Bir Nurettin Soykan Vardı
Yaşam, 24 Mayıs 2016 16:15
Ertaç ÖNAL
Her konudaki görüşlerinden feyiz aldığım, yaşama ve çalışma azmine hayran olduğum bir değerdi O. Çocuklarla çocuk, gençlerle genç, yetişkinlerle yetişkin şapkasını takar. Kısaca; tevazusunu kişiliğiyle özdeşleştiren, hiç de abartılı olmayan bir ifadeyle Malatyamızın beyaz atlı prensi diyebileceğim özüyle, sözüyle, duruşuyla muhatabına güven ve huzur telkin eden bir kimliğe sahipti. Malatya şehreminiydi. Dost canlısıydı, yardımseverdi.
Yüreği ağlarken yüzü gülebilen ender insanlardan biriydi Soykan.
Çok sevdiği tek erkek evladını genç yaşta kaybettiğini haber aldığım gün, kendisinin sağlığıyla ilgili bin bir endişeyle yola koyulmuştum. Beni havaalanında karşılayan yakın dostum Nihat Candan ile İstanbuldaki evine ulaştığımızda bizi hafif bir tebessümle karşıladı, yanında yer gösterdi. Hal hatır sordu. Buraya kadar zahmet ettiniz, yoruldunuz diye de sitem etti. Olağan inceliğini en acı gününde kaybetmemesi bir yana bu metanetli duruşuna hayret etmiştim. Ertesi gün eşine, Soykanın bu metanetli duruşuna hayran olduğumu söyledim. Öyle görünüyor ama siz gittikten sonra odasına çekilip bağıra bağıra ağladı. dedi, Şahende hanım.
İçini kavuran acısına rağmen etrafını rahatsız etmemek, üzmemek adına yüreği yanarken yüzü gülebilecek kaç insan vardır acep günümüzde? Böylesine Nazif ve latif bir insandı
Tavla oynamak en büyük hobisiydi.
TAVLASI ÖKSÜZ KALDI
Günün akşam saatlerine kadar ofisinde yoğun bir tempoyla çalışır, ajandasına gerekli notlarını alır, ertesi günün programını yapardı. 84 yaşına rağmen müthiş bir çalışma azmi ve hafızası vardı.
Bir başka özelliği de insanları çok iyi tahlil edebilmesiydi. Gün boyunca ofisine onlarca insan ve telefon gelir, bir takım vaatlerde bulunarak birlikte iş yapma, yardım v.s talepleriyle karşılaşırdı. Genellikle uygun olmayan ve art niyet taşıyan bu talepleri her zamanki nezaketiyle muhatabını incitmeden, rencide etmeden cevaplandırırdı. Gelen taleplerdeki samimiyeti anında çözebilmek gibi akıl almaz bir önseziye sahipti.
Son birkaç yıldır kasıklarındaki bir damarda tespit edilen yoğun anevrizma (kan pıhtısı) nedeniyle yürümekte sıkıntı çekmekteydi. Doktorların tavsiyesi de fazla yürümekten kaçınması yönündeydi. Kalbe veya akciğere sıçrayacak bir kan pıhtısının ani ve şok bir ölüme sebep olabileceği ikazını almıştık doktorlarından. Bu nedenle son birkaç yıldır oldukça büyük olan ofisinin bir odasını yatak odası olarak kullanıyordu.
Tatil günleri de dâhil her sabah koridorun diğer ucundaki çalışma salonuna sakal tıraşını olup, takım elbisesini giyip, kravatını taktıktan sonra gelmeyi hiç ihmal etmezdi. Sürekli çalışmak ve üretmek Onun yaşam tarzıydı.
Bunca yıllık yaşamını hep çalışmakla geçirdiğini, 1 gün bile olsun bir deniz kenarında tatil yapamadığını söylemişti bana.
Geçen yıl yaz mevsimi başlarında her iki elinin parmaklarında gittikçe artan güç kaybı başladı. Kalem tutamaz, yazı yazamaz olmuştu. Çok üzülüyordu bu duruma. Zaten oğlu Sezar Soykanın vefatından sonra sağlığına da pek dikkat etmez olmuş, yıllardır içmediği sigaraya yeniden başlamıştı. Ölmek korkutmuyordu Onu. Vademiz dolduğunda gideceğiz o âlemediyordu. Ama yaşarken yazı yazamamak demek çalışamamak, üretememek demekti. Bir de en büyük hobisi olan tavla oynarken zarları parmakları arasına alamamak korkunç(!) bir durumdu. Ne kasığındaki kan pıhtıları ne de solunum yetersizliği o kadar önem arz etmiyordu Onun için.
Yaptığım bir araştırma ile bu konuda uluslararası üne sahip beyin, sinir ve kas hastalıkları uzmanı Malatyalı hemşerimiz Prof. Dr. Ersin Tana gittik birlikte. Olağanüstü bir ilgi gösterdi Ersin hoca. Sizi bizzat tanımış olmak ne büyük bir onur benim için diyor, Soykanın hastanedeki odasına her gelişinde elini öpüyor, kimseye bırakmadan soyunup giyinmesine bizzat yardımcı oluyordu. Prof. Dr. Ersin Tanın yoğun ilgi ve şefkati, 1 aylık bir tedavisi ile tamamen düzeldi. Artık kalem tutabiliyor, çalışabiliyor, en az bunlar kadar önemlisi tavla oynayabiliyordu.
OFİSİ DOST MECLİSİ İDİ
Saat 17.00 den sonra Soykan Ofisi dostlarının, arkadaşlarının buluşma noktasıydı. Günlük siyasi ve ekonomik envanterler çıkarılır, yorumlar yapılır ve bitip tükenmek bilmeyen tavla maratonu başlardı. Tavla oyununda hemen herkesin tek rakibiydi. Sadece futbol maçlarını bir de haberleri izlerken ara verilirdi tavla oyununa. Bu sebeple hemen her gece aralıksız 4-5 saat tavla oynadığı olurdu. Ona göre günlük streslerden arınma saatleriydi bu saatler ve hiç yorgunluk belirtisi göstermezdi.
Koyu bir BJK taraftarı olmasının yanı sıra en büyük tutkusuydu Malatyaspor. Bu her iki takım galip geldiğinde keyfine diyecek olmazdı. Yenildiklerinde ise her ne kadar belli etmemeye çalışsa da yüzüne belirgin bir hüzün çökerdi.
Hiç unutmam bir hafta sonu bu her iki takımın aldığı kötü sonuçlardan sonra oldukça dalgın ve üzgün bir haleti ruhiye içinde Sayın Miraç Akdoğan ile tavla oynuyor, bir eliyle tavla zarlarını atıp diğer eliyle yanındaki tabaktan leblebi yiyordu. Ben bir ara Ne olacak bu Malatyasporun hali? diye kendi kendime söylendim. Dalgınlıkla elindeki iki leblebi tanesini zar diye tavlanın içine atıp, diğer elindeki zarları da leblebi diye ağzına atmasın mı? Kendisi dâhil hepimiz dakikalarca gülmüştük.
SON 48 SAATİ
4 Mayıs 2009 pazartesi akşamı ofisine biraz gecikmeli gittim. Tarım Bakanlığı eski müsteşar yardımcılarından Ebubekir Bey ile tavla oynuyor, bisiklet federasyonu eski başkanı Ömer Şahin de seyrediyordu. Her zamanki tebessümü ile hoş geldin dedi. İlerleyen saatlerde renginin sarardığını ve yüz ifadesinin sıkıntılı bir hal aldığını görünce bir rahatsızlığı olup olmadığını sordum, olmadığını söyledi. Ama hasta olsa bile yanındaki insanları üzmemek adına söylemezdi. Bunu bildiğim için biraz yatıp dinlenmesini önerdim. İlk defa rastladığım aksi bir ses tonuyla Nereden çıkarıyorsun hasta olduğumu, Ebubekir tavlada dersini aldı, şimdi geç bakalım karşıma senin de dersini vereyim dedi.
Tavla oyunumuz bittiğinde vakit gece yarısını geçmişti. Hep birlikte kalktık. Yüzündeki sararmadan endişelendiğim için tekrar sordum. Merak etme iyiyim dedi. Sadece Ömer beyden kullandığı oksijen tüpünü değiştirmesini rica etti.
Ertesi gün öğlen saatlerinde telefonla ofisini arayarak sekreterinden sağlık durumunu sorduğumda Genel Müdürü Halis Bey ile doktora gittiğini öğrendim. Akşamdan beri idrara çıkamamış, İbn-i Sina hastanesinde 2-3 gün doktor gözetiminde kalması kararlaştırılmış. Bu durumu müşterek dostumuz Sn. Miraç Akdoğan ile paylaştım. Akşama kadar telefonla sağlık durumunu takip ettik, her defasında uyuduğu haberini aldığımızdan rahatsız etmemek için hastaneye gidemedik. Çünkü yanına gelen olduğunda ne kadar hasta olursa olsun doğrulup ilgilenmek isterdi. Ertesi gün akşam saatlerinde artık sabredemedik. Hastaneye gitmeyi kararlaştırdık.
Tarih 6 Mayıs 2009 Salı idi.
Akşamının ilk saatlerinde Halis Bey telefonla arayıp, ağlayarak Babayı kaybettik dediğinde, bu ölüme ne kadar hazırlıksız olduğumuzu anladım.
Kim bilir, belki de gönlümüzde ölümsüzleştirmiştik kendisini
Şoktan kurtulduğumda Miraç Bey ile birlikte uçarcasına koştuk hastaneye. Nafile; koca çınar devrilmişti.
Malatyada ilk tören 25 yıl önce temeline ilk harcını koyduğu ve sonraki yöneticilerce kendi adının verildiği Orduzu Pınarbaşındaki tesislerde yapıldı. Saygı duruşundan sonra, o anki duygularımı irticalen şu konuşmamda dile getirmeye çalıştım;
Önceki gün Hakkın rahmetine kavuşan, birkaç saat sonra içimiz kan ağlayarak toprağa vereceğimiz Sn. Nurettin Soykan ile ilgili anılarımızı tazelemek, Onun ruhu şad etmek üzere, 25 yıl önce büyük ölçüde finansmanını kendi sağlayarak temeline ilk harcını koyduğu bu tesislerdeyiz. Aradan tam 25 yıl geçmesine rağmen daha dün gibi hatırımda bu tesirlin temel atma töreni.
Bir tahta masa, bir kırık sandalye ve oldukça yüklü bir borç ile teslim aldığın Malatyasporu o günün şartlarında hiçbir Anadolu kulübünün sahip olmadığı bu modern tesislere kavuşturan ey aziz insan, Malatya, Malatyalılar ve Malatyaspor var oldukça asla unutulmayacak, daima hayırla yâd edileceksin. Sen bu şehre, bu şehrin insanlarına Namaglûp şampiyonluk gururunu yaşattın. Ben de o sezon Malatyaspor yönetim kurulu üyesi olarak senin en yakınındakilerden biriydim. Bizlere alınan göreve saygıyı, disiplini öğrettin. Bizlere engin hoşgörüyü, yaratılanları sevmeyi öğrettin. Bizlere güven duymayı ve güvenilir olmayı öğrettin. İnsanların üzülmesine gönlün razı olmazdı hiç. Ama seni sevenlerin yüreklerini yakarak aniden ayrıldın aramızdan. Eminim, şimdi ruhun bir yerlerden bizlere bakıp; Üzülmeyin evlatlarım, dostlarım. Takdir-i İlahi bu diyor.
Güle güle Malatyanın, Malatyalıların Malatyasporun manevi babası, bizler seni ve yaptıklarını unutmayacağız.
Malatya Eğitim Vakfı Ankara Şube Başkanı Sayın Ekrem Dernekin de yaptığı duygu yüklü bir konuşmanın ardından uzun bir kortej eşliğinde şehir içinden geçerken halk ve esnaflar cenaze arabasını çiçek yağmuruna tuttu. Buradan, önce Soykanın Çarmuzu semtindeki evine gelindi. Yine muhtelif konuşmacılar Soykan ile ilgili anıları dile getirdiler. Daha sonra Şehir mezarlığında cuma namazını müteakip kılınan cenaze namazından sonra aile kabristanında ebedi istirahatgahına tevdi ederken, takvim yaprakları 8 Mayıs 2009u gösteriyordu.
BU KADİRŞİNASLIĞI HAK ETTİ
Vefat haberinden hemen sonra Nurettin Soykanın Malatyadaki ofisine gelip, defin işlemi gerçekleşinceye kadar bir aile bireyi gibi her türlü organizasyona anında müdahil ve yardımcı olan Malatya Valisi Sayın Halil İbrahim Daşöz, bir kentin bir insana minnettarlığının örneğini ortaya koydu. Malatyalıların ve Soykan ailesinin gönüllerini fethetti.
Ayrıca, cenazeye bizzat katılan milletvekillerimiz, Ankara Vali Yardımcısı Sn. Mahmut Yıldırım, Malaya il ve ilçeleri Belediye Başkanları, taziyetlerini telefonla bildiren Malatya eski valisi Sn. Saffet Arıkan Bedük, Sn. Erkan Mumcu,, cenazenin uçaktan alınıp defnedilinceye kadar tüm organizasyonları eksiksiz yürüten İl Basın Bürosu Md. Sn. İbrahim Çelik ve Sn. Ali Cengiz, cenazeye bizzat katılan, çelenk gönderen ve telgraf ile başsağlığı dileyen tüm yakın dost, arkadaş ve hemşerileri büyük bir kadirşinaslık gösterdi.
Soykan Ailesi adına minnet ve şükranlarımızı sunuyorum
Yaşam, 24 Mayıs 2016 16:15
Yorumlar (0)