(1892-14 Kasım 1989)
Esat Korkmaz
Hakikatçi Aleviliğin coğrafyası olarak tanımlayabileceğimiz bölge, gövdesi Maraş, ana kolları Sivas-Malatya olmak üzere, Binboğa-Nurhak-Engizek ve Nemrut dağ sıralarını içine alan İç Toroslar dır.
1800’lerin ortalarından başlayarak bölgede filiz veren Hakikatçi Alevilik, kandan özgürleşme hareketini yaşama taşımış, Alevi müziğinin ve edebiyatının yaratılmasında önemli işlevler üstlenmiştir.
Terim olarak Alevilik öne alınınca, Alevilik-Bektaşilik-Bedreddinilik üçlemesinin son iki halkası perdelenmiş; Hakikatci Alevilik ise tümüyle görünmez kılınmıştır. Gelişmeye koşut, İç Toroslardaki ocaklar da yapılarındaki gelenek temelli Hakikatçi Alevilik algılarını silmişlerdir.
Hakikatçi Alevilik, her şeyden önce kan kutsallığına tavır almış, taşıyıcı-sözcü kimlikler, kendilerini Dede olarak değil, Hakikatçi Baba olarak tanımlamışlardır: Kan kutsallığından bilgi kutsallığına atlamışlar; kan örgütlenmesini değil, insancıl bir çizgide, toplumsal örgütlenmeyi yüceltmişlerdir.
Kendilerini Bektaşi/ Hakikatçi Derviş-Hakikatçi Baba olarak ifade etmekle birlikte, tarikat olarak Bektaşiliğe de girmemişler; arafta kalarak hem Aleviliği hem de kan kutsallığı dışında kalmakla birlikte yabancılaşmış Bektaşiliği terbiye etmek gibi, bir yükümlülük altına taşımışlardır kendilerini; her şeyden öte, bugüne musallat olan umutsuzlukla ilişkilerini öne alıp, umudu doğuma hazırlamaya girişmişlerdir. Melûlî Baba, çarpıcı bir örnektir.
Melûlî Baba, Afşin’in Kötüre köyünde doğdu. Asıl adı Karaca Erbil’dir. 7-8 yaşlarında köyündeki bir hocadan Arapça okuma yazma öğrendi. 10 yaşlarında Afşin’de Ermeni aile dostlarının yanına gönderildi. 20 yaşlarına dek Ermeni okulunda eğitim gördü. Arapça, Ermenice, matematik ve edebiyat dersleri aldı.
Şiir ve edebiyata ilgisi de daha çok bu dönemde gelişti. Yöresindeki birçok âşığın yanı sıra, kaynaklara geçmiş başka âşıkların da şiirlerini öğrenerek kendini geliştirdi.
Varlıklı bir insan olan babasının haksızlıklarına dayanamayarak, eşiyle birlikte köyünü terk etti. Ortadoğu’nun çeşitli yerlerini dolaştı, değişik insanlarla ve âşıklarla tanıştı.
Âşık Melûlî, şiirlerinde insan ve sevgi öğesini öne çıkardı; ötesinde, politik taşlamalardan tasavvufa dek her konuyu ele aldı. Birçok sanatçı tarafından bestelenen şiirlerinin bir bölümünü, Latife mahlasıyla yazan Melûlî’nin eserleri değişik gazete, dergi ve araştırmalarda yer aldı.
Melûlî’nin yaşamı ve şiirlerine ilişkin ayrıntılı bir araştırma, torunları Latife Özpolat ve Hamdullah Erbil tarafından, “Melûlî Divanı ve Aleviliğin, Tasavvufun, Bektaşiliğin Tarihçesi” (1992) adıyla yayımlandı.
Önemli olan, kan kutsallığına tavır alan, bilgi-kan özdeşliğinden özgürleşen Melûlî Baba’nın taşıdığı inancın içeriği; bu inanç içeriği, nesnelidir. Bilgi nesneyle ilişkiye geçilerek üretilir. Bu nedenle nesneli Alevi inancı, bilgi ile çelişki oluşturma yeteneğinden yoksundur. Başlangıçtaki Alevi inancının bu özgünlüğü, Hakikatçi Alevilik ve onun özgün sözcüleri arasında yer alan Melûlî Baba tarafından yaşama taşınmıştır. Bizlere düşen yükümlülük, bu özgünlüğü güncellemektir.
Alevilik, teoloji değildir, yani nesnesiz bir inancın taşıyıcısı olamaz. İki türlü inanç vardır: Nesneli inanç ve nesnesiz inanç.
Tüm ortodoks dinlerin inancı nesnesizdir; bilgi denilen şey, nesneyle deneyim sonucu elde edilen bir kazanım olduğunu düşünürsek, nesnesiz inançta, nesneyle deneyim yaşayamayacağımıza göre, bilgi de üretemeyiz. Bilimin-bilim insanının, uzağında yaşamaktan hoşlanmaya başlarız.
Bilgisizlik koşullarında, seçeneksiz, tanımlanmış nesnesiz bir inanç varlığına bağlanırız: Bağlanmanın belirleyiciliğinde, seküler anlayışın-laikliğin düşmanı olup çıkarız. Yabancılaşan Aleviliğin, bugünkü durumu biraz da budur: Cennet-Cehennem kabul edilmiş, Cehennem’den sakınmak, Cennet’e girebilmek için gereken yaşam anlayışı ön almıştır.
Nesneli inanç ise teolojinin dışında, bizi hakikate-marifete taşıyan, bunu sağlamak için, felsefi bilgeliğin-öğreti bilgeliğinin sonuçlarına koşan, sonuçlarını onaylayan bir inançtır.
Demek ki bilgi üretmek, bir Yol yükümlülüğüdür: Bu nedenle Alevi inancı, kendini bilimsel olarak tanımlama olanağına sahip, ender bir kültürdür, kendine özgü bir inançtır. (*)
Günümüzde yaşanmakta olan Alevilik, bizi hakikate taşıyan teolojinin dışındaki inancı tümüyle silmiş, insani olmayan, insan aklına yer vermeyen, nesnesiz bir inanca kapılanmıştır: İnsandan ve doğadan uzaklaşmış, tek-tanrıcı dinlerin inanç havuzuna akmıştır. (**) Bu noktada Melûlî Baba’nın değeri bir kat daha öne çıkmaktadır.
Unutmayalım: Geçmişte ocaklar okuldu; belden gitme değil, yoldan gitme destur kabul edilerek Dört Kapı Kırk Makam adlı eğitim programı, adına öğretmen dediğimiz dede-baba, rehber vb., önderliğinde, adına okul dediğimiz mekânlarda öğretilerek Alevilik güncelleniyordu. Bilgi kutsallığı kuşatıcılığında inanç, neden olmaktan çıkıp sonuca bağlanıyordu.
Ve inanç, doğanın aklını/ insanın aklını karşılamak, onunla kucaklaşabilmek için örgütleniyordu, Cehennem’den sakınmak Cennet’e gitmek için değildi. Bugün ise ne yazık ki bilgi kutsallığından kan kutsallığına geriye dönüş yapılmış ve bâtınî felsefe-bâtınî tasavvuf ötelenmiş, şeriatçı inançlara kapı aralanmıştır.
Bu olumsuz sürece direnemezsek acı ama gerçek hızla yabancılaşacağız. Çünkü üniter devlet, seküler yaşamı tek-tipleştirdi: Sistemin armağanı aynı amaçlar peşinde koşan insanlar olup çıktık; bu tek-tip tekrar, bizi yaratıcılıktan uzaklaştırdı; kalabalığın bir birimi yaptı, artık bir sayıdan başka bir şey değiliz.
Üniter inanç, inanç uygulamalarını, öte-dünya tasarımı kapsamında cehennemden sakınma cennete kavuşma özlemine olumlu yanıt verecek biçimde tek-tipleştirdi: Artık aynı kutsala aynı dille, aynı amaç için yakaran inançlılar olup çıktık; bu tek-tip inanç bizi, metafizik tanrının yurttaşı yaptı.
Demek ki bize düşen yükümlülük, düşüncelerimizi, üniter devletin tek-tipleştirmesinden ve inançlarımızı üniter inancın tek-tip inanç uygulamasından özgürleşmektir.
Yükümlülüklerimizi yerine getirme yolunda, Melûlî Baba’nın şu dörtlüğü kulaklarımıza küpe olsun:
“Bu dünyanın temelini/ Kurup yoğuran ben idim/ Hiç yok iken âdem nesli/
Âdemi doğuran ben idim.”
Doğa’ya yürüyüşünün 32. yılında anısı önünde saygıyla eğiliyorum. O’na yeni beden olma konusunda, çaba harcayacağıma söz veriyorum.
(*) Felsefelogos; İnanç, Yıl: 16; Sayı: 45; 2012/ 2; s, 49; Eagleton, Terry; Tatlı Şiddet/ Trajik Kavranı-Çeviren: Kutlu Tunca-; İstanbul- 2012; s, 158; Feuerbach, Ludwıg; Hıristiyanlığın Özü-Çev.: Oğuz Özügül-; Say Yayınları, İstanbul- 2008; s, 341-344
(**) Korkmaz, Esat; Bütün Yönleriyle Alevilik, Demos Yayınları, İstanbul- 2015, s, 153-171arası.