10 0cak 1961 tarihinde kabul edilen, 212 sayılı yasa ile gazetecilerin halkın haber hakkını ve
Meslek onurunu korumak için edindiği hakların, geride kalan 60 yılda tamamına yakınının
Törpülendiği bir tablo ile karşı karşıyayız.
“Gazeteci hapishanesi” olarak adlandırılan Türkiye’de; gazeteciler, baskı, sansür, soruşturma,
Gözaltı, tutuklama ve maddi ceza kıskacında mesleğine devam etmek zorunda kalmaktadır.
Demokrasiden her gün bir adım daha uzaklaşan ülkemizde, geriye doğru atılan her adımda
Da gazeteciler hedef alınmaktadır.
Halka gerçekleri aktarmak gazetecilerin görevidir. Bugün de kendi gerçeklerimizi aktarmak istiyoruz.
Türkiye’de basın ve ifade özgürlüğü açısından tablo şudur:
Halkın haber hakkı için başta Anayasa’nın 28. maddesinde yer alan “Basın hürdür, sansür edilemez” hükmünden başlamak üzere, gazetecilerin korunması için bütün yasal dayanaklar
bir bir törpülenmiş ve kâğıt üzerinde bırakılmıştır.
Haberler, soruşturma ve tutuklama gerekçesi sayılırken, gazeteciler her gün bir yenisi eklenen soruşturma ve davalar nedeniyle haber merkezleri kadar adliye koridorlarında mesleklerini sürdürmektedir.
Televizyon kanalları iktidar baskısı ile karartılırken, gazete ve televizyonların ilan ve reklam kesme gibi yüklü cezalarla ekonomik kıskaca alınmak istenmektedir. Yolsuzluk ve usulsüzlük
Haberleri bir bir engellenirken, Anayasa Mahkemesi kararlarının bile dikkate alınmadığı bir hukuk sisteminde, toplumun ötekileştirilmiş tüm kesimlerinin sesi olarak gazeteciler adalet arayışına devam etmektedir.
Gazetecilik yapmak isteyen haber kanalları iktidar baskısı ile karartılmakta, iktidar havuzunda yer almayan gazete ve televizyonlar ilan ve reklam kesme gibi yüklü cezalarla ekonomik kıskaca alınmak istenmektedir.
Haberler soruşturma ve tutuklama gerekçesi sayılırken, gazeteciler her gün bir yenisi eklenen davalar nedeniyle haber merkezleri kadar adliye koridorlarında mesleklerini sürdürmektedir.
İfade ve basın özgürlüğünü önceleyen kanunların görmezden gelindiği, diğer bir deyişle
“askıya” alındığı bu dönemde, yargının siyasallaştırılması sonucunda kanunların kamu yararına değil, siyasetin önceliklerine hizmet ettiğine tanıklık etmek zorunda kalıyoruz.
Bütün bunların ise yasama-yürütme ve yargının tek elde toplandığı Cumhurbaşkanlığı Hükümet
Sistemi’nin “doğal” bir sonucu olarak karşımıza çıktığını biliyoruz.
Tüm bu gerçekler ışığında, halk adında kamusal alanı denetleme görevi, sadece gazetecilerin omuzlarına bırakılmıştır.
Bu nedenle de siyasal iktidar, her gün gazeteciler üzerindeki baskısını arttırmaktadır.
Tek sesli, tek kumandalı, tek manşetli bir medya isteyen AKP iktidarı, medya sermayesinin yüzde 90’ını kontrol altına almış, kontrol edemediği gazete, dergi, radyo ve televizyon kanallarını ise cezalarla susturmak istemektedir.
Meslektaşlarımız, işte bu zor koşullar altında yaşama tutunmaktadır. Bu zor koşullara, son olarak yıpranma hakkımızdaki törpülenme de eklenmiştir. Meslektaşlarımız, iktidarın “keyfi” onayı ve kontrolündeki “basın kartlı”, “basın kartsız” ayrımı ile eşitliğe ve Anayasa
Mahkemesi kararına aykırı olarak haklarından mahrum edilmiştir.
Yüzlerce basın kartı “yenileme” adı altında iptal edilirken, tepkilerimiz sonucu eski kartlarımız kullanıma açılsa da, meslektaşlarımız çeşitli gerekçelerle oyalanarak son iki yıldır kartları hala yenilenememiştir.
Covid-19 salgınında dünya genelinde 600, Türkiye’de de 20’ye yakın gazetecinin salgın
Nedeniyle yaşamını yitirdiği gerçeği, mesleki yıpranma hakkımızın en temel örneklerinden biri
Olarak hafızalarda yer tutmalıdır. Unutulmamalıdır ki, her basın kartı sahibi “gazeteci” değildir ve gazetecilik sınırlarını siyasal iktidarlar belirleyemez.
Gazetecileri “Saray’ın memuru” ve “sahibinin sesi” olarak görmek isteyenler, biat etmeyen meslektaşlarımızı hedef göstermekten, tehdit etmekten çekinmemektedir. 60 yıl önce gazetecileri korumak için sağlanan ekonomik haklar da bu doğrultuda, hukuki temeli tartışmalı kararlarla, yargının koruma alanından çıkarılarak meslektaşlarımız açlık ile terbiye edilmek istenmektedir.
Yasal güvence altında olmasına karşın korunamayan hakları nedeniyle yüzde 90’ı yoksulluk sınırının altında, büyük bir bölümü de açlık sınırının altında çalıştırılan meslektaşlarımız, meslek onurları ile ekonomik çıkarlar arasında seçime zorlanmaktadır.
Bu doğrultuda her yıl yüzlerce meslektaşımız, gazetecilik onurunu korumak, kalemlerini satmamak adına yıllarca emek verdikleri basın sektöründen uzaklaştırılmaktadır. İşsizlik gerçeği her geçen gün gazeteciler için daha can yakıcı hale gelmiştir. İletişim fakültelerinden her yıl mezun olan binlerce genç meslektaşımız, işsizlik veya ucuz iş gücü olma “tercihi” arasında bırakılmaktadır.
Gazeteciler, günümüzün tarih yazıcılarıdır ve günümüz tarihi ise iktidarın manipülasyonları ile karartılmaktadır. Gazetecilerin gerçeklere ulaşmasını değil, servis edilen manipülatif
İçeriklerin kullanılmasını isteyen, niteliğin ve meslek ilkelerinin değil, “emir alan kullanışlı kalemlerin” öne çıktığı bu medya düzeninde de meslektaşlarımız “çalışamaz” duruma gelmiştir.
“10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü” Türkiye’de gerçeklerin peşindeki gazeteciler için bir bayram değil, bir mücadele günüdür.
Çağdaş Gazeteciler Derneği olarak, mevcut koşullar altında 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü’nü bir kez daha kutlayamayacağımızı belirterek,basın ve ifade özgürlüğü için mücadelemizi ve meslektaşlarımızla dayanışmayı büyüteceğimizi ilan ediyor, meslek onuru için mücadeleye devam eden bütün meslektaşlarımızı selamlıyoruz.
Çağdaş Gazeteciler Derneği Genel Yönetim Kurulu