Türkiye’nin temel sorunları arasında yer alan düşünce ve ifade özgürlüğü ile basın özgürlüğüne yönelik kısıtlayıcı uygulamaların son yıllarda artarak devam ettiği bir gerçektir.
Görüş ve düşüncelerini özgürce ifade eden, iktidarın uygulamalarını eleştiren, gerçekleri öğrenmek için çaba sarf eden, aralarında basın mensuplarının da bulunduğu çok sayıda vatandaş kovuşturmaya ya da soruşturmaya uğramakta, tutuklanmakta, cezaya çarptırılmaktadır. İktidarın uygulamalarına sorgulayıcı bakanlar başta olmak üzere tüm vatandaşların soluduğu bu baskı atmosferi, Türkiye’nin sosyal, kültürel, hatta ekonomik gelişmesi ve toplumsal barışının önünde adeta bir settir.
Çünkü düşünce, ifade ve basın özgürlüğü tüm diğer özgürlüklere kaynaklık edecek nitelikte bir öneme sahiptir.
Çağdaş Gazeteciler Derneği olarak 2015 yılından itibaren üç aylık periyotlarla duyurduğumuz, bugün 19’uncusunu açıkladığımız medya raporumuzda, basına yönelik baskıları, basın kuruluşlarının meslek ilkeleri ihlallerini gün gün not ederek ortaya koyduk. Daha önce yayımladığımız tüm raporlarımızda düşünce, ifade ve basın özgürlüğüne yönelik çeşitli şekillerdeki baskılar, güncel gelişmeler çerçevesinde yorumlandı.
Bu raporumuzda yer alan ve geride bıraktığımız üç ayda dikkat çeken birkaç olay, iki farklı anlayışı açığa vurgulamamızı gerektirmiştir. Bunlardan ilki Türkiye’de düşünce, ifade ve basın özgürlüğünün ‘güvenlik’ çerçevesinde değerlendirilmesi ve bu yöndeki uygulamaların sahipleri. Diğeri ise tutarlı bir çizgi izlemese de ‘özgürlüklerin yaşatılması ve genişletilmesi’ yönündeki anlayış oldu.
İlk anlayış, geçen üç ayda ciddi tepkilere de neden olan bazı olaylarda kendini gösterdi. Bunlardan ilki Türkiye basın tarihine ‘fişleme’ olarak geçen Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA)’nın kamuoyuyla paylaştığı ‘rapor’dur. Ne acıdır ki kendilerini “düşünce kuruluşu” olarak tanımlayan bu oluşum, rapor adı altında yabancı basın kuruluşlarının Türkiye bürolarında çalışan meslektaşlarımızı hedef göstermiştir.
Söz konusu fişleme çalışmasında, meslektaşlarımızın haberleri ve sosyal medyadaki özel hesaplarından paylaşımları adeta cımbızlanarak not edilirken, Türkiye karşıtı bir noktada durdukları, bu amaca hizmet ettikleri algısı yaratılmaya çalışılmıştır.
Çarpıtmalarla dolu, gazetecileri sırf mesleklerini yaptıkları için suçlayan bu fişlemenin kaynağına, yani yazan kişilerin konumları ve siyasi ilişkilerine baktığımızda, yaşananlar iki kat tehlikeli hale gelmektedir.
SETA’nınyöneticileri doğrudan Cumhurbaşkanlığı ile ilişkili olup, çalışanların tamamı iktidarla paralel görüşlere sahiptir. Cumhurbaşkanlığı Güvenlik ve Dış Politika Kurulu Üyesi Burhanettin Duran, aynı zamanda SETA’nın Genel Koordinatörü konumundadır.
Türkiye’de basının karşı karşıya kaldığı baskılar ve maddi zorluklar nedeniyle, hem habercilik hem de istihdam konusunda günden güne yok olduğunu görmezden gelip, ‘fişlemeciliği’ kendilerine iş edinmişlerdir.
Geçtiğimiz üç ay içinde, basın ve ifade özgürlüğünün ‘güvenlikçi’ çerçeveden değerlendirilmesi gerektiğini söyleyenlerden biri de partili Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan oldu.
İstanbul’da Radyo Televizyon Gazetecileri Derneği’nin ödül töreninde yaptığı konuşmada, basının ‘özgürlük-güvenlik dengesini’ sağlaması gerektiğini savunan Erdoğan şunları söylemiştir:“Türk medyasının, milleti ile daha barışık bir düzlemi yakalaması önemlidir. İnşallah kendi bakış açısını genişlettikçe, dilini düzelttikçe, seviyesini yükselttikçe toplumdaki itibarını da güçlendirecektir.
Biz de bu amaçla yeni medya düzeninin ihtiyaçlarına uygun kamu politikalarını İletişim Başkanlığımız ve diğer ilgili kurumlarımız vasıtasıyla hayata geçirmeye çalışıyoruz." Cumhurbaşkanı bu sözlerle hem hedeflediği ‘yeni medya düzeni’ hem de kendisine bağlı İletişim Başkanlığı’nın asıl fonksiyonunu ifade etmiştir. Uygulamalarını da gazeteciler bizzat yaşayarak görmektedir. Basın kartlarıyla ilgili yeni yönetmelik kapsamında Basın Kartları Komisyonu’nda görev verilen isimler, fişleme raporunu hazırlayan SETA’ dan ya da bu rapora tepki göstermek yerine gazetecileri hedef gösteren yayın temsilcilerinden seçilmiştir. Komisyona meslekten seçilenlerin hepsi, iktidarın doğrudan etkisialtındaki basın kuruluşlarından ve iktidarla paralel görüşlere sahip kişilerden oluşturulmuştur.
Geçen üç ayda düşünce, ifade ve basın özgürlüğünü, varlık nedenine uygun yorumlayan olumlu bazı mahkeme kararlarına da şahitlik ettik. Anayasa Mahkemesi (AYM) burada önemli bir rol üstlenerek, basınla ilgili davalarda ‘özgürlükçü’ yorumlar yaparak, Türkiye’de kamu gücünü elinde bulunduran herkesin otoriter eğilim heveslisi olmadığını gösterdi. AYM, Bir Gün gazetesinin, Şırnak’ta 2015’teki operasyonlarda yaşamını yitiren Hacı Lokman Birlik’in polis aracının arkasına bağlanarak sürüklenmesi görüntülerine getirilen erişim engeline itirazı haklı bularak, ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiğini karar verdi.
Gezi eylemlerinin birinci yıl dönümü olan 31 Mayıs 2014 tarihinde Taksim’de düzenlenmek istenen etkinliğe polisin müdahale etmesi sırasında polis tarafından alıkonularak tekmelenen ve yüzüne biber gazı sıkılan Evrensel gazetesi muhabiri Erdal İmrek’in bireysel başvurusunu da haklı gören AYM, 17/25 Aralık döneminde yolsuzluk ve rüşvetle suçlanan 4 eski bakan hakkındaki araştırma komisyonuyla ilgili yayınlara getirilen yasağı da kaldırdı ve basın özgürlüğünü ihlal edildiğine hükmetti.
Tüm olumsuz yargı kararlarının yanı sıra bu olumlu kararları da raporumuzda ayrıntılı olarak not ettik.
Düşünce, ifade ve basın özgürlüğüne bakış açısı ince bir eşiktir. Bu eşiğin bir tarafı, toplumsal birlikteliği özgürlükler ve farklı fikirler temelinde kurar. Kararların gerçeklerin bilgisiyle alınmasını, başta hukuk normları olmak üzere tüm hak ve sorumlulukların herkes için eşit düzeyde sağlanmasını öngörür.
Diğer tarafı ise başta şeffaflıktan uzaktır. Fişlemeciliği ve suçlamaları esas alır, otoriter, sansürcü ve manipülatiftir. Basın özgürlüğü tehdit değildir, yarınlara güvenli bakabilmemizin teminatıdır!
Çağdaş Gazeteciler Derneği Genel Yönetim Kurulu