Murat Karayalçın: Muhtarlıktan Cumhurbaşkanlığı'na her türlü görevi üstlenmeye hazırım
Siyaset, 18 Nisan 2018 16:27
Eski Başbakan Yardımcısı, Dışişleri Bakanı, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı ve İş Bankası Yönetim Kurulu üyesi Murat Karayalçın ile 2019 seçimlerine giden süreci konuştuk.
Muhtarlıktan Cumhurbaşkanlığı’na her türlü görevi üstlenmeye hazır olduğunu ifade eden Karayalçın, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı için bir daha aday olmayacağını söyledi.
Karayalçın; AKP’nin İstanbul seçimini kaybettiğinin ilan edilmesinin, o saatte AKP’nin Cumhurbaşkanlığı seçimini kaybedeceğini ilan edilmesi anlamına geldiğinin altını çizerek, İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimi ile Cumhurbaşkanlığı seçiminin çok yakın ilişkili olduğunu söyledi.
Türkiye seçim sathı mahalline girdi mi? Bir erken seçim öngörüyor musunuz? CHP’de yerel seçimler için belli yerlerde adaylar önceden açıklanmalı gibi şeyler tartışılıyor. Bu seçim sürecine nasıl hazırlanmalı?
Örgütümüzün seçim sürecine girmeye başladığını, hatta yer yer girdiğini düşünüyorum. Genellikle süreç YSK’nın takvimi ilan etmesi ve bunun ardından partimizin de kendi takvimini hazırlamasıyla başlardı. Yerel yönetim seçimlerine bir yıl kala örgütümüzden ve sosyal demokrat çevreden bu sürece hazırlık yapılmaya başlandığını görüyorum. Bunu aldığım davetler üzerinden söylüyorum. Gözlemim bu yönde.
Özellikle örgütümüzün ve sosyal demokratların iddialı olduğu yerlerde çeşitli etkinlikler düzenleyerek bu hazırlıkları başlattığını görüyorum. Bana sosyal demokrat belediyecilik konulu konuşmalar yapmam için çağrılar geliyor. Bunu örgütümüzün bir hazırlık sürecine girdiği şeklinde görüyorum. Benim gözlemimi başka arkadaşlarımız da yapıyordur.
Zaman geçtikçe bu yıl seçimin yapılması olasılığının azaldığını düşünüyorum. Seçimin yapılması için ileri sürülen gerekçelerin çok doğru olmadığını görüyorum. “Türkiye’de ekonomi kötüye gidecek, o yüzden işler kötüleşmeden hükümet seçim kararı alacak” gibi bir gerekçe söyleniyor. O gerekçeyi çok doğru bulmuyorum çünkü işler zaten şu anda kötü vaziyette.
Dolayısıyla şu anda seçim yapmanın o açıdan bir mantığı yok. Bir başka gerekçe olarak AKP’nin en baştan itibaren yerel seçimlerde genel seçimlere göre daha az oy aldığı ileri sürülüyor. Bu doğru bir saptama. Bu nedenle seçime gitmeyi düşünebilirler. Tabi bir de 16 Nisan 2017 tarihinde yapılan referandumda Ankara’da 51.4, İstanbul’da 51.7 “hayır” oyunu göz önüne bulundurduğumuzda ve buna AKP’nin geleneksel olarak yerel seçimlerde kaybettiği 4-5 puanı daha eklediğimizde AKP’nin seçim kaybı çok açık olarak görülüyor. O nedenle bunu önlemek için AKP’nin seçime gitmesi düşünebilir. Ancak süre faktörünü göz ardı etmemek gerek. Yaklaşık 30-35 gün sonra Ramazan başlıyor, ardından yaz tatili geliyor. Sayın Akşener’in dediği gibi 15 Temmuz’da seçim olmayacağı bana göre hemen hemen kesin. 2018 Kasım’da seçimin yapılması olasılığı ise düşük olmakla beraber var.
İSTANBUL SEÇİMLERİ CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMLERİNİN PROVASI
Normal işleyişle seçimlerin yapılması durumunda ortaya konulması gereken yaklaşımla Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin belediye seçimlerinden önce yapıldığı durumda ortaya konulması gereken yaklaşım farklılık taşıyabilir.
Sürenin hızla akıp gitmekte olması nedeniyle bu yıl seçimin olma olasılığını daha az görüyorum. Yine de bu olasılık göz ardı edilmeyip ona göre bir hazırlık sergilenmeli. Çalışmayı seçimlerin doğal tarihinde yapılacağı varsayımıyla yürütmek gerekiyor. Yani “önce belediye seçimi sonra Cumhurbaşkanlığı seçimi yapılacak” anlayışı ile çalışma yürütmek gerekiyor. Eğer böyle bir hazırlığın içine gireceksek doğal olarak işe yerel yönetim seçimlerinden başlanması gerekir.
Ben 2019 Mart’ında yapılacak yerel yönetim seçimlerini ve özellikle İstanbul’u çok önemsiyorum. Yerel seçimleri ondan 8 ay sonra yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin bir provası olarak görüyorum. Bu seçimlerin alınması ya da tam tersinden AKP’nin İstanbul seçimini kaybettiğinin ilan edilmesi, o saatte AKP’nin Cumhurbaşkanlığı seçimini kaybedeceğini ilan edilmesi anlamına gelecektir. İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimi ile Cumhurbaşkanlığı seçimi birbiri ile tam olarak örtüşmese ikisini çok yakın ilişki içinde değerlendiriyorum.
Çünkü İstanbul baştan itibaren AKP’nin izlediği iktisat siyasetinin bir çeşit marangozluk atölyesi oldu. Ne geliştirdilerse bunların tümünü İstanbul’da uyguladılar. Örneğin Kanal İstanbul projesini ikide bir gündeme getiriyorlar, projenin çılgınlığını anlatıyorlar, hazırlık yapıyorlar ama başlayamıyorlar. Başlamaları da çok olanaklı değil. Sayın Ulaştırma Bakanı’nın ağzından hep beraber dinledik; bu yıl başlanacağı, kazma vurulacağı söyleniyor. Fakat ciddi bir hazırlık yok. Bu da sayın Bakanın açıklamasından belli.
Türkiye’nin en büyük projesi olduğu söyleniyor. Gazeteciler de doğal olarak “kaç para?” diye soruyorlar. Kanal İstanbul’un parasal büyüklüğünü veremiyor. “3. Havalimanı’ndan daha pahalı” diyor. Bu da gerekli hazırlıkların yapılmadığının, bir yapılabilirlik metninin ortada olmadığının göstergesi. Türkiye’nin en büyük projesini başka proje üzerinden ifade edersen aynı anda bir hazırlığının olmadığını itiraf etmiş oluyorsun. Bir projenin kamu yatırımları projesi arasına girebilmesi için AKP’nin çıkardığı 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol başlıklı yasanın 25. Maddesine göre o projenin yapılabilirlik çalışmasının ve ÇED raporunun olması ve ikisinin birden Kalkınma Bakanlığı aracılığıyla Yüksek Planlama Kurulu’na ulaştırılması gerekiyor. Bu yok. Olmadığını bakanın konuşmasından da anlıyoruz. Bu 45 kilometrelik Kanal İstanbul güzergahının Katar’da düzenlenen bir gayrimenkul fuarında tanıtımı yapıldı. Burada 420 hektarlık bir alan yani 4 milyon 200 bin metrekarelik alan satıldı. Yani olmayan bir projenin satışı yapılıyor. Bu İstanbul’un taşının toprağının AKP’nin kalkınma stratejisi açısından ne kadar önemli olduğunun göstergesi.
İstanbul prova olacaksa ben ağırlığın buraya verilmesi gerektiği düşüncesindeyim. Cumhurbaşkanı adayını tartışmanın bir gereği yok. O bizim bu konuya olan dikkatimizi azaltacak bir şeydir. Doğru bulmuyorum. Provayı yapalım, provanın sonuçlarını değerlendirelim. Ondan 8 ay sonra Cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılacak. Adayı ondan sonra belirleyelim. Son tüzük kurultayında kurultay delegeleri Cumhurbaşkanı adayının nasıl saptanacağını karara bağladılar. Dört tane yöntem var, bu yöntemlerden hangisinin kullanılacağını parti meclisi karara bağlayacak. Onu yerel seçimlerden sonra yapmalıyız.
Seçimlere giderken çok özel bir çalışmanın yapılması gerekli. 16 Nisan 2017 tarihinde “Hayır” oyu kullanmış olan yurttaşlarımızın siyasi partilerinin bir metin hazırlayarak bu metni yerel yönetim seçimlerinin yapılacağı 30 büyükşehirde halkın onayına sunmalarını arzuluyorum.
2006 yılında İtalya’ya gidip Romano Prodi’den randevu istemiştim. Beni başbakanlık sarayında ağırlamıştı ve 1,5 saat görüşmüştük. Prodi, 16 İtalyan partisini seçimden önce bir araya getirmişti. Bunlar ortak bir metin hazırlayıp İtalyan seçmenine sunmuşlar ve bu birlikteliklerini de “Zeytin Ağacı” diye adlandırıp seçimleri kazanmışlardı.
16 partinin bir bölümü liberal, merkez sağcı bir bölümü sosyal demokrat, sosyalist partilerdi. Bu çok heyecan verici bir şeydi benim için. Ben de ittifak konusunu çok önemseyen bir siyasetçi olarak gidip ziyaret etmiştim. Ziyaretimin esas amacı da nasıl olup da bu beş benzemez siyasi partileri bir araya getirebildiklerini anlamaktı. Prodi bana Zeytin Ağacı ittifakının İtalyanca metnini vermişti. Bunu Türkçeye çevirmiştik. Ben Adalet Kurultayı’ndan sonra sayın Genel Başkanımızı ziyaret edip kendisine sundum.
BEŞ BENZEMEZ DEĞİLİZ
Biz beş benzemez değiliz. Referandumda “hayır” oyu vermiş siyasi partilerin ortak bir yanı var. Bu ortaklık yalnızca parlamenter sistem değil. O çok doğru bir tanımlama değil.
Hayır, oyu kullanan partilerimize mensup yurttaşlarımızın bir bölümü “başkanlık rejimine hayır” demiyor. “Kuvvetler ayrımının bu şekilde düzenlenmesine hayır” diyorlar. Örneğin Saadet Partisi bunu söylüyor. Hatta benim partimde bir ölçüde bunu söylüyor. Sayın Genel Başkan’ın “ABD tipi başkanlık sistemini getirseniz bunu kabul edebiliriz” şeklinde bir açıklamada bulunduğunu anımsıyorum. Yani bunun altında daha geniş bir çerçeve var. Bir defa bu çerçeveden hareketle bir hazırlık yapılabilmeli.
Ayrıca bizi bir araya getirecek olan başka nedenler de var. Bunlardan bir tanesi büyükşehir modeli. Türkiye’nin 81 ilinin 30’unda yürürlükte olan bu model önümüzdeki konunun yalnızca yerel yönetim olmadığını aynı zamanda merkezi yönetimle bağlantılı bir şekilde değerlendirilmesi gerektiğini gösteriyor. Türkiye’nin merkezden yönetimi ve yerinden yönetimi var. 30 ilde gündeme gelen bu yeni model her ikisini de kapsıyor. Türkiye bugüne kadar il özel idarelerini kullanmıştı. İl özel idareleri, illerdeki alan yönetimidir.
Türkiye aynı zamanda kent yönetimi sistemini de kullanmıştır. Alan yönetimi ve kent yönetimi yakın tarihe kadar farklı oldu. Şimdi ikisi örtüşüyor. Artık bu 30 büyük şehrin önündeki sorun bildiğimiz belediyecilik sorunu değil. Onlar da var ama onların yanında tarım, sanayi, orman köyleri, dağ köyleri, ovalar, yaylalar, bütün sektörler var. Bir çeşit il hükümeti (city government). Üniter devlet içinde bir yapı var. CHP’li belediyeler şeker fabrikalarına talip oluyor bazı yerlerde. Kimileri de diyor ki, “Ne ilginiz var? Siz belediyecisiniz.” Farkında değiller ama yeni modelde sanayi de tarım da büyükşehir belediyelerinin kapsama alanı içinde. Baraj yapmak, sulama kanalı döşemek imkanları var belediyelerin. Artık Ankara Büyükşehir Belediyesi Ankara ilinin tümünde örgütlenecek. Bu yeni bir örgütlenme modeli. 16 Nisan’da hayır oyu kullanan siyasi partilerimizin bunu yorumlayabileceklerini düşünüyorum. Bu konuda illerimizin bir ortak çalışma yapmasını diledim. İl başkanlarımıza, “Gidin 16 Nisan’da hayır oyu kullanmış partileri ziyaret edin. Bir ortak program hazırlığı yapın.” dedim.
2015 yılında İstanbul İl Başkanlığı yaparken HDP ile ve o zaman muhalefette olan MHP ile seçim güvenliği alanında ortak çalışma yürüttük. Bunu bir başka şekliyle düşünüyorum. Şu anda İstanbul il başkanı olsam 16 Nisan’da hayır oyu veren partilere, “gelin birlikte bir metin hazırlayalım, adını da İstanbul 2019 koyalım.” derdim. Sonra da yılın ikinci yarısında İstanbul Kurultayı adını verdiğim bir platformu toplardım. İstanbul, Ankara, Adana, Bursa kurultayları toplanabilir. Burada binlerce delegeden oluşan bir platform oluşturup, meslek odaları, köy dernekleri, hemşeri dernekleri, o ilin insanları nerelerde örgütlenmişse onları toplayıp bu metin sunulabilir.
2018 biterken elimde ortaklaşa hazırlayıp tartıştığımız, insanların gelip sorunlarını dile getirdikleri bir metin olurdu. Bu aynı zamanda seçimlerde işbirliğini sağlayacak olan da bir metindir. Geç kalınmış olabilir ama “böyle olsaydı nasıl olurdu” diye düşüncelerimi ortaya koymak istedim. Bu geçmiş olabilir ama başka işbirliği yolları olabilir. Burada altını çizmek istediğim şey, ulusal düzeydeki işlerin dışında yerel düzeyde bunun yürütülmesidir. Yerel düzeyde bu çalışmalar yapılırken bir ismin de konuşulacağını düşünüyorum. Bence en iyi aday seçimi kazanacak adaydır. Seçimi kazanacak aday da, 16 Nisan’da “hayır” oyu kullanmış partilerin üzerinde mutabakat sağlayacağı adaydır. Bu hem büyükşehir düzeyinde hem de ilçeler düzeyinde geçerli.
Biz ne kadar ilkeler üzerinden bir tartışma yürütsek de kamuoyunun beklentisi aday ismi üzerine gelip düğümleniyor. Siz hem bu partinin pek çok kademesinde görev aldınız. Bir belediye başkanlığı ve genel başkanlık deneyimine sahipsiniz. Şimdi insanlar bazı yerlerde sizin adınızı zikretmeye başladılar. Ankara için de İstanbul için de cumhurbaşkanlığı için de isminiz konuşuluyor ve yazılıyor. Bütün bunlar göz önüne alındığında sizin adaylıkla ilgili düşünceleriniz nelerdir?
Doğrusu, bundan çok büyük bir memnuniyet duyuyorum. İnsanın mensubu olduğu partinin üyeleri tarafından Türkiye’nin değişik illerinde o ilin yönetimine aday gösterilmesi çok hoş bir şey bir şey. Bir siyasetçi için büyük kazanım. Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusu çok daha büyük bir onur. Onda da aynı şekilde kıvanç duyuyorum. Her siyasetçinin gönlünde kendileri için birtakım şeyleri taşımaları mümkün. Bu hep böyle olmuştur. Bu da siyasetin doğası gereğidir.
Ama 2019 seçimlerinde yüreğimizdeki duygular, kendimizi konumlandırdığımız yerler her neyse onu gönlümüzde tutmalıyız. Çünkü burada önemli olan mutabakattır. Kimin üzerine mutabakat sağlanıyorsa o arkadaşımız görevlendirilmelidir. Bu büyükşehir belediyeleri için de böyledir, cumhurbaşkanlığı seçimleri için de. İstanbul’un özellikle çok önemli bir yeri var. İstanbul, AKP’nin vurulacağı, devrileceği yerdir.
Sayın Cumhurbaşkanı, “Yiğit düştüğü yerden ayağa kalkar. Biz İstanbul’da düşmüştük, oradan ayağa kalkmamız gerekiyor” dedi. Bu bizim için de geçerli. Küçükken Samsun’da bir film seyretmiştim. “Samson Delilah” diye Tevrat’ta var olan bir konuyu anlatan bir film. Samson çok güçlü bir figür. Her tarafı yerle bir ediyor. İnsanlar da merak ediyor, bu “Samson gücünü nereden alıyor?” diye. Sonra birisi, “Saçları uzun, gücünü oradan alıyor” diyor. Bir akşam saçlarını kesiyorlar Samson’un. Ertesi gün Samson bitiyor. AKP’nin İstanbul’u kaybetmesi budur.
İLK TURDA DA ORTAKLAŞMAK GEREKEBİLİR
Cumhurbaşkanlığı seçimleri için farklı değerlendirmeler de var. “Her parti kendi adayını çıkartsın, ikinci turda kendiliğinden ittifak olacak” şeklinde düşünceler var. Gittikçe yaygınlaşan bir başka görüş de bu ittifakın birinci turda yapılması gerekliliği. Çünkü AKP’nin birinci tura asılıp seçimi bitireceği ve ikinci turdaki ittifakın bu nedenle işlemeyeceği düşünceler var. Birinci tura yoğunlaşılması demek, olanaklıysa orada da ortak aday çıkartılması demek. “İkinci turda ortaklaşırız” demek partileri ve parti genel başkanlarını da rahatlatan bir açıklama. Bir mutabakat zorunluluğu doğmuyor. Bunun bir meşruiyeti ortaya çıktı ve bir kabul gördü.
Birinci tura yoğunlaşalım görüşü de kabul gördü. Bu nedenle belediye seçimleri için gerekli gördüğüm mutabakatın cumhurbaşkanlığı seçimi için de olması gereken bir noktaya gelebiliriz. Bunların tümünü gözden geçirebileceğimiz gelişmelerle karşı karşıya kalabiliriz. Büyükşehir belediyelerinde mutabakat adayı en iyi adaydır. Bu mutabakat farklı yerlerde farklı şekillerde olabilir. En iyi aday seçimi kazanacak adaydır. Seçimi kazanacak aday da mutabakat adayıdır.
Cumhurbaşkanlığı seçimi için de partimizin kendi işleyişi var. Tüzükteki seçeneklerden hangisinin işletileceğini PM karara bağlayacak. Onun dışında ikinci turda mutabakat sağlanması durumu var. Onu da o aşamada düşünürüz.
Tüm bunlar bir siyaset mühendisliği gerektiriyor. Bu siyaset mühendisliğini de Sayın Genel Başkan yapmak durumunda. Bu çok zor bir görev. Bir siyasetçinin tarihteki en ağır görevi belki de. Herkese düşen, bu kararı alacak kişilere yardımcı olmaktır. Parti içinde bir yönetim değişikliğini de çok olanaklı görmüyorum. Operasyonel bir buçuk ay var önümüzde. Türkiye siyaseti tatile giriyor, sonrasında da seçim sıcak bir şekilde gündeme gelmiş olacak. Biz Türkiye’nin yüzde 25’yiz ama yüzde 49,5’in de yüzde 50’siyiz. Bu bir tercih meselesi değil, görev.
Bir mutabakatta adınızın ortaya çıkması durumunda tavrınız ne olur?
Benim çok net bir tanımım oldu yıllardır: Muhtarlıktan Cumhurbaşkanlığı’na her türlü görevi üstlenmeye hazır olduğumu yıllar önce söylemiştim. Bugün de geçerli. Ankara için konuşacak olursam, üç kez aday oldum bir dördüncü adaylığı düşünmüyorum. Doğru da bulmuyorum. Ankara seçimini kazanacağımıza da içtenlikle inanıyorum. Üzerime düşen sorumluluklar da var. Onları da yerine getirmek konusunda hazır olduğumu söyleyebilirim.
İstanbul’da bir il başkanlığı deneyiminiz de oldu. İstanbul adaylığı için ne söylersiniz?
Çok yoğun bir zaman dilimi yaşadım İstanbul’da. İki genel seçim, iki de parti içi seçim yaşadım. Dolayısıyla bir yıllık süre içinde her gün her saat çok yoğun yaşadım. Sayın Genel Başkan bana bu görevi verirken, “seçime kadar abilik yap” demişti. Çok yüksek hedefler beklemiyordu. Normalde 7 Haziran’dan sonra ayrılmam gerekiyordu ama Kasım seçimleri nedeniyle süreç daha da uzadı.
Görev sürem uzayınca kendime başka bir görev daha yükledim Genel Başkan’ın isteğinin dışında. O da İstanbul için önem taşıdığını düşündüğüm 3 projenin hazırlanmasıydı. Arkadaşlarımla birlikte 3 proje hazırladık ve il yönetiminin onayıyla il kongresinde oy birliğiyle kabul edildi. 2 günlük kongrenin bir günü seçimlere bir günü de projelere ayrılmıştı. Bu projelerden birinci İstanbul için hayati derecede önem taşıyan kentsel dönüşüm projesi.
Ankara’daki Dikmen Vadisi ve Portakal Çiçeği vadisini de değerlendiren bir proje paketiydi. İkincisi İstanbul örgütünün yeniden yapılanmasını öngören ve siyasi mimariyi değiştiren bir projeydi. Üçüncüsü de İstanbul 2019 başlıklı, 2015’ten 2019’a yapılacakları kabul edilen projeydi. Üçü de oy birliği ile kabul edildi. Hepimizin de tabi bir İstanbullu yönü var. Ben de biraz bunu fazla yaşadım. Dolayısıyla İstanbul benim siyasi yaşamımda önemli bir yer etti. Ben siyasetçiyim. Üstlenebileceğimi düşündüğüm her türlü görevi üstlenmeye hazırım.
Ankara’nın göz ardı edilmesi gibi bir şey benim için asla söz konusu olmaz ama Ankara’da 2009 seçimlerinin ertesi günü bir televizyon programında bir daha aday olmayacağımı söyledim. Şimdi 10 yıl sonra, farklı konuşmayı doğru bulmuyorum. Ben bir de Ankaralı hemşerilerimi şu konuda ikna edemedim: “Her seçimde başkanım bırakıp gitmeyeceksiniz değil mi?” diye bir sitem alıyorum. 1994 yılında seçimlerin kaybedilmesini benim SHP Genel Başkanlığına gitmeme bağlıyorlar.
Ankaralıların aklında ben 94’te aday olsaydım kazanılacaktı gibi bir anlayış var. Oysa 94’ün koşullarını biliyoruz. Korel Göymen’di bizim adayımız. Ali Dinçer de CHP tarafından aday çıkarılmıştı. Ertuğrul Günay İstanbul’da CHP tarafından aday çıkartılmıştı. Seçimler o yüzden kaybedilmişti. 3 seçimde de bunu anlatmaya çalıştım. Bir daha onu anlatmak çok zor olacak diye düşünüyorum.
Siyaset, 18 Nisan 2018 16:27
Yorumlar (0)