Gazeteciliği emekçi düşmanı uygulamalar tehdit ediyor!
Kültür, 24 Kasım 2021 11:14
Belirli bir dönem içinde yaşananları anlatmak, olguların aktarılmasıyla birlikte bakiye çıkarmayı da içermeli; değerlendirmeye tabi tutulan dönem ya da olaylardan geriye kalanların ortaya konulması amacına, ileriye dair bilinç yaratma, bir şeyler söylenme gerekliliği de eşlik etmelidir.
Aksi halde yürütülen bilinçsel faaliyetin de söylenen sözün de buharlaşması, yok olması kaçınılmazdır. Dolayısıyla mutlaka etken bir duruş, öznelliğin sınırlarını aşan bir toplumsal bakış açısı gözetilmelidir.
Hele ki toplumun tamamını etkisi altına alan ve bundan kaynaklı daha fazla yan yana durma ihtiyacı hissettiren günümüzün ve yazımızın temel konusu Covid-19 salgını gibi bir durum söz konusuysa söylenecek her söz, dayanışma bilincimize katkı koyduğunda sürece anlamlı olacak, yeni anlamlara dönüşecektir. Bu bir tercih değil zorunluluktur.
Dünyayı altı ayı aşan bir süredir etkisi altına alan Covid-19 salgınının yavaş yavaş dinmeye başladığı günlere doğru ilerliyoruz. Yaşam koşulları ve ilişkilerde ciddi dönüşümlere neden olan bu salgından arta kalan ve akıllarda yer edinecek ifadelerin başında “yeni normal”in geleceği kesin.
Son yıllarda bir pazarlama taktiği ve aldatmacadan ibaret olan “yeni” sıfatının; sözlükte, “aşırılığı, eksikliği ve taşkınlığı olmama, ortalama durum” anlamlarına gelen “normal” kelimesinin önüne getirilerek anlatılmak istenen acaba ne? Bunu yaşayarak gözlemleyeceğiz ancak tozun dumanın yavaştan dağılmaya başladığı bugünler bile ilerleyen günlerde yaşanacak bazı gerçeklerin ipuçlarını görmemizi sağlamakta.
O da; yeni normalin temel özelliğinin, üretim ilişkilerinde emekçilerin aleyhine hak kayıplarını arttıracağıdır.
Mesleğimiz gazeteciliğin, yeni normalden en olumsuz etkilenecek ve en fazla baskıyla karşı karşıya kalacak iş kollarının başında geleceği, yaşanan gelişmelerle ortadadır. Şimdiden pek çok basın kuruluşunda küçülme, toplu işten çıkarma, baskıya son verme, kısa çalışma ödeneğine başvurma, ücretsiz izin gibi uygulamalara geçilmiştir.
Salgınla birlikte Demirören Medya Grubu’nda zorunlu ücretli izne çıkarma uygulaması başlatılmış; Turkuvaz Medya Grubu’nda çalışanlar 15 günlük dönüşümler halinde zorunlu izne çıkarılmıştır.
Bazı gazeteciler ücretli izinli olduğu halde çalıştırılmıştır. Doğuş Medya Grubunda da zorunlu ücretli izin uygulamasına gidilmiş, gazetecilerin birikmiş izinleri salgın günlerinde zorla eritilmiştir. Aralarında Yeni Şafak, Cumhuriyet, Ülke TV, Kanal 7, İhlâs Haber Ajansı’nın da olduğu pek çok basın kuruluşu kısa çalışma ödeneği uygulamasına geçmiştir.
Çalışanların maaşları düzensiz ve eksik yatmaktadır. Haber Global televizyonunda gazeteciler 10 gün ila 1 ay arasında ücretsiz izne çıkarılmıştır. Salgın döneminde çalışmayı sürdüren meslektaşlarımız, gelecek kaygısıyla iş-aş derdine düşmüş durumdadır.
Hürriyet ve Milliyet gazeteleri de kısa süreli çalışma uygulamasına tevessül etmek istemiştir. Bir dönem ülkenin en çok satan, gündem belirleyen gazetelerinden Hürriyet ve Milliyet, gerçekten bu ödeneceğe ihtiyaç duyacak noktaya gelmiş midir? Yoksa yeni normalin fırsatçılıklarıyla mı karşı karşıyayız?
Bu iki gazetenin de içinde bulunduğu basın ve yayın kuruluşlarının, özellikle Demirören Holding’e satılmasının ardından, bir yandan gazetecilik ilkeleri açısından yaşanan sorunlar çığ gibi büyümüş, diğer yandan siyasi iktidarın görüşleri çerçevesinde konum alma ve buna uyumlu olarak bünyesindeki basın emekçilerinin haklarını gasp etme uygulamaları yoğunlaşmıştır.
Halkın haber alma hakkı doğrultusunda gazetecilik yapan deneyimli isimlerin işlerine teker teker son verilen Demirören Medya Grubu’nda, Türkiye basın tarihinde kara bir leke olarak kalacak toplu bir işten çıkarmaya da geçen yılın son aylarında başvurulmuş ve 45 meslektaşımızın işine son verilmişti.
Gerekçesi ise, meslektaşlarımızın anayasal hakları olan örgütlenme hakkını kullanmaları, yani sendikalı olmalarıydı. İşten çıkarma bildirimlerini, meslektaşlarımızın evlerine tebligat gönderme yoluyla yapacak kadar küçülen bu işveren anlayışı, aradan 6 ayı aşkın süre geçmesine karşın, başta tazminat olmak üzere yasal hakları hala ödememiştir. Bu grubun içine düştüğü batağın geniş çerçevede analizi, Covid-19 salgının mesleğimize etkilerini yansıtmaya çalıştığımız bu yazının sınırlarını aşmakla birlikte yakın geçmişten verdiğimiz bu örnekler, salgın günlerinde de başka şekillerde tezahür etmektedir.
Bu dönemde iktidara yaranmak için açılan yardım kampanyalarına milyonlarca lira bağış yapmaktan geri durmayan Demirören Medya Grubunun, kısa çalışma uygulamasına eğilim göstererek, bir bedel çıkacaksa onu da basın emekçilerine ödettirmek istemesi, emekçi düşmanlığı, bezirgânlıktır.
Covid-19 salgını gerekçesiyle alınan bu kararlar, iktidar-sermaye işbirliğiyle kalıcı uygulamalara dönüştürülmek istenecektir. Basın iş koluna; ticari kar elde etme, siyasi iktidarlarla ilişki kurmaktan başkaca bir amacı olmayan işverenlerin hâkim olması diğer yandan basın emekçilerinin düşük ücretlerle istihdam edilmesi göz önüne alındığında yarınlarda karşı karşıya kalacağımız ‘yeni’nin, hayatımıza hangi yönde ‘yeni’leri dayatacağını tahmin etmek de bu yüzden hiç zor değil.
Covid-19 salgını gerekçesiyle geçilen uygulamaların geri dönülmez tahribatlara yol açmaması, emek düşmanı kesimler tarafından fırsat olarak görülmemesi için, merkezinde basın emekçilerinin, gazetecilerin olduğu kararlar hayata geçirilmelidir.
Öncelikle gazetecilik, kısa çalışma ödeneği şartlarında olduğu gibi belirli saatler arasında mesaiyle yapılan bir meslek değildir. “Kısa çalışma” basında uygulanmamalıdır ve bununla birlikte salgın süresince hangi gerekçeyle olursa olsun basın iş kolunda işten çıkarma kesin olarak yasaklanmalıdır. Her bir gazetecinin emeğinin karşılığı olan maaşı güvence altına alınmalıdır. Zaten çalışma biçimlerinin değişmesiyle daha da zorlu bir mesaiye giren gazeteciler için “maaştan kesinti” uygulaması yasaklanmalıdır.
İş müfettişleri görevini yapmalı, medya gruplarını ve basın kuruluşlarını denetlemelidir. Gazetecileri zorunlu ücretli izne çıkardığı halde çalıştırmaya devam eden, raporlu personelini izinli gösteren, kısa çalışmadan yararlanıp yoğun çalışma dönemini sürdüren, kamu kaynaklarını ve haklarımızı gasp eden medya kuruluşları hakkında da işlem yapılmalıdır.
Bir sözümüz de yöneticileredir; patronların her dayatmasına ‘evet’ demeyi bırakmalı, hak kayıplarını engellemeli ve gazetecilik mesleği ile basın emekçilerinden yana taraf durulmalıdır.
Mesleğimizin etik değerlerinin ve sosyo-ekonomik kazanımlarının yok olmaması, gazeteciliğin ucuz iş gücüne dönüştürülmemesi için tüm gazeteciler dayanışma bilinciyle hareket etmelidir. Meslek ilkelerimizi ve haklarımızı korumamızın, kazanımlarımızı yarınlara taşımamızın tek yolu da çaresi de dayanışma, örgütlenme ve mücadeledir. Ortaya çıkarılacak bakiye ne kadar olumsuz olursa olsun mesleğimizi de haklarımızı da koruyacak tek şey, ortaklaştırdığımız irade tavrımız olacaktır.
Can Güleryüz
ÇGD Genel başkanı
Kültür, 24 Kasım 2021 11:14
Yorumlar (0)