Cihaner: CHP sağa kayarak iktidar olamaz
Siyaset, 24 Şubat 2020 15:27
Uygulanan ittifak politikasının CHP’yi muhafazakâr-merkezin de sağında bir siyasi çizgiye konumlandırdığını öne süren Cihaner, parti içinde eleştiri ve tartışmaların da, ittifak ortağı partileri kırmamak adına kesildiğini savunurken, CHP’nin kendi ilkelerini, değerlerini dile getiremediğini, bu siyasetin uzun süredir oyları yüzde 25-26’da dondurduğunu ifade etti.
Türkiye bir yandan Suriye’de sıcak savaş sürecine doğru yol alırken içeride ise siyasi gerginlikler, darbe tartışmaları, yargı kararlarıyla ortaya çıkan karamsarlık bulutları alabildiğine yoğunlaşmış durumda.
Bu ortamda CHP, 37. Olağan Büyük Kurultay’a hazırlanıyor. Ana muhalefet partisinin Genel Başkan ve parti yönetim organlarının seçileceği kurultayda, Kemal Kılıçdaroğlu rakipsiz tek aday olarak görülürken, partinin sol kanadının tavrı merak ediliyor.
Sol kanadın önde gelen isimlerinden Parti Meclisi (PM) üyesi eski Cumhuriyet Savcısı İlhan Cihaner genel başkanlığa adaylık konusunda kendisinden artık adım atmasını isteyen arkadaşlarının olduğunu, durumu değerlendirdiğini belirterek il-ilçe kongrelerinin tümünün tamamlanmasını, tablonun tam olarak ortaya çıkmasını beklediğini söyledi.
Ahval’in sorularını yanıtlayan Cihaner, iktidarın ağır baskı ortamı ve ekonomiden, yargıya kadar her alandaki zorlu koşullarda CHP kurultayının içeride ve dışarıda en dikkatle izlenen çok önemli bir konuma geldiğini, bu süreçte CHP’yi eleştirmek yerine, kurultayın partide bir değişim ve dönüşüme zemin hazırlaması için çaba göstermenin daha doğru olacağı görüşünde.
Uygulanan ittifak politikasının CHP’yi muhafazakâr-merkezin de sağında bir siyasi çizgiye konumlandırdığını öne süren Cihaner, parti içinde eleştiri ve tartışmaların da, ittifak ortağı partileri kırmamak adına kesildiğini savunurken, CHP’nin kendi ilkelerini, değerlerini dile getiremediğini, bu siyasetin uzun süredir oyları yüzde 25-26’da dondurduğunu ifade etti.
Cihaner, işsizlikte, yoksulluk ve hayat pahalılığındaki mevcut tablonun, muhalefete, iktidara karşı en sert muhalefeti yapma zemini sunmasına karşılık bunun tam olarak değerlendirilemediğini vurguladı. Seçimin gündemde olmadığı bir dönemde hâlâ aynı ittifak politikası sürdürüldüğü için “CHP’nin ilke ve değerlerini tam savunamadığını” kaydeden İlhan Cihaner, tüm olumsuzluklara rağmen AKP oylarının hâlâ yüzde 30-40’larda kalmaya devam ettiği görüşünde.
CHP-PM üyesi İlhan Cihaner’e yönelttiğimiz sorular ve yanıtları şöyle:
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) 28-29 Mart’ta Olağan Büyük Kurultay’ını gerçekleştirecek. Kurultaya gidilirken genel merkez oldukça eleştirilen bir telkinle il ve ilçe kongrelerinde tek aday çıkmasını istedi. Partinin sol kanadını temsil eden isimlerden birisi olarak bu yaklaşımı ve kurultay sürecini nasıl değerlendirirsiniz?
Öncelikle ben bugüne kadar CHP’deki pek çok konuda parti içerisinde eleştirilerde bulundum, mücadele yürüttüm. CHP’nin kendi ideolojisi ve ilkelerinin öne çıkmasını savundum. Sosyal demokrasi, sosyalist, toplumcu yaklaşımlar önceliğimiz olmalı. Ancak Türkiye’nin şu anda içinde bulunduğu mevcut koşullarda CHP’yi eleştirmektense kurultay sürecinin bir değişim, dönüşüme imkân sağlamasının yolunu açmak daha önemli. CHP’nin il-ilçe kongreleri ve büyük kurultayı Türkiye’nin gideceği, yer ve yön açısından çok önem taşıyor.
Tek adaylı örgüt kongreleri parti içi demokrasi açısından tabii ki yanlış.
Keşke rekabet, yarış olsaydı, coşkulu kongreler yapılabilseydi. Tek adaylı kongreler, hırpalanarak seçilmeyi beraberinde getiriyor. Genel merkezin bu tercihi doğrultusunda yapılan kongrelerde seçilen başkanların önemli bölümü düşük oylarla, salt çoğunluğu bile sağlayamadan seçildiler.
Oysa yarış olsa, belki yine seçilecek ama daha coşkulu örgütü heyecanlandıran bir seçim olacak. Yine de şu dönemde, ülkenin içinde bulunduğu bu karanlık, baskıcı ortamda CHP’nin konumu çok önemli. O yüzden CHP kurultayı da tüm ülkenin hemen her kesimin gözlerini üzerine diktiği çok önemli bir süreç. Söylenecek çok şey olsa da şu dönemde sert eleştiriler getirmemek gerektiğini düşünüyorum.
Tabii birtakım doğruları, yanlış olanları da söylemek durumundayız. Örneğin bu örgüt kongreleri ve kurultay sürecinde delegelerin müdahalesi geçmiş dönemlere nazaran biraz daha fazla oldu. Delegeler kongrelerde etkili oldular. Diğer delegeleri etkilediler. Bir başka unsur, ittifak siyaseti. Sürekli şekilde ittifak mecburiyeti gündeme getirildi.
Yüzde 50+1 mecburiyeti var, bu nedenle fazla tartışmayalım, eleştirel olmayalım, birtakım görüşleri dile getirmeyelim telkinleri parti içinde özgür tartışma, doğrudan kendi siyasetini belirleme ve savunma ortamını baltaladı.
Partiyi durağanlaştırıyor, muhafazakârlaştırıyor. Oysa kurultaylar sadece parti yöneticilerinin seçildiği süreçler değil. Partinin dönüşümü, ideolojisi, hedefleri, topluma mesajları, manifestoları, vaatleri, iktidardaki uygulayacaklarının konuşulması, programların ortaya konulması, herkesin konuşması gereken mecralar. Ama gerek ülkenin içinde bulunduğu süreç gerekse uygulanan ittifak politikaları nedeniyle bunlar yapılamıyor.
AKP’nin, iktidarın yarattığı baskıcı ortam da bunda etkili oluyor. İktidar iddiasını ortaya koyup, iktidar kurultayı deniliyorsa bu doğrultuda partinin ideolojik dönüşümünün de ortaya konulması gerekli.
Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik, sosyal, toplumsal sorunların ve daha pek çok sorunun işsizlik, yoksulluk vb. büyüklüğü, iktidarın çaresizliği ve çözümsüzlüğü bir ana muhalefet partisi açısından bu yönde çok şanslı, verimli seçeneklerin ortada olduğu bir ortamı sunuyor. Buna rağmen CHP’nin yüzde 25-26’da yıllardır takılıp kalmasının nedenleri kurultayda ele alınmalı.
Mart 2019’daki yerel yönetim seçimlerinde, özellikle İstanbul, Ankara başta olmak üzere, büyükşehirlerdeki başarılar bir iktidar umudu yarattı. 37. Olağan Kurultaya da ‘iktidara yürüyoruz’ sloganıyla gidiliyor. İktidar için CHP’de nasıl bir dönüşüm ve değişim, ne gibi mesajlar ya da ittifaklar olmalı?
Anketlere de yansıdığı kadarıyla CHP’nin takılıp kaldığı oy seviyesinin AKP’nin, iktidarın ülkede her alanda yarattığı yıkımla uyumlu olduğunu düşünmüyorum. İttifak politikası da bu açıdan önemli. Hedef tek başına iktidar olmalı. Bu ne kadar gerçekleşebilir ona bakmak, onun altyapısını, siyasi, ideolojik dolgusunu hazırlamak önemli. Tamam, yeni hükümet sistemi ittifakı zorunlu kılıyor olsa da seçimsiz bir dönemde bir ittifakı sürekli gündemde tutmak, muhafaza etmek ne kadar yarar sağlar, ne kadar anlamlı? Bu sorunun cevabının verilmesi lâzım.
Şu anda seçimsiz bir dönemdeyiz. Bu dönemde bile hâlâ ittifakları muhafaza etmeye çalışmak, partinin kendi tabanını, örgütünü, seçmenini atalete sürüklüyor. Başka kesimlere, kitlelere ulaşmasını, dinamizmini, kabuğunu kırmasını önlüyor. CHP, İYİ Parti’yi, Saadet Partisi’ni, muhafazakâr, milliyetçi, dindar kesimleri gözetmekten, kırmamak kaygısından, mahcup duruşundan dolayı kendi söylemlerini, ilkelerini, ideolojisini dile getiremiyor.
Örneğin Saadet Partisi’nin Kudüs Mitingi. Filistin davası, Kudüs meselesi daha muhafazakâr partiler, dinci partiler ya da kesimler, kendisini milliyetçi-ülkücü olarak tanımlayan kesimler bu konuda ABD’den icazet beklerken, yıllar önce solcuların, sosyalistlerin, sosyal demokratların sahiplendiği bir davaydı. Pek çok solcu, sosyalist, devrimci Filistin direnişine, siyasi ve silahlı mücadelesine bizzat katıldı. Mezarları hâlâ orada, o topraklarda. Filistin davası önemli ama bunu biz kendi inisiyatifimizle yapabilirdik, yapabiliriz.
Abdülhamit posteri altında, Saadet Partisi bayrağı altında Kudüs mitingine katılarak muhafazakâr kesimle bağ kurmaktansa, biz zaten yıllardır sahiplenip savunduğumuz bu davayı kendimiz düzenleyeceğimiz bir mitingle, eylemle gündemde tutabiliriz. Muhafazakâr kesimle bağ kurmaksa bunu kendimiz olarak da yapabiliriz.
İşte partinin sosyal demokrat-sosyalist-halkçı çizgisinin ötesinde, ideolojisinden, savunduğu temel ilkelerden söz etmeksizin muhafazakârlarla bağ kurmak için sergilenen bu geri duruş, CHP’nin kendi gerçek kimliğini örtüyor. Zaten var olan muhafazakâr partilerin yanında durarak, muhafazakâr söylemleri sahiplenerek oy artırmak, muhafazakârların oylarını almak, seçmenlerini transfer etmek mümkün olmuyor. Bu yüzden de yüzde 25-26’da donup kalınıyor.
Mevcut ittifak politikası, bu tabloyu ortaya çıkartıyor. Bizde ittifaklar hep matematik hesap üzerine yapıldığı için böyle oluyor. İYİ Parti’nin oyu ne kadar, Saadet’in, HDP’nin ne kadar diye bakılıyor. Diğer tarafta AKP-MHP oyu ne kadar, oturup hesaplar üst üste konuluyor. İYİ Parti AKP ile işbirliğine giderse bu matematik değişebilir.
Ya da MHP, Devlet Bahçeli tekrar karar değiştirdiğinde bu matematik hesaplar farklılaşabilir. Sırf matematik hesaba dayalı bir ittifak politikası maalesef CHP’yi ileriye taşımıyor. Partililerin, örgütün heyecanını da tüketiyor.
Ancak sizin de kabul ettiğiniz gibi yeni sistemin yüzde 50+1 çıtası nedeniyle ittifaklar sistemin olmazsa olmazı haline geldi. O zaman nasıl bir strateji izlenmeli sizce?
İttifak olacaksa sadece sayısal hesaplarla değil, bir program, dönüşüm, değişim, ideoloji üzerine oturtulur. Seçimsiz dönemde de ittifakı sürdürmek, siyaseti ve partinin söylemlerini ona göre dizayn etmeyi doğru bulmadığımı söyleyebilirim.
Seçim yaklaştığında oturulup kimlerle ittifaka gidileceğinin pazarlığı o zaman yeniden yapılır. Onun öncesinde kendi politikanızı, programınızı, çözümlerinizi, ideolojinizi ortaya koymak, savunmak anlatmak durumundasınız.
Sol siyaseti, sosyal demokrasiyi öne çıkartan bir siyaset açılımıyla ancak yüzde 25-26’yı aşabilirsiniz. Partinin ana omurgasını da bunun üzerine oturtmak gerekir. Savaşı önceleyen bir dil, bizim ittifak arayışımızın nedeni ya da karşılığı olamaz.
Demokratik siyaset, demokratik birliktelik deniyor. Ahmet Davutoğlu da demokratik siyaset, demokratik haklar diyor, Abdullah Gül de demokratik siyasetten, parlamenter sistemden yana olduğunu söylüyor.
Ama bu isimlerin her ikisi de aynı zamanda Türkiye’nin bugün yaşadığı yıkımın sorumluları. Bugün bulunduğumuz, geldiğimiz noktada AKP iktidarının geçmişinden bu yana her konuda sorumlulukları, veballeri çok büyük. Partinin bu ittifak politikasının varacağı nokta o zaman ne olacak? CHP merkeze, hatta merkezin de sağına oturtuluyor, iyice oraya yanaştırılıyor.
O zaman tek başına iktidar nasıl gerçekleşecek? Sağa yanaşarak sağla ittifakla iktidar olduğunuzda kendi sosyal demokrat programlarınızı, parti ilkelerinizi, savunduğunuz ideolojinizi sırf bunları kırmamak için geri plana iteceksiniz. Dile getirmeyeceksiniz, söyleyemeyeceksiniz.
Türkiye’nin işsizlik başta olmak üzere, yoksulluk, savaş, yolsuzluk, adaletsizlik o kadar çok sorunu var ki, bunların hepsine sosyal demokrat çözümleri savunmak, partinin omurgasını oraya oturtmak söz konusu değilse, muhafazakârlaşarak iktidar olmak hedefse, o zaman oylar da donup kalıyor.
Kürt seçmenin bir yandan ağır iktidar baskısı diğer yanda PKK ile demokratik siyaset arasına sıkıştığı, herkesin AKP ne zaman 3. Dünya savaşını çıkartacak diye baktığı bir ortamda, sosyal izan tabanı, oy tabanını, demokratik ittifakı genişletmeyecekseniz, bunu daha ne zaman yapacaksınız?
AKP’nin daralttığı siyaset alanını, özgürlük alanını büyütmek için bütün bunların aşılması lâzım. Eğer biz iktidarı hedefliyorsak, kendi ilke ve değerlerimize inanıyorsak, öncelikle yurttaşlarımıza o değerler üzerinden gitmemiz şart. Bu ilke ve değerlerin mücadelesini vermemiz lâzım.
İYİ Parti’yi küstürmemek için Suriye tezkeresine “evet” diyorsanız, diğer tarafta şehit cenazeleri gelirken savaşa, AKP’nin savaş politikalarına karşı çıkamıyorsanız, laikliği tam anlamıyla ödünsüz savunamıyorsanız, muhafazakâr partilerden daha muhafazakâr tavırlar sergileyerek oylarınızı artıracağınızı düşünüyorsanız, o zaman AKP’nin size bıraktığı, izin verdiği alanda siyaset yapıyorsunuz.
Bu sınırları aşamazsanız, farklı bir şey söyleyemezseniz, hele ki ülkede ekonomiden dış politikaya, yargıya kadar her alanda çürüme, tel tel dökülme varken, muhalefet için iktidara karşı söylenecek bu kadar şey ortada dururken kendiniz olamazsanız, iktidar da olamazsınız. O yüzden zaten tüm bu büyük çöküşe rağmen, AKP’nin eridiği söylenen oyu bile hâlâ yüzde 30-40’larda.
Cumhuriyet savcısı, yargı mensubu olarak uzun yıllar görev yaptınız. Sonrasında siyasete geçiş yapan birisi olarak, özellikle son günlerde iyice tartışılır hale gelen yargı kararları, yargı üzerindeki siyasi vesayet iddialarına ne dersiniz? Ne yapılmalı?
Türkiye’nin darbe dönemlerinden bu yana bu tür krizlerden çıkış için, özellikle yargı alanındaki krizlerden çıkış için çok ciddi bir birikimi var. Darbe dönemlerinde de benzer şekilde yargıyı baskılama yoluna gidildi. Buna rağmen yargı kendisini ayakta tutmayı ve sonrasında süratle normalleşmeyi başardı. Günümüzdeki süreçte, AKP iktidarı yargıdan Fethullahçıları tasfiye etmeye yönelirken, diğer yanda bu bahaneyle kendi yargısını yaratma yoluna gitti.
Bunu yaptığınız zaman, yargı bağımsızlığı, tarafsızlığı yok olur. Yargı o hiyerarşik yapının tepesindekinin işaretine, gözünün içine bakar hale gelir. Bu da kararlarına yansır. Olan budur.
Bu yol açıldığı zaman da farklı cemaatler, tarikatlar da bu yoldan yine yargıya sızar. Şimdi bu yaşanıyor. Bir yandan iktidar yargıda Fethullahçıların yaptığı gibi kendi hiyerarşisini kuruyor.
Diğer yanda Fethullahçıların izlediği yolu izleyen farklı tarikat ve cemaatler de bu boşluklara fırsatını bulup sızıyor. Yargıyı parselliyor. Savcı ve yargıçların kendilerine bırakılsa adil bir yargılama ile sonuca varılabilecek davalarda yargıçlar-savcılar, nasıl konumlanacaklarını, ne karar verirlerse neyle karşı karşıya kalacaklarını bilemiyor.
O zaman AKP’nin Fethullahçıları tasfiye edip yerine kendi kurduğu hiyerarşiden işaret beklemeye başlıyor. Böyle bir durumdaki yargı bağımsız ve adil karar veremez. Bu yüzden her şeyden önce Türkiye’nin birinci gündemi bağımsız yargıdır.
Bunun teminidir. Yargı bunu yapamadığı, bağımsız olmadığı zaman diğer tüm alanlara darbe vuruluyor. Yargı bağımsız değilse, üniversite bağımsız ve özerk olamaz. Akademik özgürlük olamaz. Bürokratik sistemin hukuki işlerliği, medyanın, basının bağımsızlığı olamaz.
Fethullahçılar yargıyı kendi hiyerarşilerine göre hizalandırıyordu. AKP ise yargıyı kendi siyasi gündemine göre hizalandırıyor. Kamuoyunun ve dış dünyanın yakından takip ettiği davalardan çıkan kararlar, bunun kanıtı. Yargı, mahkemeler, savcı ve hâkimler AKP’nin siyasi husumetle hizaya çekmek istediği yönde kararlar veriyor. Vermezse kimse başına nelerin geleceğini bilmiyor. Ama dediğim gibi yargının darbe dönemlerinden bile daha ağır bir baskı ve siyaset gölgesi altında olduğu apaçık.
CHP kulislerinde sizin, Selin Sayek Böke’nin, Umut Oran, Fikri Sağlar’ın isimleri Kemal Kılıçdaroğlu’nun karşısında genel başkan adaylığı için gündeme getiriliyor. Daha önceki CHP kurultaylarında olduğu gibi bu kurultayda da partinin sol kanadı olarak bir yönetim listesi oluşturma, Parti Meclisi, genel başkanlık için aday çıkartma girişiminiz olacak mı?
Şu anda bunu söylemek için erken. Birtakım görüşmeler tabii ki oluyor. Benim adaylığım için arkadaşlardan gelen istekler, talepler var. Artık bir adım atmamız isteniyor. Bakıyoruz, değerlendiriyoruz. Öncelikle il ve ilçe kongrelerinin tamamının bitmesini bekliyoruz. Tablo tam olarak bir netleşsin de görelim diye bakıyoruz. Ben de ona göre adaylık konusunda bir durum değerlendirmesi yapacağım.
Siyaset, 24 Şubat 2020 15:27
Yorumlar (0)