLARIMIZIN KURTULDUĞUNU SANIYORDUK, AMA AKŞAM DEHŞETİ GÖRDÜK”
45 dakika kadar orada kaldık. Sonra ışıkları söndürülmüş merdivenlerden indirildik. Aziz Nesin’in 3 tane koruması vardı orada. Birisi 15.30 sularında kayboldu, diğeri 17 sularında kayboldu ama komiser Mehmet sonuna kadar bizim yanımızda oldu. O olmasa biz kurtulamazdık. Komiser Mehmet’in sağladığı belediye servis aracıyla Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldük. Saat 21.00 sıralarıydı.
Biz geceyi orada geçirdik. Şu duygu içindeydik: ‘biz kurtulduk ki bütün arkadaşlarımız kurtuldu’. Akşam saat 22.00’de televizyonları izlediğimiz zaman yaşadığımız dehşetin boyutlarını gördük.
Büyük bir acıya gömüldük. Yapılacak hiçbir şey yok, kapana kısılmış gibiydik. Tabi biz çıkarken, emniyet müdürlüğüne götürülürken dışarıdan silah sesleri geliyordu. Büyük olasılıkla çatışma vardı.
“DEVLET KATİLLERE SAHİP ÇIKTI”
Süren davalar, temyizler, müdahil avukatların talepleri yıllarca devam etti. Sivas Katliamı davası 20 yılın ardından zaman aşımı gerekçesiyle kapatıldı. Firari sanıklar hala aranıyor. Katliamda ismi geçen insanlar devlet kademelerinde görev aldı. Tüm bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Devlet dediğimiz aygıt bütün yurttaşlarına eşit olması, eşit davranması gerekirken yasaları eşit uygulaması gerekirken, ‘benim katilim’ dercesine sahip çıktı onlara. Daha o dönemde Adalet Bakanı olan Şevket Kazan avukatlıklarını üstlenmeye kalktı. Ama yasa izin vermediği için avukatlık alamadı. Büyük tepki gördü zaten.
Yani Refah Partisi’nin Adalet Bakanı. Sarıklıları, oteli yakanları, cinayet işleyenleri, katliam yapanları savunmaya kalkıştı. Ama zaten o süreçte SHP ve DYP’nin yaptığı yeni bir koalisyon hükümeti vardı. Tansu Çiller’in başbakan olduğu, saçma sapan konuştuğu bir süreç var.
“BİR SAATTE GELİNECEK SİVAS’A ERTESİ GÜN GELİNDİ”
Erdal İnönü’nün çok edilgen bir süreci var. Bir saat içinde gelinebilecek bir Sivas’a ertesi gün geldi. 37 insan ölmüş. Ama devlet seyirci kaldı. Dahası şımarık bir İçişleri Bakanı vardı, Mehmet Gazioğlu. Olayları koltuğunda dönerek, sırıtarak anlatıyordu. Televizyonlarda bunu gördük.
Televizyondaki anlatımları gördükçe biz de emniyet müdürlüğünde acı içinde tedirgin olduk.
Tabi tepki de gösterdik, ‘bunlar yalan söylüyor’ dedik.
Olması gereken bu değil.
Tansu Çiller, ‘Oteli saran yurttaşlarımıza bir şey olmamış’ dedi.
Söylenecek söz değil. Sen başbakansan her candan sorumlusun. Süleyman Demirel, ‘Emniyet güçleriyle halkı karşı karşıya getirmeyin’ dedi.
Peki, ne olacak? Halk isyan etsin.
Onlar halk değildi; çapulcular, tam anlamıyla şeriatçılar isyan ediyordu.
Türkiye Cumhuriyeti devletine isyan ediyorlar.
Devlet düzenini sağlamak görevindeki kişiler ne yazık ki böyle davrandılar.
Tabi ki olaylar, sonuçta Cafer Erçakmak yıllarca 100 metre ötesinde yaşamış emniyet müdürlüğünün. Aziz Nesin’i merdivenlerden inerken tartaklayan isim.
Pek çoğu Almanya’da dönercilik yapıyor.
Biliniyor ama istenilmiyor, getirilmiyor, istense de yalandan isteniyor.
Bu bakımdan ister adına derin devlet diyelim, ister yandaşların oluşturduğu devlet diyelim ne yazık ki katliamlar sürdü sürecek.
“BİZ GİTMEDEN 95 ÖĞRENCİ YURDU DOLDURULMUŞTU”
Son dönemlerde Temel Karamollaoğlu’nun söylemleri çok gündeme geldi. Sivas’ı hala bir katliam olarak tanımlamaktan imtina etti. Maraş Katliamı ve diğer katliamlarda olduğu gibi, söz konusu katliamlarda ismi geçen isimlerin katliama yönelik rahat ifadelerini nasıl değerlendirmek gerekir?
Bunlar kendi yaptıklarına hiçbir zaman katliam demezler.
Çünkü katliam dedikleri zaman suçlu olacaklardır.
Bunlar, onlar için sıradan olaylardır.
Sıradan olaylar olduğu zaman sorumluluktan kurtulduklarını sanıyorlar.
Orada yetkiliysen sorumlusun.
Temel Karamollaoğlu bugünlerde AKP’ye karşı laflar ediyor diye benim gözümde aklanmış değil. Çünkü ‘gazanız mübarek olsun dediği zaman’ aslında cihada kalkışan insanlar gaza yapar.
Gaza nedir, kutsal din savaşıdır.
Sen ‘gazanız mübarek olsun’ dediğiniz zaman bu insanları kutsamış oluyorsun.
Dolayısıyla sen onların ortağısın. Onların işbirlikçisisin.
Biz varmadan 95 öğrenci yurdunu doldurduğunu öğrendik.
Belediyenin bundan haberdar olmaması mümkün mü?
Emniyet Müdürlüğü’nün bundan haberdar olmaması mümkün mü?
Kaldı ki kapıların altından atılan Müslüman kardeşler bildirileri var.
Bunlar bizim elimize de geçti.
Bu iktidarı yaratan güçlerin başında siz varsınız.
Bu iktidarı yaratanların, bu ülkeyi satanların yanında geçmişte siz vardınız.
Bunları siz yetiştirdiniz. Hiç kimse kendini kandırmasın.
“HER KATLİAM İNSANLIK SUÇUDUR”
Geçmiş suçlarının unutulduğunu sanıyorlar. Hayır unutulamaz. Çünkü katliam insanlık suçudur. Yani aslında her katliam insanlık suçudur.
1978 yılındaki Kahramanmaraş olayları nereden çıktı.
Din yobazlarından çıktı.
Sivas, Çorum olayları ve 1993’de Sivas Katliamı.
Bu tarihsel süreçte din ve devlet işleri tam ayrılmadığı sürece, dini vicdanlara bırakmadığımız sürece katliamlar devam edecektir.
İnançlar tartışılmaz, düşünceler tartışılır.
Düşünce bilgiye dayalıdır, inanç bilgi gerektirmez.
Teslim edersin kendini tanrıya, peygambere.
Onlar senin yerine düşünürler, onlar senin yerine karar verirler.
Sen insan olarak herhangi bir etkinlikte bulunamazsın.
Derse ki önde öldür bunu. Düşünmezsin öldürürsün. İnsanlığın tarihi dinlerin katliamıyla, din savaşlarıyla dolu. Laik, demokratik Türkiye Cumhuriyetine karşı bir kalkışmadır.
“BÜTÜN DERDİMİZ KATLİAMI UNUTTURMAMAK”
Katliamın üzerinden 26 yıl geçti. Siz bu katliamdan sonra neler yaptınız, yaşamınızda nasıl değişiklikler oldu? Size yansımaları nasıl oldu?
Biz ancak anmalarla geçmişi yaşamaya ve yaşatmaya çalışıyoruz ya da tarihi unutturmamaya çalışıyoruz.
Bütün derdimiz bu.
Bundan sonraki yeni kuşaklar bunu bilsinler geleceğe ona göre hazırlansınlar.
Bilimle hazırlansınlar, şiir ve öyküyle hazırlansınlar.
Çünkü bilinç bunu gerektiriyor.
Bilinçli insan Türkiye Cumhuriyetine laik diye sahip çıkmak zorunda. Laiklik bugün bütün çelişkilerin önüne geçmiştir.
Bugün Türkiye’deki en önemli çelişki laiklik ile şeriat isteyenlerin arasındaki savaştır. 26 yıl geçti anmalar sürecek, sürmeli de. Ben bu süreçte geldiğimde psikiyatrisi arkadaşım, ‘şu anda çok sakin görünüyorsunuz ama bunun acısı sonra çıkacak’ dedi.
Ama galiba benim şansım yazmak oldu. İşte önce ‘Ateş Mektupları’ şiirlerini yazdım. Sonra ‘Şeytan Minareleri’ romanını yazdım. Bu süreçte başka şeyler de yazdım. Beni sağalttı ya da Sivas Katliamı’nın canımdaki izlerini hafifletti. Ama bu unutma anlamında değil daha bilinçli düşünme anlamında değerlendirdi.
“MECLİSE SORULAN BÜTÜN SORULAR ENGELLENİYOR”
Peki var olan Alevi örgütlülüğü gerçekten Sivas’ın hesabını her anlamda sorabildi mi?
Sivas’ın hesabını örgütlülük soramaz.
Neden soramaz; devlet varken soramıyorsa hangi örgütlülük sorabilir.
Diyelim Kültür Bakanlığı soramaz. Meclis sormuyor, mecliste sorulan bütün sorular engelleniyor. Komisyon kurulmuyor. Mecliste taraftarları var, çoğunlukla taraftarlar bunlardan. O yüzden kolay değil. Hesap soracak olan laik devlettir. Laik devlet, geçmişte yapılan bütün katliamların, devlete karşı işlenmiş suçların hesabını sormak zorunda. O zamanlar devlet güvenlik mahkemeleri vardı. Bu mahkemelere biz ifade verdik. Avukatlarımız mahkemeleri sürdürdü. Ancak Türkiye’de hep yasalar kişiye göre değişiyor, öbeklere göre değişiyor, mezheplere göre uygulanıyor. O yüzden biz hep azınlıktayız ya da hep yenilen gibi görünüyoruz. Ancak tarihsel süreç içinde bilim, sanat, kültür, aydınlık mutlaka bu karanlık düşünceleri yenecektir.
Son olarak bir çağrınız var mı?
Bilimden, sanattan, kültürden başka bizi bu katliamlardan kurtaracak bir yol göremiyorum. Bilimsel düşünme yolu.
Ersin ÖZGÜL/Semra ACAR
İZMİRSivas Katliamı’ndan kurtulan Karakuş:
O gün devleti yanımızda göremedik
2 Temmuz 1993, bir katliam tarihi olarak hafızalara kazındı. O gün yaşananların tanıklarından, katliamdan eşiyle birlikte kurtulan Şair Hidayet Karakuş, otelde yaşananları gözyaşları içinde anlattı. Ogün devleti yanlarında göremediğine dikkat çeken Karakuş, bütün katliamların insanlık suçu olduğunu vurguladı.
2 Temmuz 1993, bir katliam tarihi olarak hafızalara kazındı. O gün, Pir Sultan Abdal’ı Anma Şenlikleri’ne katılmak için Sivas’a giden aydın ve sanatçılardan 33’ü, kaldıkları otelin yakılması sonucu hayatını kaybetmişti. Katliam sırasında iki otel görevlisi ile iki de saldırgan ölmüştü.
Sivas Madımak Oteli Katliamı davasının zaman aşımına uğradığı ve geçtiğimiz günlerde Ankara’da görülen davada mahkeme heyeti, firari 3 katliam sanığının yakalanıp yargılanmadan dosyanın kapanmayacağına hükmederek bir sonraki duruşmayı 26 Eylül 2019’a erteledi.
1993 yılında Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD) ve Kültür Bakanlığı’nın ortaklaşa düzenlediği Pir Sultan Abdal Şenlikleri’ne katılmak için eşiyle birlikte Sivas’a giden şair Hidayet Karakuş, o gün yaşananları unutamadığını söyledi.
Karakuş, olaylar sırasında otelin merdivenlerinde oturan nişanlı çiftlerin sıkıntıdan saçlarını ördüğünü gözyaşları içinde anlattı. Devletin bütün yurttaşlarına eşit mesafede durması gerektiğini belirten Karakuş, o gün devletin yanlarında olmadığının altını çizdi.
Karakuş, Sivas Katliamı davasının zaman aşımına uğramasına tepki göstererek, faillerinin belli olduğunu ancak korunduğunu ifade etti. Yaşananlar sırasında Sivas Belediye Başkanı olan Temel Karamolloğlu’nun ‘gazanız mübarek olsun’ sözlerini anımsatarak, “Orada yetkiliysen sorumlusun. Bugünlerde AKP’ye karşı laflar ediyor diye benim gözümde aklanmış değil” diyerek Karamollaoğlu’na tepki gösterdi.
Şair Karakuş, o dönemi yazarak atlattığını belirterek, Sivas Katliamı’ndan sonra, önce ‘Ateş Mektupları’ şiirlerini daha sonra ‘Şeytan Minareleri’ romanını yazdı.
“BİR GÜN ÖNCESİNDEN KALDIRIM TAŞLARI SÖKÜLMÜŞTÜ”
Sivas Katliamı tanığı Şair Hidayet Karakuş ile Sivas Katliamına dair konuştuk.
2 Temmuz 1993 tarihinde Türkiye tarihine bir katliam daha not düştü. Siz de yaşananlar sırasında oradaydınız. O gün ve öncesinde neler yaşandı?
Pir Sultan Abdal Kültür Derneği ile Kültür Bakanlığı’nın ortak düzenlediği bir etkinlikten bahsetti Ali Balkız. 1993 yılında. Gitmeyi kabul ettim ve eşimle beraber gittik. 2 Temmuz öncesinden herhangi bir sıkıntımız yoktu. 1 Temmuz sabahı vardığımız zaman pırıl pırıl bir Sivas havası, güneşli bir gün. Aklımıza öyle şeyler gelmiyor tabi, neşeli bir yolculuk yaptık. İki otobüs Kayseri üzerinden Sivas’a gittik. İlk gün gerçekten herhangi bir sorun yoktu.
Program yönünde yapılması gereken etkinlikler yapıldı, ikinci gün öğlene kadar da bir sorun yoktu ama bir iki sataşma olmuş. Aziz Nesin, ben saat 11.00 sıralarında imzadaydık. O arada Aziz Nesin’e sataşanlar olmuş. Onun dışında saat 12.00 sıralarında erken ayrıldım imza masasından.
Eşim rahatsızlandığı için otele döndüm. Otele döndüğümde eşim uyuyordu, yemekler ağır geldiği için biraz rahatsızlanmıştı. Sivas’a gittiğimde madımak otunu merak etmiştim ve pazar yerini buldum. Pazar yeri merkez camisine bakıyordu, o sırada gördüğüm bir bakkal vardı.
Yine camiye bakan bir bakkal. Oradan peynir aldım, köşeden de ekmek alacaktım. Ama bakkaldan çıktığım zaman cami avlusundan bir öbeğin sloganlar attığını ortalarından da alevlerin yükseldiğini gördüm. Bir yurttaş da cami duvarının dışında onları izliyordu. Bunlar ne yapıyor dedim; Amerikan bayrağı yakıyorlar dedi.
O anda aklıma bir şey gelmedi. Acele ekmeği aldım otele yürüdüm. Cumhuriyet lokantası yolumun üzerindeydi, arkadaşları uyarmak istedim ama ben caddeye çıktığım zaman camiden boşalan kalabalık 80-100 kişiydi. Arkadaşlar da durumu görmüş, yemekleri bırakmış kaldırımlara çıkarak göstericileri izliyorlardı.
“KÖTÜLÜĞÜ ÖRGÜTLEYENLER HER ŞEYİ AYRINTILARINA KADAR ÖRGÜTLÜYORLAR”
Sonuçta odaya geldim, ekmeğimizi yedik. Eşime dışarıda olayların olduğunu söyledim. Büyük olasılıkla bize tepki gösteriyorlar, odayı, valizimizi toplayalım dedik. Ayrılacaktık otelden. İşler bitmişti, etkinlik sürdürülmeyecekti, belliydi.
Sonuçta saat 14.10’da otele ilk taş düştü. Ama şunu belirtmeliyim ki bir gün öncesinden otele giderken PTT’nin önündeki kaldırım taşları sökülüp bir kenara yığılıyordu. Bunları sonradan düşünüyorsunuz, o an aklınıza bir şey gelmiyor.
Dahası ben kaldırım taşlarını söken işçiye kolay gelsin dediğim zaman ağzının içinden konuşarak bir şeyler dedi. Ama biz insanca geleneğimiz gereği çalışan insana ‘kolay gelsin’ deriz. O gün içinde Sivas’ta dolaştığımız zaman da başka yerde kaldırım çalışması görmedik.
Bizim aklımıza kötü şeyler gelmiyor ama kötülüğü örgütleyenler her şeyi ayrıntılarına kadar örgütlüyorlar. Sonuçta otel taşlanırken kaldırım taşlarının kullanıldığı bir gerçek.
“OTELDE 5-6 SAAT TAŞLANDIK, BÜTÜN CAMLAR AŞAĞI İNDİRİLMİŞTİ”
Böyle olacağı tahmin edilmiyordu. İşin içinde devlet var, Kültür Bakanlığı var. Kültür Bakanlığı olunca diyorsunuz ki; devletin düzenlediği bir şey. Sadece PSAKD düzenlese belki düşünürsünüz hani ‘bir tepki falan olur’ diye. Laik bir Türkiye Cumhuriyet inde yaşıyoruz diye düşünüyoruz. Kimseyi Alevi-Sünni diye ayırmanın ya da Türk-Kürt diye ayırmanın anlamı yok. İnsanlığın tarihine aykırı bir şey.
Otele ilk taş saat 14.10 sıralarında düştü. Ondan sonra yağmaya başladı. Otelde bütün camlar aşağı indi, 5-6 saat taşlandık.
Karamolloğlu’nun sesini duyduk. Kalabalığa sesleniyor, kalabalık türlü sloganlar atarak bağırıyor ama vasat sloganlar. ‘Şeriat gelecek laiklik bitecek’, ‘Cumhuriyet burada kuruldu burada yıkılacak’, ‘Hain vali şeytan Aziz’ sloganları atılıyordu.
“OTELİN KARŞISINDAKİ HAN BİLE SALDIRGANLARLA, MOLOZ, TAŞ VE TUĞLALARLA DOLUYDU”
Bunlar kulağımızla duyduğumuz sloganlar. Çünkü camiden çıkan kalabalık ilk anda 80-100 kişi görünse de binler oluşturuyordu. Çünkü kültür merkezine kadar yürüyüp dönmüşlerdi. Her gidiş dönüşlerinde kalabalık çoğaldı. Biz ancak otelin içinde ne görebildiysek onu gördük. Ama haykırışlar, sloganlar kulağımıza kadar geliyordu.
Örneğin; üçüncü kattan kapı aralığından caddeye baktığım zaman atılan taşların odanın kapısının arkasına kadar
Ali Balkız ile ‘otelden başka çıkış var mı?’ diye baktık. Yangın merdiveninden kullanalım dedik, ama kapısı kilitliydi. Anahtarı bulsak bile caddeye çıktığı için gidemezdik. Çatıya kadar çıktık Ali Balkız ile. Çatıya çıktığımızda karşımızdaki iş hanının bütün katlarının saldırganlarla dolu olduğunu gördük.
Bütün katlar molozlarla, taşlarla, tuğlalarla donatılmış. Düşünün ki 3. katın odasına atılan taşın kapı ardına kadar düşmesi mümkün değil. Karşıdan taşlanıyorduk. Çıkışın olmayacağını görünce indik tekrar.
“GELEN ASKERLERE EĞİTİM VERMEK İSTEMİŞLER”
Bir ara saat 16.00 sıralarında alana bir askeri birlik girdi. 21 çocuk varmış, yeni yemin etmiş bir takım. Tüfeklerini çapraz tutmuşlar alana girdiler. İşte o zaman ‘en büyük asker bizim asker’ diyerek askerleri övmeye başladılar. Sonradan öğrendiğim kadarıyla arkadaşımın oğlu da o askerlerin içindeymiş. Olaylardan çok sonra anlattı. Onlara eğitim vermek istemişler. Kubilay’daki gibi. Silahları eğitim mermisiyle dolu, hiçbir etkisi olmayacak mermiler. Yani 21 kişi ne yapabilecekti ki….
Kısacası 15.30 sıralarında Temel Karamollaoğlu’nun ‘Gazanız mübarek olsun, artık dağılalım, gereken tepkiyi gösterdik’ dediğini duyduk.
Otel daha sonra ateşe verildi. Askerler geldikten sonra Aziz Nesin’in yanına gittim; ‘Aziz abi asker geldi’ dedim. ‘Gerçekten geldi mi?’ dedi. Kuşkucu biriydi, doğru sezgileri vardı. 15.00 sıralarında Aziz Nesin, Erdal İnönü ile görüştü. Arif Sağ Ankara’da ulaşabildiği herkese ulaştı. Erdal İnönü’nün söylediği şey şu; ‘Sakin olun, devlet yanınızdadır’ falan. Ama ne yazık ki biz o devleti yanımızda göremedik o zaman.
“OTELİN GİRİŞİNE BARİKAT KURANLAR İLK OLARAK HAYATINI KAYBETTİ”
15.30 sıralarında dünya ile bağlantılarımız kesildi. Biz merdivenlerde bekleşiyoruz. Kapı önlerinde konuşuyoruz. O gün yanımda eşim olmasaydı ben de ölmüştüm. Çünkü yanında eşi olmayan arkadaşlar; Asaf Koçak, Behçet Aysan, Metin Altıok, Erdal Ayrancı, Uğur Kaynar pek çok insan merdivende barikat kurdular.
Çünkü bizim yanımızda merdivende oturan nişanlı çocuklar vardı, semah dönenlerden vardı. Onları korumak için otele yapılacak saldırıyı merdivenlerde püskürtmek için arkadaşlar barikat kurmuşlardı. İlk hayatını kaybedenler de onlar oldu. Çünkü aşağıda ilk yangın başlayınca karbon monoksit gazı bir baca gibi merdivenlerden yükseliyor, beş dakika içinde zaten boğuyormuş. Gazın özelliği o.
“YAKIYORLAR BİZİ”
Otel taşlanırken biz saat 18.00 sıralarında Zerin Taş pınar, Lütfi ye Aydın üçümüz 109 numaralı odada televizyonları karıştırdık. Star ya da Show idi ‘Sivas’ta olaylar’ diye başlık geçti.
Onlar televizyon karıştırırken ben arka odadan dışarıya baktım, üçgenimsi korkuluksuz bir balkon gördüm. İçimden ‘burası bizi bir süre koruyabilir’ diye geçirdim. Sonra 19.30 sıralarında aşağıdan gaz kokuları gelmeye başladı. Zerin ‘yakıyorlar bizi’ dedi. Sonra saat 19.50 sıralarında bir ses ‘arkadaşlar aşağı’ dedi. Ben karımın elini tuttum, merdivenlerden aşağı gittik. Daha inmeden bizi büyük bir sıcaklık ve duman karşıladı. O zaman bir ses ‘arkadaşlar yukarı’ dedi.
Ben de gündüz gördüğüm o yeri anımsayarak arka odalara yöneldik. Biz camları kırıp dışarı çıkıp balkonumsu yere çıktık. Sonuçta biz oradan ‘ne yaparız’ diye bakarken karşıdaki pencereyi gördük. O iki pencerede de iki tane aczmendi, sırıklarıyla bizi “girdiğiniz yerden çıkın” gibi ağız dolusu küfürlerle oraya sokmak istemediler.
Benim aklımdan şu geçti: ‘Aczmendilerle kavga edeceğiz, kazanırsak yaşayacağız, kazanamazsak zaten geri dönsek öleceğiz’. Biz dönmedik ama dönen arkadaşlar oldu. Biz kendi aramızda konuşurken birden o aczmendilerin gittiğini yerlerine tıknaz bir adamın geldiğini gördük. Bize ‘arkadaşlar gelin’ dedi. Eşim korktu, orada öleceğimize burada ölürüz dedi. Ama aynı anda diğer pencerede Aziz Nesin’in üç korumasından birini gördüm. Asayiş Şube Müdürü Mehmet, elinde telsiziyle ‘gelin’ dedi. İki bina arasına eternit gibi bir şey koymuşlar biz onun üzerinden indik. Bizim arkamızdan da pek çok kişi geldi. Karşı binanın ne olduğunu bilmiyoruz ama bizden önce geçenler vardı. İçeridekiler bize ne yapacaklarını bilmiyorlar. Dışarıda olaylar devam ediyor.
“BÜTÜN ARKADAŞLARIMIZIN KURTULDUĞUNU SANIYORDUK, AMA AKŞAM DEHŞETİ GÖRDÜK”
45 dakika kadar orada kaldık. Sonra ışıkları söndürülmüş merdivenlerden indirildik. Aziz Nesin’in 3 tane koruması vardı orada. Birisi 15.30 sularında kayboldu, diğeri 17 sularında kayboldu ama komiser Mehmet sonuna kadar bizim yanımızda oldu. O olmasa biz kurtulamazdık. Komiser Mehmet’in sağladığı belediye servis aracıyla Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldük. Saat 21.00 sıralarıydı.
Biz geceyi orada geçirdik. Şu duygu içindeydik: ‘biz kurtulduk ki bütün arkadaşlarımız kurtuldu’. Akşam saat 22.00’de televizyonları izlediğimiz zaman yaşadığımız dehşetin boyutlarını gördük.
Büyük bir acıya gömüldük. Yapılacak hiçbir şey yok, kapana kısılmış gibiydik. Tabi biz çıkarken, emniyet müdürlüğüne götürülürken dışarıdan silah sesleri geliyordu. Büyük olasılıkla çatışma vardı.
“DEVLET KATİLLERE SAHİP ÇIKTI”
Süren davalar, temyizler, müdahil avukatların talepleri yıllarca devam etti. Sivas Katliamı davası 20 yılın ardından zaman aşımı gerekçesiyle kapatıldı. Firari sanıklar hala aranıyor. Katliamda ismi geçen insanlar devlet kademelerinde görev aldı. Tüm bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Devlet dediğimiz aygıt bütün yurttaşlarına eşit olması, eşit davranması gerekirken yasaları eşit uygulaması gerekirken, ‘benim katilim’ dercesine sahip çıktı onlara. Daha o dönemde Adalet Bakanı olan Şevket Kazan avukatlıklarını üstlenmeye kalktı. Ama yasa izin vermediği için avukatlık alamadı. Büyük tepki gördü zaten.
Yani Refah Partisi’nin Adalet Bakanı. Sarıklıları, oteli yakanları, cinayet işleyenleri, katliam yapanları savunmaya kalkıştı. Ama zaten o süreçte SHP ve DYP’nin yaptığı yeni bir koalisyon hükümeti vardı. Tansu Çiller’in başbakan olduğu, saçma sapan konuştuğu bir süreç var.
“BİR SAATTE GELİNECEK SİVAS’A ERTESİ GÜN GELİNDİ”
Erdal İnönü’nün çok edilgen bir süreci var. Bir saat içinde gelinebilecek bir Sivas’a ertesi gün geldi. 37 insan ölmüş. Ama devlet seyirci kaldı. Dahası şımarık bir İçişleri Bakanı vardı, Mehmet Gazioğlu. Olayları koltuğunda dönerek, sırıtarak anlatıyordu. Televizyonlarda bunu gördük.
Televizyondaki anlatımları gördükçe biz de emniyet müdürlüğünde acı içinde tedirgin olduk.
Tabi tepki de gösterdik, ‘bunlar yalan söylüyor’ dedik.
Olması gereken bu değil.
Tansu Çiller, ‘Oteli saran yurttaşlarımıza bir şey olmamış’ dedi.
Söylenecek söz değil. Sen başbakansan her candan sorumlusun. Süleyman Demirel, ‘Emniyet güçleriyle halkı karşı karşıya getirmeyin’ dedi.
Peki, ne olacak? Halk isyan etsin.
Onlar halk değildi; çapulcular, tam anlamıyla şeriatçılar isyan ediyordu.
Türkiye Cumhuriyeti devletine isyan ediyorlar.
Devlet düzenini sağlamak görevindeki kişiler ne yazık ki böyle davrandılar.
Tabi ki olaylar, sonuçta Cafer Erçakmak yıllarca 100 metre ötesinde yaşamış emniyet müdürlüğünün. Aziz Nesin’i merdivenlerden inerken tartaklayan isim.
Pek çoğu Almanya’da dönercilik yapıyor.
Biliniyor ama istenilmiyor, getirilmiyor, istense de yalandan isteniyor.
Bu bakımdan ister adına derin devlet diyelim, ister yandaşların oluşturduğu devlet diyelim ne yazık ki katliamlar sürdü sürecek.
“BİZ GİTMEDEN 95 ÖĞRENCİ YURDU DOLDURULMUŞTU”
Son dönemlerde Temel Karamollaoğlu’nun söylemleri çok gündeme geldi. Sivas’ı hala bir katliam olarak tanımlamaktan imtina etti. Maraş Katliamı ve diğer katliamlarda olduğu gibi, söz konusu katliamlarda ismi geçen isimlerin katliama yönelik rahat ifadelerini nasıl değerlendirmek gerekir?
Bunlar kendi yaptıklarına hiçbir zaman katliam demezler.
Çünkü katliam dedikleri zaman suçlu olacaklardır.
Bunlar, onlar için sıradan olaylardır.
Sıradan olaylar olduğu zaman sorumluluktan kurtulduklarını sanıyorlar.
Orada yetkiliysen sorumlusun.
Temel Karamollaoğlu bugünlerde AKP’ye karşı laflar ediyor diye benim gözümde aklanmış değil. Çünkü ‘gazanız mübarek olsun dediği zaman’ aslında cihada kalkışan insanlar gaza yapar.
Gaza nedir, kutsal din savaşıdır.
Sen ‘gazanız mübarek olsun’ dediğiniz zaman bu insanları kutsamış oluyorsun.
Dolayısıyla sen onların ortağısın. Onların işbirlikçisisin.
Biz varmadan 95 öğrenci yurdunu doldurduğunu öğrendik.
Belediyenin bundan haberdar olmaması mümkün mü?
Emniyet Müdürlüğü’nün bundan haberdar olmaması mümkün mü?
Kaldı ki kapıların altından atılan Müslüman kardeşler bildirileri var.
Bunlar bizim elimize de geçti.
Bu iktidarı yaratan güçlerin başında siz varsınız.
Bu iktidarı yaratanların, bu ülkeyi satanların yanında geçmişte siz vardınız.
Bunları siz yetiştirdiniz. Hiç kimse kendini kandırmasın.
“HER KATLİAM İNSANLIK SUÇUDUR”
Geçmiş suçlarının unutulduğunu sanıyorlar. Hayır unutulamaz. Çünkü katliam insanlık suçudur. Yani aslında her katliam insanlık suçudur.
1978 yılındaki Kahramanmaraş olayları nereden çıktı.
Din yobazlarından çıktı.
Sivas, Çorum olayları ve 1993’de Sivas Katliamı.
Bu tarihsel süreçte din ve devlet işleri tam ayrılmadığı sürece, dini vicdanlara bırakmadığımız sürece katliamlar devam edecektir.
İnançlar tartışılmaz, düşünceler tartışılır.
Düşünce bilgiye dayalıdır, inanç bilgi gerektirmez.
Teslim edersin kendini tanrıya, peygambere.
Onlar senin yerine düşünürler, onlar senin yerine karar verirler.
Sen insan olarak herhangi bir etkinlikte bulunamazsın.
Derse ki önde öldür bunu. Düşünmezsin öldürürsün. İnsanlığın tarihi dinlerin katliamıyla, din savaşlarıyla dolu. Laik, demokratik Türkiye Cumhuriyetine karşı bir kalkışmadır.
“BÜTÜN DERDİMİZ KATLİAMI UNUTTURMAMAK”
Katliamın üzerinden 26 yıl geçti. Siz bu katliamdan sonra neler yaptınız, yaşamınızda nasıl değişiklikler oldu? Size yansımaları nasıl oldu?
Biz ancak anmalarla geçmişi yaşamaya ve yaşatmaya çalışıyoruz ya da tarihi unutturmamaya çalışıyoruz.
Bütün derdimiz bu.
Bundan sonraki yeni kuşaklar bunu bilsinler geleceğe ona göre hazırlansınlar.
Bilimle hazırlansınlar, şiir ve öyküyle hazırlansınlar.
Çünkü bilinç bunu gerektiriyor.
Bilinçli insan Türkiye Cumhuriyetine laik diye sahip çıkmak zorunda. Laiklik bugün bütün çelişkilerin önüne geçmiştir.
Bugün Türkiye’deki en önemli çelişki laiklik ile şeriat isteyenlerin arasındaki savaştır. 26 yıl geçti anmalar sürecek, sürmeli de. Ben bu süreçte geldiğimde psikiyatrisi arkadaşım, ‘şu anda çok sakin görünüyorsunuz ama bunun acısı sonra çıkacak’ dedi.
Ama galiba benim şansım yazmak oldu. İşte önce ‘Ateş Mektupları’ şiirlerini yazdım. Sonra ‘Şeytan Minareleri’ romanını yazdım. Bu süreçte başka şeyler de yazdım. Beni sağalttı ya da Sivas Katliamı’nın canımdaki izlerini hafifletti. Ama bu unutma anlamında değil daha bilinçli düşünme anlamında değerlendirdi.
“MECLİSE SORULAN BÜTÜN SORULAR ENGELLENİYOR”
Peki var olan Alevi örgütlülüğü gerçekten Sivas’ın hesabını her anlamda sorabildi mi?
Sivas’ın hesabını örgütlülük soramaz.
Neden soramaz; devlet varken soramıyorsa hangi örgütlülük sorabilir.
Diyelim Kültür Bakanlığı soramaz. Meclis sormuyor, mecliste sorulan bütün sorular engelleniyor. Komisyon kurulmuyor. Mecliste taraftarları var, çoğunlukla taraftarlar bunlardan. O yüzden kolay değil. Hesap soracak olan laik devlettir. Laik devlet, geçmişte yapılan bütün katliamların, devlete karşı işlenmiş suçların hesabını sormak zorunda. O zamanlar devlet güvenlik mahkemeleri vardı. Bu mahkemelere biz ifade verdik. Avukatlarımız mahkemeleri sürdürdü. Ancak Türkiye’de hep yasalar kişiye göre değişiyor, öbeklere göre değişiyor, mezheplere göre uygulanıyor. O yüzden biz hep azınlıktayız ya da hep yenilen gibi görünüyoruz. Ancak tarihsel süreç içinde bilim, sanat, kültür, aydınlık mutlaka bu karanlık düşünceleri yenecektir.
Son olarak bir çağrınız var mı?
Bilimden, sanattan, kültürden başka bizi bu katliamlardan kurtaracak bir yol göremiyorum. Bilimsel düşünme yolu.
Ersin ÖZGÜL/Semra ACAR
İZMİRSivas Katliamı’ndan kurtulan Karakuş:
O gün devleti yanımızda göremedik
2 Temmuz 1993, bir katliam tarihi olarak hafızalara kazındı. O gün yaşananların tanıklarından, katliamdan eşiyle birlikte kurtulan Şair Hidayet Karakuş, otelde yaşananları gözyaşları içinde anlattı. Ogün devleti yanlarında göremediğine dikkat çeken Karakuş, bütün katliamların insanlık suçu olduğunu vurguladı.
2 Temmuz 1993, bir katliam tarihi olarak hafızalara kazındı. O gün, Pir Sultan Abdal’ı Anma Şenlikleri’ne katılmak için Sivas’a giden aydın ve sanatçılardan 33’ü, kaldıkları otelin yakılması sonucu hayatını kaybetmişti. Katliam sırasında iki otel görevlisi ile iki de saldırgan ölmüştü.
Sivas Madımak Oteli Katliamı davasının zaman aşımına uğradığı ve geçtiğimiz günlerde Ankara’da görülen davada mahkeme heyeti, firari 3 katliam sanığının yakalanıp yargılanmadan dosyanın kapanmayacağına hükmederek bir sonraki duruşmayı 26 Eylül 2019’a erteledi.
1993 yılında Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD) ve Kültür Bakanlığı’nın ortaklaşa düzenlediği Pir Sultan Abdal Şenlikleri’ne katılmak için eşiyle birlikte Sivas’a giden şair Hidayet Karakuş, o gün yaşananları unutamadığını söyledi.
Karakuş, olaylar sırasında otelin merdivenlerinde oturan nişanlı çiftlerin sıkıntıdan saçlarını ördüğünü gözyaşları içinde anlattı. Devletin bütün yurttaşlarına eşit mesafede durması gerektiğini belirten Karakuş, o gün devletin yanlarında olmadığının altını çizdi.
Karakuş, Sivas Katliamı davasının zaman aşımına uğramasına tepki göstererek, faillerinin belli olduğunu ancak korunduğunu ifade etti. Yaşananlar sırasında Sivas Belediye Başkanı olan Temel Karamolloğlu’nun ‘gazanız mübarek olsun’ sözlerini anımsatarak, “Orada yetkiliysen sorumlusun. Bugünlerde AKP’ye karşı laflar ediyor diye benim gözümde aklanmış değil” diyerek Karamollaoğlu’na tepki gösterdi.
Şair Karakuş, o dönemi yazarak atlattığını belirterek, Sivas Katliamı’ndan sonra, önce ‘Ateş Mektupları’ şiirlerini daha sonra ‘Şeytan Minareleri’ romanını yazdı.
“BİR GÜN ÖNCESİNDEN KALDIRIM TAŞLARI SÖKÜLMÜŞTÜ”
Sivas Katliamı tanığı Şair Hidayet Karakuş ile Sivas Katliamına dair konuştuk.
2 Temmuz 1993 tarihinde Türkiye tarihine bir katliam daha not düştü. Siz de yaşananlar sırasında oradaydınız. O gün ve öncesinde neler yaşandı?
Pir Sultan Abdal Kültür Derneği ile Kültür Bakanlığı’nın ortak düzenlediği bir etkinlikten bahsetti Ali Balkız. 1993 yılında. Gitmeyi kabul ettim ve eşimle beraber gittik. 2 Temmuz öncesinden herhangi bir sıkıntımız yoktu. 1 Temmuz sabahı vardığımız zaman pırıl pırıl bir Sivas havası, güneşli bir gün. Aklımıza öyle şeyler gelmiyor tabi, neşeli bir yolculuk yaptık. İki otobüs Kayseri üzerinden Sivas’a gittik. İlk gün gerçekten herhangi bir sorun yoktu.
Program yönünde yapılması gereken etkinlikler yapıldı, ikinci gün öğlene kadar da bir sorun yoktu ama bir iki sataşma olmuş. Aziz Nesin, ben saat 11.00 sıralarında imzadaydık. O arada Aziz Nesin’e sataşanlar olmuş. Onun dışında saat 12.00 sıralarında erken ayrıldım imza masasından.
Eşim rahatsızlandığı için otele döndüm. Otele döndüğümde eşim uyuyordu, yemekler ağır geldiği için biraz rahatsızlanmıştı. Sivas’a gittiğimde madımak otunu merak etmiştim ve pazar yerini buldum. Pazar yeri merkez camisine bakıyordu, o sırada gördüğüm bir bakkal vardı.
Yine camiye bakan bir bakkal. Oradan peynir aldım, köşeden de ekmek alacaktım. Ama bakkaldan çıktığım zaman cami avlusundan bir öbeğin sloganlar attığını ortalarından da alevlerin yükseldiğini gördüm. Bir yurttaş da cami duvarının dışında onları izliyordu. Bunlar ne yapıyor dedim; Amerikan bayrağı yakıyorlar dedi.
O anda aklıma bir şey gelmedi. Acele ekmeği aldım otele yürüdüm. Cumhuriyet lokantası yolumun üzerindeydi, arkadaşları uyarmak istedim ama ben caddeye çıktığım zaman camiden boşalan kalabalık 80-100 kişiydi. Arkadaşlar da durumu görmüş, yemekleri bırakmış kaldırımlara çıkarak göstericileri izliyorlardı.
“KÖTÜLÜĞÜ ÖRGÜTLEYENLER HER ŞEYİ AYRINTILARINA KADAR ÖRGÜTLÜYORLAR”
Sonuçta odaya geldim, ekmeğimizi yedik. Eşime dışarıda olayların olduğunu söyledim. Büyük olasılıkla bize tepki gösteriyorlar, odayı, valizimizi toplayalım dedik. Ayrılacaktık otelden. İşler bitmişti, etkinlik sürdürülmeyecekti, belliydi.
Sonuçta saat 14.10’da otele ilk taş düştü. Ama şunu belirtmeliyim ki bir gün öncesinden otele giderken PTT’nin önündeki kaldırım taşları sökülüp bir kenara yığılıyordu. Bunları sonradan düşünüyorsunuz, o an aklınıza bir şey gelmiyor.
Dahası ben kaldırım taşlarını söken işçiye kolay gelsin dediğim zaman ağzının içinden konuşarak bir şeyler dedi. Ama biz insanca geleneğimiz gereği çalışan insana ‘kolay gelsin’ deriz. O gün içinde Sivas’ta dolaştığımız zaman da başka yerde kaldırım çalışması görmedik.
Bizim aklımıza kötü şeyler gelmiyor ama kötülüğü örgütleyenler her şeyi ayrıntılarına kadar örgütlüyorlar. Sonuçta otel taşlanırken kaldırım taşlarının kullanıldığı bir gerçek.
“OTELDE 5-6 SAAT TAŞLANDIK, BÜTÜN CAMLAR AŞAĞI İNDİRİLMİŞTİ”
Böyle olacağı tahmin edilmiyordu. İşin içinde devlet var, Kültür Bakanlığı var. Kültür Bakanlığı olunca diyorsunuz ki; devletin düzenlediği bir şey. Sadece PSAKD düzenlese belki düşünürsünüz hani ‘bir tepki falan olur’ diye. Laik bir Türkiye Cumhuriyet inde yaşıyoruz diye düşünüyoruz. Kimseyi Alevi-Sünni diye ayırmanın ya da Türk-Kürt diye ayırmanın anlamı yok. İnsanlığın tarihine aykırı bir şey.
Otele ilk taş saat 14.10 sıralarında düştü. Ondan sonra yağmaya başladı. Otelde bütün camlar aşağı indi, 5-6 saat taşlandık.
Karamolloğlu’nun sesini duyduk. Kalabalığa sesleniyor, kalabalık türlü sloganlar atarak bağırıyor ama vasat sloganlar. ‘Şeriat gelecek laiklik bitecek’, ‘Cumhuriyet burada kuruldu burada yıkılacak’, ‘Hain vali şeytan Aziz’ sloganları atılıyordu.
“OTELİN KARŞISINDAKİ HAN BİLE SALDIRGANLARLA, MOLOZ, TAŞ VE TUĞLALARLA DOLUYDU”
Bunlar kulağımızla duyduğumuz sloganlar. Çünkü camiden çıkan kalabalık ilk anda 80-100 kişi görünse de binler oluşturuyordu. Çünkü kültür merkezine kadar yürüyüp dönmüşlerdi. Her gidiş dönüşlerinde kalabalık çoğaldı. Biz ancak otelin içinde ne görebildiysek onu gördük. Ama haykırışlar, sloganlar kulağımıza kadar geliyordu.
Örneğin; üçüncü kattan kapı aralığından caddeye baktığım zaman atılan taşların odanın kapısının arkasına kadar
Ali Balkız ile ‘otelden başka çıkış var mı?’ diye baktık. Yangın merdiveninden kullanalım dedik, ama kapısı kilitliydi. Anahtarı bulsak bile caddeye çıktığı için gidemezdik. Çatıya kadar çıktık Ali Balkız ile. Çatıya çıktığımızda karşımızdaki iş hanının bütün katlarının saldırganlarla dolu olduğunu gördük.
Bütün katlar molozlarla, taşlarla, tuğlalarla donatılmış. Düşünün ki 3. katın odasına atılan taşın kapı ardına kadar düşmesi mümkün değil. Karşıdan taşlanıyorduk. Çıkışın olmayacağını görünce indik tekrar.
“GELEN ASKERLERE EĞİTİM VERMEK İSTEMİŞLER”
Bir ara saat 16.00 sıralarında alana bir askeri birlik girdi. 21 çocuk varmış, yeni yemin etmiş bir takım. Tüfeklerini çapraz tutmuşlar alana girdiler. İşte o zaman ‘en büyük asker bizim asker’ diyerek askerleri övmeye başladılar. Sonradan öğrendiğim kadarıyla arkadaşımın oğlu da o askerlerin içindeymiş. Olaylardan çok sonra anlattı. Onlara eğitim vermek istemişler. Kubilay’daki gibi. Silahları eğitim mermisiyle dolu, hiçbir etkisi olmayacak mermiler. Yani 21 kişi ne yapabilecekti ki….
Kısacası 15.30 sıralarında Temel Karamollaoğlu’nun ‘Gazanız mübarek olsun, artık dağılalım, gereken tepkiyi gösterdik’ dediğini duyduk.
Otel daha sonra ateşe verildi. Askerler geldikten sonra Aziz Nesin’in yanına gittim; ‘Aziz abi asker geldi’ dedim. ‘Gerçekten geldi mi?’ dedi. Kuşkucu biriydi, doğru sezgileri vardı. 15.00 sıralarında Aziz Nesin, Erdal İnönü ile görüştü. Arif Sağ Ankara’da ulaşabildiği herkese ulaştı. Erdal İnönü’nün söylediği şey şu; ‘Sakin olun, devlet yanınızdadır’ falan. Ama ne yazık ki biz o devleti yanımızda göremedik o zaman.
“OTELİN GİRİŞİNE BARİKAT KURANLAR İLK OLARAK HAYATINI KAYBETTİ”
15.30 sıralarında dünya ile bağlantılarımız kesildi. Biz merdivenlerde bekleşiyoruz. Kapı önlerinde konuşuyoruz. O gün yanımda eşim olmasaydı ben de ölmüştüm. Çünkü yanında eşi olmayan arkadaşlar; Asaf Koçak, Behçet Aysan, Metin Altıok, Erdal Ayrancı, Uğur Kaynar pek çok insan merdivende barikat kurdular.
Çünkü bizim yanımızda merdivende oturan nişanlı çocuklar vardı, semah dönenlerden vardı. Onları korumak için otele yapılacak saldırıyı merdivenlerde püskürtmek için arkadaşlar barikat kurmuşlardı. İlk hayatını kaybedenler de onlar oldu. Çünkü aşağıda ilk yangın başlayınca karbon monoksit gazı bir baca gibi merdivenlerden yükseliyor, beş dakika içinde zaten boğuyormuş. Gazın özelliği o.
“YAKIYORLAR BİZİ”
Otel taşlanırken biz saat 18.00 sıralarında Zerin Taş pınar, Lütfi ye Aydın üçümüz 109 numaralı odada televizyonları karıştırdık. Star ya da Show idi ‘Sivas’ta olaylar’ diye başlık geçti.
Onlar televizyon karıştırırken ben arka odadan dışarıya baktım, üçgenimsi korkuluksuz bir balkon gördüm. İçimden ‘burası bizi bir süre koruyabilir’ diye geçirdim. Sonra 19.30 sıralarında aşağıdan gaz kokuları gelmeye başladı. Zerin ‘yakıyorlar bizi’ dedi. Sonra saat 19.50 sıralarında bir ses ‘arkadaşlar aşağı’ dedi. Ben karımın elini tuttum, merdivenlerden aşağı gittik. Daha inmeden bizi büyük bir sıcaklık ve duman karşıladı. O zaman bir ses ‘arkadaşlar yukarı’ dedi.
Ben de gündüz gördüğüm o yeri anımsayarak arka odalara yöneldik. Biz camları kırıp dışarı çıkıp balkonumsu yere çıktık. Sonuçta biz oradan ‘ne yaparız’ diye bakarken karşıdaki pencereyi gördük. O iki pencerede de iki tane aczmendi, sırıklarıyla bizi “girdiğiniz yerden çıkın” gibi ağız dolusu küfürlerle oraya sokmak istemediler.
Benim aklımdan şu geçti: ‘Aczmendilerle kavga edeceğiz, kazanırsak yaşayacağız, kazanamazsak zaten geri dönsek öleceğiz’. Biz dönmedik ama dönen arkadaşlar oldu. Biz kendi aramızda konuşurken birden o aczmendilerin gittiğini yerlerine tıknaz bir adamın geldiğini gördük. Bize ‘arkadaşlar gelin’ dedi. Eşim korktu, orada öleceğimize burada ölürüz dedi. Ama aynı anda diğer pencerede Aziz Nesin’in üç korumasından birini gördüm. Asayiş Şube Müdürü Mehmet, elinde telsiziyle ‘gelin’ dedi. İki bina arasına eternit gibi bir şey koymuşlar biz onun üzerinden indik. Bizim arkamızdan da pek çok kişi geldi. Karşı binanın ne olduğunu bilmiyoruz ama bizden önce geçenler vardı. İçeridekiler bize ne yapacaklarını bilmiyorlar. Dışarıda olaylar devam ediyor.
“BÜTÜN ARKADAŞLARIMIZIN KURTULDUĞUNU SANIYORDUK, AMA AKŞAM DEHŞETİ GÖRDÜK”
45 dakika kadar orada kaldık. Sonra ışıkları söndürülmüş merdivenlerden indirildik. Aziz Nesin’in 3 tane koruması vardı orada. Birisi 15.30 sularında kayboldu, diğeri 17 sularında kayboldu ama komiser Mehmet sonuna kadar bizim yanımızda oldu. O olmasa biz kurtulamazdık. Komiser Mehmet’in sağladığı belediye servis aracıyla Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldük. Saat 21.00 sıralarıydı.
Biz geceyi orada geçirdik. Şu duygu içindeydik: ‘biz kurtulduk ki bütün arkadaşlarımız kurtuldu’. Akşam saat 22.00’de televizyonları izlediğimiz zaman yaşadığımız dehşetin boyutlarını gördük.
Büyük bir acıya gömüldük. Yapılacak hiçbir şey yok, kapana kısılmış gibiydik. Tabi biz çıkarken, emniyet müdürlüğüne götürülürken dışarıdan silah sesleri geliyordu. Büyük olasılıkla çatışma vardı.
“DEVLET KATİLLERE SAHİP ÇIKTI”
Süren davalar, temyizler, müdahil avukatların talepleri yıllarca devam etti. Sivas Katliamı davası 20 yılın ardından zaman aşımı gerekçesiyle kapatıldı. Firari sanıklar hala aranıyor. Katliamda ismi geçen insanlar devlet kademelerinde görev aldı. Tüm bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Devlet dediğimiz aygıt bütün yurttaşlarına eşit olması, eşit davranması gerekirken yasaları eşit uygulaması gerekirken, ‘benim katilim’ dercesine sahip çıktı onlara. Daha o dönemde Adalet Bakanı olan Şevket Kazan avukatlıklarını üstlenmeye kalktı. Ama yasa izin vermediği için avukatlık alamadı. Büyük tepki gördü zaten.
Yani Refah Partisi’nin Adalet Bakanı. Sarıklıları, oteli yakanları, cinayet işleyenleri, katliam yapanları savunmaya kalkıştı. Ama zaten o süreçte SHP ve DYP’nin yaptığı yeni bir koalisyon hükümeti vardı. Tansu Çiller’in başbakan olduğu, saçma sapan konuştuğu bir süreç var.
“BİR SAATTE GELİNECEK SİVAS’A ERTESİ GÜN GELİNDİ”
Erdal İnönü’nün çok edilgen bir süreci var. Bir saat içinde gelinebilecek bir Sivas’a ertesi gün geldi. 37 insan ölmüş. Ama devlet seyirci kaldı. Dahası şımarık bir İçişleri Bakanı vardı, Mehmet Gazioğlu. Olayları koltuğunda dönerek, sırıtarak anlatıyordu. Televizyonlarda bunu gördük.
Televizyondaki anlatımları gördükçe biz de emniyet müdürlüğünde acı içinde tedirgin olduk.
Tabi tepki de gösterdik, ‘bunlar yalan söylüyor’ dedik.
Olması gereken bu değil.
Tansu Çiller, ‘Oteli saran yurttaşlarımıza bir şey olmamış’ dedi.
Söylenecek söz değil. Sen başbakansan her candan sorumlusun. Süleyman Demirel, ‘Emniyet güçleriyle halkı karşı karşıya getirmeyin’ dedi.
Peki, ne olacak? Halk isyan etsin.
Onlar halk değildi; çapulcular, tam anlamıyla şeriatçılar isyan ediyordu.
Türkiye Cumhuriyeti devletine isyan ediyorlar.
Devlet düzenini sağlamak görevindeki kişiler ne yazık ki böyle davrandılar.
Tabi ki olaylar, sonuçta Cafer Erçakmak yıllarca 100 metre ötesinde yaşamış emniyet müdürlüğünün. Aziz Nesin’i merdivenlerden inerken tartaklayan isim.
Pek çoğu Almanya’da dönercilik yapıyor.
Biliniyor ama istenilmiyor, getirilmiyor, istense de yalandan isteniyor.
Bu bakımdan ister adına derin devlet diyelim, ister yandaşların oluşturduğu devlet diyelim ne yazık ki katliamlar sürdü sürecek.
“BİZ GİTMEDEN 95 ÖĞRENCİ YURDU DOLDURULMUŞTU”
Son dönemlerde Temel Karamollaoğlu’nun söylemleri çok gündeme geldi. Sivas’ı hala bir katliam olarak tanımlamaktan imtina etti. Maraş Katliamı ve diğer katliamlarda olduğu gibi, söz konusu katliamlarda ismi geçen isimlerin katliama yönelik rahat ifadelerini nasıl değerlendirmek gerekir?
Bunlar kendi yaptıklarına hiçbir zaman katliam demezler.
Çünkü katliam dedikleri zaman suçlu olacaklardır.
Bunlar, onlar için sıradan olaylardır.
Sıradan olaylar olduğu zaman sorumluluktan kurtulduklarını sanıyorlar.
Orada yetkiliysen sorumlusun.
Temel Karamollaoğlu bugünlerde AKP’ye karşı laflar ediyor diye benim gözümde aklanmış değil. Çünkü ‘gazanız mübarek olsun dediği zaman’ aslında cihada kalkışan insanlar gaza yapar.
Gaza nedir, kutsal din savaşıdır.
Sen ‘gazanız mübarek olsun’ dediğiniz zaman bu insanları kutsamış oluyorsun.
Dolayısıyla sen onların ortağısın. Onların işbirlikçisisin.
Biz varmadan 95 öğrenci yurdunu doldurduğunu öğrendik.
Belediyenin bundan haberdar olmaması mümkün mü?
Emniyet Müdürlüğü’nün bundan haberdar olmaması mümkün mü?
Kaldı ki kapıların altından atılan Müslüman kardeşler bildirileri var.
Bunlar bizim elimize de geçti.
Bu iktidarı yaratan güçlerin başında siz varsınız.
Bu iktidarı yaratanların, bu ülkeyi satanların yanında geçmişte siz vardınız.
Bunları siz yetiştirdiniz. Hiç kimse kendini kandırmasın.
“HER KATLİAM İNSANLIK SUÇUDUR”
Geçmiş suçlarının unutulduğunu sanıyorlar. Hayır unutulamaz. Çünkü katliam insanlık suçudur. Yani aslında her katliam insanlık suçudur.
1978 yılındaki Kahramanmaraş olayları nereden çıktı.
Din yobazlarından çıktı.
Sivas, Çorum olayları ve 1993’de Sivas Katliamı.
Bu tarihsel süreçte din ve devlet işleri tam ayrılmadığı sürece, dini vicdanlara bırakmadığımız sürece katliamlar devam edecektir.
İnançlar tartışılmaz, düşünceler tartışılır.
Düşünce bilgiye dayalıdır, inanç bilgi gerektirmez.
Teslim edersin kendini tanrıya, peygambere.
Onlar senin yerine düşünürler, onlar senin yerine karar verirler.
Sen insan olarak herhangi bir etkinlikte bulunamazsın.
Derse ki önde öldür bunu. Düşünmezsin öldürürsün. İnsanlığın tarihi dinlerin katliamıyla, din savaşlarıyla dolu. Laik, demokratik Türkiye Cumhuriyetine karşı bir kalkışmadır.
“BÜTÜN DERDİMİZ KATLİAMI UNUTTURMAMAK”
Katliamın üzerinden 26 yıl geçti. Siz bu katliamdan sonra neler yaptınız, yaşamınızda nasıl değişiklikler oldu? Size yansımaları nasıl oldu?
Biz ancak anmalarla geçmişi yaşamaya ve yaşatmaya çalışıyoruz ya da tarihi unutturmamaya çalışıyoruz.
Bütün derdimiz bu.
Bundan sonraki yeni kuşaklar bunu bilsinler geleceğe ona göre hazırlansınlar.
Bilimle hazırlansınlar, şiir ve öyküyle hazırlansınlar.
Çünkü bilinç bunu gerektiriyor.
Bilinçli insan Türkiye Cumhuriyetine laik diye sahip çıkmak zorunda. Laiklik bugün bütün çelişkilerin önüne geçmiştir.
Bugün Türkiye’deki en önemli çelişki laiklik ile şeriat isteyenlerin arasındaki savaştır. 26 yıl geçti anmalar sürecek, sürmeli de. Ben bu süreçte geldiğimde psikiyatrisi arkadaşım, ‘şu anda çok sakin görünüyorsunuz ama bunun acısı sonra çıkacak’ dedi.
Ama galiba benim şansım yazmak oldu. İşte önce ‘Ateş Mektupları’ şiirlerini yazdım. Sonra ‘Şeytan Minareleri’ romanını yazdım. Bu süreçte başka şeyler de yazdım. Beni sağalttı ya da Sivas Katliamı’nın canımdaki izlerini hafifletti. Ama bu unutma anlamında değil daha bilinçli düşünme anlamında değerlendirdi.
“MECLİSE SORULAN BÜTÜN SORULAR ENGELLENİYOR”
Peki var olan Alevi örgütlülüğü gerçekten Sivas’ın hesabını her anlamda sorabildi mi?
Sivas’ın hesabını örgütlülük soramaz.
Neden soramaz; devlet varken soramıyorsa hangi örgütlülük sorabilir.
Diyelim Kültür Bakanlığı soramaz. Meclis sormuyor, mecliste sorulan bütün sorular engelleniyor. Komisyon kurulmuyor. Mecliste taraftarları var, çoğunlukla taraftarlar bunlardan. O yüzden kolay değil. Hesap soracak olan laik devlettir. Laik devlet, geçmişte yapılan bütün katliamların, devlete karşı işlenmiş suçların hesabını sormak zorunda. O zamanlar devlet güvenlik mahkemeleri vardı. Bu mahkemelere biz ifade verdik. Avukatlarımız mahkemeleri sürdürdü. Ancak Türkiye’de hep yasalar kişiye göre değişiyor, öbeklere göre değişiyor, mezheplere göre uygulanıyor. O yüzden biz hep azınlıktayız ya da hep yenilen gibi görünüyoruz. Ancak tarihsel süreç içinde bilim, sanat, kültür, aydınlık mutlaka bu karanlık düşünceleri yenecektir.
Son olarak bir çağrınız var mı?
Bilimden, sanattan, kültürden başka bizi bu katliamlardan kurtaracak bir yol göremiyorum. Bilimsel düşünme yolu.
Ersin ÖZGÜL/Semra ACAR
İZMİRSivas Katliamı’ndan kurtulan Karakuş:
O gün devleti yanımızda göremedik
2 Temmuz 1993, bir katliam tarihi olarak hafızalara kazındı. O gün yaşananların tanıklarından, katliamdan eşiyle birlikte kurtulan Şair Hidayet Karakuş, otelde yaşananları gözyaşları içinde anlattı. Ogün devleti yanlarında göremediğine dikkat çeken Karakuş, bütün katliamların insanlık suçu olduğunu vurguladı.
2 Temmuz 1993, bir katliam tarihi olarak hafızalara kazındı. O gün, Pir Sultan Abdal’ı Anma Şenlikleri’ne katılmak için Sivas’a giden aydın ve sanatçılardan 33’ü, kaldıkları otelin yakılması sonucu hayatını kaybetmişti. Katliam sırasında iki otel görevlisi ile iki de saldırgan ölmüştü.
Sivas Madımak Oteli Katliamı davasının zaman aşımına uğradığı ve geçtiğimiz günlerde Ankara’da görülen davada mahkeme heyeti, firari 3 katliam sanığının yakalanıp yargılanmadan dosyanın kapanmayacağına hükmederek bir sonraki duruşmayı 26 Eylül 2019’a erteledi.
1993 yılında Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD) ve Kültür Bakanlığı’nın ortaklaşa düzenlediği Pir Sultan Abdal Şenlikleri’ne katılmak için eşiyle birlikte Sivas’a giden şair Hidayet Karakuş, o gün yaşananları unutamadığını söyledi.
Karakuş, olaylar sırasında otelin merdivenlerinde oturan nişanlı çiftlerin sıkıntıdan saçlarını ördüğünü gözyaşları içinde anlattı. Devletin bütün yurttaşlarına eşit mesafede durması gerektiğini belirten Karakuş, o gün devletin yanlarında olmadığının altını çizdi.
Karakuş, Sivas Katliamı davasının zaman aşımına uğramasına tepki göstererek, faillerinin belli olduğunu ancak korunduğunu ifade etti. Yaşananlar sırasında Sivas Belediye Başkanı olan Temel Karamolloğlu’nun ‘gazanız mübarek olsun’ sözlerini anımsatarak, “Orada yetkiliysen sorumlusun. Bugünlerde AKP’ye karşı laflar ediyor diye benim gözümde aklanmış değil” diyerek Karamollaoğlu’na tepki gösterdi.
Şair Karakuş, o dönemi yazarak atlattığını belirterek, Sivas Katliamı’ndan sonra, önce ‘Ateş Mektupları’ şiirlerini daha sonra ‘Şeytan Minareleri’ romanını yazdı.
“BİR GÜN ÖNCESİNDEN KALDIRIM TAŞLARI SÖKÜLMÜŞTÜ”
Sivas Katliamı tanığı Şair Hidayet Karakuş ile Sivas Katliamına dair konuştuk.
2 Temmuz 1993 tarihinde Türkiye tarihine bir katliam daha not düştü. Siz de yaşananlar sırasında oradaydınız. O gün ve öncesinde neler yaşandı?
Pir Sultan Abdal Kültür Derneği ile Kültür Bakanlığı’nın ortak düzenlediği bir etkinlikten bahsetti Ali Balkız. 1993 yılında. Gitmeyi kabul ettim ve eşimle beraber gittik. 2 Temmuz öncesinden herhangi bir sıkıntımız yoktu. 1 Temmuz sabahı vardığımız zaman pırıl pırıl bir Sivas havası, güneşli bir gün. Aklımıza öyle şeyler gelmiyor tabi, neşeli bir yolculuk yaptık. İki otobüs Kayseri üzerinden Sivas’a gittik. İlk gün gerçekten herhangi bir sorun yoktu.
Program yönünde yapılması gereken etkinlikler yapıldı, ikinci gün öğlene kadar da bir sorun yoktu ama bir iki sataşma olmuş. Aziz Nesin, ben saat 11.00 sıralarında imzadaydık. O arada Aziz Nesin’e sataşanlar olmuş. Onun dışında saat 12.00 sıralarında erken ayrıldım imza masasından.
Eşim rahatsızlandığı için otele döndüm. Otele döndüğümde eşim uyuyordu, yemekler ağır geldiği için biraz rahatsızlanmıştı. Sivas’a gittiğimde madımak otunu merak etmiştim ve pazar yerini buldum. Pazar yeri merkez camisine bakıyordu, o sırada gördüğüm bir bakkal vardı.
Yine camiye bakan bir bakkal. Oradan peynir aldım, köşeden de ekmek alacaktım. Ama bakkaldan çıktığım zaman cami avlusundan bir öbeğin sloganlar attığını ortalarından da alevlerin yükseldiğini gördüm. Bir yurttaş da cami duvarının dışında onları izliyordu. Bunlar ne yapıyor dedim; Amerikan bayrağı yakıyorlar dedi.
O anda aklıma bir şey gelmedi. Acele ekmeği aldım otele yürüdüm. Cumhuriyet lokantası yolumun üzerindeydi, arkadaşları uyarmak istedim ama ben caddeye çıktığım zaman camiden boşalan kalabalık 80-100 kişiydi. Arkadaşlar da durumu görmüş, yemekleri bırakmış kaldırımlara çıkarak göstericileri izliyorlardı.
“KÖTÜLÜĞÜ ÖRGÜTLEYENLER HER ŞEYİ AYRINTILARINA KADAR ÖRGÜTLÜYORLAR”
Sonuçta odaya geldim, ekmeğimizi yedik. Eşime dışarıda olayların olduğunu söyledim. Büyük olasılıkla bize tepki gösteriyorlar, odayı, valizimizi toplayalım dedik. Ayrılacaktık otelden. İşler bitmişti, etkinlik sürdürülmeyecekti, belliydi.
Sonuçta saat 14.10’da otele ilk taş düştü. Ama şunu belirtmeliyim ki bir gün öncesinden otele giderken PTT’nin önündeki kaldırım taşları sökülüp bir kenara yığılıyordu. Bunları sonradan düşünüyorsunuz, o an aklınıza bir şey gelmiyor.
Dahası ben kaldırım taşlarını söken işçiye kolay gelsin dediğim zaman ağzının içinden konuşarak bir şeyler dedi. Ama biz insanca geleneğimiz gereği çalışan insana ‘kolay gelsin’ deriz. O gün içinde Sivas’ta dolaştığımız zaman da başka yerde kaldırım çalışması görmedik.
Bizim aklımıza kötü şeyler gelmiyor ama kötülüğü örgütleyenler her şeyi ayrıntılarına kadar örgütlüyorlar. Sonuçta otel taşlanırken kaldırım taşlarının kullanıldığı bir gerçek.
“OTELDE 5-6 SAAT TAŞLANDIK, BÜTÜN CAMLAR AŞAĞI İNDİRİLMİŞTİ”
Böyle olacağı tahmin edilmiyordu. İşin içinde devlet var, Kültür Bakanlığı var. Kültür Bakanlığı olunca diyorsunuz ki; devletin düzenlediği bir şey. Sadece PSAKD düzenlese belki düşünürsünüz hani ‘bir tepki falan olur’ diye. Laik bir Türkiye Cumhuriyet inde yaşıyoruz diye düşünüyoruz. Kimseyi Alevi-Sünni diye ayırmanın ya da Türk-Kürt diye ayırmanın anlamı yok. İnsanlığın tarihine aykırı bir şey.
Otele ilk taş saat 14.10 sıralarında düştü. Ondan sonra yağmaya başladı. Otelde bütün camlar aşağı indi, 5-6 saat taşlandık.
Karamolloğlu’nun sesini duyduk. Kalabalığa sesleniyor, kalabalık türlü sloganlar atarak bağırıyor ama vasat sloganlar. ‘Şeriat gelecek laiklik bitecek’, ‘Cumhuriyet burada kuruldu burada yıkılacak’, ‘Hain vali şeytan Aziz’ sloganları atılıyordu.
“OTELİN KARŞISINDAKİ HAN BİLE SALDIRGANLARLA, MOLOZ, TAŞ VE TUĞLALARLA DOLUYDU”
Bunlar kulağımızla duyduğumuz sloganlar. Çünkü camiden çıkan kalabalık ilk anda 80-100 kişi görünse de binler oluşturuyordu. Çünkü kültür merkezine kadar yürüyüp dönmüşlerdi. Her gidiş dönüşlerinde kalabalık çoğaldı. Biz ancak otelin içinde ne görebildiysek onu gördük. Ama haykırışlar, sloganlar kulağımıza kadar geliyordu.
Örneğin; üçüncü kattan kapı aralığından caddeye baktığım zaman atılan taşların odanın kapısının arkasına kadar
Ali Balkız ile ‘otelden başka çıkış var mı?’ diye baktık. Yangın merdiveninden kullanalım dedik, ama kapısı kilitliydi. Anahtarı bulsak bile caddeye çıktığı için gidemezdik. Çatıya kadar çıktık Ali Balkız ile. Çatıya çıktığımızda karşımızdaki iş hanının bütün katlarının saldırganlarla dolu olduğunu gördük.
Bütün katlar molozlarla, taşlarla, tuğlalarla donatılmış. Düşünün ki 3. katın odasına atılan taşın kapı ardına kadar düşmesi mümkün değil. Karşıdan taşlanıyorduk. Çıkışın olmayacağını görünce indik tekrar.
“GELEN ASKERLERE EĞİTİM VERMEK İSTEMİŞLER”
Bir ara saat 16.00 sıralarında alana bir askeri birlik girdi. 21 çocuk varmış, yeni yemin etmiş bir takım. Tüfeklerini çapraz tutmuşlar alana girdiler. İşte o zaman ‘en büyük asker bizim asker’ diyerek askerleri övmeye başladılar. Sonradan öğrendiğim kadarıyla arkadaşımın oğlu da o askerlerin içindeymiş. Olaylardan çok sonra anlattı. Onlara eğitim vermek istemişler. Kubilay’daki gibi. Silahları eğitim mermisiyle dolu, hiçbir etkisi olmayacak mermiler. Yani 21 kişi ne yapabilecekti ki….
Kısacası 15.30 sıralarında Temel Karamollaoğlu’nun ‘Gazanız mübarek olsun, artık dağılalım, gereken tepkiyi gösterdik’ dediğini duyduk.
Otel daha sonra ateşe verildi. Askerler geldikten sonra Aziz Nesin’in yanına gittim; ‘Aziz abi asker geldi’ dedim. ‘Gerçekten geldi mi?’ dedi. Kuşkucu biriydi, doğru sezgileri vardı. 15.00 sıralarında Aziz Nesin, Erdal İnönü ile görüştü. Arif Sağ Ankara’da ulaşabildiği herkese ulaştı. Erdal İnönü’nün söylediği şey şu; ‘Sakin olun, devlet yanınızdadır’ falan. Ama ne yazık ki biz o devleti yanımızda göremedik o zaman.
“OTELİN GİRİŞİNE BARİKAT KURANLAR İLK OLARAK HAYATINI KAYBETTİ”
15.30 sıralarında dünya ile bağlantılarımız kesildi. Biz merdivenlerde bekleşiyoruz. Kapı önlerinde konuşuyoruz. O gün yanımda eşim olmasaydı ben de ölmüştüm. Çünkü yanında eşi olmayan arkadaşlar; Asaf Koçak, Behçet Aysan, Metin Altıok, Erdal Ayrancı, Uğur Kaynar pek çok insan merdivende barikat kurdular.
Çünkü bizim yanımızda merdivende oturan nişanlı çocuklar vardı, semah dönenlerden vardı. Onları korumak için otele yapılacak saldırıyı merdivenlerde püskürtmek için arkadaşlar barikat kurmuşlardı. İlk hayatını kaybedenler de onlar oldu. Çünkü aşağıda ilk yangın başlayınca karbon monoksit gazı bir baca gibi merdivenlerden yükseliyor, beş dakika içinde zaten boğuyormuş. Gazın özelliği o.
“YAKIYORLAR BİZİ”
Otel taşlanırken biz saat 18.00 sıralarında Zerin Taş pınar, Lütfi ye Aydın üçümüz 109 numaralı odada televizyonları karıştırdık. Star ya da Show idi ‘Sivas’ta olaylar’ diye başlık geçti.
Onlar televizyon karıştırırken ben arka odadan dışarıya baktım, üçgenimsi korkuluksuz bir balkon gördüm. İçimden ‘burası bizi bir süre koruyabilir’ diye geçirdim. Sonra 19.30 sıralarında aşağıdan gaz kokuları gelmeye başladı. Zerin ‘yakıyorlar bizi’ dedi. Sonra saat 19.50 sıralarında bir ses ‘arkadaşlar aşağı’ dedi. Ben karımın elini tuttum, merdivenlerden aşağı gittik. Daha inmeden bizi büyük bir sıcaklık ve duman karşıladı. O zaman bir ses ‘arkadaşlar yukarı’ dedi.
Ben de gündüz gördüğüm o yeri anımsayarak arka odalara yöneldik. Biz camları kırıp dışarı çıkıp balkonumsu yere çıktık. Sonuçta biz oradan ‘ne yaparız’ diye bakarken karşıdaki pencereyi gördük. O iki pencerede de iki tane aczmendi, sırıklarıyla bizi “girdiğiniz yerden çıkın” gibi ağız dolusu küfürlerle oraya sokmak istemediler.
Benim aklımdan şu geçti: ‘Aczmendilerle kavga edeceğiz, kazanırsak yaşayacağız, kazanamazsak zaten geri dönsek öleceğiz’. Biz dönmedik ama dönen arkadaşlar oldu. Biz kendi aramızda konuşurken birden o aczmendilerin gittiğini yerlerine tıknaz bir adamın geldiğini gördük. Bize ‘arkadaşlar gelin’ dedi. Eşim korktu, orada öleceğimize burada ölürüz dedi. Ama aynı anda diğer pencerede Aziz Nesin’in üç korumasından birini gördüm. Asayiş Şube Müdürü Mehmet, elinde telsiziyle ‘gelin’ dedi. İki bina arasına eternit gibi bir şey koymuşlar biz onun üzerinden indik. Bizim arkamızdan da pek çok kişi geldi. Karşı binanın ne olduğunu bilmiyoruz ama bizden önce geçenler vardı. İçeridekiler bize ne yapacaklarını bilmiyorlar. Dışarıda olaylar devam ediyor.
“BÜTÜN ARKADAŞLARIMIZIN KURTULDUĞUNU SANIYORDUK, AMA AKŞAM DEHŞETİ GÖRDÜK”
45 dakika kadar orada kaldık. Sonra ışıkları söndürülmüş merdivenlerden indirildik. Aziz Nesin’in 3 tane koruması vardı orada. Birisi 15.30 sularında kayboldu, diğeri 17 sularında kayboldu ama komiser Mehmet sonuna kadar bizim yanımızda oldu. O olmasa biz kurtulamazdık. Komiser Mehmet’in sağladığı belediye servis aracıyla Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldük. Saat 21.00 sıralarıydı.
Biz geceyi orada geçirdik. Şu duygu içindeydik: ‘biz kurtulduk ki bütün arkadaşlarımız kurtuldu’. Akşam saat 22.00’de televizyonları izlediğimiz zaman yaşadığımız dehşetin boyutlarını gördük.
Büyük bir acıya gömüldük. Yapılacak hiçbir şey yok, kapana kısılmış gibiydik. Tabi biz çıkarken, emniyet müdürlüğüne götürülürken dışarıdan silah sesleri geliyordu. Büyük olasılıkla çatışma vardı.
“DEVLET KATİLLERE SAHİP ÇIKTI”
Süren davalar, temyizler, müdahil avukatların talepleri yıllarca devam etti. Sivas Katliamı davası 20 yılın ardından zaman aşımı gerekçesiyle kapatıldı. Firari sanıklar hala aranıyor. Katliamda ismi geçen insanlar devlet kademelerinde görev aldı. Tüm bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Devlet dediğimiz aygıt bütün yurttaşlarına eşit olması, eşit davranması gerekirken yasaları eşit uygulaması gerekirken, ‘benim katilim’ dercesine sahip çıktı onlara. Daha o dönemde Adalet Bakanı olan Şevket Kazan avukatlıklarını üstlenmeye kalktı. Ama yasa izin vermediği için avukatlık alamadı. Büyük tepki gördü zaten.
Yani Refah Partisi’nin Adalet Bakanı. Sarıklıları, oteli yakanları, cinayet işleyenleri, katliam yapanları savunmaya kalkıştı. Ama zaten o süreçte SHP ve DYP’nin yaptığı yeni bir koalisyon hükümeti vardı. Tansu Çiller’in başbakan olduğu, saçma sapan konuştuğu bir süreç var.
“BİR SAATTE GELİNECEK SİVAS’A ERTESİ GÜN GELİNDİ”
Erdal İnönü’nün çok edilgen bir süreci var. Bir saat içinde gelinebilecek bir Sivas’a ertesi gün geldi. 37 insan ölmüş. Ama devlet seyirci kaldı. Dahası şımarık bir İçişleri Bakanı vardı, Mehmet Gazioğlu. Olayları koltuğunda dönerek, sırıtarak anlatıyordu. Televizyonlarda bunu gördük.
Televizyondaki anlatımları gördükçe biz de emniyet müdürlüğünde acı içinde tedirgin olduk.
Tabi tepki de gösterdik, ‘bunlar yalan söylüyor’ dedik.
Olması gereken bu değil.
Tansu Çiller, ‘Oteli saran yurttaşlarımıza bir şey olmamış’ dedi.
Söylenecek söz değil. Sen başbakansan her candan sorumlusun. Süleyman Demirel, ‘Emniyet güçleriyle halkı karşı karşıya getirmeyin’ dedi.
Peki, ne olacak? Halk isyan etsin.
Onlar halk değildi; çapulcular, tam anlamıyla şeriatçılar isyan ediyordu.
Türkiye Cumhuriyeti devletine isyan ediyorlar.
Devlet düzenini sağlamak görevindeki kişiler ne yazık ki böyle davrandılar.
Tabi ki olaylar, sonuçta Cafer Erçakmak yıllarca 100 metre ötesinde yaşamış emniyet müdürlüğünün. Aziz Nesin’i merdivenlerden inerken tartaklayan isim.
Pek çoğu Almanya’da dönercilik yapıyor.
Biliniyor ama istenilmiyor, getirilmiyor, istense de yalandan isteniyor.
Bu bakımdan ister adına derin devlet diyelim, ister yandaşların oluşturduğu devlet diyelim ne yazık ki katliamlar sürdü sürecek.
“BİZ GİTMEDEN 95 ÖĞRENCİ YURDU DOLDURULMUŞTU”
Son dönemlerde Temel Karamollaoğlu’nun söylemleri çok gündeme geldi. Sivas’ı hala bir katliam olarak tanımlamaktan imtina etti. Maraş Katliamı ve diğer katliamlarda olduğu gibi, söz konusu katliamlarda ismi geçen isimlerin katliama yönelik rahat ifadelerini nasıl değerlendirmek gerekir?
Bunlar kendi yaptıklarına hiçbir zaman katliam demezler.
Çünkü katliam dedikleri zaman suçlu olacaklardır.
Bunlar, onlar için sıradan olaylardır.
Sıradan olaylar olduğu zaman sorumluluktan kurtulduklarını sanıyorlar.
Orada yetkiliysen sorumlusun.
Temel Karamollaoğlu bugünlerde AKP’ye karşı laflar ediyor diye benim gözümde aklanmış değil. Çünkü ‘gazanız mübarek olsun dediği zaman’ aslında cihada kalkışan insanlar gaza yapar.
Gaza nedir, kutsal din savaşıdır.
Sen ‘gazanız mübarek olsun’ dediğiniz zaman bu insanları kutsamış oluyorsun.
Dolayısıyla sen onların ortağısın. Onların işbirlikçisisin.
Biz varmadan 95 öğrenci yurdunu doldurduğunu öğrendik.
Belediyenin bundan haberdar olmaması mümkün mü?
Emniyet Müdürlüğü’nün bundan haberdar olmaması mümkün mü?
Kaldı ki kapıların altından atılan Müslüman kardeşler bildirileri var.
Bunlar bizim elimize de geçti.
Bu iktidarı yaratan güçlerin başında siz varsınız.
Bu iktidarı yaratanların, bu ülkeyi satanların yanında geçmişte siz vardınız.
Bunları siz yetiştirdiniz. Hiç kimse kendini kandırmasın.
“HER KATLİAM İNSANLIK SUÇUDUR”
Geçmiş suçlarının unutulduğunu sanıyorlar. Hayır unutulamaz. Çünkü katliam insanlık suçudur. Yani aslında her katliam insanlık suçudur.
1978 yılındaki Kahramanmaraş olayları nereden çıktı.
Din yobazlarından çıktı.
Sivas, Çorum olayları ve 1993’de Sivas Katliamı.
Bu tarihsel süreçte din ve devlet işleri tam ayrılmadığı sürece, dini vicdanlara bırakmadığımız sürece katliamlar devam edecektir.
İnançlar tartışılmaz, düşünceler tartışılır.
Düşünce bilgiye dayalıdır, inanç bilgi gerektirmez.
Teslim edersin kendini tanrıya, peygambere.
Onlar senin yerine düşünürler, onlar senin yerine karar verirler.
Sen insan olarak herhangi bir etkinlikte bulunamazsın.
Derse ki önde öldür bunu. Düşünmezsin öldürürsün. İnsanlığın tarihi dinlerin katliamıyla, din savaşlarıyla dolu. Laik, demokratik Türkiye Cumhuriyetine karşı bir kalkışmadır.
“BÜTÜN DERDİMİZ KATLİAMI UNUTTURMAMAK”
Katliamın üzerinden 26 yıl geçti. Siz bu katliamdan sonra neler yaptınız, yaşamınızda nasıl değişiklikler oldu? Size yansımaları nasıl oldu?
Biz ancak anmalarla geçmişi yaşamaya ve yaşatmaya çalışıyoruz ya da tarihi unutturmamaya çalışıyoruz.
Bütün derdimiz bu.
Bundan sonraki yeni kuşaklar bunu bilsinler geleceğe ona göre hazırlansınlar.
Bilimle hazırlansınlar, şiir ve öyküyle hazırlansınlar.
Çünkü bilinç bunu gerektiriyor.
Bilinçli insan Türkiye Cumhuriyetine laik diye sahip çıkmak zorunda. Laiklik bugün bütün çelişkilerin önüne geçmiştir.
Bugün Türkiye’deki en önemli çelişki laiklik ile şeriat isteyenlerin arasındaki savaştır. 26 yıl geçti anmalar sürecek, sürmeli de. Ben bu süreçte geldiğimde psikiyatrisi arkadaşım, ‘şu anda çok sakin görünüyorsunuz ama bunun acısı sonra çıkacak’ dedi.
Ama galiba benim şansım yazmak oldu. İşte önce ‘Ateş Mektupları’ şiirlerini yazdım. Sonra ‘Şeytan Minareleri’ romanını yazdım. Bu süreçte başka şeyler de yazdım. Beni sağalttı ya da Sivas Katliamı’nın canımdaki izlerini hafifletti. Ama bu unutma anlamında değil daha bilinçli düşünme anlamında değerlendirdi.
“MECLİSE SORULAN BÜTÜN SORULAR ENGELLENİYOR”
Peki var olan Alevi örgütlülüğü gerçekten Sivas’ın hesabını her anlamda sorabildi mi?
Sivas’ın hesabını örgütlülük soramaz.
Neden soramaz; devlet varken soramıyorsa hangi örgütlülük sorabilir.
Diyelim Kültür Bakanlığı soramaz. Meclis sormuyor, mecliste sorulan bütün sorular engelleniyor. Komisyon kurulmuyor. Mecliste taraftarları var, çoğunlukla taraftarlar bunlardan. O yüzden kolay değil. Hesap soracak olan laik devlettir. Laik devlet, geçmişte yapılan bütün katliamların, devlete karşı işlenmiş suçların hesabını sormak zorunda. O zamanlar devlet güvenlik mahkemeleri vardı. Bu mahkemelere biz ifade verdik. Avukatlarımız mahkemeleri sürdürdü. Ancak Türkiye’de hep yasalar kişiye göre değişiyor, öbeklere göre değişiyor, mezheplere göre uygulanıyor. O yüzden biz hep azınlıktayız ya da hep yenilen gibi görünüyoruz. Ancak tarihsel süreç içinde bilim, sanat, kültür, aydınlık mutlaka bu karanlık düşünceleri yenecektir.
Son olarak bir çağrınız var mı?
Bilimden, sanattan, kültürden başka bizi bu katliamlardan kurtaracak bir yol göremiyorum. Bilimsel düşünme yolu.
Ersin ÖZGÜL/Semra ACAR
İZMİRSivas Katliamı’ndan kurtulan Karakuş:
O gün devleti yanımızda göremedik
2 Temmuz 1993, bir katliam tarihi olarak hafızalara kazındı. O gün yaşananların tanıklarından, katliamdan eşiyle birlikte kurtulan Şair Hidayet Karakuş, otelde yaşananları gözyaşları içinde anlattı. Ogün devleti yanlarında göremediğine dikkat çeken Karakuş, bütün katliamların insanlık suçu olduğunu vurguladı.
2 Temmuz 1993, bir katliam tarihi olarak hafızalara kazındı. O gün, Pir Sultan Abdal’ı Anma Şenlikleri’ne katılmak için Sivas’a giden aydın ve sanatçılardan 33’ü, kaldıkları otelin yakılması sonucu hayatını kaybetmişti. Katliam sırasında iki otel görevlisi ile iki de saldırgan ölmüştü.
Sivas Madımak Oteli Katliamı davasının zaman aşımına uğradığı ve geçtiğimiz günlerde Ankara’da görülen davada mahkeme heyeti, firari 3 katliam sanığının yakalanıp yargılanmadan dosyanın kapanmayacağına hükmederek bir sonraki duruşmayı 26 Eylül 2019’a erteledi.
1993 yılında Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD) ve Kültür Bakanlığı’nın ortaklaşa düzenlediği Pir Sultan Abdal Şenlikleri’ne katılmak için eşiyle birlikte Sivas’a giden şair Hidayet Karakuş, o gün yaşananları unutamadığını söyledi.
Karakuş, olaylar sırasında otelin merdivenlerinde oturan nişanlı çiftlerin sıkıntıdan saçlarını ördüğünü gözyaşları içinde anlattı. Devletin bütün yurttaşlarına eşit mesafede durması gerektiğini belirten Karakuş, o gün devletin yanlarında olmadığının altını çizdi.
Karakuş, Sivas Katliamı davasının zaman aşımına uğramasına tepki göstererek, faillerinin belli olduğunu ancak korunduğunu ifade etti. Yaşananlar sırasında Sivas Belediye Başkanı olan Temel Karamolloğlu’nun ‘gazanız mübarek olsun’ sözlerini anımsatarak, “Orada yetkiliysen sorumlusun. Bugünlerde AKP’ye karşı laflar ediyor diye benim gözümde aklanmış değil” diyerek Karamollaoğlu’na tepki gösterdi.
Şair Karakuş, o dönemi yazarak atlattığını belirterek, Sivas Katliamı’ndan sonra, önce ‘Ateş Mektupları’ şiirlerini daha sonra ‘Şeytan Minareleri’ romanını yazdı.
“BİR GÜN ÖNCESİNDEN KALDIRIM TAŞLARI SÖKÜLMÜŞTÜ”
Sivas Katliamı tanığı Şair Hidayet Karakuş ile Sivas Katliamına dair konuştuk.
2 Temmuz 1993 tarihinde Türkiye tarihine bir katliam daha not düştü. Siz de yaşananlar sırasında oradaydınız. O gün ve öncesinde neler yaşandı?
Pir Sultan Abdal Kültür Derneği ile Kültür Bakanlığı’nın ortak düzenlediği bir etkinlikten bahsetti Ali Balkız. 1993 yılında. Gitmeyi kabul ettim ve eşimle beraber gittik. 2 Temmuz öncesinden herhangi bir sıkıntımız yoktu. 1 Temmuz sabahı vardığımız zaman pırıl pırıl bir Sivas havası, güneşli bir gün. Aklımıza öyle şeyler gelmiyor tabi, neşeli bir yolculuk yaptık. İki otobüs Kayseri üzerinden Sivas’a gittik. İlk gün gerçekten herhangi bir sorun yoktu.
Program yönünde yapılması gereken etkinlikler yapıldı, ikinci gün öğlene kadar da bir sorun yoktu ama bir iki sataşma olmuş. Aziz Nesin, ben saat 11.00 sıralarında imzadaydık. O arada Aziz Nesin’e sataşanlar olmuş. Onun dışında saat 12.00 sıralarında erken ayrıldım imza masasından.
Eşim rahatsızlandığı için otele döndüm. Otele döndüğümde eşim uyuyordu, yemekler ağır geldiği için biraz rahatsızlanmıştı. Sivas’a gittiğimde madımak otunu merak etmiştim ve pazar yerini buldum. Pazar yeri merkez camisine bakıyordu, o sırada gördüğüm bir bakkal vardı.
Yine camiye bakan bir bakkal. Oradan peynir aldım, köşeden de ekmek alacaktım. Ama bakkaldan çıktığım zaman cami avlusundan bir öbeğin sloganlar attığını ortalarından da alevlerin yükseldiğini gördüm. Bir yurttaş da cami duvarının dışında onları izliyordu. Bunlar ne yapıyor dedim; Amerikan bayrağı yakıyorlar dedi.
O anda aklıma bir şey gelmedi. Acele ekmeği aldım otele yürüdüm. Cumhuriyet lokantası yolumun üzerindeydi, arkadaşları uyarmak istedim ama ben caddeye çıktığım zaman camiden boşalan kalabalık 80-100 kişiydi. Arkadaşlar da durumu görmüş, yemekleri bırakmış kaldırımlara çıkarak göstericileri izliyorlardı.
“KÖTÜLÜĞÜ ÖRGÜTLEYENLER HER ŞEYİ AYRINTILARINA KADAR ÖRGÜTLÜYORLAR”
Sonuçta odaya geldim, ekmeğimizi yedik. Eşime dışarıda olayların olduğunu söyledim. Büyük olasılıkla bize tepki gösteriyorlar, odayı, valizimizi toplayalım dedik. Ayrılacaktık otelden. İşler bitmişti, etkinlik sürdürülmeyecekti, belliydi.
Sonuçta saat 14.10’da otele ilk taş düştü. Ama şunu belirtmeliyim ki bir gün öncesinden otele giderken PTT’nin önündeki kaldırım taşları sökülüp bir kenara yığılıyordu. Bunları sonradan düşünüyorsunuz, o an aklınıza bir şey gelmiyor.
Dahası ben kaldırım taşlarını söken işçiye kolay gelsin dediğim zaman ağzının içinden konuşarak bir şeyler dedi. Ama biz insanca geleneğimiz gereği çalışan insana ‘kolay gelsin’ deriz. O gün içinde Sivas’ta dolaştığımız zaman da başka yerde kaldırım çalışması görmedik.
Bizim aklımıza kötü şeyler gelmiyor ama kötülüğü örgütleyenler her şeyi ayrıntılarına kadar örgütlüyorlar. Sonuçta otel taşlanırken kaldırım taşlarının kullanıldığı bir gerçek.
“OTELDE 5-6 SAAT TAŞLANDIK, BÜTÜN CAMLAR AŞAĞI İNDİRİLMİŞTİ”
Böyle olacağı tahmin edilmiyordu. İşin içinde devlet var, Kültür Bakanlığı var. Kültür Bakanlığı olunca diyorsunuz ki; devletin düzenlediği bir şey. Sadece PSAKD düzenlese belki düşünürsünüz hani ‘bir tepki falan olur’ diye. Laik bir Türkiye Cumhuriyet inde yaşıyoruz diye düşünüyoruz. Kimseyi Alevi-Sünni diye ayırmanın ya da Türk-Kürt diye ayırmanın anlamı yok. İnsanlığın tarihine aykırı bir şey.
Otele ilk taş saat 14.10 sıralarında düştü. Ondan sonra yağmaya başladı. Otelde bütün camlar aşağı indi, 5-6 saat taşlandık.
Karamolloğlu’nun sesini duyduk. Kalabalığa sesleniyor, kalabalık türlü sloganlar atarak bağırıyor ama vasat sloganlar. ‘Şeriat gelecek laiklik bitecek’, ‘Cumhuriyet burada kuruldu burada yıkılacak’, ‘Hain vali şeytan Aziz’ sloganları atılıyordu.
“OTELİN KARŞISINDAKİ HAN BİLE SALDIRGANLARLA, MOLOZ, TAŞ VE TUĞLALARLA DOLUYDU”
Bunlar kulağımızla duyduğumuz sloganlar. Çünkü camiden çıkan kalabalık ilk anda 80-100 kişi görünse de binler oluşturuyordu. Çünkü kültür merkezine kadar yürüyüp dönmüşlerdi. Her gidiş dönüşlerinde kalabalık çoğaldı. Biz ancak otelin içinde ne görebildiysek onu gördük. Ama haykırışlar, sloganlar kulağımıza kadar geliyordu.
Örneğin; üçüncü kattan kapı aralığından caddeye baktığım zaman atılan taşların odanın kapısının arkasına kadar
Ali Balkız ile ‘otelden başka çıkış var mı?’ diye baktık. Yangın merdiveninden kullanalım dedik, ama kapısı kilitliydi. Anahtarı bulsak bile caddeye çıktığı için gidemezdik. Çatıya kadar çıktık Ali Balkız ile. Çatıya çıktığımızda karşımızdaki iş hanının bütün katlarının saldırganlarla dolu olduğunu gördük.
Bütün katlar molozlarla, taşlarla, tuğlalarla donatılmış. Düşünün ki 3. katın odasına atılan taşın kapı ardına kadar düşmesi mümkün değil. Karşıdan taşlanıyorduk. Çıkışın olmayacağını görünce indik tekrar.
“GELEN ASKERLERE EĞİTİM VERMEK İSTEMİŞLER”
Bir ara saat 16.00 sıralarında alana bir askeri birlik girdi. 21 çocuk varmış, yeni yemin etmiş bir takım. Tüfeklerini çapraz tutmuşlar alana girdiler. İşte o zaman ‘en büyük asker bizim asker’ diyerek askerleri övmeye başladılar. Sonradan öğrendiğim kadarıyla arkadaşımın oğlu da o askerlerin içindeymiş. Olaylardan çok sonra anlattı. Onlara eğitim vermek istemişler. Kubilay’daki gibi. Silahları eğitim mermisiyle dolu, hiçbir etkisi olmayacak mermiler. Yani 21 kişi ne yapabilecekti ki….
Kısacası 15.30 sıralarında Temel Karamollaoğlu’nun ‘Gazanız mübarek olsun, artık dağılalım, gereken tepkiyi gösterdik’ dediğini duyduk.
Otel daha sonra ateşe verildi. Askerler geldikten sonra Aziz Nesin’in yanına gittim; ‘Aziz abi asker geldi’ dedim. ‘Gerçekten geldi mi?’ dedi. Kuşkucu biriydi, doğru sezgileri vardı. 15.00 sıralarında Aziz Nesin, Erdal İnönü ile görüştü. Arif Sağ Ankara’da ulaşabildiği herkese ulaştı. Erdal İnönü’nün söylediği şey şu; ‘Sakin olun, devlet yanınızdadır’ falan. Ama ne yazık ki biz o devleti yanımızda göremedik o zaman.
“OTELİN GİRİŞİNE BARİKAT KURANLAR İLK OLARAK HAYATINI KAYBETTİ”
15.30 sıralarında dünya ile bağlantılarımız kesildi. Biz merdivenlerde bekleşiyoruz. Kapı önlerinde konuşuyoruz. O gün yanımda eşim olmasaydı ben de ölmüştüm. Çünkü yanında eşi olmayan arkadaşlar; Asaf Koçak, Behçet Aysan, Metin Altıok, Erdal Ayrancı, Uğur Kaynar pek çok insan merdivende barikat kurdular.
Çünkü bizim yanımızda merdivende oturan nişanlı çocuklar vardı, semah dönenlerden vardı. Onları korumak için otele yapılacak saldırıyı merdivenlerde püskürtmek için arkadaşlar barikat kurmuşlardı. İlk hayatını kaybedenler de onlar oldu. Çünkü aşağıda ilk yangın başlayınca karbon monoksit gazı bir baca gibi merdivenlerden yükseliyor, beş dakika içinde zaten boğuyormuş. Gazın özelliği o.
“YAKIYORLAR BİZİ”
Otel taşlanırken biz saat 18.00 sıralarında Zerin Taş pınar, Lütfi ye Aydın üçümüz 109 numaralı odada televizyonları karıştırdık. Star ya da Show idi ‘Sivas’ta olaylar’ diye başlık geçti.
Onlar televizyon karıştırırken ben arka odadan dışarıya baktım, üçgenimsi korkuluksuz bir balkon gördüm. İçimden ‘burası bizi bir süre koruyabilir’ diye geçirdim. Sonra 19.30 sıralarında aşağıdan gaz kokuları gelmeye başladı. Zerin ‘yakıyorlar bizi’ dedi. Sonra saat 19.50 sıralarında bir ses ‘arkadaşlar aşağı’ dedi. Ben karımın elini tuttum, merdivenlerden aşağı gittik. Daha inmeden bizi büyük bir sıcaklık ve duman karşıladı. O zaman bir ses ‘arkadaşlar yukarı’ dedi.
Ben de gündüz gördüğüm o yeri anımsayarak arka odalara yöneldik. Biz camları kırıp dışarı çıkıp balkonumsu yere çıktık. Sonuçta biz oradan ‘ne yaparız’ diye bakarken karşıdaki pencereyi gördük. O iki pencerede de iki tane aczmendi, sırıklarıyla bizi “girdiğiniz yerden çıkın” gibi ağız dolusu küfürlerle oraya sokmak istemediler.
Benim aklımdan şu geçti: ‘Aczmendilerle kavga edeceğiz, kazanırsak yaşayacağız, kazanamazsak zaten geri dönsek öleceğiz’. Biz dönmedik ama dönen arkadaşlar oldu. Biz kendi aramızda konuşurken birden o aczmendilerin gittiğini yerlerine tıknaz bir adamın geldiğini gördük. Bize ‘arkadaşlar gelin’ dedi. Eşim korktu, orada öleceğimize burada ölürüz dedi. Ama aynı anda diğer pencerede Aziz Nesin’in üç korumasından birini gördüm. Asayiş Şube Müdürü Mehmet, elinde telsiziyle ‘gelin’ dedi. İki bina arasına eternit gibi bir şey koymuşlar biz onun üzerinden indik. Bizim arkamızdan da pek çok kişi geldi. Karşı binanın ne olduğunu bilmiyoruz ama bizden önce geçenler vardı. İçeridekiler bize ne yapacaklarını bilmiyorlar. Dışarıda olaylar devam ediyor.
“BÜTÜN ARKADAŞLARIMIZIN KURTULDUĞUNU SANIYORDUK, AMA AKŞAM DEHŞETİ GÖRDÜK”
45 dakika kadar orada kaldık. Sonra ışıkları söndürülmüş merdivenlerden indirildik. Aziz Nesin’in 3 tane koruması vardı orada. Birisi 15.30 sularında kayboldu, diğeri 17 sularında kayboldu ama komiser Mehmet sonuna kadar bizim yanımızda oldu. O olmasa biz kurtulamazdık. Komiser Mehmet’in sağladığı belediye servis aracıyla Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldük. Saat 21.00 sıralarıydı.
Biz geceyi orada geçirdik. Şu duygu içindeydik: ‘biz kurtulduk ki bütün arkadaşlarımız kurtuldu’. Akşam saat 22.00’de televizyonları izlediğimiz zaman yaşadığımız dehşetin boyutlarını gördük.
Büyük bir acıya gömüldük. Yapılacak hiçbir şey yok, kapana kısılmış gibiydik. Tabi biz çıkarken, emniyet müdürlüğüne götürülürken dışarıdan silah sesleri geliyordu. Büyük olasılıkla çatışma vardı.
“DEVLET KATİLLERE SAHİP ÇIKTI”
Süren davalar, temyizler, müdahil avukatların talepleri yıllarca devam etti. Sivas Katliamı davası 20 yılın ardından zaman aşımı gerekçesiyle kapatıldı. Firari sanıklar hala aranıyor. Katliamda ismi geçen insanlar devlet kademelerinde görev aldı. Tüm bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Devlet dediğimiz aygıt bütün yurttaşlarına eşit olması, eşit davranması gerekirken yasaları eşit uygulaması gerekirken, ‘benim katilim’ dercesine sahip çıktı onlara. Daha o dönemde Adalet Bakanı olan Şevket Kazan avukatlıklarını üstlenmeye kalktı. Ama yasa izin vermediği için avukatlık alamadı. Büyük tepki gördü zaten.
Yani Refah Partisi’nin Adalet Bakanı. Sarıklıları, oteli yakanları, cinayet işleyenleri, katliam yapanları savunmaya kalkıştı. Ama zaten o süreçte SHP ve DYP’nin yaptığı yeni bir koalisyon hükümeti vardı. Tansu Çiller’in başbakan olduğu, saçma sapan konuştuğu bir süreç var.
“BİR SAATTE GELİNECEK SİVAS’A ERTESİ GÜN GELİNDİ”
Erdal İnönü’nün çok edilgen bir süreci var. Bir saat içinde gelinebilecek bir Sivas’a ertesi gün geldi. 37 insan ölmüş. Ama devlet seyirci kaldı. Dahası şımarık bir İçişleri Bakanı vardı, Mehmet Gazioğlu. Olayları koltuğunda dönerek, sırıtarak anlatıyordu. Televizyonlarda bunu gördük.
Televizyondaki anlatımları gördükçe biz de emniyet müdürlüğünde acı içinde tedirgin olduk.
Tabi tepki de gösterdik, ‘bunlar yalan söylüyor’ dedik.
Olması gereken bu değil.
Tansu Çiller, ‘Oteli saran yurttaşlarımıza bir şey olmamış’ dedi.
Söylenecek söz değil. Sen başbakansan her candan sorumlusun. Süleyman Demirel, ‘Emniyet güçleriyle halkı karşı karşıya getirmeyin’ dedi.
Peki, ne olacak? Halk isyan etsin.
Onlar halk değildi; çapulcular, tam anlamıyla şeriatçılar isyan ediyordu.
Türkiye Cumhuriyeti devletine isyan ediyorlar.
Devlet düzenini sağlamak görevindeki kişiler ne yazık ki böyle davrandılar.
Tabi ki olaylar, sonuçta Cafer Erçakmak yıllarca 100 metre ötesinde yaşamış emniyet müdürlüğünün. Aziz Nesin’i merdivenlerden inerken tartaklayan isim.
Pek çoğu Almanya’da dönercilik yapıyor.
Biliniyor ama istenilmiyor, getirilmiyor, istense de yalandan isteniyor.
Bu bakımdan ister adına derin devlet diyelim, ister yandaşların oluşturduğu devlet diyelim ne yazık ki katliamlar sürdü sürecek.
“BİZ GİTMEDEN 95 ÖĞRENCİ YURDU DOLDURULMUŞTU”
Son dönemlerde Temel Karamollaoğlu’nun söylemleri çok gündeme geldi. Sivas’ı hala bir katliam olarak tanımlamaktan imtina etti. Maraş Katliamı ve diğer katliamlarda olduğu gibi, söz konusu katliamlarda ismi geçen isimlerin katliama yönelik rahat ifadelerini nasıl değerlendirmek gerekir?
Bunlar kendi yaptıklarına hiçbir zaman katliam demezler.
Çünkü katliam dedikleri zaman suçlu olacaklardır.
Bunlar, onlar için sıradan olaylardır.
Sıradan olaylar olduğu zaman sorumluluktan kurtulduklarını sanıyorlar.
Orada yetkiliysen sorumlusun.
Temel Karamollaoğlu bugünlerde AKP’ye karşı laflar ediyor diye benim gözümde aklanmış değil. Çünkü ‘gazanız mübarek olsun dediği zaman’ aslında cihada kalkışan insanlar gaza yapar.
Gaza nedir, kutsal din savaşıdır.
Sen ‘gazanız mübarek olsun’ dediğiniz zaman bu insanları kutsamış oluyorsun.
Dolayısıyla sen onların ortağısın. Onların işbirlikçisisin.
Biz varmadan 95 öğrenci yurdunu doldurduğunu öğrendik.
Belediyenin bundan haberdar olmaması mümkün mü?
Emniyet Müdürlüğü’nün bundan haberdar olmaması mümkün mü?
Kaldı ki kapıların altından atılan Müslüman kardeşler bildirileri var.
Bunlar bizim elimize de geçti.
Bu iktidarı yaratan güçlerin başında siz varsınız.
Bu iktidarı yaratanların, bu ülkeyi satanların yanında geçmişte siz vardınız.
Bunları siz yetiştirdiniz. Hiç kimse kendini kandırmasın.
“HER KATLİAM İNSANLIK SUÇUDUR”
Geçmiş suçlarının unutulduğunu sanıyorlar. Hayır unutulamaz. Çünkü katliam insanlık suçudur. Yani aslında her katliam insanlık suçudur.
1978 yılındaki Kahramanmaraş olayları nereden çıktı.
Din yobazlarından çıktı.
Sivas, Çorum olayları ve 1993’de Sivas Katliamı.
Bu tarihsel süreçte din ve devlet işleri tam ayrılmadığı sürece, dini vicdanlara bırakmadığımız sürece katliamlar devam edecektir.
İnançlar tartışılmaz, düşünceler tartışılır.
Düşünce bilgiye dayalıdır, inanç bilgi gerektirmez.
Teslim edersin kendini tanrıya, peygambere.
Onlar senin yerine düşünürler, onlar senin yerine karar verirler.
Sen insan olarak herhangi bir etkinlikte bulunamazsın.
Derse ki önde öldür bunu. Düşünmezsin öldürürsün. İnsanlığın tarihi dinlerin katliamıyla, din savaşlarıyla dolu. Laik, demokratik Türkiye Cumhuriyetine karşı bir kalkışmadır.
“BÜTÜN DERDİMİZ KATLİAMI UNUTTURMAMAK”
Katliamın üzerinden 26 yıl geçti. Siz bu katliamdan sonra neler yaptınız, yaşamınızda nasıl değişiklikler oldu? Size yansımaları nasıl oldu?
Biz ancak anmalarla geçmişi yaşamaya ve yaşatmaya çalışıyoruz ya da tarihi unutturmamaya çalışıyoruz.
Bütün derdimiz bu.
Bundan sonraki yeni kuşaklar bunu bilsinler geleceğe ona göre hazırlansınlar.
Bilimle hazırlansınlar, şiir ve öyküyle hazırlansınlar.
Çünkü bilinç bunu gerektiriyor.
Bilinçli insan Türkiye Cumhuriyetine laik diye sahip çıkmak zorunda. Laiklik bugün bütün çelişkilerin önüne geçmiştir.
Bugün Türkiye’deki en önemli çelişki laiklik ile şeriat isteyenlerin arasındaki savaştır. 26 yıl geçti anmalar sürecek, sürmeli de. Ben bu süreçte geldiğimde psikiyatrisi arkadaşım, ‘şu anda çok sakin görünüyorsunuz ama bunun acısı sonra çıkacak’ dedi.
Ama galiba benim şansım yazmak oldu. İşte önce ‘Ateş Mektupları’ şiirlerini yazdım. Sonra ‘Şeytan Minareleri’ romanını yazdım. Bu süreçte başka şeyler de yazdım. Beni sağalttı ya da Sivas Katliamı’nın canımdaki izlerini hafifletti. Ama bu unutma anlamında değil daha bilinçli düşünme anlamında değerlendirdi.
“MECLİSE SORULAN BÜTÜN SORULAR ENGELLENİYOR”
Peki var olan Alevi örgütlülüğü gerçekten Sivas’ın hesabını her anlamda sorabildi mi?
Sivas’ın hesabını örgütlülük soramaz.
Neden soramaz; devlet varken soramıyorsa hangi örgütlülük sorabilir.
Diyelim Kültür Bakanlığı soramaz. Meclis sormuyor, mecliste sorulan bütün sorular engelleniyor. Komisyon kurulmuyor. Mecliste taraftarları var, çoğunlukla taraftarlar bunlardan. O yüzden kolay değil. Hesap soracak olan laik devlettir. Laik devlet, geçmişte yapılan bütün katliamların, devlete karşı işlenmiş suçların hesabını sormak zorunda. O zamanlar devlet güvenlik mahkemeleri vardı. Bu mahkemelere biz ifade verdik. Avukatlarımız mahkemeleri sürdürdü. Ancak Türkiye’de hep yasalar kişiye göre değişiyor, öbeklere göre değişiyor, mezheplere göre uygulanıyor. O yüzden biz hep azınlıktayız ya da hep yenilen gibi görünüyoruz. Ancak tarihsel süreç içinde bilim, sanat, kültür, aydınlık mutlaka bu karanlık düşünceleri yenecektir.
Son olarak bir çağrınız var mı?
Bilimden, sanattan, kültürden başka bizi bu katliamlardan kurtaracak bir yol göremiyorum. Bilimsel düşünme yolu.
Ersin ÖZGÜL/Semra ACAR
İZMİRSivas Katliamı’ndan kurtulan Karakuş:
O gün devleti yanımızda göremedik
2 Temmuz 1993, bir katliam tarihi olarak hafızalara kazındı. O gün yaşananların tanıklarından, katliamdan eşiyle birlikte kurtulan Şair Hidayet Karakuş, otelde yaşananları gözyaşları içinde anlattı. Ogün devleti yanlarında göremediğine dikkat çeken Karakuş, bütün katliamların insanlık suçu olduğunu vurguladı.
2 Temmuz 1993, bir katliam tarihi olarak hafızalara kazındı. O gün, Pir Sultan Abdal’ı Anma Şenlikleri’ne katılmak için Sivas’a giden aydın ve sanatçılardan 33’ü, kaldıkları otelin yakılması sonucu hayatını kaybetmişti. Katliam sırasında iki otel görevlisi ile iki de saldırgan ölmüştü.
Sivas Madımak Oteli Katliamı davasının zaman aşımına uğradığı ve geçtiğimiz günlerde Ankara’da görülen davada mahkeme heyeti, firari 3 katliam sanığının yakalanıp yargılanmadan dosyanın kapanmayacağına hükmederek bir sonraki duruşmayı 26 Eylül 2019’a erteledi.
1993 yılında Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD) ve Kültür Bakanlığı’nın ortaklaşa düzenlediği Pir Sultan Abdal Şenlikleri’ne katılmak için eşiyle birlikte Sivas’a giden şair Hidayet Karakuş, o gün yaşananları unutamadığını söyledi.
Karakuş, olaylar sırasında otelin merdivenlerinde oturan nişanlı çiftlerin sıkıntıdan saçlarını ördüğünü gözyaşları içinde anlattı. Devletin bütün yurttaşlarına eşit mesafede durması gerektiğini belirten Karakuş, o gün devletin yanlarında olmadığının altını çizdi.
Karakuş, Sivas Katliamı davasının zaman aşımına uğramasına tepki göstererek, faillerinin belli olduğunu ancak korunduğunu ifade etti. Yaşananlar sırasında Sivas Belediye Başkanı olan Temel Karamolloğlu’nun ‘gazanız mübarek olsun’ sözlerini anımsatarak, “Orada yetkiliysen sorumlusun. Bugünlerde AKP’ye karşı laflar ediyor diye benim gözümde aklanmış değil” diyerek Karamollaoğlu’na tepki gösterdi.
Şair Karakuş, o dönemi yazarak atlattığını belirterek, Sivas Katliamı’ndan sonra, önce ‘Ateş Mektupları’ şiirlerini daha sonra ‘Şeytan Minareleri’ romanını yazdı.
“BİR GÜN ÖNCESİNDEN KALDIRIM TAŞLARI SÖKÜLMÜŞTÜ”
Sivas Katliamı tanığı Şair Hidayet Karakuş ile Sivas Katliamına dair konuştuk.
2 Temmuz 1993 tarihinde Türkiye tarihine bir katliam daha not düştü. Siz de yaşananlar sırasında oradaydınız. O gün ve öncesinde neler yaşandı?
Pir Sultan Abdal Kültür Derneği ile Kültür Bakanlığı’nın ortak düzenlediği bir etkinlikten bahsetti Ali Balkız. 1993 yılında. Gitmeyi kabul ettim ve eşimle beraber gittik. 2 Temmuz öncesinden herhangi bir sıkıntımız yoktu. 1 Temmuz sabahı vardığımız zaman pırıl pırıl bir Sivas havası, güneşli bir gün. Aklımıza öyle şeyler gelmiyor tabi, neşeli bir yolculuk yaptık. İki otobüs Kayseri üzerinden Sivas’a gittik. İlk gün gerçekten herhangi bir sorun yoktu.
Program yönünde yapılması gereken etkinlikler yapıldı, ikinci gün öğlene kadar da bir sorun yoktu ama bir iki sataşma olmuş. Aziz Nesin, ben saat 11.00 sıralarında imzadaydık. O arada Aziz Nesin’e sataşanlar olmuş. Onun dışında saat 12.00 sıralarında erken ayrıldım imza masasından.
Eşim rahatsızlandığı için otele döndüm. Otele döndüğümde eşim uyuyordu, yemekler ağır geldiği için biraz rahatsızlanmıştı. Sivas’a gittiğimde madımak otunu merak etmiştim ve pazar yerini buldum. Pazar yeri merkez camisine bakıyordu, o sırada gördüğüm bir bakkal vardı.
Yine camiye bakan bir bakkal. Oradan peynir aldım, köşeden de ekmek alacaktım. Ama bakkaldan çıktığım zaman cami avlusundan bir öbeğin sloganlar attığını ortalarından da alevlerin yükseldiğini gördüm. Bir yurttaş da cami duvarının dışında onları izliyordu. Bunlar ne yapıyor dedim; Amerikan bayrağı yakıyorlar dedi.
O anda aklıma bir şey gelmedi. Acele ekmeği aldım otele yürüdüm. Cumhuriyet lokantası yolumun üzerindeydi, arkadaşları uyarmak istedim ama ben caddeye çıktığım zaman camiden boşalan kalabalık 80-100 kişiydi. Arkadaşlar da durumu görmüş, yemekleri bırakmış kaldırımlara çıkarak göstericileri izliyorlardı.
“KÖTÜLÜĞÜ ÖRGÜTLEYENLER HER ŞEYİ AYRINTILARINA KADAR ÖRGÜTLÜYORLAR”
Sonuçta odaya geldim, ekmeğimizi yedik. Eşime dışarıda olayların olduğunu söyledim. Büyük olasılıkla bize tepki gösteriyorlar, odayı, valizimizi toplayalım dedik. Ayrılacaktık otelden. İşler bitmişti, etkinlik sürdürülmeyecekti, belliydi.
Sonuçta saat 14.10’da otele ilk taş düştü. Ama şunu belirtmeliyim ki bir gün öncesinden otele giderken PTT’nin önündeki kaldırım taşları sökülüp bir kenara yığılıyordu. Bunları sonradan düşünüyorsunuz, o an aklınıza bir şey gelmiyor.
Dahası ben kaldırım taşlarını söken işçiye kolay gelsin dediğim zaman ağzının içinden konuşarak bir şeyler dedi. Ama biz insanca geleneğimiz gereği çalışan insana ‘kolay gelsin’ deriz. O gün içinde Sivas’ta dolaştığımız zaman da başka yerde kaldırım çalışması görmedik.
Bizim aklımıza kötü şeyler gelmiyor ama kötülüğü örgütleyenler her şeyi ayrıntılarına kadar örgütlüyorlar. Sonuçta otel taşlanırken kaldırım taşlarının kullanıldığı bir gerçek.
“OTELDE 5-6 SAAT TAŞLANDIK, BÜTÜN CAMLAR AŞAĞI İNDİRİLMİŞTİ”
Böyle olacağı tahmin edilmiyordu. İşin içinde devlet var, Kültür Bakanlığı var. Kültür Bakanlığı olunca diyorsunuz ki; devletin düzenlediği bir şey. Sadece PSAKD düzenlese belki düşünürsünüz hani ‘bir tepki falan olur’ diye. Laik bir Türkiye Cumhuriyet inde yaşıyoruz diye düşünüyoruz. Kimseyi Alevi-Sünni diye ayırmanın ya da Türk-Kürt diye ayırmanın anlamı yok. İnsanlığın tarihine aykırı bir şey.
Otele ilk taş saat 14.10 sıralarında düştü. Ondan sonra yağmaya başladı. Otelde bütün camlar aşağı indi, 5-6 saat taşlandık.
Karamolloğlu’nun sesini duyduk. Kalabalığa sesleniyor, kalabalık türlü sloganlar atarak bağırıyor ama vasat sloganlar. ‘Şeriat gelecek laiklik bitecek’, ‘Cumhuriyet burada kuruldu burada yıkılacak’, ‘Hain vali şeytan Aziz’ sloganları atılıyordu.
“OTELİN KARŞISINDAKİ HAN BİLE SALDIRGANLARLA, MOLOZ, TAŞ VE TUĞLALARLA DOLUYDU”
Bunlar kulağımızla duyduğumuz sloganlar. Çünkü camiden çıkan kalabalık ilk anda 80-100 kişi görünse de binler oluşturuyordu. Çünkü kültür merkezine kadar yürüyüp dönmüşlerdi. Her gidiş dönüşlerinde kalabalık çoğaldı. Biz ancak otelin içinde ne görebildiysek onu gördük. Ama haykırışlar, sloganlar kulağımıza kadar geliyordu.
Örneğin; üçüncü kattan kapı aralığından caddeye baktığım zaman atılan taşların odanın kapısının arkasına kadar
Ali Balkız ile ‘otelden başka çıkış var mı?’ diye baktık. Yangın merdiveninden kullanalım dedik, ama kapısı kilitliydi. Anahtarı bulsak bile caddeye çıktığı için gidemezdik. Çatıya kadar çıktık Ali Balkız ile. Çatıya çıktığımızda karşımızdaki iş hanının bütün katlarının saldırganlarla dolu olduğunu gördük.
Bütün katlar molozlarla, taşlarla, tuğlalarla donatılmış. Düşünün ki 3. katın odasına atılan taşın kapı ardına kadar düşmesi mümkün değil. Karşıdan taşlanıyorduk. Çıkışın olmayacağını görünce indik tekrar.
“GELEN ASKERLERE EĞİTİM VERMEK İSTEMİŞLER”
Bir ara saat 16.00 sıralarında alana bir askeri birlik girdi. 21 çocuk varmış, yeni yemin etmiş bir takım. Tüfeklerini çapraz tutmuşlar alana girdiler. İşte o zaman ‘en büyük asker bizim asker’ diyerek askerleri övmeye başladılar. Sonradan öğrendiğim kadarıyla arkadaşımın oğlu da o askerlerin içindeymiş. Olaylardan çok sonra anlattı. Onlara eğitim vermek istemişler. Kubilay’daki gibi. Silahları eğitim mermisiyle dolu, hiçbir etkisi olmayacak mermiler. Yani 21 kişi ne yapabilecekti ki….
Kısacası 15.30 sıralarında Temel Karamollaoğlu’nun ‘Gazanız mübarek olsun, artık dağılalım, gereken tepkiyi gösterdik’ dediğini duyduk.
Otel daha sonra ateşe verildi. Askerler geldikten sonra Aziz Nesin’in yanına gittim; ‘Aziz abi asker geldi’ dedim. ‘Gerçekten geldi mi?’ dedi. Kuşkucu biriydi, doğru sezgileri vardı. 15.00 sıralarında Aziz Nesin, Erdal İnönü ile görüştü. Arif Sağ Ankara’da ulaşabildiği herkese ulaştı. Erdal İnönü’nün söylediği şey şu; ‘Sakin olun, devlet yanınızdadır’ falan. Ama ne yazık ki biz o devleti yanımızda göremedik o zaman.
“OTELİN GİRİŞİNE BARİKAT KURANLAR İLK OLARAK HAYATINI KAYBETTİ”
15.30 sıralarında dünya ile bağlantılarımız kesildi. Biz merdivenlerde bekleşiyoruz. Kapı önlerinde konuşuyoruz. O gün yanımda eşim olmasaydı ben de ölmüştüm. Çünkü yanında eşi olmayan arkadaşlar; Asaf Koçak, Behçet Aysan, Metin Altıok, Erdal Ayrancı, Uğur Kaynar pek çok insan merdivende barikat kurdular.
Çünkü bizim yanımızda merdivende oturan nişanlı çocuklar vardı, semah dönenlerden vardı. Onları korumak için otele yapılacak saldırıyı merdivenlerde püskürtmek için arkadaşlar barikat kurmuşlardı. İlk hayatını kaybedenler de onlar oldu. Çünkü aşağıda ilk yangın başlayınca karbon monoksit gazı bir baca gibi merdivenlerden yükseliyor, beş dakika içinde zaten boğuyormuş. Gazın özelliği o.
“YAKIYORLAR BİZİ”
Otel taşlanırken biz saat 18.00 sıralarında Zerin Taş pınar, Lütfi ye Aydın üçümüz 109 numaralı odada televizyonları karıştırdık. Star ya da Show idi ‘Sivas’ta olaylar’ diye başlık geçti.
Onlar televizyon karıştırırken ben arka odadan dışarıya baktım, üçgenimsi korkuluksuz bir balkon gördüm. İçimden ‘burası bizi bir süre koruyabilir’ diye geçirdim. Sonra 19.30 sıralarında aşağıdan gaz kokuları gelmeye başladı. Zerin ‘yakıyorlar bizi’ dedi. Sonra saat 19.50 sıralarında bir ses ‘arkadaşlar aşağı’ dedi. Ben karımın elini tuttum, merdivenlerden aşağı gittik. Daha inmeden bizi büyük bir sıcaklık ve duman karşıladı. O zaman bir ses ‘arkadaşlar yukarı’ dedi.
Ben de gündüz gördüğüm o yeri anımsayarak arka odalara yöneldik. Biz camları kırıp dışarı çıkıp balkonumsu yere çıktık. Sonuçta biz oradan ‘ne yaparız’ diye bakarken karşıdaki pencereyi gördük. O iki pencerede de iki tane aczmendi, sırıklarıyla bizi “girdiğiniz yerden çıkın” gibi ağız dolusu küfürlerle oraya sokmak istemediler.
Benim aklımdan şu geçti: ‘Aczmendilerle kavga edeceğiz, kazanırsak yaşayacağız, kazanamazsak zaten geri dönsek öleceğiz’. Biz dönmedik ama dönen arkadaşlar oldu. Biz kendi aramızda konuşurken birden o aczmendilerin gittiğini yerlerine tıknaz bir adamın geldiğini gördük. Bize ‘arkadaşlar gelin’ dedi. Eşim korktu, orada öleceğimize burada ölürüz dedi. Ama aynı anda diğer pencerede Aziz Nesin’in üç korumasından birini gördüm. Asayiş Şube Müdürü Mehmet, elinde telsiziyle ‘gelin’ dedi. İki bina arasına eternit gibi bir şey koymuşlar biz onun üzerinden indik. Bizim arkamızdan da pek çok kişi geldi. Karşı binanın ne olduğunu bilmiyoruz ama bizden önce geçenler vardı. İçeridekiler bize ne yapacaklarını bilmiyorlar. Dışarıda olaylar devam ediyor.
“BÜTÜN ARKADAŞLARIMIZIN KURTULDUĞUNU SANIYORDUK, AMA AKŞAM DEHŞETİ GÖRDÜK”
45 dakika kadar orada kaldık. Sonra ışıkları söndürülmüş merdivenlerden indirildik. Aziz Nesin’in 3 tane koruması vardı orada. Birisi 15.30 sularında kayboldu, diğeri 17 sularında kayboldu ama komiser Mehmet sonuna kadar bizim yanımızda oldu. O olmasa biz kurtulamazdık. Komiser Mehmet’in sağladığı belediye servis aracıyla Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldük. Saat 21.00 sıralarıydı.
Biz geceyi orada geçirdik. Şu duygu içindeydik: ‘biz kurtulduk ki bütün arkadaşlarımız kurtuldu’. Akşam saat 22.00’de televizyonları izlediğimiz zaman yaşadığımız dehşetin boyutlarını gördük.
Büyük bir acıya gömüldük. Yapılacak hiçbir şey yok, kapana kısılmış gibiydik. Tabi biz çıkarken, emniyet müdürlüğüne götürülürken dışarıdan silah sesleri geliyordu. Büyük olasılıkla çatışma vardı.
“DEVLET KATİLLERE SAHİP ÇIKTI”
Süren davalar, temyizler, müdahil avukatların talepleri yıllarca devam etti. Sivas Katliamı davası 20 yılın ardından zaman aşımı gerekçesiyle kapatıldı. Firari sanıklar hala aranıyor. Katliamda ismi geçen insanlar devlet kademelerinde görev aldı. Tüm bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Devlet dediğimiz aygıt bütün yurttaşlarına eşit olması, eşit davranması gerekirken yasaları eşit uygulaması gerekirken, ‘benim katilim’ dercesine sahip çıktı onlara. Daha o dönemde Adalet Bakanı olan Şevket Kazan avukatlıklarını üstlenmeye kalktı. Ama yasa izin vermediği için avukatlık alamadı. Büyük tepki gördü zaten.
Yani Refah Partisi’nin Adalet Bakanı. Sarıklıları, oteli yakanları, cinayet işleyenleri, katliam yapanları savunmaya kalkıştı. Ama zaten o süreçte SHP ve DYP’nin yaptığı yeni bir koalisyon hükümeti vardı. Tansu Çiller’in başbakan olduğu, saçma sapan konuştuğu bir süreç var.
“BİR SAATTE GELİNECEK SİVAS’A ERTESİ GÜN GELİNDİ”
Erdal İnönü’nün çok edilgen bir süreci var. Bir saat içinde gelinebilecek bir Sivas’a ertesi gün geldi. 37 insan ölmüş. Ama devlet seyirci kaldı. Dahası şımarık bir İçişleri Bakanı vardı, Mehmet Gazioğlu. Olayları koltuğunda dönerek, sırıtarak anlatıyordu. Televizyonlarda bunu gördük.
Televizyondaki anlatımları gördükçe biz de emniyet müdürlüğünde acı içinde tedirgin olduk.
Tabi tepki de gösterdik, ‘bunlar yalan söylüyor’ dedik.
Olması gereken bu değil.
Tansu Çiller, ‘Oteli saran yurttaşlarımıza bir şey olmamış’ dedi.
Söylenecek söz değil. Sen başbakansan her candan sorumlusun. Süleyman Demirel, ‘Emniyet güçleriyle halkı karşı karşıya getirmeyin’ dedi.
Peki, ne olacak? Halk isyan etsin.
Onlar halk değildi; çapulcular, tam anlamıyla şeriatçılar isyan ediyordu.
Türkiye Cumhuriyeti devletine isyan ediyorlar.
Devlet düzenini sağlamak görevindeki kişiler ne yazık ki böyle davrandılar.
Tabi ki olaylar, sonuçta Cafer Erçakmak yıllarca 100 metre ötesinde yaşamış emniyet müdürlüğünün. Aziz Nesin’i merdivenlerden inerken tartaklayan isim.
Pek çoğu Almanya’da dönercilik yapıyor.
Biliniyor ama istenilmiyor, getirilmiyor, istense de yalandan isteniyor.
Bu bakımdan ister adına derin devlet diyelim, ister yandaşların oluşturduğu devlet diyelim ne yazık ki katliamlar sürdü sürecek.
“BİZ GİTMEDEN 95 ÖĞRENCİ YURDU DOLDURULMUŞTU”
Son dönemlerde Temel Karamollaoğlu’nun söylemleri çok gündeme geldi. Sivas’ı hala bir katliam olarak tanımlamaktan imtina etti. Maraş Katliamı ve diğer katliamlarda olduğu gibi, söz konusu katliamlarda ismi geçen isimlerin katliama yönelik rahat ifadelerini nasıl değerlendirmek gerekir?
Bunlar kendi yaptıklarına hiçbir zaman katliam demezler.
Çünkü katliam dedikleri zaman suçlu olacaklardır.
Bunlar, onlar için sıradan olaylardır.
Sıradan olaylar olduğu zaman sorumluluktan kurtulduklarını sanıyorlar.
Orada yetkiliysen sorumlusun.
Temel Karamollaoğlu bugünlerde AKP’ye karşı laflar ediyor diye benim gözümde aklanmış değil. Çünkü ‘gazanız mübarek olsun dediği zaman’ aslında cihada kalkışan insanlar gaza yapar.
Gaza nedir, kutsal din savaşıdır.
Sen ‘gazanız mübarek olsun’ dediğiniz zaman bu insanları kutsamış oluyorsun.
Dolayısıyla sen onların ortağısın. Onların işbirlikçisisin.
Biz varmadan 95 öğrenci yurdunu doldurduğunu öğrendik.
Belediyenin bundan haberdar olmaması mümkün mü?
Emniyet Müdürlüğü’nün bundan haberdar olmaması mümkün mü?
Kaldı ki kapıların altından atılan Müslüman kardeşler bildirileri var.
Bunlar bizim elimize de geçti.
Bu iktidarı yaratan güçlerin başında siz varsınız.
Bu iktidarı yaratanların, bu ülkeyi satanların yanında geçmişte siz vardınız.
Bunları siz yetiştirdiniz. Hiç kimse kendini kandırmasın.
“HER KATLİAM İNSANLIK SUÇUDUR”
Geçmiş suçlarının unutulduğunu sanıyorlar. Hayır unutulamaz. Çünkü katliam insanlık suçudur. Yani aslında her katliam insanlık suçudur.
1978 yılındaki Kahramanmaraş olayları nereden çıktı.
Din yobazlarından çıktı.
Sivas, Çorum olayları ve 1993’de Sivas Katliamı.
Bu tarihsel süreçte din ve devlet işleri tam ayrılmadığı sürece, dini vicdanlara bırakmadığımız sürece katliamlar devam edecektir.
İnançlar tartışılmaz, düşünceler tartışılır.
Düşünce bilgiye dayalıdır, inanç bilgi gerektirmez.
Teslim edersin kendini tanrıya, peygambere.
Onlar senin yerine düşünürler, onlar senin yerine karar verirler.
Sen insan olarak herhangi bir etkinlikte bulunamazsın.
Derse ki önde öldür bunu. Düşünmezsin öldürürsün. İnsanlığın tarihi dinlerin katliamıyla, din savaşlarıyla dolu. Laik, demokratik Türkiye Cumhuriyetine karşı bir kalkışmadır.
“BÜTÜN DERDİMİZ KATLİAMI UNUTTURMAMAK”
Katliamın üzerinden 26 yıl geçti. Siz bu katliamdan sonra neler yaptınız, yaşamınızda nasıl değişiklikler oldu? Size yansımaları nasıl oldu?
Biz ancak anmalarla geçmişi yaşamaya ve yaşatmaya çalışıyoruz ya da tarihi unutturmamaya çalışıyoruz.
Bütün derdimiz bu.
Bundan sonraki yeni kuşaklar bunu bilsinler geleceğe ona göre hazırlansınlar.
Bilimle hazırlansınlar, şiir ve öyküyle hazırlansınlar.
Çünkü bilinç bunu gerektiriyor.
Bilinçli insan Türkiye Cumhuriyetine laik diye sahip çıkmak zorunda. Laiklik bugün bütün çelişkilerin önüne geçmiştir.
Bugün Türkiye’deki en önemli çelişki laiklik ile şeriat isteyenlerin arasındaki savaştır. 26 yıl geçti anmalar sürecek, sürmeli de. Ben bu süreçte geldiğimde psikiyatrisi arkadaşım, ‘şu anda çok sakin görünüyorsunuz ama bunun acısı sonra çıkacak’ dedi.
Ama galiba benim şansım yazmak oldu. İşte önce ‘Ateş Mektupları’ şiirlerini yazdım. Sonra ‘Şeytan Minareleri’ romanını yazdım. Bu süreçte başka şeyler de yazdım. Beni sağalttı ya da Sivas Katliamı’nın canımdaki izlerini hafifletti. Ama bu unutma anlamında değil daha bilinçli düşünme anlamında değerlendirdi.
“MECLİSE SORULAN BÜTÜN SORULAR ENGELLENİYOR”
Peki var olan Alevi örgütlülüğü gerçekten Sivas’ın hesabını her anlamda sorabildi mi?
Sivas’ın hesabını örgütlülük soramaz.
Neden soramaz; devlet varken soramıyorsa hangi örgütlülük sorabilir.
Diyelim Kültür Bakanlığı soramaz. Meclis sormuyor, mecliste sorulan bütün sorular engelleniyor. Komisyon kurulmuyor. Mecliste taraftarları var, çoğunlukla taraftarlar bunlardan. O yüzden kolay değil. Hesap soracak olan laik devlettir. Laik devlet, geçmişte yapılan bütün katliamların, devlete karşı işlenmiş suçların hesabını sormak zorunda. O zamanlar devlet güvenlik mahkemeleri vardı. Bu mahkemelere biz ifade verdik. Avukatlarımız mahkemeleri sürdürdü. Ancak Türkiye’de hep yasalar kişiye göre değişiyor, öbeklere göre değişiyor, mezheplere göre uygulanıyor. O yüzden biz hep azınlıktayız ya da hep yenilen gibi görünüyoruz. Ancak tarihsel süreç içinde bilim, sanat, kültür, aydınlık mutlaka bu karanlık düşünceleri yenecektir.
Son olarak bir çağrınız var mı?
Bilimden, sanattan, kültürden başka bizi bu katliamlardan kurtaracak bir yol göremiyorum. Bilimsel düşünme yolu.
Ersin ÖZGÜL/Semra ACAR
İZMİRSivas Katliamı’ndan kurtulan Karakuş:
O gün devleti yanımızda göremedik
2 Temmuz 1993, bir katliam tarihi olarak hafızalara kazındı. O gün yaşananların tanıklarından, katliamdan eşiyle birlikte kurtulan Şair Hidayet Karakuş, otelde yaşananları gözyaşları içinde anlattı. Ogün devleti yanlarında göremediğine dikkat çeken Karakuş, bütün katliamların insanlık suçu olduğunu vurguladı.
2 Temmuz 1993, bir katliam tarihi olarak hafızalara kazındı. O gün, Pir Sultan Abdal’ı Anma Şenlikleri’ne katılmak için Sivas’a giden aydın ve sanatçılardan 33’ü, kaldıkları otelin yakılması sonucu hayatını kaybetmişti. Katliam sırasında iki otel görevlisi ile iki de saldırgan ölmüştü.
Sivas Madımak Oteli Katliamı davasının zaman aşımına uğradığı ve geçtiğimiz günlerde Ankara’da görülen davada mahkeme heyeti, firari 3 katliam sanığının yakalanıp yargılanmadan dosyanın kapanmayacağına hükmederek bir sonraki duruşmayı 26 Eylül 2019’a erteledi.
1993 yılında Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD) ve Kültür Bakanlığı’nın ortaklaşa düzenlediği Pir Sultan Abdal Şenlikleri’ne katılmak için eşiyle birlikte Sivas’a giden şair Hidayet Karakuş, o gün yaşananları unutamadığını söyledi.
Karakuş, olaylar sırasında otelin merdivenlerinde oturan nişanlı çiftlerin sıkıntıdan saçlarını ördüğünü gözyaşları içinde anlattı. Devletin bütün yurttaşlarına eşit mesafede durması gerektiğini belirten Karakuş, o gün devletin yanlarında olmadığının altını çizdi.
Karakuş, Sivas Katliamı davasının zaman aşımına uğramasına tepki göstererek, faillerinin belli olduğunu ancak korunduğunu ifade etti. Yaşananlar sırasında Sivas Belediye Başkanı olan Temel Karamolloğlu’nun ‘gazanız mübarek olsun’ sözlerini anımsatarak, “Orada yetkiliysen sorumlusun. Bugünlerde AKP’ye karşı laflar ediyor diye benim gözümde aklanmış değil” diyerek Karamollaoğlu’na tepki gösterdi.
Şair Karakuş, o dönemi yazarak atlattığını belirterek, Sivas Katliamı’ndan sonra, önce ‘Ateş Mektupları’ şiirlerini daha sonra ‘Şeytan Minareleri’ romanını yazdı.
“BİR GÜN ÖNCESİNDEN KALDIRIM TAŞLARI SÖKÜLMÜŞTÜ”
Sivas Katliamı tanığı Şair Hidayet Karakuş ile Sivas Katliamına dair konuştuk.
2 Temmuz 1993 tarihinde Türkiye tarihine bir katliam daha not düştü. Siz de yaşananlar sırasında oradaydınız. O gün ve öncesinde neler yaşandı?
Pir Sultan Abdal Kültür Derneği ile Kültür Bakanlığı’nın ortak düzenlediği bir etkinlikten bahsetti Ali Balkız. 1993 yılında. Gitmeyi kabul ettim ve eşimle beraber gittik. 2 Temmuz öncesinden herhangi bir sıkıntımız yoktu. 1 Temmuz sabahı vardığımız zaman pırıl pırıl bir Sivas havası, güneşli bir gün. Aklımıza öyle şeyler gelmiyor tabi, neşeli bir yolculuk yaptık. İki otobüs Kayseri üzerinden Sivas’a gittik. İlk gün gerçekten herhangi bir sorun yoktu.
Program yönünde yapılması gereken etkinlikler yapıldı, ikinci gün öğlene kadar da bir sorun yoktu ama bir iki sataşma olmuş. Aziz Nesin, ben saat 11.00 sıralarında imzadaydık. O arada Aziz Nesin’e sataşanlar olmuş. Onun dışında saat 12.00 sıralarında erken ayrıldım imza masasından.
Eşim rahatsızlandığı için otele döndüm. Otele döndüğümde eşim uyuyordu, yemekler ağır geldiği için biraz rahatsızlanmıştı. Sivas’a gittiğimde madımak otunu merak etmiştim ve pazar yerini buldum. Pazar yeri merkez camisine bakıyordu, o sırada gördüğüm bir bakkal vardı.
Yine camiye bakan bir bakkal. Oradan peynir aldım, köşeden de ekmek alacaktım. Ama bakkaldan çıktığım zaman cami avlusundan bir öbeğin sloganlar attığını ortalarından da alevlerin yükseldiğini gördüm. Bir yurttaş da cami duvarının dışında onları izliyordu. Bunlar ne yapıyor dedim; Amerikan bayrağı yakıyorlar dedi.
O anda aklıma bir şey gelmedi. Acele ekmeği aldım otele yürüdüm. Cumhuriyet lokantası yolumun üzerindeydi, arkadaşları uyarmak istedim ama ben caddeye çıktığım zaman camiden boşalan kalabalık 80-100 kişiydi. Arkadaşlar da durumu görmüş, yemekleri bırakmış kaldırımlara çıkarak göstericileri izliyorlardı.
“KÖTÜLÜĞÜ ÖRGÜTLEYENLER HER ŞEYİ AYRINTILARINA KADAR ÖRGÜTLÜYORLAR”
Sonuçta odaya geldim, ekmeğimizi yedik. Eşime dışarıda olayların olduğunu söyledim. Büyük olasılıkla bize tepki gösteriyorlar, odayı, valizimizi toplayalım dedik. Ayrılacaktık otelden. İşler bitmişti, etkinlik sürdürülmeyecekti, belliydi.
Sonuçta saat 14.10’da otele ilk taş düştü. Ama şunu belirtmeliyim ki bir gün öncesinden otele giderken PTT’nin önündeki kaldırım taşları sökülüp bir kenara yığılıyordu. Bunları sonradan düşünüyorsunuz, o an aklınıza bir şey gelmiyor.
Dahası ben kaldırım taşlarını söken işçiye kolay gelsin dediğim zaman ağzının içinden konuşarak bir şeyler dedi. Ama biz insanca geleneğimiz gereği çalışan insana ‘kolay gelsin’ deriz. O gün içinde Sivas’ta dolaştığımız zaman da başka yerde kaldırım çalışması görmedik.
Bizim aklımıza kötü şeyler gelmiyor ama kötülüğü örgütleyenler her şeyi ayrıntılarına kadar örgütlüyorlar. Sonuçta otel taşlanırken kaldırım taşlarının kullanıldığı bir gerçek.
“OTELDE 5-6 SAAT TAŞLANDIK, BÜTÜN CAMLAR AŞAĞI İNDİRİLMİŞTİ”
Böyle olacağı tahmin edilmiyordu. İşin içinde devlet var, Kültür Bakanlığı var. Kültür Bakanlığı olunca diyorsunuz ki; devletin düzenlediği bir şey. Sadece PSAKD düzenlese belki düşünürsünüz hani ‘bir tepki falan olur’ diye. Laik bir Türkiye Cumhuriyet inde yaşıyoruz diye düşünüyoruz. Kimseyi Alevi-Sünni diye ayırmanın ya da Türk-Kürt diye ayırmanın anlamı yok. İnsanlığın tarihine aykırı bir şey.
Otele ilk taş saat 14.10 sıralarında düştü. Ondan sonra yağmaya başladı. Otelde bütün camlar aşağı indi, 5-6 saat taşlandık.
Karamolloğlu’nun sesini duyduk. Kalabalığa sesleniyor, kalabalık türlü sloganlar atarak bağırıyor ama vasat sloganlar. ‘Şeriat gelecek laiklik bitecek’, ‘Cumhuriyet burada kuruldu burada yıkılacak’, ‘Hain vali şeytan Aziz’ sloganları atılıyordu.
“OTELİN KARŞISINDAKİ HAN BİLE SALDIRGANLARLA, MOLOZ, TAŞ VE TUĞLALARLA DOLUYDU”
Bunlar kulağımızla duyduğumuz sloganlar. Çünkü camiden çıkan kalabalık ilk anda 80-100 kişi görünse de binler oluşturuyordu. Çünkü kültür merkezine kadar yürüyüp dönmüşlerdi. Her gidiş dönüşlerinde kalabalık çoğaldı. Biz ancak otelin içinde ne görebildiysek onu gördük. Ama haykırışlar, sloganlar kulağımıza kadar geliyordu.
Örneğin; üçüncü kattan kapı aralığından caddeye baktığım zaman atılan taşların odanın kapısının arkasına kadar
Ali Balkız ile ‘otelden başka çıkış var mı?’ diye baktık. Yangın merdiveninden kullanalım dedik, ama kapısı kilitliydi. Anahtarı bulsak bile caddeye çıktığı için gidemezdik. Çatıya kadar çıktık Ali Balkız ile. Çatıya çıktığımızda karşımızdaki iş hanının bütün katlarının saldırganlarla dolu olduğunu gördük.
Bütün katlar molozlarla, taşlarla, tuğlalarla donatılmış. Düşünün ki 3. katın odasına atılan taşın kapı ardına kadar düşmesi mümkün değil. Karşıdan taşlanıyorduk. Çıkışın olmayacağını görünce indik tekrar.
“GELEN ASKERLERE EĞİTİM VERMEK İSTEMİŞLER”
Bir ara saat 16.00 sıralarında alana bir askeri birlik girdi. 21 çocuk varmış, yeni yemin etmiş bir takım. Tüfeklerini çapraz tutmuşlar alana girdiler. İşte o zaman ‘en büyük asker bizim asker’ diyerek askerleri övmeye başladılar. Sonradan öğrendiğim kadarıyla arkadaşımın oğlu da o askerlerin içindeymiş. Olaylardan çok sonra anlattı. Onlara eğitim vermek istemişler. Kubilay’daki gibi. Silahları eğitim mermisiyle dolu, hiçbir etkisi olmayacak mermiler. Yani 21 kişi ne yapabilecekti ki….
Kısacası 15.30 sıralarında Temel Karamollaoğlu’nun ‘Gazanız mübarek olsun, artık dağılalım, gereken tepkiyi gösterdik’ dediğini duyduk.
Otel daha sonra ateşe verildi. Askerler geldikten sonra Aziz Nesin’in yanına gittim; ‘Aziz abi asker geldi’ dedim. ‘Gerçekten geldi mi?’ dedi. Kuşkucu biriydi, doğru sezgileri vardı. 15.00 sıralarında Aziz Nesin, Erdal İnönü ile görüştü. Arif Sağ Ankara’da ulaşabildiği herkese ulaştı. Erdal İnönü’nün söylediği şey şu; ‘Sakin olun, devlet yanınızdadır’ falan. Ama ne yazık ki biz o devleti yanımızda göremedik o zaman.
“OTELİN GİRİŞİNE BARİKAT KURANLAR İLK OLARAK HAYATINI KAYBETTİ”
15.30 sıralarında dünya ile bağlantılarımız kesildi. Biz merdivenlerde bekleşiyoruz. Kapı önlerinde konuşuyoruz. O gün yanımda eşim olmasaydı ben de ölmüştüm. Çünkü yanında eşi olmayan arkadaşlar; Asaf Koçak, Behçet Aysan, Metin Altıok, Erdal Ayrancı, Uğur Kaynar pek çok insan merdivende barikat kurdular.
Çünkü bizim yanımızda merdivende oturan nişanlı çocuklar vardı, semah dönenlerden vardı. Onları korumak için otele yapılacak saldırıyı merdivenlerde püskürtmek için arkadaşlar barikat kurmuşlardı. İlk hayatını kaybedenler de onlar oldu. Çünkü aşağıda ilk yangın başlayınca karbon monoksit gazı bir baca gibi merdivenlerden yükseliyor, beş dakika içinde zaten boğuyormuş. Gazın özelliği o.
“YAKIYORLAR BİZİ”
Otel taşlanırken biz saat 18.00 sıralarında Zerin Taş pınar, Lütfi ye Aydın üçümüz 109 numaralı odada televizyonları karıştırdık. Star ya da Show idi ‘Sivas’ta olaylar’ diye başlık geçti.
Onlar televizyon karıştırırken ben arka odadan dışarıya baktım, üçgenimsi korkuluksuz bir balkon gördüm. İçimden ‘burası bizi bir süre koruyabilir’ diye geçirdim. Sonra 19.30 sıralarında aşağıdan gaz kokuları gelmeye başladı. Zerin ‘yakıyorlar bizi’ dedi. Sonra saat 19.50 sıralarında bir ses ‘arkadaşlar aşağı’ dedi. Ben karımın elini tuttum, merdivenlerden aşağı gittik. Daha inmeden bizi büyük bir sıcaklık ve duman karşıladı. O zaman bir ses ‘arkadaşlar yukarı’ dedi.
Ben de gündüz gördüğüm o yeri anımsayarak arka odalara yöneldik. Biz camları kırıp dışarı çıkıp balkonumsu yere çıktık. Sonuçta biz oradan ‘ne yaparız’ diye bakarken karşıdaki pencereyi gördük. O iki pencerede de iki tane aczmendi, sırıklarıyla bizi “girdiğiniz yerden çıkın” gibi ağız dolusu küfürlerle oraya sokmak istemediler.
Benim aklımdan şu geçti: ‘Aczmendilerle kavga edeceğiz, kazanırsak yaşayacağız, kazanamazsak zaten geri dönsek öleceğiz’. Biz dönmedik ama dönen arkadaşlar oldu. Biz kendi aramızda konuşurken birden o aczmendilerin gittiğini yerlerine tıknaz bir adamın geldiğini gördük. Bize ‘arkadaşlar gelin’ dedi. Eşim korktu, orada öleceğimize burada ölürüz dedi. Ama aynı anda diğer pencerede Aziz Nesin’in üç korumasından birini gördüm. Asayiş Şube Müdürü Mehmet, elinde telsiziyle ‘gelin’ dedi. İki bina arasına eternit gibi bir şey koymuşlar biz onun üzerinden indik. Bizim arkamızdan da pek çok kişi geldi. Karşı binanın ne olduğunu bilmiyoruz ama bizden önce geçenler vardı. İçeridekiler bize ne yapacaklarını bilmiyorlar. Dışarıda olaylar devam ediyor.
“BÜTÜN ARKADAŞLARIMIZIN KURTULDUĞUNU SANIYORDUK, AMA AKŞAM DEHŞETİ GÖRDÜK”
45 dakika kadar orada kaldık. Sonra ışıkları söndürülmüş merdivenlerden indirildik. Aziz Nesin’in 3 tane koruması vardı orada. Birisi 15.30 sularında kayboldu, diğeri 17 sularında kayboldu ama komiser Mehmet sonuna kadar bizim yanımızda oldu. O olmasa biz kurtulamazdık. Komiser Mehmet’in sağladığı belediye servis aracıyla Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldük. Saat 21.00 sıralarıydı.
Biz geceyi orada geçirdik. Şu duygu içindeydik: ‘biz kurtulduk ki bütün arkadaşlarımız kurtuldu’. Akşam saat 22.00’de televizyonları izlediğimiz zaman yaşadığımız dehşetin boyutlarını gördük.
Büyük bir acıya gömüldük. Yapılacak hiçbir şey yok, kapana kısılmış gibiydik. Tabi biz çıkarken, emniyet müdürlüğüne götürülürken dışarıdan silah sesleri geliyordu. Büyük olasılıkla çatışma vardı.
“DEVLET KATİLLERE SAHİP ÇIKTI”
Süren davalar, temyizler, müdahil avukatların talepleri yıllarca devam etti. Sivas Katliamı davası 20 yılın ardından zaman aşımı gerekçesiyle kapatıldı. Firari sanıklar hala aranıyor. Katliamda ismi geçen insanlar devlet kademelerinde görev aldı. Tüm bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Devlet dediğimiz aygıt bütün yurttaşlarına eşit olması, eşit davranması gerekirken yasaları eşit uygulaması gerekirken, ‘benim katilim’ dercesine sahip çıktı onlara. Daha o dönemde Adalet Bakanı olan Şevket Kazan avukatlıklarını üstlenmeye kalktı. Ama yasa izin vermediği için avukatlık alamadı. Büyük tepki gördü zaten.
Yani Refah Partisi’nin Adalet Bakanı. Sarıklıları, oteli yakanları, cinayet işleyenleri, katliam yapanları savunmaya kalkıştı. Ama zaten o süreçte SHP ve DYP’nin yaptığı yeni bir koalisyon hükümeti vardı. Tansu Çiller’in başbakan olduğu, saçma sapan konuştuğu bir süreç var.
“BİR SAATTE GELİNECEK SİVAS’A ERTESİ GÜN GELİNDİ”
Erdal İnönü’nün çok edilgen bir süreci var. Bir saat içinde gelinebilecek bir Sivas’a ertesi gün geldi. 37 insan ölmüş. Ama devlet seyirci kaldı. Dahası şımarık bir İçişleri Bakanı vardı, Mehmet Gazioğlu. Olayları koltuğunda dönerek, sırıtarak anlatıyordu. Televizyonlarda bunu gördük.
Televizyondaki anlatımları gördükçe biz de emniyet müdürlüğünde acı içinde tedirgin olduk.
Tabi tepki de gösterdik, ‘bunlar yalan söylüyor’ dedik.
Olması gereken bu değil.
Tansu Çiller, ‘Oteli saran yurttaşlarımıza bir şey olmamış’ dedi.
Söylenecek söz değil. Sen başbakansan her candan sorumlusun. Süleyman Demirel, ‘Emniyet güçleriyle halkı karşı karşıya getirmeyin’ dedi.
Peki, ne olacak? Halk isyan etsin.
Onlar halk değildi; çapulcular, tam anlamıyla şeriatçılar isyan ediyordu.
Türkiye Cumhuriyeti devletine isyan ediyorlar.
Devlet düzenini sağlamak görevindeki kişiler ne yazık ki böyle davrandılar.
Tabi ki olaylar, sonuçta Cafer Erçakmak yıllarca 100 metre ötesinde yaşamış emniyet müdürlüğünün. Aziz Nesin’i merdivenlerden inerken tartaklayan isim.
Pek çoğu Almanya’da dönercilik yapıyor.
Biliniyor ama istenilmiyor, getirilmiyor, istense de yalandan isteniyor.
Bu bakımdan ister adına derin devlet diyelim, ister yandaşların oluşturduğu devlet diyelim ne yazık ki katliamlar sürdü sürecek.
“BİZ GİTMEDEN 95 ÖĞRENCİ YURDU DOLDURULMUŞTU”
Son dönemlerde Temel Karamollaoğlu’nun söylemleri çok gündeme geldi. Sivas’ı hala bir katliam olarak tanımlamaktan imtina etti. Maraş Katliamı ve diğer katliamlarda olduğu gibi, söz konusu katliamlarda ismi geçen isimlerin katliama yönelik rahat ifadelerini nasıl değerlendirmek gerekir?
Bunlar kendi yaptıklarına hiçbir zaman katliam demezler.
Çünkü katliam dedikleri zaman suçlu olacaklardır.
Bunlar, onlar için sıradan olaylardır.
Sıradan olaylar olduğu zaman sorumluluktan kurtulduklarını sanıyorlar.
Orada yetkiliysen sorumlusun.
Temel Karamollaoğlu bugünlerde AKP’ye karşı laflar ediyor diye benim gözümde aklanmış değil. Çünkü ‘gazanız mübarek olsun dediği zaman’ aslında cihada kalkışan insanlar gaza yapar.
Gaza nedir, kutsal din savaşıdır.
Sen ‘gazanız mübarek olsun’ dediğiniz zaman bu insanları kutsamış oluyorsun.
Dolayısıyla sen onların ortağısın. Onların işbirlikçisisin.
Biz varmadan 95 öğrenci yurdunu doldurduğunu öğrendik.
Belediyenin bundan haberdar olmaması mümkün mü?
Emniyet Müdürlüğü’nün bundan haberdar olmaması mümkün mü?
Kaldı ki kapıların altından atılan Müslüman kardeşler bildirileri var.
Bunlar bizim elimize de geçti.
Bu iktidarı yaratan güçlerin başında siz varsınız.
Bu iktidarı yaratanların, bu ülkeyi satanların yanında geçmişte siz vardınız.
Bunları siz yetiştirdiniz. Hiç kimse kendini kandırmasın.
“HER KATLİAM İNSANLIK SUÇUDUR”
Geçmiş suçlarının unutulduğunu sanıyorlar. Hayır unutulamaz. Çünkü katliam insanlık suçudur. Yani aslında her katliam insanlık suçudur.
1978 yılındaki Kahramanmaraş olayları nereden çıktı.
Din yobazlarından çıktı.
Sivas, Çorum olayları ve 1993’de Sivas Katliamı.
Bu tarihsel süreçte din ve devlet işleri tam ayrılmadığı sürece, dini vicdanlara bırakmadığımız sürece katliamlar devam edecektir.
İnançlar tartışılmaz, düşünceler tartışılır.
Düşünce bilgiye dayalıdır, inanç bilgi gerektirmez.
Teslim edersin kendini tanrıya, peygambere.
Onlar senin yerine düşünürler, onlar senin yerine karar verirler.
Sen insan olarak herhangi bir etkinlikte bulunamazsın.
Derse ki önde öldür bunu. Düşünmezsin öldürürsün. İnsanlığın tarihi dinlerin katliamıyla, din savaşlarıyla dolu. Laik, demokratik Türkiye Cumhuriyetine karşı bir kalkışmadır.
“BÜTÜN DERDİMİZ KATLİAMI UNUTTURMAMAK”
Katliamın üzerinden 26 yıl geçti. Siz bu katliamdan sonra neler yaptınız, yaşamınızda nasıl değişiklikler oldu? Size yansımaları nasıl oldu?
Biz ancak anmalarla geçmişi yaşamaya ve yaşatmaya çalışıyoruz ya da tarihi unutturmamaya çalışıyoruz.
Bütün derdimiz bu.
Bundan sonraki yeni kuşaklar bunu bilsinler geleceğe ona göre hazırlansınlar.
Bilimle hazırlansınlar, şiir ve öyküyle hazırlansınlar.
Çünkü bilinç bunu gerektiriyor.
Bilinçli insan Türkiye Cumhuriyetine laik diye sahip çıkmak zorunda. Laiklik bugün bütün çelişkilerin önüne geçmiştir.
Bugün Türkiye’deki en önemli çelişki laiklik ile şeriat isteyenlerin arasındaki savaştır. 26 yıl geçti anmalar sürecek, sürmeli de. Ben bu süreçte geldiğimde psikiyatrisi arkadaşım, ‘şu anda çok sakin görünüyorsunuz ama bunun acısı sonra çıkacak’ dedi.
Ama galiba benim şansım yazmak oldu. İşte önce ‘Ateş Mektupları’ şiirlerini yazdım. Sonra ‘Şeytan Minareleri’ romanını yazdım. Bu süreçte başka şeyler de yazdım. Beni sağalttı ya da Sivas Katliamı’nın canımdaki izlerini hafifletti. Ama bu unutma anlamında değil daha bilinçli düşünme anlamında değerlendirdi.
“MECLİSE SORULAN BÜTÜN SORULAR ENGELLENİYOR”
Peki var olan Alevi örgütlülüğü gerçekten Sivas’ın hesabını her anlamda sorabildi mi?
Sivas’ın hesabını örgütlülük soramaz.
Neden soramaz; devlet varken soramıyorsa hangi örgütlülük sorabilir.
Diyelim Kültür Bakanlığı soramaz. Meclis sormuyor, mecliste sorulan bütün sorular engelleniyor. Komisyon kurulmuyor. Mecliste taraftarları var, çoğunlukla taraftarlar bunlardan. O yüzden kolay değil. Hesap soracak olan laik devlettir. Laik devlet, geçmişte yapılan bütün katliamların, devlete karşı işlenmiş suçların hesabını sormak zorunda. O zamanlar devlet güvenlik mahkemeleri vardı. Bu mahkemelere biz ifade verdik. Avukatlarımız mahkemeleri sürdürdü. Ancak Türkiye’de hep yasalar kişiye göre değişiyor, öbeklere göre değişiyor, mezheplere göre uygulanıyor. O yüzden biz hep azınlıktayız ya da hep yenilen gibi görünüyoruz. Ancak tarihsel süreç içinde bilim, sanat, kültür, aydınlık mutlaka bu karanlık düşünceleri yenecektir.
Son olarak bir çağrınız var mı?
Bilimden, sanattan, kültürden başka bizi bu katliamlardan kurtaracak bir yol göremiyorum. Bilimsel düşünme yolu.
Ersin ÖZGÜL/Semra ACAR
İZMİRSivas Katliamı’ndan kurtulan Karakuş:
O gün devleti yanımızda göremedik
2 Temmuz 1993, bir katliam tarihi olarak hafızalara kazındı. O gün yaşananların tanıklarından, katliamdan eşiyle birlikte kurtulan Şair Hidayet Karakuş, otelde yaşananları gözyaşları içinde anlattı. Ogün devleti yanlarında göremediğine dikkat çeken Karakuş, bütün katliamların insanlık suçu olduğunu vurguladı.
2 Temmuz 1993, bir katliam tarihi olarak hafızalara kazındı. O gün, Pir Sultan Abdal’ı Anma Şenlikleri’ne katılmak için Sivas’a giden aydın ve sanatçılardan 33’ü, kaldıkları otelin yakılması sonucu hayatını kaybetmişti. Katliam sırasında iki otel görevlisi ile iki de saldırgan ölmüştü.
Sivas Madımak Oteli Katliamı davasının zaman aşımına uğradığı ve geçtiğimiz günlerde Ankara’da görülen davada mahkeme heyeti, firari 3 katliam sanığının yakalanıp yargılanmadan dosyanın kapanmayacağına hükmederek bir sonraki duruşmayı 26 Eylül 2019’a erteledi.
1993 yılında Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD) ve Kültür Bakanlığı’nın ortaklaşa düzenlediği Pir Sultan Abdal Şenlikleri’ne katılmak için eşiyle birlikte Sivas’a giden şair Hidayet Karakuş, o gün yaşananları unutamadığını söyledi.
Karakuş, olaylar sırasında otelin merdivenlerinde oturan nişanlı çiftlerin sıkıntıdan saçlarını ördüğünü gözyaşları içinde anlattı. Devletin bütün yurttaşlarına eşit mesafede durması gerektiğini belirten Karakuş, o gün devletin yanlarında olmadığının altını çizdi.
Karakuş, Sivas Katliamı davasının zaman aşımına uğramasına tepki göstererek, faillerinin belli olduğunu ancak korunduğunu ifade etti. Yaşananlar sırasında Sivas Belediye Başkanı olan Temel Karamolloğlu’nun ‘gazanız mübarek olsun’ sözlerini anımsatarak, “Orada yetkiliysen sorumlusun. Bugünlerde AKP’ye karşı laflar ediyor diye benim gözümde aklanmış değil” diyerek Karamollaoğlu’na tepki gösterdi.
Şair Karakuş, o dönemi yazarak atlattığını belirterek, Sivas Katliamı’ndan sonra, önce ‘Ateş Mektupları’ şiirlerini daha sonra ‘Şeytan Minareleri’ romanını yazdı.
“BİR GÜN ÖNCESİNDEN KALDIRIM TAŞLARI SÖKÜLMÜŞTÜ”
Sivas Katliamı tanığı Şair Hidayet Karakuş ile Sivas Katliamına dair konuştuk.
2 Temmuz 1993 tarihinde Türkiye tarihine bir katliam daha not düştü. Siz de yaşananlar sırasında oradaydınız. O gün ve öncesinde neler yaşandı?
Pir Sultan Abdal Kültür Derneği ile Kültür Bakanlığı’nın ortak düzenlediği bir etkinlikten bahsetti Ali Balkız. 1993 yılında. Gitmeyi kabul ettim ve eşimle beraber gittik. 2 Temmuz öncesinden herhangi bir sıkıntımız yoktu. 1 Temmuz sabahı vardığımız zaman pırıl pırıl bir Sivas havası, güneşli bir gün. Aklımıza öyle şeyler gelmiyor tabi, neşeli bir yolculuk yaptık. İki otobüs Kayseri üzerinden Sivas’a gittik. İlk gün gerçekten herhangi bir sorun yoktu.
Program yönünde yapılması gereken etkinlikler yapıldı, ikinci gün öğlene kadar da bir sorun yoktu ama bir iki sataşma olmuş. Aziz Nesin, ben saat 11.00 sıralarında imzadaydık. O arada Aziz Nesin’e sataşanlar olmuş. Onun dışında saat 12.00 sıralarında erken ayrıldım imza masasından.
Eşim rahatsızlandığı için otele döndüm. Otele döndüğümde eşim uyuyordu, yemekler ağır geldiği için biraz rahatsızlanmıştı. Sivas’a gittiğimde madımak otunu merak etmiştim ve pazar yerini buldum. Pazar yeri merkez camisine bakıyordu, o sırada gördüğüm bir bakkal vardı.
Yine camiye bakan bir bakkal. Oradan peynir aldım, köşeden de ekmek alacaktım. Ama bakkaldan çıktığım zaman cami avlusundan bir öbeğin sloganlar attığını ortalarından da alevlerin yükseldiğini gördüm. Bir yurttaş da cami duvarının dışında onları izliyordu. Bunlar ne yapıyor dedim; Amerikan bayrağı yakıyorlar dedi.
O anda aklıma bir şey gelmedi. Acele ekmeği aldım otele yürüdüm. Cumhuriyet lokantası yolumun üzerindeydi, arkadaşları uyarmak istedim ama ben caddeye çıktığım zaman camiden boşalan kalabalık 80-100 kişiydi. Arkadaşlar da durumu görmüş, yemekleri bırakmış kaldırımlara çıkarak göstericileri izliyorlardı.
“KÖTÜLÜĞÜ ÖRGÜTLEYENLER HER ŞEYİ AYRINTILARINA KADAR ÖRGÜTLÜYORLAR”
Sonuçta odaya geldim, ekmeğimizi yedik. Eşime dışarıda olayların olduğunu söyledim. Büyük olasılıkla bize tepki gösteriyorlar, odayı, valizimizi toplayalım dedik. Ayrılacaktık otelden. İşler bitmişti, etkinlik sürdürülmeyecekti, belliydi.
Sonuçta saat 14.10’da otele ilk taş düştü. Ama şunu belirtmeliyim ki bir gün öncesinden otele giderken PTT’nin önündeki kaldırım taşları sökülüp bir kenara yığılıyordu. Bunları sonradan düşünüyorsunuz, o an aklınıza bir şey gelmiyor.
Dahası ben kaldırım taşlarını söken işçiye kolay gelsin dediğim zaman ağzının içinden konuşarak bir şeyler dedi. Ama biz insanca geleneğimiz gereği çalışan insana ‘kolay gelsin’ deriz. O gün içinde Sivas’ta dolaştığımız zaman da başka yerde kaldırım çalışması görmedik.
Bizim aklımıza kötü şeyler gelmiyor ama kötülüğü örgütleyenler her şeyi ayrıntılarına kadar örgütlüyorlar. Sonuçta otel taşlanırken kaldırım taşlarının kullanıldığı bir gerçek.
“OTELDE 5-6 SAAT TAŞLANDIK, BÜTÜN CAMLAR AŞAĞI İNDİRİLMİŞTİ”
Böyle olacağı tahmin edilmiyordu. İşin içinde devlet var, Kültür Bakanlığı var. Kültür Bakanlığı olunca diyorsunuz ki; devletin düzenlediği bir şey. Sadece PSAKD düzenlese belki düşünürsünüz hani ‘bir tepki falan olur’ diye. Laik bir Türkiye Cumhuriyet inde yaşıyoruz diye düşünüyoruz. Kimseyi Alevi-Sünni diye ayırmanın ya da Türk-Kürt diye ayırmanın anlamı yok. İnsanlığın tarihine aykırı bir şey.
Otele ilk taş saat 14.10 sıralarında düştü. Ondan sonra yağmaya başladı. Otelde bütün camlar aşağı indi, 5-6 saat taşlandık.
Karamolloğlu’nun sesini duyduk. Kalabalığa sesleniyor, kalabalık türlü sloganlar atarak bağırıyor ama vasat sloganlar. ‘Şeriat gelecek laiklik bitecek’, ‘Cumhuriyet burada kuruldu burada yıkılacak’, ‘Hain vali şeytan Aziz’ sloganları atılıyordu.
“OTELİN KARŞISINDAKİ HAN BİLE SALDIRGANLARLA, MOLOZ, TAŞ VE TUĞLALARLA DOLUYDU”
Bunlar kulağımızla duyduğumuz sloganlar. Çünkü camiden çıkan kalabalık ilk anda 80-100 kişi görünse de binler oluşturuyordu. Çünkü kültür merkezine kadar yürüyüp dönmüşlerdi. Her gidiş dönüşlerinde kalabalık çoğaldı. Biz ancak otelin içinde ne görebildiysek onu gördük. Ama haykırışlar, sloganlar kulağımıza kadar geliyordu.
Örneğin; üçüncü kattan kapı aralığından caddeye baktığım zaman atılan taşların odanın kapısının arkasına kadar
Ali Balkız ile ‘otelden başka çıkış var mı?’ diye baktık. Yangın merdiveninden kullanalım dedik, ama kapısı kilitliydi. Anahtarı bulsak bile caddeye çıktığı için gidemezdik. Çatıya kadar çıktık Ali Balkız ile. Çatıya çıktığımızda karşımızdaki iş hanının bütün katlarının saldırganlarla dolu olduğunu gördük.
Bütün katlar molozlarla, taşlarla, tuğlalarla donatılmış. Düşünün ki 3. katın odasına atılan taşın kapı ardına kadar düşmesi mümkün değil. Karşıdan taşlanıyorduk. Çıkışın olmayacağını görünce indik tekrar.
“GELEN ASKERLERE EĞİTİM VERMEK İSTEMİŞLER”
Bir ara saat 16.00 sıralarında alana bir askeri birlik girdi. 21 çocuk varmış, yeni yemin etmiş bir takım. Tüfeklerini çapraz tutmuşlar alana girdiler. İşte o zaman ‘en büyük asker bizim asker’ diyerek askerleri övmeye başladılar. Sonradan öğrendiğim kadarıyla arkadaşımın oğlu da o askerlerin içindeymiş. Olaylardan çok sonra anlattı. Onlara eğitim vermek istemişler. Kubilay’daki gibi. Silahları eğitim mermisiyle dolu, hiçbir etkisi olmayacak mermiler. Yani 21 kişi ne yapabilecekti ki….
Kısacası 15.30 sıralarında Temel Karamollaoğlu’nun ‘Gazanız mübarek olsun, artık dağılalım, gereken tepkiyi gösterdik’ dediğini duyduk.
Otel daha sonra ateşe verildi. Askerler geldikten sonra Aziz Nesin’in yanına gittim; ‘Aziz abi asker geldi’ dedim. ‘Gerçekten geldi mi?’ dedi. Kuşkucu biriydi, doğru sezgileri vardı. 15.00 sıralarında Aziz Nesin, Erdal İnönü ile görüştü. Arif Sağ Ankara’da ulaşabildiği herkese ulaştı. Erdal İnönü’nün söylediği şey şu; ‘Sakin olun, devlet yanınızdadır’ falan. Ama ne yazık ki biz o devleti yanımızda göremedik o zaman.
“OTELİN GİRİŞİNE BARİKAT KURANLAR İLK OLARAK HAYATINI KAYBETTİ”
15.30 sıralarında dünya ile bağlantılarımız kesildi. Biz merdivenlerde bekleşiyoruz. Kapı önlerinde konuşuyoruz. O gün yanımda eşim olmasaydı ben de ölmüştüm. Çünkü yanında eşi olmayan arkadaşlar; Asaf Koçak, Behçet Aysan, Metin Altıok, Erdal Ayrancı, Uğur Kaynar pek çok insan merdivende barikat kurdular.
Çünkü bizim yanımızda merdivende oturan nişanlı çocuklar vardı, semah dönenlerden vardı. Onları korumak için otele yapılacak saldırıyı merdivenlerde püskürtmek için arkadaşlar barikat kurmuşlardı. İlk hayatını kaybedenler de onlar oldu. Çünkü aşağıda ilk yangın başlayınca karbon monoksit gazı bir baca gibi merdivenlerden yükseliyor, beş dakika içinde zaten boğuyormuş. Gazın özelliği o.
“YAKIYORLAR BİZİ”
Otel taşlanırken biz saat 18.00 sıralarında Zerin Taş pınar, Lütfi ye Aydın üçümüz 109 numaralı odada televizyonları karıştırdık. Star ya da Show idi ‘Sivas’ta olaylar’ diye başlık geçti.
Onlar televizyon karıştırırken ben arka odadan dışarıya baktım, üçgenimsi korkuluksuz bir balkon gördüm. İçimden ‘burası bizi bir süre koruyabilir’ diye geçirdim. Sonra 19.30 sıralarında aşağıdan gaz kokuları gelmeye başladı. Zerin ‘yakıyorlar bizi’ dedi. Sonra saat 19.50 sıralarında bir ses ‘arkadaşlar aşağı’ dedi. Ben karımın elini tuttum, merdivenlerden aşağı gittik. Daha inmeden bizi büyük bir sıcaklık ve duman karşıladı. O zaman bir ses ‘arkadaşlar yukarı’ dedi.
Ben de gündüz gördüğüm o yeri anımsayarak arka odalara yöneldik. Biz camları kırıp dışarı çıkıp balkonumsu yere çıktık. Sonuçta biz oradan ‘ne yaparız’ diye bakarken karşıdaki pencereyi gördük. O iki pencerede de iki tane aczmendi, sırıklarıyla bizi “girdiğiniz yerden çıkın” gibi ağız dolusu küfürlerle oraya sokmak istemediler.
Benim aklımdan şu geçti: ‘Aczmendilerle kavga edeceğiz, kazanırsak yaşayacağız, kazanamazsak zaten geri dönsek öleceğiz’. Biz dönmedik ama dönen arkadaşlar oldu. Biz kendi aramızda konuşurken birden o aczmendilerin gittiğini yerlerine tıknaz bir adamın geldiğini gördük. Bize ‘arkadaşlar gelin’ dedi. Eşim korktu, orada öleceğimize burada ölürüz dedi. Ama aynı anda diğer pencerede Aziz Nesin’in üç korumasından birini gördüm. Asayiş Şube Müdürü Mehmet, elinde telsiziyle ‘gelin’ dedi. İki bina arasına eternit gibi bir şey koymuşlar biz onun üzerinden indik. Bizim arkamızdan da pek çok kişi geldi. Karşı binanın ne olduğunu bilmiyoruz ama bizden önce geçenler vardı. İçeridekiler bize ne yapacaklarını bilmiyorlar. Dışarıda olaylar devam ediyor.
“BÜTÜN ARKADAŞLARIMIZIN KURTULDUĞUNU SANIYORDUK, AMA AKŞAM DEHŞETİ GÖRDÜK”
45 dakika kadar orada kaldık. Sonra ışıkları söndürülmüş merdivenlerden indirildik. Aziz Nesin’in 3 tane koruması vardı orada. Birisi 15.30 sularında kayboldu, diğeri 17 sularında kayboldu ama komiser Mehmet sonuna kadar bizim yanımızda oldu. O olmasa biz kurtulamazdık. Komiser Mehmet’in sağladığı belediye servis aracıyla Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldük. Saat 21.00 sıralarıydı.
Biz geceyi orada geçirdik. Şu duygu içindeydik: ‘biz kurtulduk ki bütün arkadaşlarımız kurtuldu’. Akşam saat 22.00’de televizyonları izlediğimiz zaman yaşadığımız dehşetin boyutlarını gördük.
Büyük bir acıya gömüldük. Yapılacak hiçbir şey yok, kapana kısılmış gibiydik. Tabi biz çıkarken, emniyet müdürlüğüne götürülürken dışarıdan silah sesleri geliyordu. Büyük olasılıkla çatışma vardı.
“DEVLET KATİLLERE SAHİP ÇIKTI”
Süren davalar, temyizler, müdahil avukatların talepleri yıllarca devam etti. Sivas Katliamı davası 20 yılın ardından zaman aşımı gerekçesiyle kapatıldı. Firari sanıklar hala aranıyor. Katliamda ismi geçen insanlar devlet kademelerinde görev aldı. Tüm bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Devlet dediğimiz aygıt bütün yurttaşlarına eşit olması, eşit davranması gerekirken yasaları eşit uygulaması gerekirken, ‘benim katilim’ dercesine sahip çıktı onlara. Daha o dönemde Adalet Bakanı olan Şevket Kazan avukatlıklarını üstlenmeye kalktı. Ama yasa izin vermediği için avukatlık alamadı. Büyük tepki gördü zaten.
Yani Refah Partisi’nin Adalet Bakanı. Sarıklıları, oteli yakanları, cinayet işleyenleri, katliam yapanları savunmaya kalkıştı. Ama zaten o süreçte SHP ve DYP’nin yaptığı yeni bir koalisyon hükümeti vardı. Tansu Çiller’in başbakan olduğu, saçma sapan konuştuğu bir süreç var.
“BİR SAATTE GELİNECEK SİVAS’A ERTESİ GÜN GELİNDİ”
Erdal İnönü’nün çok edilgen bir süreci var. Bir saat içinde gelinebilecek bir Sivas’a ertesi gün geldi. 37 insan ölmüş. Ama devlet seyirci kaldı. Dahası şımarık bir İçişleri Bakanı vardı, Mehmet Gazioğlu. Olayları koltuğunda dönerek, sırıtarak anlatıyordu. Televizyonlarda bunu gördük.
Televizyondaki anlatımları gördükçe biz de emniyet müdürlüğünde acı içinde tedirgin olduk.
Tabi tepki de gösterdik, ‘bunlar yalan söylüyor’ dedik.
Olması gereken bu değil.
Tansu Çiller, ‘Oteli saran yurttaşlarımıza bir şey olmamış’ dedi.
Söylenecek söz değil. Sen başbakansan her candan sorumlusun. Süleyman Demirel, ‘Emniyet güçleriyle halkı karşı karşıya getirmeyin’ dedi.
Peki, ne olacak? Halk isyan etsin.
Onlar halk değildi; çapulcular, tam anlamıyla şeriatçılar isyan ediyordu.
Türkiye Cumhuriyeti devletine isyan ediyorlar.
Devlet düzenini sağlamak görevindeki kişiler ne yazık ki böyle davrandılar.
Tabi ki olaylar, sonuçta Cafer Erçakmak yıllarca 100 metre ötesinde yaşamış emniyet müdürlüğünün. Aziz Nesin’i merdivenlerden inerken tartaklayan isim.
Pek çoğu Almanya’da dönercilik yapıyor.
Biliniyor ama istenilmiyor, getirilmiyor, istense de yalandan isteniyor.
Bu bakımdan ister adına derin devlet diyelim, ister yandaşların oluşturduğu devlet diyelim ne yazık ki katliamlar sürdü sürecek.
“BİZ GİTMEDEN 95 ÖĞRENCİ YURDU DOLDURULMUŞTU”
Son dönemlerde Temel Karamollaoğlu’nun söylemleri çok gündeme geldi. Sivas’ı hala bir katliam olarak tanımlamaktan imtina etti. Maraş Katliamı ve diğer katliamlarda olduğu gibi, söz konusu katliamlarda ismi geçen isimlerin katliama yönelik rahat ifadelerini nasıl değerlendirmek gerekir?
Bunlar kendi yaptıklarına hiçbir zaman katliam demezler.
Çünkü katliam dedikleri zaman suçlu olacaklardır.
Bunlar, onlar için sıradan olaylardır.
Sıradan olaylar olduğu zaman sorumluluktan kurtulduklarını sanıyorlar.
Orada yetkiliysen sorumlusun.
Temel Karamollaoğlu bugünlerde AKP’ye karşı laflar ediyor diye benim gözümde aklanmış değil. Çünkü ‘gazanız mübarek olsun dediği zaman’ aslında cihada kalkışan insanlar gaza yapar.
Gaza nedir, kutsal din savaşıdır.
Sen ‘gazanız mübarek olsun’ dediğiniz zaman bu insanları kutsamış oluyorsun.
Dolayısıyla sen onların ortağısın. Onların işbirlikçisisin.
Biz varmadan 95 öğrenci yurdunu doldurduğunu öğrendik.
Belediyenin bundan haberdar olmaması mümkün mü?
Emniyet Müdürlüğü’nün bundan haberdar olmaması mümkün mü?
Kaldı ki kapıların altından atılan Müslüman kardeşler bildirileri var.
Bunlar bizim elimize de geçti.
Bu iktidarı yaratan güçlerin başında siz varsınız.
Bu iktidarı yaratanların, bu ülkeyi satanların yanında geçmişte siz vardınız.
Bunları siz yetiştirdiniz. Hiç kimse kendini kandırmasın.
“HER KATLİAM İNSANLIK SUÇUDUR”
Geçmiş suçlarının unutulduğunu sanıyorlar. Hayır unutulamaz. Çünkü katliam insanlık suçudur. Yani aslında her katliam insanlık suçudur.
1978 yılındaki Kahramanmaraş olayları nereden çıktı.
Din yobazlarından çıktı.
Sivas, Çorum olayları ve 1993’de Sivas Katliamı.
Bu tarihsel süreçte din ve devlet işleri tam ayrılmadığı sürece, dini vicdanlara bırakmadığımız sürece katliamlar devam edecektir.
İnançlar tartışılmaz, düşünceler tartışılır.
Düşünce bilgiye dayalıdır, inanç bilgi gerektirmez.
Teslim edersin kendini tanrıya, peygambere.
Onlar senin yerine düşünürler, onlar senin yerine karar verirler.
Sen insan olarak herhangi bir etkinlikte bulunamazsın.
Derse ki önde öldür bunu. Düşünmezsin öldürürsün. İnsanlığın tarihi dinlerin katliamıyla, din savaşlarıyla dolu. Laik, demokratik Türkiye Cumhuriyetine karşı bir kalkışmadır.
“BÜTÜN DERDİMİZ KATLİAMI UNUTTURMAMAK”
Katliamın üzerinden 26 yıl geçti. Siz bu katliamdan sonra neler yaptınız, yaşamınızda nasıl değişiklikler oldu? Size yansımaları nasıl oldu?
Biz ancak anmalarla geçmişi yaşamaya ve yaşatmaya çalışıyoruz ya da tarihi unutturmamaya çalışıyoruz.
Bütün derdimiz bu.
Bundan sonraki yeni kuşaklar bunu bilsinler geleceğe ona göre hazırlansınlar.
Bilimle hazırlansınlar, şiir ve öyküyle hazırlansınlar.
Çünkü bilinç bunu gerektiriyor.
Bilinçli insan Türkiye Cumhuriyetine laik diye sahip çıkmak zorunda. Laiklik bugün bütün çelişkilerin önüne geçmiştir.
Bugün Türkiye’deki en önemli çelişki laiklik ile şeriat isteyenlerin arasındaki savaştır. 26 yıl geçti anmalar sürecek, sürmeli de. Ben bu süreçte geldiğimde psikiyatrisi arkadaşım, ‘şu anda çok sakin görünüyorsunuz ama bunun acısı sonra çıkacak’ dedi.
Ama galiba benim şansım yazmak oldu. İşte önce ‘Ateş Mektupları’ şiirlerini yazdım. Sonra ‘Şeytan Minareleri’ romanını yazdım. Bu süreçte başka şeyler de yazdım. Beni sağalttı ya da Sivas Katliamı’nın canımdaki izlerini hafifletti. Ama bu unutma anlamında değil daha bilinçli düşünme anlamında değerlendirdi.
“MECLİSE SORULAN BÜTÜN SORULAR ENGELLENİYOR”
Peki var olan Alevi örgütlülüğü gerçekten Sivas’ın hesabını her anlamda sorabildi mi?
Sivas’ın hesabını örgütlülük soramaz.
Neden soramaz; devlet varken soramıyorsa hangi örgütlülük sorabilir.
Diyelim Kültür Bakanlığı soramaz. Meclis sormuyor, mecliste sorulan bütün sorular engelleniyor. Komisyon kurulmuyor. Mecliste taraftarları var, çoğunlukla taraftarlar bunlardan. O yüzden kolay değil. Hesap soracak olan laik devlettir. Laik devlet, geçmişte yapılan bütün katliamların, devlete karşı işlenmiş suçların hesabını sormak zorunda. O zamanlar devlet güvenlik mahkemeleri vardı. Bu mahkemelere biz ifade verdik. Avukatlarımız mahkemeleri sürdürdü. Ancak Türkiye’de hep yasalar kişiye göre değişiyor, öbeklere göre değişiyor, mezheplere göre uygulanıyor. O yüzden biz hep azınlıktayız ya da hep yenilen gibi görünüyoruz. Ancak tarihsel süreç içinde bilim, sanat, kültür, aydınlık mutlaka bu karanlık düşünceleri yenecektir.
Son olarak bir çağrınız var mı?
Bilimden, sanattan, kültürden başka bizi bu katliamlardan kurtaracak bir yol göremiyorum. Bilimsel düşünme yolu.
Ersin ÖZGÜL/Semra ACAR
İZMİRSivas Katliamı’ndan kurtulan Karakuş:
O gün devleti yanımızda göremedik
2 Temmuz 1993, bir katliam tarihi olarak hafızalara kazındı. O gün yaşananların tanıklarından, katliamdan eşiyle birlikte kurtulan Şair Hidayet Karakuş, otelde yaşananları gözyaşları içinde anlattı. Ogün devleti yanlarında göremediğine dikkat çeken Karakuş, bütün katliamların insanlık suçu olduğunu vurguladı.
2 Temmuz 1993, bir katliam tarihi olarak hafızalara kazındı. O gün, Pir Sultan Abdal’ı Anma Şenlikleri’ne katılmak için Sivas’a giden aydın ve sanatçılardan 33’ü, kaldıkları otelin yakılması sonucu hayatını kaybetmişti. Katliam sırasında iki otel görevlisi ile iki de saldırgan ölmüştü.
Sivas Madımak Oteli Katliamı davasının zaman aşımına uğradığı ve geçtiğimiz günlerde Ankara’da görülen davada mahkeme heyeti, firari 3 katliam sanığının yakalanıp yargılanmadan dosyanın kapanmayacağına hükmederek bir sonraki duruşmayı 26 Eylül 2019’a erteledi.
1993 yılında Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD) ve Kültür Bakanlığı’nın ortaklaşa düzenlediği Pir Sultan Abdal Şenlikleri’ne katılmak için eşiyle birlikte Sivas’a giden şair Hidayet Karakuş, o gün yaşananları unutamadığını söyledi.
Karakuş, olaylar sırasında otelin merdivenlerinde oturan nişanlı çiftlerin sıkıntıdan saçlarını ördüğünü gözyaşları içinde anlattı. Devletin bütün yurttaşlarına eşit mesafede durması gerektiğini belirten Karakuş, o gün devletin yanlarında olmadığının altını çizdi.
Karakuş, Sivas Katliamı davasının zaman aşımına uğramasına tepki göstererek, faillerinin belli olduğunu ancak korunduğunu ifade etti. Yaşananlar sırasında Sivas Belediye Başkanı olan Temel Karamolloğlu’nun ‘gazanız mübarek olsun’ sözlerini anımsatarak, “Orada yetkiliysen sorumlusun. Bugünlerde AKP’ye karşı laflar ediyor diye benim gözümde aklanmış değil” diyerek Karamollaoğlu’na tepki gösterdi.
Şair Karakuş, o dönemi yazarak atlattığını belirterek, Sivas Katliamı’ndan sonra, önce ‘Ateş Mektupları’ şiirlerini daha sonra ‘Şeytan Minareleri’ romanını yazdı.
“BİR GÜN ÖNCESİNDEN KALDIRIM TAŞLARI SÖKÜLMÜŞTÜ”
Sivas Katliamı tanığı Şair Hidayet Karakuş ile Sivas Katliamına dair konuştuk.
2 Temmuz 1993 tarihinde Türkiye tarihine bir katliam daha not düştü. Siz de yaşananlar sırasında oradaydınız. O gün ve öncesinde neler yaşandı?
Pir Sultan Abdal Kültür Derneği ile Kültür Bakanlığı’nın ortak düzenlediği bir etkinlikten bahsetti Ali Balkız. 1993 yılında. Gitmeyi kabul ettim ve eşimle beraber gittik. 2 Temmuz öncesinden herhangi bir sıkıntımız yoktu. 1 Temmuz sabahı vardığımız zaman pırıl pırıl bir Sivas havası, güneşli bir gün. Aklımıza öyle şeyler gelmiyor tabi, neşeli bir yolculuk yaptık. İki otobüs Kayseri üzerinden Sivas’a gittik. İlk gün gerçekten herhangi bir sorun yoktu.
Program yönünde yapılması gereken etkinlikler yapıldı, ikinci gün öğlene kadar da bir sorun yoktu ama bir iki sataşma olmuş. Aziz Nesin, ben saat 11.00 sıralarında imzadaydık. O arada Aziz Nesin’e sataşanlar olmuş. Onun dışında saat 12.00 sıralarında erken ayrıldım imza masasından.
Eşim rahatsızlandığı için otele döndüm. Otele döndüğümde eşim uyuyordu, yemekler ağır geldiği için biraz rahatsızlanmıştı. Sivas’a gittiğimde madımak otunu merak etmiştim ve pazar yerini buldum. Pazar yeri merkez camisine bakıyordu, o sırada gördüğüm bir bakkal vardı.
Yine camiye bakan bir bakkal. Oradan peynir aldım, köşeden de ekmek alacaktım. Ama bakkaldan çıktığım zaman cami avlusundan bir öbeğin sloganlar attığını ortalarından da alevlerin yükseldiğini gördüm. Bir yurttaş da cami duvarının dışında onları izliyordu. Bunlar ne yapıyor dedim; Amerikan bayrağı yakıyorlar dedi.
O anda aklıma bir şey gelmedi. Acele ekmeği aldım otele yürüdüm. Cumhuriyet lokantası yolumun üzerindeydi, arkadaşları uyarmak istedim ama ben caddeye çıktığım zaman camiden boşalan kalabalık 80-100 kişiydi. Arkadaşlar da durumu görmüş, yemekleri bırakmış kaldırımlara çıkarak göstericileri izliyorlardı.
“KÖTÜLÜĞÜ ÖRGÜTLEYENLER HER ŞEYİ AYRINTILARINA KADAR ÖRGÜTLÜYORLAR”
Sonuçta odaya geldim, ekmeğimizi yedik. Eşime dışarıda olayların olduğunu söyledim. Büyük olasılıkla bize tepki gösteriyorlar, odayı, valizimizi toplayalım dedik. Ayrılacaktık otelden. İşler bitmişti, etkinlik sürdürülmeyecekti, belliydi.
Sonuçta saat 14.10’da otele ilk taş düştü. Ama şunu belirtmeliyim ki bir gün öncesinden otele giderken PTT’nin önündeki kaldırım taşları sökülüp bir kenara yığılıyordu. Bunları sonradan düşünüyorsunuz, o an aklınıza bir şey gelmiyor.
Dahası ben kaldırım taşlarını söken işçiye kolay gelsin dediğim zaman ağzının içinden konuşarak bir şeyler dedi. Ama biz insanca geleneğimiz gereği çalışan insana ‘kolay gelsin’ deriz. O gün içinde Sivas’ta dolaştığımız zaman da başka yerde kaldırım çalışması görmedik.
Bizim aklımıza kötü şeyler gelmiyor ama kötülüğü örgütleyenler her şeyi ayrıntılarına kadar örgütlüyorlar. Sonuçta otel taşlanırken kaldırım taşlarının kullanıldığı bir gerçek.
“OTELDE 5-6 SAAT TAŞLANDIK, BÜTÜN CAMLAR AŞAĞI İNDİRİLMİŞTİ”
Böyle olacağı tahmin edilmiyordu. İşin içinde devlet var, Kültür Bakanlığı var. Kültür Bakanlığı olunca diyorsunuz ki; devletin düzenlediği bir şey. Sadece PSAKD düzenlese belki düşünürsünüz hani ‘bir tepki falan olur’ diye. Laik bir Türkiye Cumhuriyet inde yaşıyoruz diye düşünüyoruz. Kimseyi Alevi-Sünni diye ayırmanın ya da Türk-Kürt diye ayırmanın anlamı yok. İnsanlığın tarihine aykırı bir şey.
Otele ilk taş saat 14.10 sıralarında düştü. Ondan sonra yağmaya başladı. Otelde bütün camlar aşağı indi, 5-6 saat taşlandık.
Karamolloğlu’nun sesini duyduk. Kalabalığa sesleniyor, kalabalık türlü sloganlar atarak bağırıyor ama vasat sloganlar. ‘Şeriat gelecek laiklik bitecek’, ‘Cumhuriyet burada kuruldu burada yıkılacak’, ‘Hain vali şeytan Aziz’ sloganları atılıyordu.
“OTELİN KARŞISINDAKİ HAN BİLE SALDIRGANLARLA, MOLOZ, TAŞ VE TUĞLALARLA DOLUYDU”
Bunlar kulağımızla duyduğumuz sloganlar. Çünkü camiden çıkan kalabalık ilk anda 80-100 kişi görünse de binler oluşturuyordu. Çünkü kültür merkezine kadar yürüyüp dönmüşlerdi. Her gidiş dönüşlerinde kalabalık çoğaldı. Biz ancak otelin içinde ne görebildiysek onu gördük. Ama haykırışlar, sloganlar kulağımıza kadar geliyordu.
Örneğin; üçüncü kattan kapı aralığından caddeye baktığım zaman atılan taşların odanın kapısının arkasına kadar
Ali Balkız ile ‘otelden başka çıkış var mı?’ diye baktık. Yangın merdiveninden kullanalım dedik, ama kapısı kilitliydi. Anahtarı bulsak bile caddeye çıktığı için gidemezdik. Çatıya kadar çıktık Ali Balkız ile. Çatıya çıktığımızda karşımızdaki iş hanının bütün katlarının saldırganlarla dolu olduğunu gördük.
Bütün katlar molozlarla, taşlarla, tuğlalarla donatılmış. Düşünün ki 3. katın odasına atılan taşın kapı ardına kadar düşmesi mümkün değil. Karşıdan taşlanıyorduk. Çıkışın olmayacağını görünce indik tekrar.
“GELEN ASKERLERE EĞİTİM VERMEK İSTEMİŞLER”
Bir ara saat 16.00 sıralarında alana bir askeri birlik girdi. 21 çocuk varmış, yeni yemin etmiş bir takım. Tüfeklerini çapraz tutmuşlar alana girdiler. İşte o zaman ‘en büyük asker bizim asker’ diyerek askerleri övmeye başladılar. Sonradan öğrendiğim kadarıyla arkadaşımın oğlu da o askerlerin içindeymiş. Olaylardan çok sonra anlattı. Onlara eğitim vermek istemişler. Kubilay’daki gibi. Silahları eğitim mermisiyle dolu, hiçbir etkisi olmayacak mermiler. Yani 21 kişi ne yapabilecekti ki….
Kısacası 15.30 sıralarında Temel Karamollaoğlu’nun ‘Gazanız mübarek olsun, artık dağılalım, gereken tepkiyi gösterdik’ dediğini duyduk.
Otel daha sonra ateşe verildi. Askerler geldikten sonra Aziz Nesin’in yanına gittim; ‘Aziz abi asker geldi’ dedim. ‘Gerçekten geldi mi?’ dedi. Kuşkucu biriydi, doğru sezgileri vardı. 15.00 sıralarında Aziz Nesin, Erdal İnönü ile görüştü. Arif Sağ Ankara’da ulaşabildiği herkese ulaştı. Erdal İnönü’nün söylediği şey şu; ‘Sakin olun, devlet yanınızdadır’ falan. Ama ne yazık ki biz o devleti yanımızda göremedik o zaman.
“OTELİN GİRİŞİNE BARİKAT KURANLAR İLK OLARAK HAYATINI KAYBETTİ”
15.30 sıralarında dünya ile bağlantılarımız kesildi. Biz merdivenlerde bekleşiyoruz. Kapı önlerinde konuşuyoruz. O gün yanımda eşim olmasaydı ben de ölmüştüm. Çünkü yanında eşi olmayan arkadaşlar; Asaf Koçak, Behçet Aysan, Metin Altıok, Erdal Ayrancı, Uğur Kaynar pek çok insan merdivende barikat kurdular.
Çünkü bizim yanımızda merdivende oturan nişanlı çocuklar vardı, semah dönenlerden vardı. Onları korumak için otele yapılacak saldırıyı merdivenlerde püskürtmek için arkadaşlar barikat kurmuşlardı. İlk hayatını kaybedenler de onlar oldu. Çünkü aşağıda ilk yangın başlayınca karbon monoksit gazı bir baca gibi merdivenlerden yükseliyor, beş dakika içinde zaten boğuyormuş. Gazın özelliği o.
“YAKIYORLAR BİZİ”
Otel taşlanırken biz saat 18.00 sıralarında Zerin Taş pınar, Lütfi ye Aydın üçümüz 109 numaralı odada televizyonları karıştırdık. Star ya da Show idi ‘Sivas’ta olaylar’ diye başlık geçti.
Onlar televizyon karıştırırken ben arka odadan dışarıya baktım, üçgenimsi korkuluksuz bir balkon gördüm. İçimden ‘burası bizi bir süre koruyabilir’ diye geçirdim. Sonra 19.30 sıralarında aşağıdan gaz kokuları gelmeye başladı. Zerin ‘yakıyorlar bizi’ dedi. Sonra saat 19.50 sıralarında bir ses ‘arkadaşlar aşağı’ dedi. Ben karımın elini tuttum, merdivenlerden aşağı gittik. Daha inmeden bizi büyük bir sıcaklık ve duman karşıladı. O zaman bir ses ‘arkadaşlar yukarı’ dedi.
Ben de gündüz gördüğüm o yeri anımsayarak arka odalara yöneldik. Biz camları kırıp dışarı çıkıp balkonumsu yere çıktık. Sonuçta biz oradan ‘ne yaparız’ diye bakarken karşıdaki pencereyi gördük. O iki pencerede de iki tane aczmendi, sırıklarıyla bizi “girdiğiniz yerden çıkın” gibi ağız dolusu küfürlerle oraya sokmak istemediler.
Benim aklımdan şu geçti: ‘Aczmendilerle kavga edeceğiz, kazanırsak yaşayacağız, kazanamazsak zaten geri dönsek öleceğiz’. Biz dönmedik ama dönen arkadaşlar oldu. Biz kendi aramızda konuşurken birden o aczmendilerin gittiğini yerlerine tıknaz bir adamın geldiğini gördük. Bize ‘arkadaşlar gelin’ dedi. Eşim korktu, orada öleceğimize burada ölürüz dedi. Ama aynı anda diğer pencerede Aziz Nesin’in üç korumasından birini gördüm. Asayiş Şube Müdürü Mehmet, elinde telsiziyle ‘gelin’ dedi. İki bina arasına eternit gibi bir şey koymuşlar biz onun üzerinden indik. Bizim arkamızdan da pek çok kişi geldi. Karşı binanın ne olduğunu bilmiyoruz ama bizden önce geçenler vardı. İçeridekiler bize ne yapacaklarını bilmiyorlar. Dışarıda olaylar devam ediyor.
“BÜTÜN ARKADAŞLARIMIZIN KURTULDUĞUNU SANIYORDUK, AMA AKŞAM DEHŞETİ GÖRDÜK”
45 dakika kadar orada kaldık. Sonra ışıkları söndürülmüş merdivenlerden indirildik. Aziz Nesin’in 3 tane koruması vardı orada. Birisi 15.30 sularında kayboldu, diğeri 17 sularında kayboldu ama komiser Mehmet sonuna kadar bizim yanımızda oldu. O olmasa biz kurtulamazdık. Komiser Mehmet’in sağladığı belediye servis aracıyla Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldük. Saat 21.00 sıralarıydı.
Biz geceyi orada geçirdik. Şu duygu içindeydik: ‘biz kurtulduk ki bütün arkadaşlarımız kurtuldu’. Akşam saat 22.00’de televizyonları izlediğimiz zaman yaşadığımız dehşetin boyutlarını gördük.
Büyük bir acıya gömüldük. Yapılacak hiçbir şey yok, kapana kısılmış gibiydik. Tabi biz çıkarken, emniyet müdürlüğüne götürülürken dışarıdan silah sesleri geliyordu. Büyük olasılıkla çatışma vardı.
“DEVLET KATİLLERE SAHİP ÇIKTI”
Süren davalar, temyizler, müdahil avukatların talepleri yıllarca devam etti. Sivas Katliamı davası 20 yılın ardından zaman aşımı gerekçesiyle kapatıldı. Firari sanıklar hala aranıyor. Katliamda ismi geçen insanlar devlet kademelerinde görev aldı. Tüm bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Devlet dediğimiz aygıt bütün yurttaşlarına eşit olması, eşit davranması gerekirken yasaları eşit uygulaması gerekirken, ‘benim katilim’ dercesine sahip çıktı onlara. Daha o dönemde Adalet Bakanı olan Şevket Kazan avukatlıklarını üstlenmeye kalktı. Ama yasa izin vermediği için avukatlık alamadı. Büyük tepki gördü zaten.
Yani Refah Partisi’nin Adalet Bakanı. Sarıklıları, oteli yakanları, cinayet işleyenleri, katliam yapanları savunmaya kalkıştı. Ama zaten o süreçte SHP ve DYP’nin yaptığı yeni bir koalisyon hükümeti vardı. Tansu Çiller’in başbakan olduğu, saçma sapan konuştuğu bir süreç var.
“BİR SAATTE GELİNECEK SİVAS’A ERTESİ GÜN GELİNDİ”
Erdal İnönü’nün çok edilgen bir süreci var. Bir saat içinde gelinebilecek bir Sivas’a ertesi gün geldi. 37 insan ölmüş. Ama devlet seyirci kaldı. Dahası şımarık bir İçişleri Bakanı vardı, Mehmet Gazioğlu. Olayları koltuğunda dönerek, sırıtarak anlatıyordu. Televizyonlarda bunu gördük.
Televizyondaki anlatımları gördükçe biz de emniyet müdürlüğünde acı içinde tedirgin olduk.
Tabi tepki de gösterdik, ‘bunlar yalan söylüyor’ dedik.
Olması gereken bu değil.
Tansu Çiller, ‘Oteli saran yurttaşlarımıza bir şey olmamış’ dedi.
Söylenecek söz değil. Sen başbakansan her candan sorumlusun. Süleyman Demirel, ‘Emniyet güçleriyle halkı karşı karşıya getirmeyin’ dedi.
Peki, ne olacak? Halk isyan etsin.
Onlar halk değildi; çapulcular, tam anlamıyla şeriatçılar isyan ediyordu.
Türkiye Cumhuriyeti devletine isyan ediyorlar.
Devlet düzenini sağlamak görevindeki kişiler ne yazık ki böyle davrandılar.
Tabi ki olaylar, sonuçta Cafer Erçakmak yıllarca 100 metre ötesinde yaşamış emniyet müdürlüğünün. Aziz Nesin’i merdivenlerden inerken tartaklayan isim.
Pek çoğu Almanya’da dönercilik yapıyor.
Biliniyor ama istenilmiyor, getirilmiyor, istense de yalandan isteniyor.
Bu bakımdan ister adına derin devlet diyelim, ister yandaşların oluşturduğu devlet diyelim ne yazık ki katliamlar sürdü sürecek.
“BİZ GİTMEDEN 95 ÖĞRENCİ YURDU DOLDURULMUŞTU”
Son dönemlerde Temel Karamollaoğlu’nun söylemleri çok gündeme geldi. Sivas’ı hala bir katliam olarak tanımlamaktan imtina etti. Maraş Katliamı ve diğer katliamlarda olduğu gibi, söz konusu katliamlarda ismi geçen isimlerin katliama yönelik rahat ifadelerini nasıl değerlendirmek gerekir?
Bunlar kendi yaptıklarına hiçbir zaman katliam demezler.
Çünkü katliam dedikleri zaman suçlu olacaklardır.
Bunlar, onlar için sıradan olaylardır.
Sıradan olaylar olduğu zaman sorumluluktan kurtulduklarını sanıyorlar.
Orada yetkiliysen sorumlusun.
Temel Karamollaoğlu bugünlerde AKP’ye karşı laflar ediyor diye benim gözümde aklanmış değil. Çünkü ‘gazanız mübarek olsun dediği zaman’ aslında cihada kalkışan insanlar gaza yapar.
Gaza nedir, kutsal din savaşıdır.
Sen ‘gazanız mübarek olsun’ dediğiniz zaman bu insanları kutsamış oluyorsun.
Dolayısıyla sen onların ortağısın. Onların işbirlikçisisin.
Biz varmadan 95 öğrenci yurdunu doldurduğunu öğrendik.
Belediyenin bundan haberdar olmaması mümkün mü?
Emniyet Müdürlüğü’nün bundan haberdar olmaması mümkün mü?
Kaldı ki kapıların altından atılan Müslüman kardeşler bildirileri var.
Bunlar bizim elimize de geçti.
Bu iktidarı yaratan güçlerin başında siz varsınız.
Bu iktidarı yaratanların, bu ülkeyi satanların yanında geçmişte siz vardınız.
Bunları siz yetiştirdiniz. Hiç kimse kendini kandırmasın.
“HER KATLİAM İNSANLIK SUÇUDUR”
Geçmiş suçlarının unutulduğunu sanıyorlar. Hayır unutulamaz. Çünkü katliam insanlık suçudur. Yani aslında her katliam insanlık suçudur.
1978 yılındaki Kahramanmaraş olayları nereden çıktı.
Din yobazlarından çıktı.
Sivas, Çorum olayları ve 1993’de Sivas Katliamı.
Bu tarihsel süreçte din ve devlet işleri tam ayrılmadığı sürece, dini vicdanlara bırakmadığımız sürece katliamlar devam edecektir.
İnançlar tartışılmaz, düşünceler tartışılır.
Düşünce bilgiye dayalıdır, inanç bilgi gerektirmez.
Teslim edersin kendini tanrıya, peygambere.
Onlar senin yerine düşünürler, onlar senin yerine karar verirler.
Sen insan olarak herhangi bir etkinlikte bulunamazsın.
Derse ki önde öldür bunu. Düşünmezsin öldürürsün. İnsanlığın tarihi dinlerin katliamıyla, din savaşlarıyla dolu. Laik, demokratik Türkiye Cumhuriyetine karşı bir kalkışmadır.
“BÜTÜN DERDİMİZ KATLİAMI UNUTTURMAMAK”
Katliamın üzerinden 26 yıl geçti. Siz bu katliamdan sonra neler yaptınız, yaşamınızda nasıl değişiklikler oldu? Size yansımaları nasıl oldu?
Biz ancak anmalarla geçmişi yaşamaya ve yaşatmaya çalışıyoruz ya da tarihi unutturmamaya çalışıyoruz.
Bütün derdimiz bu.
Bundan sonraki yeni kuşaklar bunu bilsinler geleceğe ona göre hazırlansınlar.
Bilimle hazırlansınlar, şiir ve öyküyle hazırlansınlar.
Çünkü bilinç bunu gerektiriyor.
Bilinçli insan Türkiye Cumhuriyetine laik diye sahip çıkmak zorunda. Laiklik bugün bütün çelişkilerin önüne geçmiştir.
Bugün Türkiye’deki en önemli çelişki laiklik ile şeriat isteyenlerin arasındaki savaştır. 26 yıl geçti anmalar sürecek, sürmeli de. Ben bu süreçte geldiğimde psikiyatrisi arkadaşım, ‘şu anda çok sakin görünüyorsunuz ama bunun acısı sonra çıkacak’ dedi.
Ama galiba benim şansım yazmak oldu. İşte önce ‘Ateş Mektupları’ şiirlerini yazdım. Sonra ‘Şeytan Minareleri’ romanını yazdım. Bu süreçte başka şeyler de yazdım. Beni sağalttı ya da Sivas Katliamı’nın canımdaki izlerini hafifletti. Ama bu unutma anlamında değil daha bilinçli düşünme anlamında değerlendirdi.
“MECLİSE SORULAN BÜTÜN SORULAR ENGELLENİYOR”
Peki var olan Alevi örgütlülüğü gerçekten Sivas’ın hesabını her anlamda sorabildi mi?
Sivas’ın hesabını örgütlülük soramaz.
Neden soramaz; devlet varken soramıyorsa hangi örgütlülük sorabilir.
Diyelim Kültür Bakanlığı soramaz. Meclis sormuyor, mecliste sorulan bütün sorular engelleniyor. Komisyon kurulmuyor. Mecliste taraftarları var, çoğunlukla taraftarlar bunlardan. O yüzden kolay değil. Hesap soracak olan laik devlettir. Laik devlet, geçmişte yapılan bütün katliamların, devlete karşı işlenmiş suçların hesabını sormak zorunda. O zamanlar devlet güvenlik mahkemeleri vardı. Bu mahkemelere biz ifade verdik. Avukatlarımız mahkemeleri sürdürdü. Ancak Türkiye’de hep yasalar kişiye göre değişiyor, öbeklere göre değişiyor, mezheplere göre uygulanıyor. O yüzden biz hep azınlıktayız ya da hep yenilen gibi görünüyoruz. Ancak tarihsel süreç içinde bilim, sanat, kültür, aydınlık mutlaka bu karanlık düşünceleri yenecektir.
Son olarak bir çağrınız var mı?
Bilimden, sanattan, kültürden başka bizi bu katliamlardan kurtaracak bir yol göremiyorum. Bilimsel düşünme yolu.
Ersin ÖZGÜL/Semra ACAR
İZMİRSivas Katliamı’ndan kurtulan Karakuş:
O gün devleti yanımızda göremedik
2 Temmuz 1993, bir katliam tarihi olarak hafızalara kazındı. O gün yaşananların tanıklarından, katliamdan eşiyle birlikte kurtulan Şair Hidayet Karakuş, otelde yaşananları gözyaşları içinde anlattı. Ogün devleti yanlarında göremediğine dikkat çeken Karakuş, bütün katliamların insanlık suçu olduğunu vurguladı.
2 Temmuz 1993, bir katliam tarihi olarak hafızalara kazındı. O gün, Pir Sultan Abdal’ı Anma Şenlikleri’ne katılmak için Sivas’a giden aydın ve sanatçılardan 33’ü, kaldıkları otelin yakılması sonucu hayatını kaybetmişti. Katliam sırasında iki otel görevlisi ile iki de saldırgan ölmüştü.
Sivas Madımak Oteli Katliamı davasının zaman aşımına uğradığı ve geçtiğimiz günlerde Ankara’da görülen davada mahkeme heyeti, firari 3 katliam sanığının yakalanıp yargılanmadan dosyanın kapanmayacağına hükmederek bir sonraki duruşmayı 26 Eylül 2019’a erteledi.
1993 yılında Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD) ve Kültür Bakanlığı’nın ortaklaşa düzenlediği Pir Sultan Abdal Şenlikleri’ne katılmak için eşiyle birlikte Sivas’a giden şair Hidayet Karakuş, o gün yaşananları unutamadığını söyledi.
Karakuş, olaylar sırasında otelin merdivenlerinde oturan nişanlı çiftlerin sıkıntıdan saçlarını ördüğünü gözyaşları içinde anlattı. Devletin bütün yurttaşlarına eşit mesafede durması gerektiğini belirten Karakuş, o gün devletin yanlarında olmadığının altını çizdi.
Karakuş, Sivas Katliamı davasının zaman aşımına uğramasına tepki göstererek, faillerinin belli olduğunu ancak korunduğunu ifade etti. Yaşananlar sırasında Sivas Belediye Başkanı olan Temel Karamolloğlu’nun ‘gazanız mübarek olsun’ sözlerini anımsatarak, “Orada yetkiliysen sorumlusun. Bugünlerde AKP’ye karşı laflar ediyor diye benim gözümde aklanmış değil” diyerek Karamollaoğlu’na tepki gösterdi.
Şair Karakuş, o dönemi yazarak atlattığını belirterek, Sivas Katliamı’ndan sonra, önce ‘Ateş Mektupları’ şiirlerini daha sonra ‘Şeytan Minareleri’ romanını yazdı.
“BİR GÜN ÖNCESİNDEN KALDIRIM TAŞLARI SÖKÜLMÜŞTÜ”
Sivas Katliamı tanığı Şair Hidayet Karakuş ile Sivas Katliamına dair konuştuk.
2 Temmuz 1993 tarihinde Türkiye tarihine bir katliam daha not düştü. Siz de yaşananlar sırasında oradaydınız. O gün ve öncesinde neler yaşandı?
Pir Sultan Abdal Kültür Derneği ile Kültür Bakanlığı’nın ortak düzenlediği bir etkinlikten bahsetti Ali Balkız. 1993 yılında. Gitmeyi kabul ettim ve eşimle beraber gittik. 2 Temmuz öncesinden herhangi bir sıkıntımız yoktu. 1 Temmuz sabahı vardığımız zaman pırıl pırıl bir Sivas havası, güneşli bir gün. Aklımıza öyle şeyler gelmiyor tabi, neşeli bir yolculuk yaptık. İki otobüs Kayseri üzerinden Sivas’a gittik. İlk gün gerçekten herhangi bir sorun yoktu.
Program yönünde yapılması gereken etkinlikler yapıldı, ikinci gün öğlene kadar da bir sorun yoktu ama bir iki sataşma olmuş. Aziz Nesin, ben saat 11.00 sıralarında imzadaydık. O arada Aziz Nesin’e sataşanlar olmuş. Onun dışında saat 12.00 sıralarında erken ayrıldım imza masasından.
Eşim rahatsızlandığı için otele döndüm. Otele döndüğümde eşim uyuyordu, yemekler ağır geldiği için biraz rahatsızlanmıştı. Sivas’a gittiğimde madımak otunu merak etmiştim ve pazar yerini buldum. Pazar yeri merkez camisine bakıyordu, o sırada gördüğüm bir bakkal vardı.
Yine camiye bakan bir bakkal. Oradan peynir aldım, köşeden de ekmek alacaktım. Ama bakkaldan çıktığım zaman cami avlusundan bir öbeğin sloganlar attığını ortalarından da alevlerin yükseldiğini gördüm. Bir yurttaş da cami duvarının dışında onları izliyordu. Bunlar ne yapıyor dedim; Amerikan bayrağı yakıyorlar dedi.
O anda aklıma bir şey gelmedi. Acele ekmeği aldım otele yürüdüm. Cumhuriyet lokantası yolumun üzerindeydi, arkadaşları uyarmak istedim ama ben caddeye çıktığım zaman camiden boşalan kalabalık 80-100 kişiydi. Arkadaşlar da durumu görmüş, yemekleri bırakmış kaldırımlara çıkarak göstericileri izliyorlardı.
“KÖTÜLÜĞÜ ÖRGÜTLEYENLER HER ŞEYİ AYRINTILARINA KADAR ÖRGÜTLÜYORLAR”
Sonuçta odaya geldim, ekmeğimizi yedik. Eşime dışarıda olayların olduğunu söyledim. Büyük olasılıkla bize tepki gösteriyorlar, odayı, valizimizi toplayalım dedik. Ayrılacaktık otelden. İşler bitmişti, etkinlik sürdürülmeyecekti, belliydi.
Sonuçta saat 14.10’da otele ilk taş düştü. Ama şunu belirtmeliyim ki bir gün öncesinden otele giderken PTT’nin önündeki kaldırım taşları sökülüp bir kenara yığılıyordu. Bunları sonradan düşünüyorsunuz, o an aklınıza bir şey gelmiyor.
Dahası ben kaldırım taşlarını söken işçiye kolay gelsin dediğim zaman ağzının içinden konuşarak bir şeyler dedi. Ama biz insanca geleneğimiz gereği çalışan insana ‘kolay gelsin’ deriz. O gün içinde Sivas’ta dolaştığımız zaman da başka yerde kaldırım çalışması görmedik.
Bizim aklımıza kötü şeyler gelmiyor ama kötülüğü örgütleyenler her şeyi ayrıntılarına kadar örgütlüyorlar. Sonuçta otel taşlanırken kaldırım taşlarının kullanıldığı bir gerçek.
“OTELDE 5-6 SAAT TAŞLANDIK, BÜTÜN CAMLAR AŞAĞI İNDİRİLMİŞTİ”
Böyle olacağı tahmin edilmiyordu. İşin içinde devlet var, Kültür Bakanlığı var. Kültür Bakanlığı olunca diyorsunuz ki; devletin düzenlediği bir şey. Sadece PSAKD düzenlese belki düşünürsünüz hani ‘bir tepki falan olur’ diye. Laik bir Türkiye Cumhuriyet inde yaşıyoruz diye düşünüyoruz. Kimseyi Alevi-Sünni diye ayırmanın ya da Türk-Kürt diye ayırmanın anlamı yok. İnsanlığın tarihine aykırı bir şey.
Otele ilk taş saat 14.10 sıralarında düştü. Ondan sonra yağmaya başladı. Otelde bütün camlar aşağı indi, 5-6 saat taşlandık.
Karamolloğlu’nun sesini duyduk. Kalabalığa sesleniyor, kalabalık türlü sloganlar atarak bağırıyor ama vasat sloganlar. ‘Şeriat gelecek laiklik bitecek’, ‘Cumhuriyet burada kuruldu burada yıkılacak’, ‘Hain vali şeytan Aziz’ sloganları atılıyordu.
“OTELİN KARŞISINDAKİ HAN BİLE SALDIRGANLARLA, MOLOZ, TAŞ VE TUĞLALARLA DOLUYDU”
Bunlar kulağımızla duyduğumuz sloganlar. Çünkü camiden çıkan kalabalık ilk anda 80-100 kişi görünse de binler oluşturuyordu. Çünkü kültür merkezine kadar yürüyüp dönmüşlerdi. Her gidiş dönüşlerinde kalabalık çoğaldı. Biz ancak otelin içinde ne görebildiysek onu gördük. Ama haykırışlar, sloganlar kulağımıza kadar geliyordu.
Örneğin; üçüncü kattan kapı aralığından caddeye baktığım zaman atılan taşların odanın kapısının arkasına kadar
Ali Balkız ile ‘otelden başka çıkış var mı?’ diye baktık. Yangın merdiveninden kullanalım dedik, ama kapısı kilitliydi. Anahtarı bulsak bile caddeye çıktığı için gidemezdik. Çatıya kadar çıktık Ali Balkız ile. Çatıya çıktığımızda karşımızdaki iş hanının bütün katlarının saldırganlarla dolu olduğunu gördük.
Bütün katlar molozlarla, taşlarla, tuğlalarla donatılmış. Düşünün ki 3. katın odasına atılan taşın kapı ardına kadar düşmesi mümkün değil. Karşıdan taşlanıyorduk. Çıkışın olmayacağını görünce indik tekrar.
“GELEN ASKERLERE EĞİTİM VERMEK İSTEMİŞLER”
Bir ara saat 16.00 sıralarında alana bir askeri birlik girdi. 21 çocuk varmış, yeni yemin etmiş bir takım. Tüfeklerini çapraz tutmuşlar alana girdiler. İşte o zaman ‘en büyük asker bizim asker’ diyerek askerleri övmeye başladılar. Sonradan öğrendiğim kadarıyla arkadaşımın oğlu da o askerlerin içindeymiş. Olaylardan çok sonra anlattı. Onlara eğitim vermek istemişler. Kubilay’daki gibi. Silahları eğitim mermisiyle dolu, hiçbir etkisi olmayacak mermiler. Yani 21 kişi ne yapabilecekti ki….
Kısacası 15.30 sıralarında Temel Karamollaoğlu’nun ‘Gazanız mübarek olsun, artık dağılalım, gereken tepkiyi gösterdik’ dediğini duyduk.
Otel daha sonra ateşe verildi. Askerler geldikten sonra Aziz Nesin’in yanına gittim; ‘Aziz abi asker geldi’ dedim. ‘Gerçekten geldi mi?’ dedi. Kuşkucu biriydi, doğru sezgileri vardı. 15.00 sıralarında Aziz Nesin, Erdal İnönü ile görüştü. Arif Sağ Ankara’da ulaşabildiği herkese ulaştı. Erdal İnönü’nün söylediği şey şu; ‘Sakin olun, devlet yanınızdadır’ falan. Ama ne yazık ki biz o devleti yanımızda göremedik o zaman.
“OTELİN GİRİŞİNE BARİKAT KURANLAR İLK OLARAK HAYATINI KAYBETTİ”
15.30 sıralarında dünya ile bağlantılarımız kesildi. Biz merdivenlerde bekleşiyoruz. Kapı önlerinde konuşuyoruz. O gün yanımda eşim olmasaydı ben de ölmüştüm. Çünkü yanında eşi olmayan arkadaşlar; Asaf Koçak, Behçet Aysan, Metin Altıok, Erdal Ayrancı, Uğur Kaynar pek çok insan merdivende barikat kurdular.
Çünkü bizim yanımızda merdivende oturan nişanlı çocuklar vardı, semah dönenlerden vardı. Onları korumak için otele yapılacak saldırıyı merdivenlerde püskürtmek için arkadaşlar barikat kurmuşlardı. İlk hayatını kaybedenler de onlar oldu. Çünkü aşağıda ilk yangın başlayınca karbon monoksit gazı bir baca gibi merdivenlerden yükseliyor, beş dakika içinde zaten boğuyormuş. Gazın özelliği o.
“YAKIYORLAR BİZİ”
Otel taşlanırken biz saat 18.00 sıralarında Zerin Taş pınar, Lütfi ye Aydın üçümüz 109 numaralı odada televizyonları karıştırdık. Star ya da Show idi ‘Sivas’ta olaylar’ diye başlık geçti.
Onlar televizyon karıştırırken ben arka odadan dışarıya baktım, üçgenimsi korkuluksuz bir balkon gördüm. İçimden ‘burası bizi bir süre koruyabilir’ diye geçirdim. Sonra 19.30 sıralarında aşağıdan gaz kokuları gelmeye başladı. Zerin ‘yakıyorlar bizi’ dedi. Sonra saat 19.50 sıralarında bir ses ‘arkadaşlar aşağı’ dedi. Ben karımın elini tuttum, merdivenlerden aşağı gittik. Daha inmeden bizi büyük bir sıcaklık ve duman karşıladı. O zaman bir ses ‘arkadaşlar yukarı’ dedi.
Ben de gündüz gördüğüm o yeri anımsayarak arka odalara yöneldik. Biz camları kırıp dışarı çıkıp balkonumsu yere çıktık. Sonuçta biz oradan ‘ne yaparız’ diye bakarken karşıdaki pencereyi gördük. O iki pencerede de iki tane aczmendi, sırıklarıyla bizi “girdiğiniz yerden çıkın” gibi ağız dolusu küfürlerle oraya sokmak istemediler.
Benim aklımdan şu geçti: ‘Aczmendilerle kavga edeceğiz, kazanırsak yaşayacağız, kazanamazsak zaten geri dönsek öleceğiz’. Biz dönmedik ama dönen arkadaşlar oldu. Biz kendi aramızda konuşurken birden o aczmendilerin gittiğini yerlerine tıknaz bir adamın geldiğini gördük. Bize ‘arkadaşlar gelin’ dedi. Eşim korktu, orada öleceğimize burada ölürüz dedi. Ama aynı anda diğer pencerede Aziz Nesin’in üç korumasından birini gördüm. Asayiş Şube Müdürü Mehmet, elinde telsiziyle ‘gelin’ dedi. İki bina arasına eternit gibi bir şey koymuşlar biz onun üzerinden indik. Bizim arkamızdan da pek çok kişi geldi. Karşı binanın ne olduğunu bilmiyoruz ama bizden önce geçenler vardı. İçeridekiler bize ne yapacaklarını bilmiyorlar. Dışarıda olaylar devam ediyor.
“BÜTÜN ARKADAŞLARIMIZIN KURTULDUĞUNU SANIYORDUK, AMA AKŞAM DEHŞETİ GÖRDÜK”
45 dakika kadar orada kaldık. Sonra ışıkları söndürülmüş merdivenlerden indirildik. Aziz Nesin’in 3 tane koruması vardı orada. Birisi 15.30 sularında kayboldu, diğeri 17 sularında kayboldu ama komiser Mehmet sonuna kadar bizim yanımızda oldu. O olmasa biz kurtulamazdık. Komiser Mehmet’in sağladığı belediye servis aracıyla Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldük. Saat 21.00 sıralarıydı.
Biz geceyi orada geçirdik. Şu duygu içindeydik: ‘biz kurtulduk ki bütün arkadaşlarımız kurtuldu’. Akşam saat 22.00’de televizyonları izlediğimiz zaman yaşadığımız dehşetin boyutlarını gördük.
Büyük bir acıya gömüldük. Yapılacak hiçbir şey yok, kapana kısılmış gibiydik. Tabi biz çıkarken, emniyet müdürlüğüne götürülürken dışarıdan silah sesleri geliyordu. Büyük olasılıkla çatışma vardı.
“DEVLET KATİLLERE SAHİP ÇIKTI”
Süren davalar, temyizler, müdahil avukatların talepleri yıllarca devam etti. Sivas Katliamı davası 20 yılın ardından zaman aşımı gerekçesiyle kapatıldı. Firari sanıklar hala aranıyor. Katliamda ismi geçen insanlar devlet kademelerinde görev aldı. Tüm bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Devlet dediğimiz aygıt bütün yurttaşlarına eşit olması, eşit davranması gerekirken yasaları eşit uygulaması gerekirken, ‘benim katilim’ dercesine sahip çıktı onlara. Daha o dönemde Adalet Bakanı olan Şevket Kazan avukatlıklarını üstlenmeye kalktı. Ama yasa izin vermediği için avukatlık alamadı. Büyük tepki gördü zaten.
Yani Refah Partisi’nin Adalet Bakanı. Sarıklıları, oteli yakanları, cinayet işleyenleri, katliam yapanları savunmaya kalkıştı. Ama zaten o süreçte SHP ve DYP’nin yaptığı yeni bir koalisyon hükümeti vardı. Tansu Çiller’in başbakan olduğu, saçma sapan konuştuğu bir süreç var.
“BİR SAATTE GELİNECEK SİVAS’A ERTESİ GÜN GELİNDİ”
Erdal İnönü’nün çok edilgen bir süreci var. Bir saat içinde gelinebilecek bir Sivas’a ertesi gün geldi. 37 insan ölmüş. Ama devlet seyirci kaldı. Dahası şımarık bir İçişleri Bakanı vardı, Mehmet Gazioğlu. Olayları koltuğunda dönerek, sırıtarak anlatıyordu. Televizyonlarda bunu gördük.
Televizyondaki anlatımları gördükçe biz de emniyet müdürlüğünde acı içinde tedirgin olduk.
Tabi tepki de gösterdik, ‘bunlar yalan söylüyor’ dedik.
Olması gereken bu değil.
Tansu Çiller, ‘Oteli saran yurttaşlarımıza bir şey olmamış’ dedi.
Söylenecek söz değil. Sen başbakansan her candan sorumlusun. Süleyman Demirel, ‘Emniyet güçleriyle halkı karşı karşıya getirmeyin’ dedi.
Peki, ne olacak? Halk isyan etsin.
Onlar halk değildi; çapulcular, tam anlamıyla şeriatçılar isyan ediyordu.
Türkiye Cumhuriyeti devletine isyan ediyorlar.
Devlet düzenini sağlamak görevindeki kişiler ne yazık ki böyle davrandılar.
Tabi ki olaylar, sonuçta Cafer Erçakmak yıllarca 100 metre ötesinde yaşamış emniyet müdürlüğünün. Aziz Nesin’i merdivenlerden inerken tartaklayan isim.
Pek çoğu Almanya’da dönercilik yapıyor.
Biliniyor ama istenilmiyor, getirilmiyor, istense de yalandan isteniyor.
Bu bakımdan ister adına derin devlet diyelim, ister yandaşların oluşturduğu devlet diyelim ne yazık ki katliamlar sürdü sürecek.
“BİZ GİTMEDEN 95 ÖĞRENCİ YURDU DOLDURULMUŞTU”
Son dönemlerde Temel Karamollaoğlu’nun söylemleri çok gündeme geldi. Sivas’ı hala bir katliam olarak tanımlamaktan imtina etti. Maraş Katliamı ve diğer katliamlarda olduğu gibi, söz konusu katliamlarda ismi geçen isimlerin katliama yönelik rahat ifadelerini nasıl değerlendirmek gerekir?
Bunlar kendi yaptıklarına hiçbir zaman katliam demezler.
Çünkü katliam dedikleri zaman suçlu olacaklardır.
Bunlar, onlar için sıradan olaylardır.
Sıradan olaylar olduğu zaman sorumluluktan kurtulduklarını sanıyorlar.
Orada yetkiliysen sorumlusun.
Temel Karamollaoğlu bugünlerde AKP’ye karşı laflar ediyor diye benim gözümde aklanmış değil. Çünkü ‘gazanız mübarek olsun dediği zaman’ aslında cihada kalkışan insanlar gaza yapar.
Gaza nedir, kutsal din savaşıdır.
Sen ‘gazanız mübarek olsun’ dediğiniz zaman bu insanları kutsamış oluyorsun.
Dolayısıyla sen onların ortağısın. Onların işbirlikçisisin.
Biz varmadan 95 öğrenci yurdunu doldurduğunu öğrendik.
Belediyenin bundan haberdar olmaması mümkün mü?
Emniyet Müdürlüğü’nün bundan haberdar olmaması mümkün mü?
Kaldı ki kapıların altından atılan Müslüman kardeşler bildirileri var.
Bunlar bizim elimize de geçti.
Bu iktidarı yaratan güçlerin başında siz varsınız.
Bu iktidarı yaratanların, bu ülkeyi satanların yanında geçmişte siz vardınız.
Bunları siz yetiştirdiniz. Hiç kimse kendini kandırmasın.
“HER KATLİAM İNSANLIK SUÇUDUR”
Geçmiş suçlarının unutulduğunu sanıyorlar. Hayır unutulamaz. Çünkü katliam insanlık suçudur. Yani aslında her katliam insanlık suçudur.
1978 yılındaki Kahramanmaraş olayları nereden çıktı.
Din yobazlarından çıktı.
Sivas, Çorum olayları ve 1993’de Sivas Katliamı.
Bu tarihsel süreçte din ve devlet işleri tam ayrılmadığı sürece, dini vicdanlara bırakmadığımız sürece katliamlar devam edecektir.
İnançlar tartışılmaz, düşünceler tartışılır.
Düşünce bilgiye dayalıdır, inanç bilgi gerektirmez.
Teslim edersin kendini tanrıya, peygambere.
Onlar senin yerine düşünürler, onlar senin yerine karar verirler.
Sen insan olarak herhangi bir etkinlikte bulunamazsın.
Derse ki önde öldür bunu. Düşünmezsin öldürürsün. İnsanlığın tarihi dinlerin katliamıyla, din savaşlarıyla dolu. Laik, demokratik Türkiye Cumhuriyetine karşı bir kalkışmadır.
“BÜTÜN DERDİMİZ KATLİAMI UNUTTURMAMAK”
Katliamın üzerinden 26 yıl geçti. Siz bu katliamdan sonra neler yaptınız, yaşamınızda nasıl değişiklikler oldu? Size yansımaları nasıl oldu?
Biz ancak anmalarla geçmişi yaşamaya ve yaşatmaya çalışıyoruz ya da tarihi unutturmamaya çalışıyoruz.
Bütün derdimiz bu.
Bundan sonraki yeni kuşaklar bunu bilsinler geleceğe ona göre hazırlansınlar.
Bilimle hazırlansınlar, şiir ve öyküyle hazırlansınlar.
Çünkü bilinç bunu gerektiriyor.
Bilinçli insan Türkiye Cumhuriyetine laik diye sahip çıkmak zorunda. Laiklik bugün bütün çelişkilerin önüne geçmiştir.
Bugün Türkiye’deki en önemli çelişki laiklik ile şeriat isteyenlerin arasındaki savaştır. 26 yıl geçti anmalar sürecek, sürmeli de. Ben bu süreçte geldiğimde psikiyatrisi arkadaşım, ‘şu anda çok sakin görünüyorsunuz ama bunun acısı sonra çıkacak’ dedi.
Ama galiba benim şansım yazmak oldu. İşte önce ‘Ateş Mektupları’ şiirlerini yazdım. Sonra ‘Şeytan Minareleri’ romanını yazdım. Bu süreçte başka şeyler de yazdım. Beni sağalttı ya da Sivas Katliamı’nın canımdaki izlerini hafifletti. Ama bu unutma anlamında değil daha bilinçli düşünme anlamında değerlendirdi.
“MECLİSE SORULAN BÜTÜN SORULAR ENGELLENİYOR”
Peki var olan Alevi örgütlülüğü gerçekten Sivas’ın hesabını her anlamda sorabildi mi?
Sivas’ın hesabını örgütlülük soramaz.
Neden soramaz; devlet varken soramıyorsa hangi örgütlülük sorabilir.
Diyelim Kültür Bakanlığı soramaz. Meclis sormuyor, mecliste sorulan bütün sorular engelleniyor. Komisyon kurulmuyor. Mecliste taraftarları var, çoğunlukla taraftarlar bunlardan. O yüzden kolay değil. Hesap soracak olan laik devlettir. Laik devlet, geçmişte yapılan bütün katliamların, devlete karşı işlenmiş suçların hesabını sormak zorunda. O zamanlar devlet güvenlik mahkemeleri vardı. Bu mahkemelere biz ifade verdik. Avukatlarımız mahkemeleri sürdürdü. Ancak Türkiye’de hep yasalar kişiye göre değişiyor, öbeklere göre değişiyor, mezheplere göre uygulanıyor. O yüzden biz hep azınlıktayız ya da hep yenilen gibi görünüyoruz. Ancak tarihsel süreç içinde bilim, sanat, kültür, aydınlık mutlaka bu karanlık düşünceleri yenecektir.
Son olarak bir çağrınız var mı?
Bilimden, sanattan, kültürden başka bizi bu katliamlardan kurtaracak bir yol göremiyorum. Bilimsel düşünme yolu.
Ersin ÖZGÜL/Semra ACAR
İZMİRSivas Katliamı’ndan kurtulan Karakuş:
O gün devleti yanımızda göremedik
2 Temmuz 1993, bir katliam tarihi olarak hafızalara kazındı. O gün yaşananların tanıklarından, katliamdan eşiyle birlikte kurtulan Şair Hidayet Karakuş, otelde yaşananları gözyaşları içinde anlattı. Ogün devleti yanlarında göremediğine dikkat çeken Karakuş, bütün katliamların insanlık suçu olduğunu vurguladı.
2 Temmuz 1993, bir katliam tarihi olarak hafızalara kazındı. O gün, Pir Sultan Abdal’ı Anma Şenlikleri’ne katılmak için Sivas’a giden aydın ve sanatçılardan 33’ü, kaldıkları otelin yakılması sonucu hayatını kaybetmişti. Katliam sırasında iki otel görevlisi ile iki de saldırgan ölmüştü.
Sivas Madımak Oteli Katliamı davasının zaman aşımına uğradığı ve geçtiğimiz günlerde Ankara’da görülen davada mahkeme heyeti, firari 3 katliam sanığının yakalanıp yargılanmadan dosyanın kapanmayacağına hükmederek bir sonraki duruşmayı 26 Eylül 2019’a erteledi.
1993 yılında Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD) ve Kültür Bakanlığı’nın ortaklaşa düzenlediği Pir Sultan Abdal Şenlikleri’ne katılmak için eşiyle birlikte Sivas’a giden şair Hidayet Karakuş, o gün yaşananları unutamadığını söyledi.
Karakuş, olaylar sırasında otelin merdivenlerinde oturan nişanlı çiftlerin sıkıntıdan saçlarını ördüğünü gözyaşları içinde anlattı. Devletin bütün yurttaşlarına eşit mesafede durması gerektiğini belirten Karakuş, o gün devletin yanlarında olmadığının altını çizdi.
Karakuş, Sivas Katliamı davasının zaman aşımına uğramasına tepki göstererek, faillerinin belli olduğunu ancak korunduğunu ifade etti. Yaşananlar sırasında Sivas Belediye Başkanı olan Temel Karamolloğlu’nun ‘gazanız mübarek olsun’ sözlerini anımsatarak, “Orada yetkiliysen sorumlusun. Bugünlerde AKP’ye karşı laflar ediyor diye benim gözümde aklanmış değil” diyerek Karamollaoğlu’na tepki gösterdi.
Şair Karakuş, o dönemi yazarak atlattığını belirterek, Sivas Katliamı’ndan sonra, önce ‘Ateş Mektupları’ şiirlerini daha sonra ‘Şeytan Minareleri’ romanını yazdı.
“BİR GÜN ÖNCESİNDEN KALDIRIM TAŞLARI SÖKÜLMÜŞTÜ”
Sivas Katliamı tanığı Şair Hidayet Karakuş ile Sivas Katliamına dair konuştuk.
2 Temmuz 1993 tarihinde Türkiye tarihine bir katliam daha not düştü. Siz de yaşananlar sırasında oradaydınız. O gün ve öncesinde neler yaşandı?
Pir Sultan Abdal Kültür Derneği ile Kültür Bakanlığı’nın ortak düzenlediği bir etkinlikten bahsetti Ali Balkız. 1993 yılında. Gitmeyi kabul ettim ve eşimle beraber gittik. 2 Temmuz öncesinden herhangi bir sıkıntımız yoktu. 1 Temmuz sabahı vardığımız zaman pırıl pırıl bir Sivas havası, güneşli bir gün. Aklımıza öyle şeyler gelmiyor tabi, neşeli bir yolculuk yaptık. İki otobüs Kayseri üzerinden Sivas’a gittik. İlk gün gerçekten herhangi bir sorun yoktu.
Program yönünde yapılması gereken etkinlikler yapıldı, ikinci gün öğlene kadar da bir sorun yoktu ama bir iki sataşma olmuş. Aziz Nesin, ben saat 11.00 sıralarında imzadaydık. O arada Aziz Nesin’e sataşanlar olmuş. Onun dışında saat 12.00 sıralarında erken ayrıldım imza masasından.
Eşim rahatsızlandığı için otele döndüm. Otele döndüğümde eşim uyuyordu, yemekler ağır geldiği için biraz rahatsızlanmıştı. Sivas’a gittiğimde madımak otunu merak etmiştim ve pazar yerini buldum. Pazar yeri merkez camisine bakıyordu, o sırada gördüğüm bir bakkal vardı.
Yine camiye bakan bir bakkal. Oradan peynir aldım, köşeden de ekmek alacaktım. Ama bakkaldan çıktığım zaman cami avlusundan bir öbeğin sloganlar attığını ortalarından da alevlerin yükseldiğini gördüm. Bir yurttaş da cami duvarının dışında onları izliyordu. Bunlar ne yapıyor dedim; Amerikan bayrağı yakıyorlar dedi.
O anda aklıma bir şey gelmedi. Acele ekmeği aldım otele yürüdüm. Cumhuriyet lokantası yolumun üzerindeydi, arkadaşları uyarmak istedim ama ben caddeye çıktığım zaman camiden boşalan kalabalık 80-100 kişiydi. Arkadaşlar da durumu görmüş, yemekleri bırakmış kaldırımlara çıkarak göstericileri izliyorlardı.
“KÖTÜLÜĞÜ ÖRGÜTLEYENLER HER ŞEYİ AYRINTILARINA KADAR ÖRGÜTLÜYORLAR”
Sonuçta odaya geldim, ekmeğimizi yedik. Eşime dışarıda olayların olduğunu söyledim. Büyük olasılıkla bize tepki gösteriyorlar, odayı, valizimizi toplayalım dedik. Ayrılacaktık otelden. İşler bitmişti, etkinlik sürdürülmeyecekti, belliydi.
Sonuçta saat 14.10’da otele ilk taş düştü. Ama şunu belirtmeliyim ki bir gün öncesinden otele giderken PTT’nin önündeki kaldırım taşları sökülüp bir kenara yığılıyordu. Bunları sonradan düşünüyorsunuz, o an aklınıza bir şey gelmiyor.
Dahası ben kaldırım taşlarını söken işçiye kolay gelsin dediğim zaman ağzının içinden konuşarak bir şeyler dedi. Ama biz insanca geleneğimiz gereği çalışan insana ‘kolay gelsin’ deriz. O gün içinde Sivas’ta dolaştığımız zaman da başka yerde kaldırım çalışması görmedik.
Bizim aklımıza kötü şeyler gelmiyor ama kötülüğü örgütleyenler her şeyi ayrıntılarına kadar örgütlüyorlar. Sonuçta otel taşlanırken kaldırım taşlarının kullanıldığı bir gerçek.
“OTELDE 5-6 SAAT TAŞLANDIK, BÜTÜN CAMLAR AŞAĞI İNDİRİLMİŞTİ”
Böyle olacağı tahmin edilmiyordu. İşin içinde devlet var, Kültür Bakanlığı var. Kültür Bakanlığı olunca diyorsunuz ki; devletin düzenlediği bir şey. Sadece PSAKD düzenlese belki düşünürsünüz hani ‘bir tepki falan olur’ diye. Laik bir Türkiye Cumhuriyet inde yaşıyoruz diye düşünüyoruz. Kimseyi Alevi-Sünni diye ayırmanın ya da Türk-Kürt diye ayırmanın anlamı yok. İnsanlığın tarihine aykırı bir şey.
Otele ilk taş saat 14.10 sıralarında düştü. Ondan sonra yağmaya başladı. Otelde bütün camlar aşağı indi, 5-6 saat taşlandık.
Karamolloğlu’nun sesini duyduk. Kalabalığa sesleniyor, kalabalık türlü sloganlar atarak bağırıyor ama vasat sloganlar. ‘Şeriat gelecek laiklik bitecek’, ‘Cumhuriyet burada kuruldu burada yıkılacak’, ‘Hain vali şeytan Aziz’ sloganları atılıyordu.
“OTELİN KARŞISINDAKİ HAN BİLE SALDIRGANLARLA, MOLOZ, TAŞ VE TUĞLALARLA DOLUYDU”
Bunlar kulağımızla duyduğumuz sloganlar. Çünkü camiden çıkan kalabalık ilk anda 80-100 kişi görünse de binler oluşturuyordu. Çünkü kültür merkezine kadar yürüyüp dönmüşlerdi. Her gidiş dönüşlerinde kalabalık çoğaldı. Biz ancak otelin içinde ne görebildiysek onu gördük. Ama haykırışlar, sloganlar kulağımıza kadar geliyordu.
Örneğin; üçüncü kattan kapı aralığından caddeye baktığım zaman atılan taşların odanın kapısının arkasına kadar
Ali Balkız ile ‘otelden başka çıkış var mı?’ diye baktık. Yangın merdiveninden kullanalım dedik, ama kapısı kilitliydi. Anahtarı bulsak bile caddeye çıktığı için gidemezdik. Çatıya kadar çıktık Ali Balkız ile. Çatıya çıktığımızda karşımızdaki iş hanının bütün katlarının saldırganlarla dolu olduğunu gördük.
Bütün katlar molozlarla, taşlarla, tuğlalarla donatılmış. Düşünün ki 3. katın odasına atılan taşın kapı ardına kadar düşmesi mümkün değil. Karşıdan taşlanıyorduk. Çıkışın olmayacağını görünce indik tekrar.
“GELEN ASKERLERE EĞİTİM VERMEK İSTEMİŞLER”
Bir ara saat 16.00 sıralarında alana bir askeri birlik girdi. 21 çocuk varmış, yeni yemin etmiş bir takım. Tüfeklerini çapraz tutmuşlar alana girdiler. İşte o zaman ‘en büyük asker bizim asker’ diyerek askerleri övmeye başladılar. Sonradan öğrendiğim kadarıyla arkadaşımın oğlu da o askerlerin içindeymiş. Olaylardan çok sonra anlattı. Onlara eğitim vermek istemişler. Kubilay’daki gibi. Silahları eğitim mermisiyle dolu, hiçbir etkisi olmayacak mermiler. Yani 21 kişi ne yapabilecekti ki….
Kısacası 15.30 sıralarında Temel Karamollaoğlu’nun ‘Gazanız mübarek olsun, artık dağılalım, gereken tepkiyi gösterdik’ dediğini duyduk.
Otel daha sonra ateşe verildi. Askerler geldikten sonra Aziz Nesin’in yanına gittim; ‘Aziz abi asker geldi’ dedim. ‘Gerçekten geldi mi?’ dedi. Kuşkucu biriydi, doğru sezgileri vardı. 15.00 sıralarında Aziz Nesin, Erdal İnönü ile görüştü. Arif Sağ Ankara’da ulaşabildiği herkese ulaştı. Erdal İnönü’nün söylediği şey şu; ‘Sakin olun, devlet yanınızdadır’ falan. Ama ne yazık ki biz o devleti yanımızda göremedik o zaman.
“OTELİN GİRİŞİNE BARİKAT KURANLAR İLK OLARAK HAYATINI KAYBETTİ”
15.30 sıralarında dünya ile bağlantılarımız kesildi. Biz merdivenlerde bekleşiyoruz. Kapı önlerinde konuşuyoruz. O gün yanımda eşim olmasaydı ben de ölmüştüm. Çünkü yanında eşi olmayan arkadaşlar; Asaf Koçak, Behçet Aysan, Metin Altıok, Erdal Ayrancı, Uğur Kaynar pek çok insan merdivende barikat kurdular.
Çünkü bizim yanımızda merdivende oturan nişanlı çocuklar vardı, semah dönenlerden vardı. Onları korumak için otele yapılacak saldırıyı merdivenlerde püskürtmek için arkadaşlar barikat kurmuşlardı. İlk hayatını kaybedenler de onlar oldu. Çünkü aşağıda ilk yangın başlayınca karbon monoksit gazı bir baca gibi merdivenlerden yükseliyor, beş dakika içinde zaten boğuyormuş. Gazın özelliği o.
“YAKIYORLAR BİZİ”
Otel taşlanırken biz saat 18.00 sıralarında Zerin Taş pınar, Lütfi ye Aydın üçümüz 109 numaralı odada televizyonları karıştırdık. Star ya da Show idi ‘Sivas’ta olaylar’ diye başlık geçti.
Onlar televizyon karıştırırken ben arka odadan dışarıya baktım, üçgenimsi korkuluksuz bir balkon gördüm. İçimden ‘burası bizi bir süre koruyabilir’ diye geçirdim. Sonra 19.30 sıralarında aşağıdan gaz kokuları gelmeye başladı. Zerin ‘yakıyorlar bizi’ dedi. Sonra saat 19.50 sıralarında bir ses ‘arkadaşlar aşağı’ dedi. Ben karımın elini tuttum, merdivenlerden aşağı gittik. Daha inmeden bizi büyük bir sıcaklık ve duman karşıladı. O zaman bir ses ‘arkadaşlar yukarı’ dedi.
Ben de gündüz gördüğüm o yeri anımsayarak arka odalara yöneldik. Biz camları kırıp dışarı çıkıp balkonumsu yere çıktık. Sonuçta biz oradan ‘ne yaparız’ diye bakarken karşıdaki pencereyi gördük. O iki pencerede de iki tane aczmendi, sırıklarıyla bizi “girdiğiniz yerden çıkın” gibi ağız dolusu küfürlerle oraya sokmak istemediler.
Benim aklımdan şu geçti: ‘Aczmendilerle kavga edeceğiz, kazanırsak yaşayacağız, kazanamazsak zaten geri dönsek öleceğiz’. Biz dönmedik ama dönen arkadaşlar oldu. Biz kendi aramızda konuşurken birden o aczmendilerin gittiğini yerlerine tıknaz bir adamın geldiğini gördük. Bize ‘arkadaşlar gelin’ dedi. Eşim korktu, orada öleceğimize burada ölürüz dedi. Ama aynı anda diğer pencerede Aziz Nesin’in üç korumasından birini gördüm. Asayiş Şube Müdürü Mehmet, elinde telsiziyle ‘gelin’ dedi. İki bina arasına eternit gibi bir şey koymuşlar biz onun üzerinden indik. Bizim arkamızdan da pek çok kişi geldi. Karşı binanın ne olduğunu bilmiyoruz ama bizden önce geçenler vardı. İçeridekiler bize ne yapacaklarını bilmiyorlar. Dışarıda olaylar devam ediyor.
“BÜTÜN ARKADAŞLARIMIZIN KURTULDUĞUNU SANIYORDUK, AMA AKŞAM DEHŞETİ GÖRDÜK”
45 dakika kadar orada kaldık. Sonra ışıkları söndürülmüş merdivenlerden indirildik. Aziz Nesin’in 3 tane koruması vardı orada. Birisi 15.30 sularında kayboldu, diğeri 17 sularında kayboldu ama komiser Mehmet sonuna kadar bizim yanımızda oldu. O olmasa biz kurtulamazdık. Komiser Mehmet’in sağladığı belediye servis aracıyla Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldük. Saat 21.00 sıralarıydı.
Biz geceyi orada geçirdik. Şu duygu içindeydik: ‘biz kurtulduk ki bütün arkadaşlarımız kurtuldu’. Akşam saat 22.00’de televizyonları izlediğimiz zaman yaşadığımız dehşetin boyutlarını gördük.
Büyük bir acıya gömüldük. Yapılacak hiçbir şey yok, kapana kısılmış gibiydik. Tabi biz çıkarken, emniyet müdürlüğüne götürülürken dışarıdan silah sesleri geliyordu. Büyük olasılıkla çatışma vardı.
“DEVLET KATİLLERE SAHİP ÇIKTI”
Süren davalar, temyizler, müdahil avukatların talepleri yıllarca devam etti. Sivas Katliamı davası 20 yılın ardından zaman aşımı gerekçesiyle kapatıldı. Firari sanıklar hala aranıyor. Katliamda ismi geçen insanlar devlet kademelerinde görev aldı. Tüm bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Devlet dediğimiz aygıt bütün yurttaşlarına eşit olması, eşit davranması gerekirken yasaları eşit uygulaması gerekirken, ‘benim katilim’ dercesine sahip çıktı onlara. Daha o dönemde Adalet Bakanı olan Şevket Kazan avukatlıklarını üstlenmeye kalktı. Ama yasa izin vermediği için avukatlık alamadı. Büyük tepki gördü zaten.
Yani Refah Partisi’nin Adalet Bakanı. Sarıklıları, oteli yakanları, cinayet işleyenleri, katliam yapanları savunmaya kalkıştı. Ama zaten o süreçte SHP ve DYP’nin yaptığı yeni bir koalisyon hükümeti vardı. Tansu Çiller’in başbakan olduğu, saçma sapan konuştuğu bir süreç var.
“BİR SAATTE GELİNECEK SİVAS’A ERTESİ GÜN GELİNDİ”
Erdal İnönü’nün çok edilgen bir süreci var. Bir saat içinde gelinebilecek bir Sivas’a ertesi gün geldi. 37 insan ölmüş. Ama devlet seyirci kaldı. Dahası şımarık bir İçişleri Bakanı vardı, Mehmet Gazioğlu. Olayları koltuğunda dönerek, sırıtarak anlatıyordu. Televizyonlarda bunu gördük.
Televizyondaki anlatımları gördükçe biz de emniyet müdürlüğünde acı içinde tedirgin olduk.
Tabi tepki de gösterdik, ‘bunlar yalan söylüyor’ dedik.
Olması gereken bu değil.
Tansu Çiller, ‘Oteli saran yurttaşlarımıza bir şey olmamış’ dedi.
Söylenecek söz değil. Sen başbakansan her candan sorumlusun. Süleyman Demirel, ‘Emniyet güçleriyle halkı karşı karşıya getirmeyin’ dedi.
Peki, ne olacak? Halk isyan etsin.
Onlar halk değildi; çapulcular, tam anlamıyla şeriatçılar isyan ediyordu.
Türkiye Cumhuriyeti devletine isyan ediyorlar.
Devlet düzenini sağlamak görevindeki kişiler ne yazık ki böyle davrandılar.
Tabi ki olaylar, sonuçta Cafer Erçakmak yıllarca 100 metre ötesinde yaşamış emniyet müdürlüğünün. Aziz Nesin’i merdivenlerden inerken tartaklayan isim.
Pek çoğu Almanya’da dönercilik yapıyor.
Biliniyor ama istenilmiyor, getirilmiyor, istense de yalandan isteniyor.
Bu bakımdan ister adına derin devlet diyelim, ister yandaşların oluşturduğu devlet diyelim ne yazık ki katliamlar sürdü sürecek.
“BİZ GİTMEDEN 95 ÖĞRENCİ YURDU DOLDURULMUŞTU”
Son dönemlerde Temel Karamollaoğlu’nun söylemleri çok gündeme geldi. Sivas’ı hala bir katliam olarak tanımlamaktan imtina etti. Maraş Katliamı ve diğer katliamlarda olduğu gibi, söz konusu katliamlarda ismi geçen isimlerin katliama yönelik rahat ifadelerini nasıl değerlendirmek gerekir?
Bunlar kendi yaptıklarına hiçbir zaman katliam demezler.
Çünkü katliam dedikleri zaman suçlu olacaklardır.
Bunlar, onlar için sıradan olaylardır.
Sıradan olaylar olduğu zaman sorumluluktan kurtulduklarını sanıyorlar.
Orada yetkiliysen sorumlusun.
Temel Karamollaoğlu bugünlerde AKP’ye karşı laflar ediyor diye benim gözümde aklanmış değil. Çünkü ‘gazanız mübarek olsun dediği zaman’ aslında cihada kalkışan insanlar gaza yapar.
Gaza nedir, kutsal din savaşıdır.
Sen ‘gazanız mübarek olsun’ dediğiniz zaman bu insanları kutsamış oluyorsun.
Dolayısıyla sen onların ortağısın. Onların işbirlikçisisin.
Biz varmadan 95 öğrenci yurdunu doldurduğunu öğrendik.
Belediyenin bundan haberdar olmaması mümkün mü?
Emniyet Müdürlüğü’nün bundan haberdar olmaması mümkün mü?
Kaldı ki kapıların altından atılan Müslüman kardeşler bildirileri var.
Bunlar bizim elimize de geçti.
Bu iktidarı yaratan güçlerin başında siz varsınız.
Bu iktidarı yaratanların, bu ülkeyi satanların yanında geçmişte siz vardınız.
Bunları siz yetiştirdiniz. Hiç kimse kendini kandırmasın.
“HER KATLİAM İNSANLIK SUÇUDUR”
Geçmiş suçlarının unutulduğunu sanıyorlar. Hayır unutulamaz. Çünkü katliam insanlık suçudur. Yani aslında her katliam insanlık suçudur.
1978 yılındaki Kahramanmaraş olayları nereden çıktı.
Din yobazlarından çıktı.
Sivas, Çorum olayları ve 1993’de Sivas Katliamı.
Bu tarihsel süreçte din ve devlet işleri tam ayrılmadığı sürece, dini vicdanlara bırakmadığımız sürece katliamlar devam edecektir.
İnançlar tartışılmaz, düşünceler tartışılır.
Düşünce bilgiye dayalıdır, inanç bilgi gerektirmez.
Teslim edersin kendini tanrıya, peygambere.
Onlar senin yerine düşünürler, onlar senin yerine karar verirler.
Sen insan olarak herhangi bir etkinlikte bulunamazsın.
Derse ki önde öldür bunu. Düşünmezsin öldürürsün. İnsanlığın tarihi dinlerin katliamıyla, din savaşlarıyla dolu. Laik, demokratik Türkiye Cumhuriyetine karşı bir kalkışmadır.
“BÜTÜN DERDİMİZ KATLİAMI UNUTTURMAMAK”
Katliamın üzerinden 26 yıl geçti. Siz bu katliamdan sonra neler yaptınız, yaşamınızda nasıl değişiklikler oldu? Size yansımaları nasıl oldu?
Biz ancak anmalarla geçmişi yaşamaya ve yaşatmaya çalışıyoruz ya da tarihi unutturmamaya çalışıyoruz.
Bütün derdimiz bu.
Bundan sonraki yeni kuşaklar bunu bilsinler geleceğe ona göre hazırlansınlar.
Bilimle hazırlansınlar, şiir ve öyküyle hazırlansınlar.
Çünkü bilinç bunu gerektiriyor.
Bilinçli insan Türkiye Cumhuriyetine laik diye sahip çıkmak zorunda. Laiklik bugün bütün çelişkilerin önüne geçmiştir.
Bugün Türkiye’deki en önemli çelişki laiklik ile şeriat isteyenlerin arasındaki savaştır. 26 yıl geçti anmalar sürecek, sürmeli de. Ben bu süreçte geldiğimde psikiyatrisi arkadaşım, ‘şu anda çok sakin görünüyorsunuz ama bunun acısı sonra çıkacak’ dedi.
Ama galiba benim şansım yazmak oldu. İşte önce ‘Ateş Mektupları’ şiirlerini yazdım. Sonra ‘Şeytan Minareleri’ romanını yazdım. Bu süreçte başka şeyler de yazdım. Beni sağalttı ya da Sivas Katliamı’nın canımdaki izlerini hafifletti. Ama bu unutma anlamında değil daha bilinçli düşünme anlamında değerlendirdi.
“MECLİSE SORULAN BÜTÜN SORULAR ENGELLENİYOR”
Peki var olan Alevi örgütlülüğü gerçekten Sivas’ın hesabını her anlamda sorabildi mi?
Sivas’ın hesabını örgütlülük soramaz.
Neden soramaz; devlet varken soramıyorsa hangi örgütlülük sorabilir.
Diyelim Kültür Bakanlığı soramaz. Meclis sormuyor, mecliste sorulan bütün sorular engelleniyor. Komisyon kurulmuyor. Mecliste taraftarları var, çoğunlukla taraftarlar bunlardan. O yüzden kolay değil. Hesap soracak olan laik devlettir. Laik devlet, geçmişte yapılan bütün katliamların, devlete karşı işlenmiş suçların hesabını sormak zorunda. O zamanlar devlet güvenlik mahkemeleri vardı. Bu mahkemelere biz ifade verdik. Avukatlarımız mahkemeleri sürdürdü. Ancak Türkiye’de hep yasalar kişiye göre değişiyor, öbeklere göre değişiyor, mezheplere göre uygulanıyor. O yüzden biz hep azınlıktayız ya da hep yenilen gibi görünüyoruz. Ancak tarihsel süreç içinde bilim, sanat, kültür, aydınlık mutlaka bu karanlık düşünceleri yenecektir.
Son olarak bir çağrınız var mı?
Bilimden, sanattan, kültürden başka bizi bu katliamlardan kurtaracak bir yol göremiyorum. Bilimsel düşünme yolu.
Ersin ÖZGÜL/Semra ACAR
İZMİRSivas Katliamı’ndan kurtulan Karakuş:
O gün devleti yanımızda göremedik
2 Temmuz 1993, bir katliam tarihi olarak hafızalara kazındı. O gün yaşananların tanıklarından, katliamdan eşiyle birlikte kurtulan Şair Hidayet Karakuş, otelde yaşananları gözyaşları içinde anlattı. Ogün devleti yanlarında göremediğine dikkat çeken Karakuş, bütün katliamların insanlık suçu olduğunu vurguladı.
2 Temmuz 1993, bir katliam tarihi olarak hafızalara kazındı. O gün, Pir Sultan Abdal’ı Anma Şenlikleri’ne katılmak için Sivas’a giden aydın ve sanatçılardan 33’ü, kaldıkları otelin yakılması sonucu hayatını kaybetmişti. Katliam sırasında iki otel görevlisi ile iki de saldırgan ölmüştü.
Sivas Madımak Oteli Katliamı davasının zaman aşımına uğradığı ve geçtiğimiz günlerde Ankara’da görülen davada mahkeme heyeti, firari 3 katliam sanığının yakalanıp yargılanmadan dosyanın kapanmayacağına hükmederek bir sonraki duruşmayı 26 Eylül 2019’a erteledi.
1993 yılında Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD) ve Kültür Bakanlığı’nın ortaklaşa düzenlediği Pir Sultan Abdal Şenlikleri’ne katılmak için eşiyle birlikte Sivas’a giden şair Hidayet Karakuş, o gün yaşananları unutamadığını söyledi.
Karakuş, olaylar sırasında otelin merdivenlerinde oturan nişanlı çiftlerin sıkıntıdan saçlarını ördüğünü gözyaşları içinde anlattı. Devletin bütün yurttaşlarına eşit mesafede durması gerektiğini belirten Karakuş, o gün devletin yanlarında olmadığının altını çizdi.
Karakuş, Sivas Katliamı davasının zaman aşımına uğramasına tepki göstererek, faillerinin belli olduğunu ancak korunduğunu ifade etti. Yaşananlar sırasında Sivas Belediye Başkanı olan Temel Karamolloğlu’nun ‘gazanız mübarek olsun’ sözlerini anımsatarak, “Orada yetkiliysen sorumlusun. Bugünlerde AKP’ye karşı laflar ediyor diye benim gözümde aklanmış değil” diyerek Karamollaoğlu’na tepki gösterdi.
Şair Karakuş, o dönemi yazarak atlattığını belirterek, Sivas Katliamı’ndan sonra, önce ‘Ateş Mektupları’ şiirlerini daha sonra ‘Şeytan Minareleri’ romanını yazdı.
“BİR GÜN ÖNCESİNDEN KALDIRIM TAŞLARI SÖKÜLMÜŞTÜ”
Sivas Katliamı tanığı Şair Hidayet Karakuş ile Sivas Katliamına dair konuştuk.
2 Temmuz 1993 tarihinde Türkiye tarihine bir katliam daha not düştü. Siz de yaşananlar sırasında oradaydınız. O gün ve öncesinde neler yaşandı?
Pir Sultan Abdal Kültür Derneği ile Kültür Bakanlığı’nın ortak düzenlediği bir etkinlikten bahsetti Ali Balkız. 1993 yılında. Gitmeyi kabul ettim ve eşimle beraber gittik. 2 Temmuz öncesinden herhangi bir sıkıntımız yoktu. 1 Temmuz sabahı vardığımız zaman pırıl pırıl bir Sivas havası, güneşli bir gün. Aklımıza öyle şeyler gelmiyor tabi, neşeli bir yolculuk yaptık. İki otobüs Kayseri üzerinden Sivas’a gittik. İlk gün gerçekten herhangi bir sorun yoktu.
Program yönünde yapılması gereken etkinlikler yapıldı, ikinci gün öğlene kadar da bir sorun yoktu ama bir iki sataşma olmuş. Aziz Nesin, ben saat 11.00 sıralarında imzadaydık. O arada Aziz Nesin’e sataşanlar olmuş. Onun dışında saat 12.00 sıralarında erken ayrıldım imza masasından.
Eşim rahatsızlandığı için otele döndüm. Otele döndüğümde eşim uyuyordu, yemekler ağır geldiği için biraz rahatsızlanmıştı. Sivas’a gittiğimde madımak otunu merak etmiştim ve pazar yerini buldum. Pazar yeri merkez camisine bakıyordu, o sırada gördüğüm bir bakkal vardı.
Yine camiye bakan bir bakkal. Oradan peynir aldım, köşeden de ekmek alacaktım. Ama bakkaldan çıktığım zaman cami avlusundan bir öbeğin sloganlar attığını ortalarından da alevlerin yükseldiğini gördüm. Bir yurttaş da cami duvarının dışında onları izliyordu. Bunlar ne yapıyor dedim; Amerikan bayrağı yakıyorlar dedi.
O anda aklıma bir şey gelmedi. Acele ekmeği aldım otele yürüdüm. Cumhuriyet lokantası yolumun üzerindeydi, arkadaşları uyarmak istedim ama ben caddeye çıktığım zaman camiden boşalan kalabalık 80-100 kişiydi. Arkadaşlar da durumu görmüş, yemekleri bırakmış kaldırımlara çıkarak göstericileri izliyorlardı.
“KÖTÜLÜĞÜ ÖRGÜTLEYENLER HER ŞEYİ AYRINTILARINA KADAR ÖRGÜTLÜYORLAR”
Sonuçta odaya geldim, ekmeğimizi yedik. Eşime dışarıda olayların olduğunu söyledim. Büyük olasılıkla bize tepki gösteriyorlar, odayı, valizimizi toplayalım dedik. Ayrılacaktık otelden. İşler bitmişti, etkinlik sürdürülmeyecekti, belliydi.
Sonuçta saat 14.10’da otele ilk taş düştü. Ama şunu belirtmeliyim ki bir gün öncesinden otele giderken PTT’nin önündeki kaldırım taşları sökülüp bir kenara yığılıyordu. Bunları sonradan düşünüyorsunuz, o an aklınıza bir şey gelmiyor.
Dahası ben kaldırım taşlarını söken işçiye kolay gelsin dediğim zaman ağzının içinden konuşarak bir şeyler dedi. Ama biz insanca geleneğimiz gereği çalışan insana ‘kolay gelsin’ deriz. O gün içinde Sivas’ta dolaştığımız zaman da başka yerde kaldırım çalışması görmedik.
Bizim aklımıza kötü şeyler gelmiyor ama kötülüğü örgütleyenler her şeyi ayrıntılarına kadar örgütlüyorlar. Sonuçta otel taşlanırken kaldırım taşlarının kullanıldığı bir gerçek.
“OTELDE 5-6 SAAT TAŞLANDIK, BÜTÜN CAMLAR AŞAĞI İNDİRİLMİŞTİ”
Böyle olacağı tahmin edilmiyordu. İşin içinde devlet var, Kültür Bakanlığı var. Kültür Bakanlığı olunca diyorsunuz ki; devletin düzenlediği bir şey. Sadece PSAKD düzenlese belki düşünürsünüz hani ‘bir tepki falan olur’ diye. Laik bir Türkiye Cumhuriyet inde yaşıyoruz diye düşünüyoruz. Kimseyi Alevi-Sünni diye ayırmanın ya da Türk-Kürt diye ayırmanın anlamı yok. İnsanlığın tarihine aykırı bir şey.
Otele ilk taş saat 14.10 sıralarında düştü. Ondan sonra yağmaya başladı. Otelde bütün camlar aşağı indi, 5-6 saat taşlandık.
Karamolloğlu’nun sesini duyduk. Kalabalığa sesleniyor, kalabalık türlü sloganlar atarak bağırıyor ama vasat sloganlar. ‘Şeriat gelecek laiklik bitecek’, ‘Cumhuriyet burada kuruldu burada yıkılacak’, ‘Hain vali şeytan Aziz’ sloganları atılıyordu.
“OTELİN KARŞISINDAKİ HAN BİLE SALDIRGANLARLA, MOLOZ, TAŞ VE TUĞLALARLA DOLUYDU”
Bunlar kulağımızla duyduğumuz sloganlar. Çünkü camiden çıkan kalabalık ilk anda 80-100 kişi görünse de binler oluşturuyordu. Çünkü kültür merkezine kadar yürüyüp dönmüşlerdi. Her gidiş dönüşlerinde kalabalık çoğaldı. Biz ancak otelin içinde ne görebildiysek onu gördük. Ama haykırışlar, sloganlar kulağımıza kadar geliyordu.
Örneğin; üçüncü kattan kapı aralığından caddeye baktığım zaman atılan taşların odanın kapısının arkasına kadar
Ali Balkız ile ‘otelden başka çıkış var mı?’ diye baktık. Yangın merdiveninden kullanalım dedik, ama kapısı kilitliydi. Anahtarı bulsak bile caddeye çıktığı için gidemezdik. Çatıya kadar çıktık Ali Balkız ile. Çatıya çıktığımızda karşımızdaki iş hanının bütün katlarının saldırganlarla dolu olduğunu gördük.
Bütün katlar molozlarla, taşlarla, tuğlalarla donatılmış. Düşünün ki 3. katın odasına atılan taşın kapı ardına kadar düşmesi mümkün değil. Karşıdan taşlanıyorduk. Çıkışın olmayacağını görünce indik tekrar.
“GELEN ASKERLERE EĞİTİM VERMEK İSTEMİŞLER”
Bir ara saat 16.00 sıralarında alana bir askeri birlik girdi. 21 çocuk varmış, yeni yemin etmiş bir takım. Tüfeklerini çapraz tutmuşlar alana girdiler. İşte o zaman ‘en büyük asker bizim asker’ diyerek askerleri övmeye başladılar. Sonradan öğrendiğim kadarıyla arkadaşımın oğlu da o askerlerin içindeymiş. Olaylardan çok sonra anlattı. Onlara eğitim vermek istemişler. Kubilay’daki gibi. Silahları eğitim mermisiyle dolu, hiçbir etkisi olmayacak mermiler. Yani 21 kişi ne yapabilecekti ki….
Kısacası 15.30 sıralarında Temel Karamollaoğlu’nun ‘Gazanız mübarek olsun, artık dağılalım, gereken tepkiyi gösterdik’ dediğini duyduk.
Otel daha sonra ateşe verildi. Askerler geldikten sonra Aziz Nesin’in yanına gittim; ‘Aziz abi asker geldi’ dedim. ‘Gerçekten geldi mi?’ dedi. Kuşkucu biriydi, doğru sezgileri vardı. 15.00 sıralarında Aziz Nesin, Erdal İnönü ile görüştü. Arif Sağ Ankara’da ulaşabildiği herkese ulaştı. Erdal İnönü’nün söylediği şey şu; ‘Sakin olun, devlet yanınızdadır’ falan. Ama ne yazık ki biz o devleti yanımızda göremedik o zaman.
“OTELİN GİRİŞİNE BARİKAT KURANLAR İLK OLARAK HAYATINI KAYBETTİ”
15.30 sıralarında dünya ile bağlantılarımız kesildi. Biz merdivenlerde bekleşiyoruz. Kapı önlerinde konuşuyoruz. O gün yanımda eşim olmasaydı ben de ölmüştüm. Çünkü yanında eşi olmayan arkadaşlar; Asaf Koçak, Behçet Aysan, Metin Altıok, Erdal Ayrancı, Uğur Kaynar pek çok insan merdivende barikat kurdular.
Çünkü bizim yanımızda merdivende oturan nişanlı çocuklar vardı, semah dönenlerden vardı. Onları korumak için otele yapılacak saldırıyı merdivenlerde püskürtmek için arkadaşlar barikat kurmuşlardı. İlk hayatını kaybedenler de onlar oldu. Çünkü aşağıda ilk yangın başlayınca karbon monoksit gazı bir baca gibi merdivenlerden yükseliyor, beş dakika içinde zaten boğuyormuş. Gazın özelliği o.
“YAKIYORLAR BİZİ”
Otel taşlanırken biz saat 18.00 sıralarında Zerin Taş pınar, Lütfi ye Aydın üçümüz 109 numaralı odada televizyonları karıştırdık. Star ya da Show idi ‘Sivas’ta olaylar’ diye başlık geçti.
Onlar televizyon karıştırırken ben arka odadan dışarıya baktım, üçgenimsi korkuluksuz bir balkon gördüm. İçimden ‘burası bizi bir süre koruyabilir’ diye geçirdim. Sonra 19.30 sıralarında aşağıdan gaz kokuları gelmeye başladı. Zerin ‘yakıyorlar bizi’ dedi. Sonra saat 19.50 sıralarında bir ses ‘arkadaşlar aşağı’ dedi. Ben karımın elini tuttum, merdivenlerden aşağı gittik. Daha inmeden bizi büyük bir sıcaklık ve duman karşıladı. O zaman bir ses ‘arkadaşlar yukarı’ dedi.
Ben de gündüz gördüğüm o yeri anımsayarak arka odalara yöneldik. Biz camları kırıp dışarı çıkıp balkonumsu yere çıktık. Sonuçta biz oradan ‘ne yaparız’ diye bakarken karşıdaki pencereyi gördük. O iki pencerede de iki tane aczmendi, sırıklarıyla bizi “girdiğiniz yerden çıkın” gibi ağız dolusu küfürlerle oraya sokmak istemediler.
Benim aklımdan şu geçti: ‘Aczmendilerle kavga edeceğiz, kazanırsak yaşayacağız, kazanamazsak zaten geri dönsek öleceğiz’. Biz dönmedik ama dönen arkadaşlar oldu. Biz kendi aramızda konuşurken birden o aczmendilerin gittiğini yerlerine tıknaz bir adamın geldiğini gördük. Bize ‘arkadaşlar gelin’ dedi. Eşim korktu, orada öleceğimize burada ölürüz dedi. Ama aynı anda diğer pencerede Aziz Nesin’in üç korumasından birini gördüm. Asayiş Şube Müdürü Mehmet, elinde telsiziyle ‘gelin’ dedi. İki bina arasına eternit gibi bir şey koymuşlar biz onun üzerinden indik. Bizim arkamızdan da pek çok kişi geldi. Karşı binanın ne olduğunu bilmiyoruz ama bizden önce geçenler vardı. İçeridekiler bize ne yapacaklarını bilmiyorlar. Dışarıda olaylar devam ediyor.
“BÜTÜN ARKADAŞLARIMIZIN KURTULDUĞUNU SANIYORDUK, AMA AKŞAM DEHŞETİ GÖRDÜK”
45 dakika kadar orada kaldık. Sonra ışıkları söndürülmüş merdivenlerden indirildik. Aziz Nesin’in 3 tane koruması vardı orada. Birisi 15.30 sularında kayboldu, diğeri 17 sularında kayboldu ama komiser Mehmet sonuna kadar bizim yanımızda oldu. O olmasa biz kurtulamazdık. Komiser Mehmet’in sağladığı belediye servis aracıyla Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldük. Saat 21.00 sıralarıydı.
Biz geceyi orada geçirdik. Şu duygu içindeydik: ‘biz kurtulduk ki bütün arkadaşlarımız kurtuldu’. Akşam saat 22.00’de televizyonları izlediğimiz zaman yaşadığımız dehşetin boyutlarını gördük.
Büyük bir acıya gömüldük. Yapılacak hiçbir şey yok, kapana kısılmış gibiydik. Tabi biz çıkarken, emniyet müdürlüğüne götürülürken dışarıdan silah sesleri geliyordu. Büyük olasılıkla çatışma vardı.
“DEVLET KATİLLERE SAHİP ÇIKTI”
Süren davalar, temyizler, müdahil avukatların talepleri yıllarca devam etti. Sivas Katliamı davası 20 yılın ardından zaman aşımı gerekçesiyle kapatıldı. Firari sanıklar hala aranıyor. Katliamda ismi geçen insanlar devlet kademelerinde görev aldı. Tüm bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Devlet dediğimiz aygıt bütün yurttaşlarına eşit olması, eşit davranması gerekirken yasaları eşit uygulaması gerekirken, ‘benim katilim’ dercesine sahip çıktı onlara. Daha o dönemde Adalet Bakanı olan Şevket Kazan avukatlıklarını üstlenmeye kalktı. Ama yasa izin vermediği için avukatlık alamadı. Büyük tepki gördü zaten.
Yani Refah Partisi’nin Adalet Bakanı. Sarıklıları, oteli yakanları, cinayet işleyenleri, katliam yapanları savunmaya kalkıştı. Ama zaten o süreçte SHP ve DYP’nin yaptığı yeni bir koalisyon hükümeti vardı. Tansu Çiller’in başbakan olduğu, saçma sapan konuştuğu bir süreç var.
“BİR SAATTE GELİNECEK SİVAS’A ERTESİ GÜN GELİNDİ”
Erdal İnönü’nün çok edilgen bir süreci var. Bir saat içinde gelinebilecek bir Sivas’a ertesi gün geldi. 37 insan ölmüş. Ama devlet seyirci kaldı. Dahası şımarık bir İçişleri Bakanı vardı, Mehmet Gazioğlu. Olayları koltuğunda dönerek, sırıtarak anlatıyordu. Televizyonlarda bunu gördük.
Televizyondaki anlatımları gördükçe biz de emniyet müdürlüğünde acı içinde tedirgin olduk.
Tabi tepki de gösterdik, ‘bunlar yalan söylüyor’ dedik.
Olması gereken bu değil.
Tansu Çiller, ‘Oteli saran yurttaşlarımıza bir şey olmamış’ dedi.
Söylenecek söz değil. Sen başbakansan her candan sorumlusun. Süleyman Demirel, ‘Emniyet güçleriyle halkı karşı karşıya getirmeyin’ dedi.
Peki, ne olacak? Halk isyan etsin.
Onlar halk değildi; çapulcular, tam anlamıyla şeriatçılar isyan ediyordu.
Türkiye Cumhuriyeti devletine isyan ediyorlar.
Devlet düzenini sağlamak görevindeki kişiler ne yazık ki böyle davrandılar.
Tabi ki olaylar, sonuçta Cafer Erçakmak yıllarca 100 metre ötesinde yaşamış emniyet müdürlüğünün. Aziz Nesin’i merdivenlerden inerken tartaklayan isim.
Pek çoğu Almanya’da dönercilik yapıyor.
Biliniyor ama istenilmiyor, getirilmiyor, istense de yalandan isteniyor.
Bu bakımdan ister adına derin devlet diyelim, ister yandaşların oluşturduğu devlet diyelim ne yazık ki katliamlar sürdü sürecek.
“BİZ GİTMEDEN 95 ÖĞRENCİ YURDU DOLDURULMUŞTU”
Son dönemlerde Temel Karamollaoğlu’nun söylemleri çok gündeme geldi. Sivas’ı hala bir katliam olarak tanımlamaktan imtina etti. Maraş Katliamı ve diğer katliamlarda olduğu gibi, söz konusu katliamlarda ismi geçen isimlerin katliama yönelik rahat ifadelerini nasıl değerlendirmek gerekir?
Bunlar kendi yaptıklarına hiçbir zaman katliam demezler.
Çünkü katliam dedikleri zaman suçlu olacaklardır.
Bunlar, onlar için sıradan olaylardır.
Sıradan olaylar olduğu zaman sorumluluktan kurtulduklarını sanıyorlar.
Orada yetkiliysen sorumlusun.
Temel Karamollaoğlu bugünlerde AKP’ye karşı laflar ediyor diye benim gözümde aklanmış değil. Çünkü ‘gazanız mübarek olsun dediği zaman’ aslında cihada kalkışan insanlar gaza yapar.
Gaza nedir, kutsal din savaşıdır.
Sen ‘gazanız mübarek olsun’ dediğiniz zaman bu insanları kutsamış oluyorsun.
Dolayısıyla sen onların ortağısın. Onların işbirlikçisisin.
Biz varmadan 95 öğrenci yurdunu doldurduğunu öğrendik.
Belediyenin bundan haberdar olmaması mümkün mü?
Emniyet Müdürlüğü’nün bundan haberdar olmaması mümkün mü?
Kaldı ki kapıların altından atılan Müslüman kardeşler bildirileri var.
Bunlar bizim elimize de geçti.
Bu iktidarı yaratan güçlerin başında siz varsınız.
Bu iktidarı yaratanların, bu ülkeyi satanların yanında geçmişte siz vardınız.
Bunları siz yetiştirdiniz. Hiç kimse kendini kandırmasın.
“HER KATLİAM İNSANLIK SUÇUDUR”
Geçmiş suçlarının unutulduğunu sanıyorlar. Hayır unutulamaz. Çünkü katliam insanlık suçudur. Yani aslında her katliam insanlık suçudur.
1978 yılındaki Kahramanmaraş olayları nereden çıktı.
Din yobazlarından çıktı.
Sivas, Çorum olayları ve 1993’de Sivas Katliamı.
Bu tarihsel süreçte din ve devlet işleri tam ayrılmadığı sürece, dini vicdanlara bırakmadığımız sürece katliamlar devam edecektir.
İnançlar tartışılmaz, düşünceler tartışılır.
Düşünce bilgiye dayalıdır, inanç bilgi gerektirmez.
Teslim edersin kendini tanrıya, peygambere.
Onlar senin yerine düşünürler, onlar senin yerine karar verirler.
Sen insan olarak herhangi bir etkinlikte bulunamazsın.
Derse ki önde öldür bunu. Düşünmezsin öldürürsün. İnsanlığın tarihi dinlerin katliamıyla, din savaşlarıyla dolu. Laik, demokratik Türkiye Cumhuriyetine karşı bir kalkışmadır.
“BÜTÜN DERDİMİZ KATLİAMI UNUTTURMAMAK”
Katliamın üzerinden 26 yıl geçti. Siz bu katliamdan sonra neler yaptınız, yaşamınızda nasıl değişiklikler oldu? Size yansımaları nasıl oldu?
Biz ancak anmalarla geçmişi yaşamaya ve yaşatmaya çalışıyoruz ya da tarihi unutturmamaya çalışıyoruz.
Bütün derdimiz bu.
Bundan sonraki yeni kuşaklar bunu bilsinler geleceğe ona göre hazırlansınlar.
Bilimle hazırlansınlar, şiir ve öyküyle hazırlansınlar.
Çünkü bilinç bunu gerektiriyor.
Bilinçli insan Türkiye Cumhuriyetine laik diye sahip çıkmak zorunda. Laiklik bugün bütün çelişkilerin önüne geçmiştir.
Bugün Türkiye’deki en önemli çelişki laiklik ile şeriat isteyenlerin arasındaki savaştır. 26 yıl geçti anmalar sürecek, sürmeli de. Ben bu süreçte geldiğimde psikiyatrisi arkadaşım, ‘şu anda çok sakin görünüyorsunuz ama bunun acısı sonra çıkacak’ dedi.
Ama galiba benim şansım yazmak oldu. İşte önce ‘Ateş Mektupları’ şiirlerini yazdım. Sonra ‘Şeytan Minareleri’ romanını yazdım. Bu süreçte başka şeyler de yazdım. Beni sağalttı ya da Sivas Katliamı’nın canımdaki izlerini hafifletti. Ama bu unutma anlamında değil daha bilinçli düşünme anlamında değerlendirdi.
“MECLİSE SORULAN BÜTÜN SORULAR ENGELLENİYOR”
Peki var olan Alevi örgütlülüğü gerçekten Sivas’ın hesabını her anlamda sorabildi mi?
Sivas’ın hesabını örgütlülük soramaz.
Neden soramaz; devlet varken soramıyorsa hangi örgütlülük sorabilir.
Diyelim Kültür Bakanlığı soramaz. Meclis sormuyor, mecliste sorulan bütün sorular engelleniyor. Komisyon kurulmuyor. Mecliste taraftarları var, çoğunlukla taraftarlar bunlardan. O yüzden kolay değil. Hesap soracak olan laik devlettir. Laik devlet, geçmişte yapılan bütün katliamların, devlete karşı işlenmiş suçların hesabını sormak zorunda. O zamanlar devlet güvenlik mahkemeleri vardı. Bu mahkemelere biz ifade verdik. Avukatlarımız mahkemeleri sürdürdü. Ancak Türkiye’de hep yasalar kişiye göre değişiyor, öbeklere göre değişiyor, mezheplere göre uygulanıyor. O yüzden biz hep azınlıktayız ya da hep yenilen gibi görünüyoruz. Ancak tarihsel süreç içinde bilim, sanat, kültür, aydınlık mutlaka bu karanlık düşünceleri yenecektir.
Son olarak bir çağrınız var mı?
Bilimden, sanattan, kültürden başka bizi bu katliamlardan kurtaracak bir yol göremiyorum. Bilimsel düşünme yolu.
Ersin ÖZGÜL/Semra ACAR
İZMİR