'Tek adam rejimini muhalefet de benimsedi, çünkü CHP tarihinde olmayan bir şekilde genel merkez baskıyla il ve ilçelerde başkan adaylarını teke indirdiler.'
Mehmet KORKMAZ
1987 seçimlerinde SHP İçel Milletvekili olarak Parlamentoya girdiğinde henüz 34 yaşındaydı ve kamuoyu, “Türkiye’nin en genç milletvekili” sıfatıyla tanıdı onu. 12 Eylül faşist darbesinin etkisi henüz sürerken Bingöl’de ilkokul öğretmeni Mehmet Sıddık Bilgin’in askerler tarafından işkence ile öldürüldüğünü Adana Milletvekili arkadaşı Cüneyt Canver’le birlikte Parlamento gündemine getirince bütün Türkiye onu tanımış oldu.
Daha parlamenterliğinin ilk yıllarında partisi SHP’nin genel sekreteri seçilince isminin önüne yeni bir sıfat daha eklendi: En genç genel sekreter. 90’lı yıllarda TBMM’de kurulan Susurluk Araştırma Komisyonu’nda görev aldı ve yaptığı açıklamalar, cesur çıkışlarla dikkat çekti. Komisyonda verdiği mücadele, aldığı tehditler, atlattığı suikastlar “Kod Adı” ismiyle Star Televizyonunda dizi oldu. Aynı konuda gazeteci Emin Özgönül ile birlikte Kod Adı Susurluk adlı bir kitap kaleme aldı.
Sözünü ettiğim kişi; SHP ve CHP’den 17, 18, 19, 20, 25 dönemlerde tam 5 kez milletvekili seçilen, DYP-SHP Koalisyon hükümetlerinde Kültür ve Devlet Bakanlığı görevlerinde bulunan Fikri Sağlar’ dan başkası değil. Sağlar, aileden politikacı. Dayısı Kaya Mutlu, yıllarca Mersin Belediye Başkanlığı yaptı. Şimdilerde deneyimli bir siyasetçi olan, içinde yer aldığı ekiple CHP’yi yönetmeye talip olan Fikri Sağlar ile Türkiye’nin gündemindeki konuları ve Mart sonunda yapılacak olan CHP Kurultayı’nı konuştuk.
TELE1'İN FORUM PROGRAMINDA SARF ETTİĞİNİZ “ULUSLAR ARASI İSTİHBARAT KURULUŞLARI BAHÇELİ VE ERDOĞAN’A ÖMÜR BİÇTİLER” SÖZÜNÜZÜ AÇAR MISINIZ? HANGİ İSTİHBARAT KURULUŞLARIDIR BUNLAR, BAHÇELİ VE ERDOĞAN’A NE KADAR ÖMÜR BİÇTİLER?
Pentagon ve CIA bağlantılı bir araştırma şirketi olan Rand Coperation’un geçtiğimiz günlerde bir raporu çıktı. Orada demokratik muhalefet grubuyla hareket edilmesi gerektiği açıkça yazılıyor. Türkiye’nin içinde bulunduğu durumdan bahisle ve özellikle silahlı kuvvetlerde orta derecedeki subayların ve toplumun sıkıntıda bulunduğuna dair birçok belge ile Hulusi Akar’ın gelecekte önemli rol oynayan aktörlerden biri olacağına dair de açıklamalar var.
Türkiye Suriye meselesi, Türkiye’nin iç meselesiyle ilgili bilgiler var. Benzeri bilgiler başka bazı istihbarat örgütlerinin raporlarında da görülüyor. Ama Rand Coperation’u biraz dikkate almak gerekir. Çünkü 2007’de de bir rapor hazırlamıştı ve o raporda Türkiye’nin rejim değiştireceğine dair, bugünlerine dair bilgiler vardı.
CIA bağlantılı, Pentagon’un danışmanlığını yapan, bütçesi 350 milyon doları bulan önemli bir kuruluş. Dolayısıyla raporu göz ardı etmek mümkün değil. Tabii rapor öyle diyor diye sonuç da öyle olacak diye bir şey yok, ama Türkiye ile ilgili gözlemlerin başka odaklarda, ülkelerde, özellikle emperyalist anlayışta bulunan Amerika’nın merkezi kurumlarında ele alındığını gösteriyor.
Zaman zaman Rand Coperation için “derin devlet” dendiği de oluyor. Dolayısıyla Amerika’nın siyasal yönetiminin dışındaki devlet anlayışında Türkiye’nin geleceği ile ilgili bir çalışmayı dikkate almak lazım.
O nedenle Bahçeli ve Erdoğan’la ilgili ömür biçilmiş olabilir. Devrilecekler diye bir amaç yok, ama algı yönetiminin çok iyi yapıldığı, iletişim ve bilgi çağı dediğimiz bu noktada, teknolojik gelişimle her türlü faaliyetin sürdürülebildiği bu ortamda çok rahatlıkla iktidarların değiştirilmesi, değiştirilmeye doğru sürüklenmesi çalışmaları yapılabiliyor.
Nitekim AKP’nin çıkışı da öyleydi. 2003’lerde birden kuruldu ve yüzde 30’larla iktidar oldu. Bugün tabii rejim değişikliğiyle birlikte siyaset yapma biçimi de değişti. Artık tek adam rejimi var. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denilen bir yapıyla yargı, yasama, yürütme erkleri bir kişide toplandı. Parlamentonun varlığı hala devam etmesine rağmen işlevi, sorumluluğu ortadan kalktı. Böyle bir dönem yaşıyoruz.
“BUGÜN İDLİB’DE 33 DİYE AÇIKLANAN ŞEHİT SAYISININ ASLINDA ÇOK DAHA FAZLA OLDUĞU VE İLERİKİ GÜNLERDE AÇIKLIKLA GÖRÜLEBİLECEĞİ İDDİA EDİLİYOR.”
Yanı başımızda Ortadoğu ve Suriye bataklığı, o bataklıktaki Türkiye’nin ABD ve Rusya arasındaki sıkışmışlığı söz konusu. Bugün de 33 diye açıklanan şehit sayısının aslında çok daha fazla olduğu ve ileriki günlerde açıklıkla görülebileceği iddia ediliyor.
Bunların hepsi hamasete dayalı bir siyasetin çöktüğünü de gösteriyor. Türkiye’nin sorunları var, Türkiye iyi yönetilmiyor, her atılan adım yeni bir sorunun başlangıcı oluyor. Çünkü ortak aklı, diplomasiyi ve siyaset gücünü kullanmıyorsunuz. Bir de toplumlar indinde siyasi yönetim olarak saygınlığınız da kalmadı. Sözünüzün güvenilirliği ortadan kalktı.
Türkiye’nin bu eksi, negatif durumdan kurtarılması lazım.
Bunun için ciddi bir muhalefete ihtiyaç var. Ama o da büyük sıkıntıda.
2000’li yılların başında 'Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)’nin eş başkanıyım' diyerek işbaşına gelen yönetim anlayışı, 18 yılda Türkiye’yi bütün komşularıyla sıkıntılı, sorunlu duruma soktu. En uzun kıyısı olan ülke olmamıza rağmen Doğu Akdeniz gibi dünyanın çok önemli yeni enerji kaynağının merkezinde söz sahibi olmaktan çıkmışız.
18 yıl boyunca “dostum” dedikleri, hatta kralları öldüğünde bayrağımızı indirip üç gün yas ilan ettikleri Suudi Arabistan bile “Doğu Akdeniz’de ne işiniz var?” diyor. Filistin Doğu Akdeniz’le ilgili kurulan komisyonun içinde yer alıyor, ama Türkiye gibi koca bir ülke yer almıyor.
“EKONOMİK ÇÖKÜŞLE KARŞI KARŞIYA GELMİŞ BİR TÜRKİYE. ÜLKEYİ BU DURUMDAN KURTARACAK BİR MUHALEFET SÖZ KONUSU DEĞİL.”
Türkiye’de 30 milyon insan açlık sınırında yaşıyor. 13 milyon emekli yoksullukla boğuşuyor. Ekonomik çöküşle karşı karşıya gelmiş bir Türkiye. Ülkeyi bu durumdan kurtaracak bir muhalefet söz konusu değil. Muhalefet yerel seçimlerde nüfus yoğunluğunun olduğu birçok şehirde iktidar oldu, ama seçilen belediye başkanlarının geçen bir senelik zaman içinde başarılı olup olmadıkları konusunda tartışmalar var.
CHP’nin genel seçimde de başarılı olması için belediye başkanlarının mutlaka başarılı olmaları gerekiyor. CHP işbaşına gelsin ki, ülke güçlendirilmiş demokratik parlamenter rejime geçebilsin. Türkiye’nin demokrasinin tüm kurum ve kurallarıyla işlediği, özgürlüklerin genişlediği, değişik dinlerden, dillerden, mezheplerden olan insanların eşit olduğu, laik, demokratik bir hukuk devletine kavuşması gerekiyor. Muhalefet bunları ortaya koyduğu takdirde ve topluma güven verdiği takdirde iktidara gelebilir.
“SURİYE’DEKİ İKİ TABURUMUZUN RUSYA UÇAKLARI TARAFINDAN BOMBALANDIĞI İDDİA EDİLİYOR. ULUSLAR ARASI MEDYADA 70 İLA 140 ARASI ÖLÜ SAYISINDAN SÖZ EDİLİYOR.”
-Deneyimli bir siyasetçi olarak Bahçeli ve Erdoğan’a siz ne ömür biçiyorsunuz?
Önümüzdeki sürecin sıkıntılı olacağı, Recep Tayyip Erdoğan iktidarının iktidarını sürdüremeyeceği görülüyor. Ekonomi büyük bir çöküş içerisinde, devlet kurumları artık işlevsel halde değil, yargıcı, savcısı vereceği karardan kuşku duyar, korkar hale gelmiş. Yargıçlar anayasaya, yasalara, insan hakları sözleşmesine, içtihatlara ve vicdanına göre karar veremiyor.
Çünkü o tek başına işbaşında olan iradenin verdiği kararı ret etme ve ret etme sonrası kendisinin akıbetinin ne olacağı konusunda ciddi kuşkuları var. Bugünkü düzene ne kadar süre biçilebilir?
Türkiye’de yaşayan yurttaşlar ilk seçimde gereğini yaparlar diye düşünüyorum. Bu iradeyi 23 Haziran İstanbul seçiminde çok açıklıkla gösterdiler. “13 bin 500 oy yeter mi kardeşim” dediler, “yetmedi” dendi, bu defa da 800 bin oy verdiler. Belki bir milyon da vereceklerdi.
Vatandaş devlete karşı gitti, korkmadan oyunu verdi. Çünkü yaşantısından memnun değil. Bir kere can ve mal güvenliği yok. Yargıya olan güveni ortadan kalkmış. Yargıya güven olmazsa yaşam olmaz, devlete güven olmaz.
Önemli bir başka neden de toplum aç.
Çalışıyor, ama elde ettiği gelir harcamasını karşılamıyor.
Düşünün ki kışın doğal gaza, elektriğe gelen zam yüzde 60’a ulaştı.
Tarım toplumu olan Türkiye’de gıda en pahallı kalemler arasına girdi.
Türkiye şu anda Avrupa’da en pahallı benzini, mazotu tüketen ülke haline geldi.
Üstelik de insanların gelir oranı, Avrupa’ya oranla en düşük seviyede.
Türkiye 129 ülkeden tarım ürünü ithal ediyor.
Saman ithal ediyor.
En son buğday ithal etti.
Ama kendi üreticisi, çiftçisi yetiştirdiğini satamıyor, satınca da emeğinin karşılığını alamıyor.
Bu sene Mersin’de, Adana’da don vurduğu için 50, 60 kuruşa portakal satıldı.
Ama o portakal Ankara’da 3,5-4 liradan satılıyor. Aradaki fark kimin cebine giriyor?
Üretici korunmuyor, tüketici hiç korunmuyor.
Ne yediğimizi bilmiyoruz.
Bir de üstelik ne yiyeceğimizi, nasıl yiyeceğimizi, ne giyeceğimizi, nasıl giyeceğimizi, nerde nasıl konuşacağımızı bize dikte ettirmeye çalışıyorlar.
Özgürlükler yok edilmiş. Bu baskı, bir zaman sonra patlamayı getirir.
“SURİYE’DEKİ İKİ TABURUMUZUN RUSYA UÇAKLARI TARAFINDAN BOMBALANDIĞI İDDİA EDİLİYOR. ULUSLAR ARASI MEDYADA 70 İLA 140 ARASI ÖLÜ SAYISINDAN SÖZ EDİLİYOR.”
Suriye’deki iki taburumuzun Rusya uçakları tarafından bombalandığı iddia ediliyor. Uluslararası medyada 70 ila 140 arası ölü sayısından söz ediliyor. 33 yaralı dendi ama, daha fazla olduğu iddia ediliyor.
Kendi çocuklarımızın akıbetini biz de bilmiyoruz.
Şehir mi oldular, yaralılar mı, kimse bilmiyor.
Bir zaman sonra şehir yakınları “kahraman asker ruhlu bir ülkeyiz ama niye öldük?” diye sorgulamaya başlarlar.
Mustafa Kemal Atatürk “Vatan savunması olmadıkça savaş bir cinayettir” demiş.
Biz kendi vatanımızı savunmuyoruz.
Oysa vatanımızın sınırlarını savunmamız gerekir. Çocuklarımız başka bir ülkenin topraklarında şehit düşüyor. Ne uğruna? Bir taraftan Esad’ı indireceğim diyorsun, öbür yanda Rusya ve İran’la anlaşıp Esad’ın korunması için çalışıyorsun.
Soçi antlaşmasıyla İdlib’in teröristlerden temizlenmesi görevi verildi. Biz temizleyemedik. Şimdi bizi mi temizliyorlar? Bunları bilmiyoruz. Havuz medyası devamlı farklı şeyler ortaya koyuyor, gözlerimizi kapatıyor.
28 Şubat Cuma günü sosyal medya çalışmadı. Neyi kimden saklıyorsunuz. O zaman Türkiye bir hukuk ve demokrasi devleti olmaktan çıkmıştır demektir.
Bir yerde “Tek adam rejimini muhalefet de benimsedi” dediniz. Bu sözlerinizi açar mısınız?
Tek adam rejimini muhalefet de benimsedi, çünkü CHP tarihinde olmayan bir şekilde genel merkez baskıyla il ve ilçelerde başkan adaylarını teke indirdiler.
CHP sol, sosyal demokrat bir parti olmak zorunda. CHP kendi içinde demokrasinin kurallarını işletmeli, üye hukukuna riayet etmelidir.
Çünkü CHP, bir ideoloji partisidir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu partisidir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilkeleri bellidir, CHP örgüt partisidir, CHP bütün ülkeye yayılmış ve Cumhuriyet’in temel ilkelerini ayakta tutan, sahiplenen ve ülkeyi çağdaşlığa götüren, hedefi dünya medeniyetinin üzerine çıkabilmek olan bir partidir. CHP’nin üyeleri eğitilmiş insanlardır. CHP emekten yanadır, insan sömürüsüne karşıdır.
CHP eşitlikten, özgürlükten, dayanışmadan yanadır, adil paylaşım ister, ekonomiyi onun için çok önemser.
CHP üretimde sadece özel sektör değil, kamu ortaklığını ortaya koyar, ama kamuyu sömürerek değil. Yani vatandaşına geçmediği köprüden para ödeterek, binmediği uçağa hava alanında vergi ödeterek, ya da gitmediği, yatmadığı hastanede hastane parası ödeterek değil, kamunun oluşturduğu ve vatandaşın ciddi bir şekilde korunduğu bir ekonomik modelden yanadır. Bu devletçilik değil, karma ekonomidir. Dünya bugün o tarafa doğru gidiyor.
Yap, İşlet, Devlet (DİT) dediğimiz de karma ekonominin bir aracıdır, ama sermayeye daha fazla aktarılan, vergileri de soyan, devleti de soyan bir düzendir. Biz o düzenden yana değiliz. 11 tane şehir hastanesi için bütçeden 31 milyar TL ayrıldı. Aşağı yukarı her şehir hastanesine kira için ayrılan parayla biz 10 tane daha hastane yapabilirdik.
Mersin’de şehir hastanesi var. Mersin’in göbeğinde herkesin rahatlıkla ulaştığı devlet hastanesi kapalı duruyor.
Neden?
Özel sektörün yaptığı hastaneye daha fazla hasta gitsin ve onu kazandırsın. Şehir hastanelerinin bilinmesi gereken en önemli gerçeği şudur. Hastanenin en fazla para kazanan birimleri olan laboratuarlar, görüntüleme merkezleri hastaneyi yapan adamın elindedir.
Devletin elinde değil. Doktoru, hemşireyi, hasta bakıcıyı, her şeyi veriyorsun, ama Sağlık Bakanlığı’nın kasasına girmesi gereken olan parayı hastaneyi yapan adama veriyorsun. Bir de üstelik kira veriyorsun. Tam bir soygun düzeni işliyor. Ülkesini, insanını seven doktorların, hemşirelerin sayesinde hastaneler işliyor, ama birileri para kazanıyor. Ve gitmediğiniz hastaneye vergilerinizle para ödüyorsunuz.
Bu sistemin değişmesi lazım.
-Birgün gazetesindeki bir yazınızda, “Cennet için tuğla satan din kurumlarıyla, 6 yaşındaki kız çocuklarıyla evlenilmediği için deprem olduğunu söyleyen sözde akademisyenlerle, insan ahlakını, çocuk sevgisini annenin giyimine bağlayan okul kitaplarını yazan kötü niyetli yazarlarla, kindar gençlik yetiştirmek isteyen yalancı siyasetçilerle ve Atatürksüz emperyalizmle mücadele tarihi yazan sözde tarihçilerle ya da ‘laik devlet olmaz’ diyen meclis başkanlarıyla mücadele, salı nutuklarıyla yapılamaz” diyorsunuz.
Muhalefet var olan iyilikleri, kötülükleri, eşitlik, özgürlük taleplerini, ekonomideki sıkıntıları, sosyal sorunları sokakta, meydanda, mahallede, köyde arar, anlatır. Salı günleri meclisin salonlarında yapılan konuşmalarla muhalefet yapılmaz. Salı günleri meclisin salonunda sadece konuşulur. Duyan duyar. Ama siz köye giderseniz, meydana çıkarsanız, mahallede insanların yanına giderseniz onları aydınlatırsınız. Hem sorunlarını dinler, çözüm yollarını söylersiniz, hem de yapılan yanlışları topluma anlatarak gözlerini açarsınız.
Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin 25 Şubat Salı günü yapılan Merkez Yürütme Kurulu (MYK) toplantısında “Çok yakın zamanda iktidar olacağız. Tabanımız buna hazırlıklı olmalı” dedi. Sizce de CHP’nin yakın zamanda iktidar olma şansı var mı?
CHP eğer özüne dönerse, antiemperyalist, sermayenin sömürüsüne karşı duran, halkla iç içe, halkın yanında, meclis salonunda değil, kahvede, atölyede, fabrikada, tarlada insanlarla birlikte durursa iktidar olur.
Bugünkü koşullarda iktidar olmaması için hiçbir neden yoktur. Yeter ki CHP güvenilir insanlarla, halkından yana, halkın içinden çıkmış insanlarla halkla bütünleşerek siyaset yapsın. Bugün maalesef öyle değil.
CHP kültürüne hiç yakışmayan, genel merkezin talep ettiği isimlerle oluşan bir yönetim anlayışı sürdürüyor. Bu yanlıştır. İktidar olabilmek için önce güvenilir olmak gerekiyor. Size güvenmeliler. Sonra nasıl hizmet edeceğinizi, kafanızda hangi projelerin olduğunu bilmeleri gerekir.
Vizyonunuz olması lazım. Ve verdiğiniz sözü yerine getirebilecek arkanızda bir iziniz olması lazım. “Bunlar zamanında yaptılar” denilebilmeli. Siz bunları yapan kadrolarla, doğru ilkeler ve projelerle yola çıkarsanız iktidar olursunuz.
“CHP İKTİDAR OLACAKTIR, AMA BUGÜNKÜ ANLAYIŞLA DEĞİL.”
CHP iktidar olacaktır, ama bugünkü anlayışla değil. Bir avuç insan kendilerine rakip olabilecek, kendilerinden çok daha donanımlı insanları dışlayacak, bugünkü sağ iktidardan farklı düşünmeyen ve yapamayan insanları kadro diye tutup, sonra salı günleri mecliste konuşarak iktidar olunmaz.
Yerel seçimlerde 11’i büyük, 21 şehir belediyesi ile toplam 250’ye yakın ilçe ve beldenin kazanılması, ekonomik çöküntü ve özellikle ülkenin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e karşı olan rejime inat olsun diye ülkesini seven yurttaşlarımızın oy vermesi sayesinde kazanılmıştır.
Bizim ortaya koyduğumuz projelere bakarak değil, iktidarda olan insanların ne kadar tehlikeli bir gidişat içinde olduklarını gördükleri için, kendilerini güvence altına alabilmek için CHP’ye oy vermişlerdir. Onun için diyorum ki, CHP’li belediye başkanları mutlaka, ama mutlaka başarılı olmalıdır. Bizler de birer nefer olarak onların başarılı olmaları için mücadele etmeliyiz.
“CHP’DE ÖYLE BELEDİYE BAŞKANLARI VAR Kİ, BAŞARILI OLMAMAK İÇİN ELİNDEN GELENİ YAPIYOR.”
Ben şahsen gittiğim her yerde CHP’li belediye başkanının başarılı olması için elimden gelen her şeyi yapıyorum. Ama öyle belediye başkanları var ki, başarılı olmamak için elinden geleni yapıyor. Sadece belli bir koltuğu doldurdum diyerek egosunu tatmin ediyor.
O koltuk onun değil. Her ne kadar genel başkan onu oraya atamışsa da, o koltuk aslında CHP’de çağdaşlıktan yana olan, laik demokratik bir Türkiye’de yaşamak isteyenlerin koltuğu.
O koltuk, emeklerinden başka hiçbir geliri olmayan yurttaşların emeklerinin sömürülmesinin engellenmesi için kurulmuş, ona hizmet etmek için var olmuş bir koltuk. Dolayısıyla o koltukta oturanın sorumluluğu çok fazla.
Eğer o sorumluluğunu anlayıp hizmet ederse, partili de olsa yandaşlarına değil, o kente hizmet ederse ve daha önce o koltukta oturandan farklı olduğunu hissettirirse başarılı olur. O başarı CHP’yi iktidara taşır.
Eğer başarılı olmazsa CHP’yi iktidara taşımaz. 1989 yılında Türkiye yerelinin büyük bir kısmında iktidarda olan parti, belediye başkanlarının ve belediye meclis üyelerinin bazılarının yanlış hareketlerinden dolayı bir sonraki seçimde 4 puan kaybetti.
Dolayısıyla bugün de aynı şey geçerli. Belediye başkanı belediye başkanlığını yapmalı.
“GENEL BAŞKAN YARDIMCILARINA MAKAM ODALARI TAHSİS EDİLMİŞ BELEDİYELER VAR.”
Bir senedir telefona çıkmayan belediye başkanı var.
Milletvekilinin telefonuna çıkmayan belediye başkanı var.
Genel başkan yardımcılarına makam odaları tahsis edilmiş belediyeler var.
Oralar başarılı olabilir mi?
Dolayısıyla bizim halkçı belediyeciliği göstermemiz gerekir. Onun için CHP bu anlayışla değil, bu yönetim anlayışını değiştirip yeni bir sistem ve kadroyla yoluna devam etmeli.
İlkeler, sistem, düzen değişir ve bir kadro hareketine dönüşürse CHP başarılı olur.
Aynen Cumhuriyet’in kuruluşundaki gibi. Cumhuriyeti kuran kurucu kadroların daha sonra devam ettirdiği şekilde bir kadro hareketiyle, kadronun lideriyle, lider olmaktan öte sözcüsüyle hem partinin içini, tabanını, hem de Türkiye’yi kucaklayabilirsiniz.
“CHP BU İKLİMDEN ETKİLENEREK TEK ADAM REJİMİNİ TÜRKİYE’YE VE KENDİ PARTİSİNİN İÇİNE KABUL ETTİRMEYE ÇALIŞIYOR.”
Sözlerinizden CHP’nin mevcut yönetimini, yönetme biçimini beğenmediğiniz anlaşılıyor. O halde Mart sonunda yapılacak CHP kurultayında Kılıçdaroğlu’nun karşısında CHP Genel Başkanlığı’na aday olacak mısınız?
Aday olmak demek, tek adamlık demektir. Biraz önce dediğim gibi CHP bu iklimden etkilenerek Tek Adam Rejimini Türkiye’ye ve kendi partisinin içine kabul ettirmeye çalışıyor.
Ben ancak bir kadronun çözüm yolu olabileceğini düşünüyorum.
Böyle bir kadronun içinde neferim. Böyle bir kadro var, ilkeleriyle de ortada, o kadronun sözcüsü ve genel başkanı önümüzdeki günlerde ortaya çıkacaktır. Biz de birer nefer olarak bütün gücümle o kadronun yönetime gelip başarılı olması için mücadele vereceğiz.
“BUGÜN “SAĞ – SOL YOKTUR” DİYEN BİR CHP ANLAYIŞI VAR.”
-Bu kadroyu isimlendirmenizi istesem..
İsim veremeyiz, çünkü bugün partinin büyük bir çoğunluğu, özellikle genetik solcu olan tabanı yeni bir kadro istiyor.
CHP’nin antiemperyalist, insana saygılı, emekten yana olan, demokratik laik bir cumhuriyete sahip çıkan anlayışına uygun bir kadro istiyor. Bu kadro da oluşacaktır.
“Sol” diyerek insanlar korkutuluyor. Bugün “sağ – sol yoktur” diyen bir CHP anlayışı var. Hiç kabul edilecek bir şey değil. Emek sömürüsü varsa, Türkiye’deki nüfusun yüzde biri gayri safi milli gelirin yüzde 54’ünü alıyor, geri kalan yüzde 99’u yüzde 46’yı paylaşıyorsa, dolayısıyla adil olmayan bir paylaşım sistemi varsa, emek sömürüsü, başka ülkelerin Türkiye üzerindeki tasallutları devam ediyorsa orada sol vardır.
İnsana eziyet eden, baskı altında tutan, korkutan, özgürlükleri kısıtlayan bir düzen varsa orada sol vardır. Özgürlükleri elinden alınan, düşüncelerini ifade edemeyen bir toplum varsa, birey varsa orda sol vardır. Başka türlü koruyamazsınız ki.
Türkiye’de yaşayan insanların yüzde 99’unun beyaz da, mavi yakalı da olsa emeğinden başka bir geliri yoktur. Hiç birimizin babası fabrikatör değil. Çalıştıkça para kazanır ve hayatımızı sürdürürüz. Yani tarlada, atölyede, masa başında ter dökerek, çalışarak para kazanırız. Dolayısıyla çalışan insan emekten yana olan bir partiyle kucaklaşır.
CHP emekten yanaysa sol bir partidir.
Çünkü sol adaletten, haktan, adil paylaşımdan yanadır.
Emeğe, insana saygı duyar, onun kötü bir durumda olmasını istemez.
Herkesin inancına saygılıdır.
Onun için laiklik vardır.
Laiklik inancı, ibadeti özgürce yapmanın güvencesidir.
İstediğini giyer, istediğini yiyebilirsin.
Ama şimdi bu iktidar kız – erkek yan yana okuyamaz diyor.
Karma eğitim olmaz deniyor.
Kadınlar üç tane, beş tane çocuk doğursun sezaryen olmasın deniyor.
Bunları yapabilmek bir sağ anlayışın zorlama baskısıdır.
Onun karşısında “hayır, insan istediğini yapabilir. Özgürce yaşamak hakkıdır” diyebilecek bir anlayışın olması lazım.
O da soldur. Sol kötü bir şey değildir. Sol – sağ yoktur. Hayır vardır. Hatta şimdi daha da fazla keskinleşmiştir sol ve sağın ideolojisi.
“TUİK VERİLERİNE GÖRE DÜNYANIN EN MUTLU TOPLUMUYUZ. EN BÜYÜK MUTLULUK DA GÜVENLİKTE OLUŞUMUZMUŞ. OYSA HİÇ KİMSENİN CAN VE MAL GÜVENLİĞİ YOK.”
Popülist bir anlayışla, gerçek ötesi bir yapıyla insanları istedikleri gibi yönlendirmeye çalışıyorlar. Algı yönlendirmektedirler, siyasi yalan söylemektedirler: Sayabilirim iktidarın yalanlarını her vesileyle. TUİK verilerine göre dünyanın en mutlu toplumuyuz. En büyük mutluluk da güvenlikte oluşumuzmuş. Oysa hiç kimsenin can ve mal güvenliği yok.
TUİK’e göre insanların yüzde 73’ü “can güvenliğimiz var” diyor. Mutluluğun ikinci sebebi de yüzde 72 ile ulaşımın çok iyi olmasıymış. İstanbul’da insanlar yürüyemiyorlar. Ankara’da Mansur Yavaş gelene kadar saat 22.00’den sonra otobüs de, metro da bulamıyordunuz. 22.00’den sonra herkes evindeydi. Bu siyasi yalandır. Biraz önce söylediğim popülist siyasetin getirdiği bir şey.
CHP bunları görüyor ve bunları anlatmak zorundadır. Bunu da toplumda saygınlığı olan doğru insanlarla yapabilir, yapmalı da.
CHP’de seçimlerden sonra 640 delege “olmuyor” diye imza verdi, hayır vermediler, imzalarını geri çektiler dendi. “Kim imzasını geri çekti?” diye sorduğunuzda bir yanıt yok. Hala kimin imzasını çektiğini kimse bilmiyor.
Mersin İl Kongresi’nde ikinci adayın topladığı imzaların 47’si geri çekildi dendi. İsimleri saydılar. İsimleri okunanlardan biri “hayır ben imzamı geri çekmedim” diye bağırdı. Bir başkası için “delege değil” dendi. O da delege kartını çıkardı. Ama kapattılar. Böyle bir anlayış sol olamaz, sağdır.
Biz yurttaşız, düşünüyoruz. İnsanoğlunun en büyük özelliği düşünmesidir. Hoş diğer canlılar da düşünür ama insan düşündüğünü ifade eder. Dolayısıyla siz “hem düşünmeyin, hem düşündüğünüzü ifade etmeyin” dediğiniz zaman, bana, yani parti üyenize saygı duymuyorsunuz demektir.
Parti üyeliği sadece afiş asmak mıdır? Artık afişler de kalktı. Parti üyeliği, parti yönetimine doğrudan katkıda bulunmaktır. Bilgisiyle, becerisiyle yöneticileri, milletvekillerini, belediye başkanını, belediye meclis üyesini, mahallesinin muhtarını seçebilmektir. Şimdi genel başkanlar milletvekillerini seçiyor. Millet ona oy vermiyor diyorsunuz, ama biz de aynı şeyi yapıyoruz.
“GENETİK SOLCU OLAN BÜYÜK BİR ÇOĞUNLUK “YETER ARTIK” DEMEK NOKTASINDA. KURULTAYDA GALİBA O KARARI VERECEKLER.”
Bir süredir CHP’nin il, ilçe örgütlerini dolaştığınızı biliyorum. İzlenimlerinizi anlatır mısınız? Sözünü ettiğiniz sol kadronun kazanma şansı var mı sizce?
Aynı bugünkü Türkiye yönetiminin halkımızı baskı altında tuttuğu gibi, tabanda da baskı altında tutulma var. Ama genetik solcu olan büyük bir çoğunluk “yeter artık” demek noktasında. Kurultayda galiba o kararı verecekler.
Belediye başkanlarının genel merkezden gelen işe alma baskısıyla yürüyecek bir şey değil. Belediye başkanları bir şeyin farkında değiller.
Tekrar ediyorum, altını çizerek söylüyorum; belediye başkanları başarılı olmak zorundalar. Biz de onların başarılı olabilmeleri için mücadele vermeliyiz, her anlamda destek vermeliyiz.
Ancak öyle iktidara gelebiliriz. Ama belediye başkanı elindeki gücü hemşerisine hizmet etmek yerine, kendi partilisine tehdit aracı olarak kullanırsa, o belediye başkanı bir daha orada duramayacağı gibi CHP’nin iktidar olma şansını da yok eder. O belediye başkanlarının sayısı da bir, ikidir. İsim vermeye gerek yok. Onlar da kendilerini bilir zaten.
Uçak seyahatiniz esnasında 15 Temmuz gazileri ile karşılaşmışsınız, size AKP iktidarının kendilerine vaat ettiği hakları vermediğini söylemişler. Tam olarak size neler anlattılar?
“GAZİLER ŞUNU SORGULAMAYA BAŞLADILAR. BU HAİN FETO KALKIŞMASINDA, DARBESİNDE BEN GAZİ OLDUM, PEKİ BU FETO’YU KİM GETİRDİ?”
Çok şikâyetçiler ve açıkça şunu söylüyorlar; bizim üzerimizden kahramanlık yapıyorlar. Birisi kolunu kaybetmiş, birinin bacağında kurşun yaraları var, bir başkası karın bölgesinden yaralanmış. Herkes bize maaş verildiğini biliyor, oysa biz maaş almıyoruz diyorlar.
Bizim için bir vakıf kuruldu. Ailelerimizle daha iyi geçinebilmemiz konusunda sözler verildi, ancak bu güne kadar hiçbir söz yerine getirilmedi. Ve en önemlisi sanki biz AKP’nin gazileriymişiz gibi bir tavır içindeler.
Hayır, biz bu ülkede yaşayanların daha özgür, demokratik bir ülkede yaşaması için mücadele verdik ve onun için gazi olduk. Biz sanki bir partinin adına gidip mücadele vermişiz gibi gösteriyorlar.
Bundan son derece rahatsızız ve şikayetçiyiz dediler. Bu insanlar aslında çok samimiler. Canını vermiş şehitler var, gaziler var. Gazilerin derdi çok fazla. Bunu dile getirmek istiyoruz dediler. Ben de onların sözlerini dile getirdim. Tabii şunu sorgulamaya başlamışlar. Onu çok anlamlı buldum. Çok duygulandım. Bu hain FETO kalkışmasında, darbesinde ben gazi oldum, peki bu FETO’yu kim getirdi? Aradan bu kadar zaman geçtikten sonra ben bunu sorgulamaya başladım diyorlar.
“15 TEMMUZ GAZİLERİ, AKP’NİN GAZİLERİ GİBİ GÖSTERİLMEKTEN SON DERECE RAHATSIZLIK DUYUYORLAR.”
-Bir dernekleri mi var?
Dernek, vakıf kurmuşlar, “ama AKP’nin kurdurduğu derneklerden çıkıyoruz. Onlar bizim hakkımızı korumuyor” diyorlar.
Sıkıntıları o.
“Biz sanki onların gazileriyiz, onların şehitleriyiz.
Hayır. Biz Türkiye Cumhuriyeti’ne sahip çıktık, ülkemiz için canımızı, kanımızı verdik, arkadaşlarımız şehit oldular. Kimsenin değiliz” diye büyük tepki gösterdiler. “AKP’ye de, MHP’ye de oy verdik” dediler. “Niye beni onların adamı gibi görüyorsunuz? Siz CHP’lisiniz. Biz CHP’lilerle kol kola darbeye direndik ve gazi olduk” diyorlar. Bu beni çok etkiledi.
Uluslararası Fındık Borsasının başında olan Karadenizli bir Türk, size Türkiye’ nın fındık ihracatçısı bir ülke iken, ithalatçı ülke konumuna düştüğünü anlatmış.
Ailesi Karadeniz’den gitmiş. Levanten bir aile. Fındık Borsası onların eline geçmiş. Şimdi Hamburg’da yaşıyorlar. Evet, öyle dedi. Çünkü AKP iktidara gelince fındıkların sökümü için dönüm başına dolar bazında paralar dağıttı. Biz Giresun’da, Ordu’da fındıklarımızı sökerken Almanya’da, Amerika’da, İran’da fındık bahçeleri oluşturuluyordu.
Fındık Borsası maalesef elimizde değil. Dünyada ikinci derece fındık üreten ülkeyiz. FİSKOBİRLİK’i yok ederek ve özellikle bizim tarımsal kurumlarımızı yok ederek üreticiye darbe vurdular, ama başkaları zengin olmaya başladılar.
Başkaları bizim söktüğümüz fındık bahçelerinde fındık ekmeye başladılar. Bu kabul edilebilecek bir şey değil. Bunu çiftçi de görüyor. Yani benim emeğimin karşılığını vermeyerek benim bahçemi söktürdü, başkalarının bahçelerine ekildi, şimdi fındık daha pahalandı. Ve biz fındık ithal hale gelmiş bir durumdayız. Bu tehlikeli bir şey.
“SADECE FINDIK DEĞİL, BİZ 129 TARIM ÜRÜNÜNÜ İTHAL EDİYORUZ. TARIM POLİTİKASI BÖYLE DEVAM EDERSE HİÇBİR ZAMAN FİYATLAR DÜŞMEYECEK VE KARNIMIZ DOYMAYACAK.”
Sadece fındık değil, biz 129 tarım ürününü ithal ediyoruz. Tarım politikası böyle devam ederse hiçbir zaman fiyatlar düşmeyecek ve karnımız doymayacak.
Türkiye’de çiftçilikle uğraşanların sayısı iki milyona düştü. 35 yaşın altında çiftçilikle uğraşan kimse yok. Ve bu iki milyon insan aç. Aç olan insanı nasıl doyurursun? Onun için ithalata gidiyor. Bütün bunlar son 18 senede oldu.
Biz bundan 10 sene öncesine kadar kendi kendine yeter bir ülkeydik. 70’li yıllarda ben üniversitedeyken gelen Dünya Bankası liderleri “bölgenizin manavı, kasabı olun” dediklerinde, bizi sanayileşmekten uzaklaştırıyorsunuz diye çok kızmıştım. O noktadan şimdi kasap da, manav da olamıyoruz, gidip başka ülkelerden et ithal ediyoruz.
Balıkesir Milletvekili arkadaşımla birlikte Avustralya’ya gittik. Bir lokantada kanguru eti dediler. Biz yemeyiz dedik. Adam güldü, “nasıl yemezsiniz. Biz buradan Türkiye’ye çok kanguru eti ithal ettik” dedi.
Şimdi ne eti yediğimizi de bilmiyoruz. Kim aldı, kim getirdi bunları? Devlet mi, yoksa devletin taşeronları mı getiriyor kanguru etini? Canlı hayvanlar geliyordu. Sonra canlı hayvanlarda şarbon çıktı. Deve misali. Boynun neden eğri demişler.
Nereye baksan düzgün olan yok. Her yer eğri. Türkiye de bu noktaya geldi. Kötü yönetiliyor Türkiye. Kötü yönetilmesinin nedeni kötü muhalefet var. Muhalefetin düzelmesi gerekiyor.
Kamuoyu sizi parlamenterliğinizin 1980’li ve 90’lı yıllarında insan hakları ihlallerini gündeme getirmek, Susurluk’ta ortaya çıkan devlet çetesini araştırmak, bu konuları meclis ve kamuoyu gündemine getirmekle tanıdı. Size göre Türkiye’nin insan hakları ne durumda?
Türkiye’nin insan hakları karnesi çok kötü durumda. 80’li yıllarda sıkıyönetim uygulamasının sürdüğü bir ortamda bile siyaset çok cesur ve kararlıydı, demokrasi mücadelesi veriyordu.
Şimdi ise müthiş bir baskı ve korku içerisinde. Bu artık hukukun olmadığını, evrensel hukukun yok sayıldığını gösteriyor.
Ben size bir örnek vereyim. SHP’nin Genel Sekreteri olduğum dönemde Ahmet Türk’ün bize bir başvurusu olmuştu. Biz de onu milletvekili listesine aldık. O sırada Ahmet Türk Diyarbakır Cezaevi’nde yatıyordu. Yüksek Seçim Kurulu (YSK) Ahmet Türk’ün milletvekilliğini kesinleştirdiğinde mahkeme tutukluluğunu kaldırdı ve o gün saat 17.00’de serbest bıraktı.
Geldi, milletvekili adayı olarak çalıştı ve parlamentoya seçildi.
Yıl 2007. Yani 10 yıl sonra. Sebahat Tuncel İstanbul’dan milletvekili adayıydı. Milletvekili seçildiği gün tutukluluğu kaldırıldı, geldi yemin etti ve milletvekilliği görevine başladı.
Yıl 2011. 8 tutuklu milletvekilinin Anayasa Mahkemesi’nin Mehmet Haberal kararından sonra tutukluluk halleri kaldırıldı ve serbest bırakıldılar.
Bunu şunun için anlattım. O günkü darbe yapmış faşist yönetim döneminde bile siyasi mücadele korkmadan yapılıyordu. En azından hukuka saygısı olan bir yargı kurumu vardı. Ama öyle bir noktaya geldik ki, Osman Kavala 3 yıla yakın tutukluluktan sonra Gezi Davasından beraat etti, beraat kararı veren mahkeme heyeti hakkında Hâkimler Savsılar Yüksek Kurulu (HSYK) tarafından soruşturma açıldı, daha arabadan inmeden diğer bir konudan tekrar tutuklandı.
Aynı şey Selahattin Demirtaş için de geçerli. Ayrıca belki de bizim bilmediğimiz yüzlerce insan için de geçerli. Bunları yaşadı Türkiye. Yarın tarih, Türkiye’nin son 18 yılını “çok karanlık” diye yazacaktır.
-Susurluk çetesi ve JİTEM aktörleri Mehmet Ağar, İbrahim Şahin, Korkut Eken ve özel harekatçı polisler, Cemal Temizöz, Levent Ersöz, Hasan Atilla Uğur, Eşref Hatipoğlu ve diğerlerinin tutuksuz yargılandıkları mahkemelerde beraat etmelerini nasıl yorumluyorsunuz?
Bütün bunlar yargıda gelinen noktayı gösteriyor. 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra AKP tek başına hükümet kuramadı ve hukukun, siyasetin, etiğin etrafından dolanarak 39 gün tartışmalar yapıldı.
Sonuçta ana muhalefet partisi CHP’ye görev verilmedi ve ondan sonra 1 Kasım’da seçim yapılması kararı alındı. Seçim kararı alındıktan sonraki geçen süreç Türkiye tarihinin en kanlı sürecidir.
34 gencimizin ölümüyle sonuçlanan Suruç’ta patlayan bombadan, merasim sokak ve gar katliamına kadar gelişen olaylarda 300’e yakın insanımızı kaybettik.
O gün başbakan olan Ahmet Davutoğlu’nun ifadeleri son derece acınacak ve tarihe kara leke olarak geçecek ifadelerdir. Merasim sokak sonrasında patlayan canlı bombacının bilindiği, ama eyleme geçmeden onları yakalayamadıkları, eyleme geçtikten sonra parçaları toplayıp adalete teslim ettiklerini söyledi. Bu böyle devam etti.
Gar Katliamı sonrasında da Van’da şunları söyledi; eğer AKP’ye oy verirseniz bombalar patlamaz, ama AKP’ye oy vermezseniz bombalar patlamaya devam eder ve ortalıkta beyaz toroslar da dolaşır.
Beyaz toroslar dan kastı, biraz evvel isimlerini saydığınız aktörlerin dönemiydi.
JİTEM’ in işbaşında olduğu faili meçhul cinayetler dönemi.
Şimdi bu kişiler hesap vermiyorlar, ama düşünce suçlusu olan gazeteciler içerde.
Siyasetçiler baskı altında.
İnsanlar konuşmuyor, konuşmaktan korkuyorlar.
Ben yargı mensuplarının çok sıkıntılı olduklarını düşünüyorum.
Hakim bir karar veriyor. O iradeye uygun bir kararsa ne ala, değilse hem azar işitiyor, hem de savcı tarafından o karar başka bir noktaya taşınıyor. Savcı çok daha sıkıntı içine giriyor, çünkü sanki talimatla görev yapıyor konumuna düşüyor. Vicdanına karşı sorumlu olmaya başlıyor.
“BÖYLE BİR YÖNETİMİ BİZ HAK ETMEDİK. AMA BU YÖNETİMİN REJİMİ DEĞİŞTİRMESİNE MÜSAADE ETTİK. DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI SIRASINDA “ANAYASAYA AYKIRI, AMA EVET” DEDİK.”
Böyle bir yönetimi biz hak etmedik. Ama bu yönetimin rejimi değiştirmesine müsaade ettik. Dokunulmazlıkların kaldırılması sırasında “Anayasaya aykırı, ama evet” dedik.
Anayasa değişikliğinde günlerce mücadele ettik, şeklen anayasanın değişiminin bozulması gerektiğiyle ilgili her türlü belgeyi topladık, ama anayasa mahkemesine gitmedik. Referandum oldu. YSK, hukuk tarihinde örneği görülmemiş bir biçimde “mühürsüz oy zarfları, pusulaları geçerlidir” dedi, biz sesimizi çıkarmadık.
Oysa yasa açıkça “mühürsüz zarf açılmaz” diyor. Böyle geçersiz oyların ne kadar olduğunu da bilmiyoruz, çünkü sayım yapmadık.
Sonra AGİT dedi ki; referandum hukuka aykırıdır. Orada şüphe var dedi. Siz çıkıp “hayır veren de, evet veren de meşrudur” dediniz, adam da alay eder gibi “atı alan Üsküdar’ı geçti” dedi ve rejim değişti.
Şimdi rejimi değiştiren bir noktadayız. “Niye YSK önüne gitmedik?” diye sorduğunuzda, “kan dökülürdü” deniyor.
Ama bu demokratik parlamenter sistem kan dökülerek elde edildi. Emperyalizme karşı verilmiş olan kanlı bir kurtuluş zaferi ile elde edildi.
Rejimi nasıl değiştiriyorsunuz siz? Değişti rejim.
Dolayısıyla bizim görevimiz gelecek kuşaklara böyle baskıcı tek adam rejimini yaşatmamak olmalı.
CHP’nin görevi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Kurtuluş Savaşı’ndan sonra kurulan Cumhuriyet’in ilkelerini taşıyan demokratik parlamenter sisteme dönülmesini sağlamaktır.
Bunu yapacak kadrolar lazım.
Bu kadrolar bu kurultayda çıkmalıdır, çıkmak zorundadır.
Yoksa Türkiye’nin gideceği nokta, çok tedirgin edici bir noktadır.