KÖY ENSTİTÜLERİNİN 79. KURULUŞ YIL DÖNÜMÜ
Eğitim, 17 Nisan 2019 16:20
Cumhuriyetin kuruluşunun ilk yıllarında, ülkemizin sosyo-ekonomik ve toplumsal kalkınması gibi temel sorunların yanında son derece önemli bir sorun da kırsal kesimin okuma-yazma sorunuydu. Neredeyse altı buçuk asır bu ülkeyi yöneten Osmanlı Hanedanı, maalesef Anadolu’ya bir şey vermemişti.
Genç Türkiye Cumhuriyetinde yapılan, 1927 nüfus sayımına göre, 13 milyon 648 bin nüfusun ancak yüzde onu okuryazardı. Kırsal kesimin ise yüzde 94’ü okuryazar değildi. Keza kırsal kesim birimlerinin yüzde 90’ında okul yoktu. Eğitimin bu durumu, ülkeyi çağdaşlaştırmak “batı medeniyeti düzeyine” çıkarmak isteyen Genç Türkiye Cumhuriyeti için son derece önemli sorunlardan birisiydi.
Türk milletinin çağdaş uygarlık düzeyine ulaşması amacıyla yapılan devrimler arasında, 1 Kasım 1928’de yeni Türk harflerinin kabul edilmesiyle tüm yurtta hummalı bir eğitim seferberliğine girişilmişti. Önceleri Millet Mektepleri ve Halkevleri açılarak eğitime yeni bir güç kazandırılmıştı. O yıllarda, ülkemiz halkının yüzde seksenden fazlası kırsal kesimde yaşıyordu. Henüz temel eğitim olanaklarından yoksundu. Böylece ülkemde esas kırsal kesime yönelik eğitim seferberliği 1935 ‘de başlatıldı.
Bu eğitim seferberliği ile birlikte 11 Haziren 1937’de “Köy Eğitmenliği” kanunu yürürlüğe girdi. Tez elden ülkenin makûs kaderini yenmek için yeni bir eğitim modeli üzerinde çalışmalar başlatıldı ve sonuçta Hasan Ali Yücel’in Milli Eğitim Bakanı ve İ. Hakkı Tonguç’un İlköğretim Genel Müdürü olmaları ile bu güne kadar dünyada örneği görülmeyen “iş içinde iş için eğitim”i esas alan bir model geliştirildi. İşte bu yeni eğitim modelinin adı “Köy Enstitüleri” oldu.
Köy Enstitüleri yasası 17 Nisan 1940 tarihinde 3803 sayılı yasa olarak kabul edildi. Yasada Türkiye’de nüfus yoğunluğuna göre her üç ile bir Köy Enstitüsü kurulacak şekilde planlama yapıldı. Bu yasa, her ne kadar meclis içinden ve dışından tutucu kesimlerin direnciyle karşılaşmışsa da, yoluna devam ederek, yurdun çeşitli yörelerine (Akçadağ, Aksu, Akpınar, Arifiye, Beşikdüzü, Cılavuz, Dicle, Düziçi, Ermiş, Gölköy, Gönen, İvriz, Kepir tepe, Kızıl çullu, Ortaklar, Pamuk pınar, Pazar ören, Pulur, Savaştepe) 21 adet Köy Enstitüsü açıldı. Tüm bu Köy Enstitülerine öğretmen yetiştirmek amacıyla da, 1943 yılında Ankara yakınlarında Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü kuruldu.
Bu okullarda, başlangıçta beş yıllık ilköğretimden sonra beş yıl süre ile eğitim alan kırsal kesim çocukları köy öğretmeni ve sağlıkçı olarak yetiştirilecekler ve başta kendi köyleri, bulundukları yörenin aydınlatılmasına öncülük edeceklerdi. Tarımdan marangozluğa, sağlıktan güzel sanatlara kadar geniş bir yelpazede aldıkları eğitimle ilerleyen yıllarda toplumdaki “aydın” kavramının karşılığı olarak yer alacak olan bu köy çocukları; özgün bir modelin de öncülüğünü yapacaklardı. Bu önemli eğitim modeli, dünyanın birçok ülkesinde de dikkatle izlenmeye başlanmıştı.
Bendeniz, 7 Temmuz 1940’da kurulan Akçadağ Köy Enstitüsü yakınındaki bir köyde, aynı yıllarda yaşama gözlerini açan bir köy çocuğu olarak, Enstitülerin gelişimini, Enstitülerin açıldığı yıllarda doğmam nedeniyle izleyemedim. Ancak benim ilkokulu bitirdiğim yıl kapatılan Köy Enstitülerinin neden yok olduklarını, hep var sayımlı duyumlarla belleğimde yaşattım.
İlkokul üçüncü sınıfa kadar kendi köyümde, Köy Enstitülerinden yetişen eğitmen tarafından okutuldum. Daha sonra, Ören Köyü (bugün belde) ilkokulunda dördüncü ve beşinci sınıflarda, Akçadağ Köy Enstitüsünden yetişen öğretmenlerimden ve staj için gelen stajyer öğretmen adaylarından, ilk beceri ve bilgileri aldım. Ortaokulu yine Köy Enstitülerinden seçilerek Gazi Eğitim Enstitüsüne gönderilen ve oradan ortaokullar için yetişen öğretmenler beni okuttu. Keza lisede yine Köy Enstitülerinden başarılı olan ve Yüksek Öğretmen Okuluna gönderilen, oradan Lise öğretmeni olarak yetişen öğretmenler beni okuttu.
İşte beni bu günlere getiren öğretmenlerim hep Köy Enstitüsü kökenli öğretmenlerdir. O bakıma bizim kuşak eğitim bakımından şanslı bir kuşaktır. Hatta Köy Enstitülerini yaşatılmasına ufak bir katkım olsun diye 2010 yılında “Değirmen” isimli romanım yayınlandı. Bu romanda örnek olarak “Düziçi Köy Enstitüsünü” seçtim ve orada okuyan öğrencilerin yaşam ve eğitim koşullarını açıklamaya çalıştım. Ayrıca bu romanda Köy Enstitülerini yaşam öyküsünü, bir roman diliyle de gözler önüne serdim.
Bu eğitim sistemiyle, ünlü Çin’li filozof, eğitimci ve yazar Konfüçyüs’ün “Duyarsam unuturum, Görürsem hatırlarım, Yaparsam öğrenirim.” ilkesi esas alınmıştır. Öğrenciler periyodik dönemlerde çevre köylerdeki okullara staja gönderilerek, gruplar halinde ve bireysel çalışmalarla yürütülen, eğitimi ölçümleme hep göz önünde bulundurulmuştur. Yöre halkı ile ortak çalışma işbirliği kapsamında “İmece” yöntemi geliştirilmiştir. Özellikle emek ve bilgi, eğitimde birleştirilmiştir. Sürekli gelişim ve bu gelişimi paylaşma mantığı, uygulama alanına aktarılmıştır.
Başlangıçta kız ve erkek öğrencilerin birlikte eğitildiği Köy Enstitüleri, sürekli tutucu çevrelerin baskısından kurtulamadı. Sonuçta 9 Mayıs 1947 de bazı Köy Enstitülerinde, kız ve erkek öğrencilerin birlikte eğitim görmeleri ve çalışmaları yasaklandı. Bir genelge ile 20 Mayıs 1947 de, öğrencilerin okuma özgürlüğü kısıtlanarak, aynı bakanlıkça çevrisi yapılarak hizmete sunulan Dünya Klasikleri, Enstitülerin kitaplıklarından toplatılarak yine aynı Bakanlığın genelgesi ile yakıldı. Daha sonra 1948 de eğitim ve öğretim programları değiştirildi.
Sonuçta 1950’de iktidarı eline geçiren zihniyetin Milli Eğitim Bakanı tarafından 1954 yılında bütün Köy Enstitüleri kapatıldı. Bu gün Köy Enstitülerinin yerinde ya Öğretmen Lisesi ya da Anadolu Öğretmen Lisesi gibi kuruluşlar bulunmaktadır.
7 Temmuz 1940’da kurulan Akçadağ Köy Enstitüsü yakınındaki bir köyde, aynı yıllarda yaşama gözlerini açan bir köy çocuğu olarak, Enstitülerin gelişimini, Enstitülerin açıldığı yıllarda doğmam nedeniyle izleyemedim. Ancak benim ilkokulu bitirdiğim yıl kapatılan Köy Enstitülerinin neden yok olduklarını, hep var sayımlı duyumlarla belleğimde yaşattım.
Eğer bugün Köy Enstitüleri var olmuş olsaydı, ülkemizdeki bilim ve teknoloji bu günkünün en az iki katına çıkardı. Sanayi, ticaret, ithalat ve ihracat bakımından AB ülkeleri düzeyine ulaşırdık. Tarımsal kalkınma gerçekleşmiş olurdu. İnsanlarımız mesleksizlik, eğitimsizlik, işsizlik dramını yaşamazdı.
Bu ülke; 1960, 1971 ve 1980 anayasayı rafa kaldıran TBMM’ni ve siyasi partileri kapatan, askeri darbeleri, Post Modern darbe olarak tarihe geçen 28 Şubat’ı hiç yaşamazdı. Hele bir kara yobazlığın ürünü olan 15 Temmuz darbesini hiç mi hiç yaşamazdı. Keza ülkemde dinsel dayatmayı öne çıkaran siyasi partiler ve iktidarlar hiç mi hiç olmazdı.
O nedenle, bence Köy Enstitülerinin kuruluş nedenlerinden çok, yok ediliş nedenlerini irdelemek gerekir.
Sevgili okurlarım; Ülkemizin çeşitli bölgelerinde kurulan 21 adet Köy Enstitüsünde açılışından kapanışına kadar geçen 14 yıllık sürede; 1398’i kız, 15.943’ü erkek olmak üzere 17.342 Öğretmen, 8756 Eğitmen ve 7300 Sağlık Memuru yetişmiştir. Bunların çoğu şu anda vefat etmişlerdir. Kuruluşundan bu güne 79 yıl geçmesine rağmen hala özlemle anılan böyle bir eğitim sisteminin örneğini, dünyada birçok ülkeyi gezen birisi olarak henüz tanımadım.
Keşke diyorum bu eğitim modeli devam etseydi.
Köy Enstitülerinin kuruluşunda emeği geçen ve yaşayıp yaşatılmasında yardımcı olanları rahmet, minnet ve şükranla anıyor, vefat edenlere Tanrıdan rahmet dilerken sağ olanlara saygı ve sevgilerimi sunuyorum. Bu eğitim sistemine gönül verenlerin 17 Nisan mutlu günlerini kutluyorum.
Eğitim, 17 Nisan 2019 16:20
Yorumlar (0)