Aleviler ve AKP
Kültür, 17 Ağustos 2022 16:10Hukukçu ve akademisyen Neval Oğan Balkız, AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın cem evi ziyaretini yazdı. Cem evlerine gerçekleştirilen sistematik saldırılar sonrası, Partili Cumhurbaşkanının bir Cem evi’ ne yaptığı ziyaret dolayısıyla ‘Alevilik’ ve ‘Aleviler’ gündem konusu olmayı sürdürüyor.
Hukukçu ve akademisyen Neval Oğan Balkız, AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın cem evi ziyaretini yazdı.
Cem evlerine gerçekleştirilen sistematik saldırılar sonrası, Partili Cumhurbaşkanı’nın bir Cem evi’ ne yaptığı ziyaret dolayısıyla ‘Alevilik’ ve ‘Aleviler’ gündem konusu olmayı sürdürüyor.
AKP bugüne kadar “belli kesimlerde, bireylerin yaşamlarının bir amacı, anlamlı bir geleceği olduğunu hissettiren bilinçaltı inançlar kümesini” harekete geçirdi. “Yaşamın sunabildiği olanaklar hakkındaki duygu” olarak tanımlayabileceğimiz umudu yarattı.
“Umut dağıtabilme” kapasitesini kullanarak, ekonomik demokrasiye de hiç değinmeden, derin toplumsal eşitsizliklerin ağırlığında yaşamakta olan halka; ‘yaptıklarımızla size hemen eşitlik ve iyi yaşam koşulları sağlamasak da, gelecek için iyi bir yaşam umut edebilmenize olanak veriyoruz.
Bizleri iktidarda tutmazsanız, yaşadığınız koşullara umutsuzca saplanıp kalacaksınız’ dedi. Foucault’un ortaya koyduğu biçimiyle; “yaşamı teşvik etmek” işinin görüntüsü altında, her dönemde bir sonraki seçimler için – dayanıklı, çözülmez bir çerçeve ve taban - oluşturdu ve kazandı.
Bunu yaparken de; bilinçli bir tercihle, dayanıklı çerçevenin dışında gördüğü Alevilerin de içinde olduğu kimi halk kesimlerini; daha iyi koşulları umut etme olanağının dahi dışında tuttu. Bütün ayrımcı, dışlayıcı, ötekileştirici kalıpları – geleneksel ve güncel biçimleri içerecek şekilde - siyasal bir araç, hegemonik bir söylem haline getirdi ve Alevilere karşı sürekli kullandı.
12 Eylül 2010’da gerçekleşen Anayasa Değişikliği Referandumu öncesinde (o dönemde Başbakan) Partili Cumhurbaşkanı’nın mitinglerinde Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu’nda yapılmak istenen değişikliği anlatırken Alevileri suçlaması: Yargıda “artık dedelerden talimat alarak atma dönemi bitiyor” ve “Minareler Süngümüz” adlı şiiri okuması dolayısıyla aldığı mahkumiyeti kastederek; “Artık yargı ideolojik davranmayacak, bana davrandı.
Yargıtay’da maalesef belli bir mezhebi grup bu noktada öyle yaklaştı” şeklinde açıklamalarda bulunması, buna önemli örneklerden biridir. Aynı dönemlerde AKP’nin “Alevi Açılımı” adı altında girişimlerde bulunuyor görüntüsü yaratırken, bu kesimin haklı taleplerinin görmezden gelmesi ve ayrımcılığı sürdürmesi de, bu siyaset anlayışının süreçte nasıl işlediğini göstermektedir. Bu süreç içerisinde AKP; bir yandan Alevilere doğrudan karşıt olmayı, kimi kesimlere inandırmak istediği ‘demokratik standartları’ itibarıyla kabul edilemez bulduğunu göstermeye çalışırken, aynı zamanda, kendi ideolojik yapısının ve dayandığı siyasal İslam anlayışının, tarihsel ve güncel özellikleri ve görünümlerinin Alevilere bakışını, nerede konumlandırdığını ortaya koyan uygulamaları ‘mantıklı şekilde’ (!) devreye soktu.
Alevilerin gözünün içine bakıp; “Arif Sağ ve Sebahat Akkiraz gibi müzisyenleri alkışlamaktan imtina etmiyoruz. Sizden kimsenin öldürülmesini veya yerinden sürülmesini istemiyoruz. Fakat, daima kestirilemez olan gündem içerisinde, Alevilere karşı şiddet yüklü karşıtlığı önlemenin en iyi yolunun, ‘mantıklı (!) bir karşıt öfke örgütleme’ olduğunu düşünüyoruz!” demiş oldu.
Aleviler artık bu söylemi tanıyor. Sınırları, üyelerinin ortak inanç ve kültür özelliğine göre çizilen ‘Alevilik’ kolektif kimliğinin bilinciyle, bu siyasal anlayışa ve tüm politikalarına karşı çıkıyor. Amin Maalouf’un belirttiği gibi; “… insanlar kendini en fazla saldırıya uğrayan aidiyetleriyle tanımlamaya eğimlidirler. Kimi zaman bu aidiyeti savunacak gücü kendilerinde bulamadıklarında onu gizlerler, bu durumda o, onların içlerinin derinliklerinde kalır, … ister sahip çıkılsın ister gizlensin, kendilerini özdeşleştirdikleri kimlik odur.
Onu paylaşanlar dayanışma içinde olduklarını hissederler, … birbirlerini harekete geçirirler, birbirlerine karşılıklı cesaret verirler. Onlar için kimliğini kabul etmek zorunlu olarak bir cesaret eylemi, kurtarıcı bir eylem haline gelir.”
DIŞLAMA VE AYIRMA MEKANİZMASI OLARAK VATANDAŞLIK/ULUSAL ÜYELİK VE ALEVİLER
Türkiye’de “demokrasinin, demokratik olmayan ve görünemez bileşeni olarak” toplumu oluşturan halklar arasında sosyokültürel, tarihsel ve siyasal alanda var olan sınırlar; ulusal üyelik bazında bazı kişileri “üyeler” olarak tanımlarken, diğerlerini vatandaş oldukları halde “üye olmayanlar” sınıfına koyuyor.
Toplumsal alanda bu sınırlar siyasal kodlar olarak, kontrol yanında asıl olarak kapsayıcı bir ayırma işlevi görüyor. Bu sınırları aşabilmek için oluşturulan; siyasal, sosyal, kültürel ve hukuki olanakların toplamından oluşan hukuki/politik bir statü olarak ‘vatandaşlığın’ kendisi, Türkiye’de - ne yazık ki- bu sınırların hem içte hem dışta, kendilerini sürekli olarak yeniden oluşturmasını sağlıyor ve güçlendiriyor.
1924 Anayasasının Türklüğü tanımlayan 88. maddesinin meclis görüşmelerinde konuşan Gelibolu Milletvekili Celal Nuri Bey’in; “Mesela bugün bizim öz vatandaşımız, Müslüman, Hanefiyül-mezhep, Türkçe konuşur” söyleminde ifadesini bulan bu vatandaşlık anlayışının içerme – dışlama pratiklerinin çok çeşitli alanlarda sürekliliğine yol açıyor.
Bu pratiklerin yarattığı mağduriyetleri en çok yaşayan gruplardan biri Alevilerdir. Aleviler; hem tarihsel hem güncel anlamada; farklı etno-dilsel grup özellikleri görülmeksizin, “İslam öncesi Türk kültürünü taşıyan Türkler” olarak, “Türk kimlikleri” ile - yalnız bu dolayımla - vatandaşlık kategorisine çağrılmış, ama Sünni- İslam olmadıklarından, Alevi kimlikleri ile dışlanmışlardır.
Kazım Ateş’in deyimiyle; “kolektif kimlikleri bugün hâlâ ‘otantik Türk’ ile ‘şüpheli heretik’ (geleneksel ana akımın dışında kalan) arasında bir ara konumda, kararsız bir biçimde asılı kalmış durumdadır.” Modern vatandaşlığın temel sorusu olan “İçerde misin dışarıda mı?” sorusu karşısında Aleviler; bu konumlarıyla hâlâ “ne içerde ne dışarıda”, “içerisi ile dışarısı arasında bir yerde” durmaktadırlar.
Alevilerin bugün karşı karşıya kaldığı bütün sorunlar, bu vatandaş konumlarıyla ilgilidir. Başka deyişle; bireysel haklar ve ödevlerle ilgilidir, ama aynı zamanda bu hakların ve ödevlerin icra edildiği, Türkiye Devleti vatandaşlarının oluşturduğu topluluktaki hukuki ve politik konumlarına, vatandaşlığın belirlediği ulusal üyeliğin; katılım, erişim, ait olma ve ayrıcalık edinme olanakları açısından farklı/öteki bir kategoride yer almalarına ilişkindir. Dolayısıyla Alevilerin sorunları; onları mevcut ulusal topluluğa ve politikalara dahil edecek demokratik, laik ilke ve uygulamalar sorunudur.
‘EŞİT YURTTAŞLIK’ TALEBİ VE LAİKLİK
Bu gerçeklik bilinciyle Aleviler; 2008’den başlamak üzere, yalnızca kendileri için değil, Türkiye’de yaşayan herkes için “Eşit Yurttaşlık” talebiyle büyük kitlesel eylemler gerçekleştiriyorlar. Bu eylemler ile; “ayırımcılığa uğramama hakkı” ile “yurttaş” olma kavramını gündeme taşıyorlar.
1980 sonrasında dinin millet tanımında yer alması ile geliştirilen; “Türkiye’de yaşayan tüm fertler milletin parçasıdır, fakat dini düzlemde bazıları diğerlerinden daha fazla milleti meydana getiren gruba dahildir” şeklinde özetlenebilecek, söylem düzeyinde içerici, ama pratikte dışlayıcı, dine dayalı özcü yaklaşımın terk edilmesini istiyorlar.
Yurttaşlığın; “haklar ve ödevlerle belirlenen bir tabiiyet ilişkisi değil, çağdaş demokrasinin gereği olarak; hukuki, siyasi ve sosyal haklar olmak üzere üç boyutlu bir siyasal etkinlik ve hukuksal statü olmasını talep ediyorlar.” Bunun gereği olarak da; çoğunluğun mensup olduğundan farklı bir inanca (veya etnik kökene, felsefeye, cinsel yönelime vs.) sahip olanların veya dini inancı olmayanların, yurttaş olarak ayırımcı muamele görmemelerinin temel bir kişi hakkı olduğunu belirtiyorlar.
Türkiye’de çoğunluğun sahip olduğundan farklı bir inanç ve kültür özelliğine sahip her bir bireyin, devletle ilişkisinde yurttaş olduğunu ve haklardan eşit şekilde yararlanması gerektiğini, bu anlamda Alevi olma özelliğinin yurttaşlıkla ilgili pozitif veya negatif bir sonuç doğurmaması gerektiğini dile getiriyorlar.
Çok inançlı toplumlarda demokratik bir düzeni hakim kılmak ve insan haklarını korumak için devletin laiklik ilkesine tam bağlı olması gerektiğinin bilincindeler ve bunun gerçekleşmesini talep ediyorlar. Zira laikliğin talep ettiği şeyin; “bir devlette toplumsal ilişkilerin düzenlenmesinde, hukukun oluşturulmasında, kamunun yönetiminde ve siyasal kararlarda herhangi bir dinin, inancın – yurttaşların çoğunluğunun dininin de - hesaba katılmaması olduğunu” biliyorlar.
AKP ÇÖZÜM DEĞİL, SORUN YARATIR!
AKP, toplumsal her alanda olduğu gibi Alevilerin talepleri ve yaşadığı sorunları da; gerçek temellerinden ve tarihsel, yapısal, siyasal, toplumsal koşullarından, devletin örgütlenmesi ve işleyişine ilişkin bağlamından kopartarak tanımlamayı seçiyor.
Siyasal İslamcı anlayış ve muhafazakar, mezhepçi geleneğin yaklaşımı içinde, pragmatik siyasi yöntemlerle, dayatmacı metotlarla içe dönük bir “basitleştirmeyle” paketlenebilir/‘açılım’lanabilir bir duruma sokmaya çalışıyor! Böylece çözümden çok, yeni sorunlar yaratan uygulamalara girişiyor.
John Berger’in deyimiyle bu durum “basit, yalın olmak ile basitleştirme arasındaki ayrım oldukça derindir. Basit/yalın olmak bir şeyin temeline inmekle ilgilidir, basitleştirme ise çoğunlukla iktidar için çevrilen dolapların bir parçasıdır… kendi menfaatinden başka bir şey düşünmeyenlerin işidir.”
Dolayısıyla, AKP’nin; siyasal erk ve hegemonik güç olarak çözüldüğü, politik, ekonomik ve sosyal alan hakimiyetinin ‘yönetemezlik’ krizine girdiği, iç ve dış siyaset alanında ‘belirleyici siyaset öznesi’ olma özelliğini yitirdiği, “umut dağıtma” kapasitesinin ve “yaşamı teşvik etme” sanallığının tükendiği bu aşamada, Alevilere yönelik geliştirmek istediği, gerçeklikten uzak, güç ve meşruiyet devşirme amaçlı bu ‘siyasal hamlesinin’ bir karşılığı ve bir anlamı bulunmuyor! Aleviler, ülkenin demokratik güçleri ve siyasal unsurları bunu biliyorlar.
Aleviler, böyle bir hamlenin önceki bir örneğini oluşturan, Cami ve Cem evi’ nin aynı ortak avluda yer alacağı ibadet merkezleri inşa etmeyi içeren, “Cami-Evi Projesi” karşısında hangi kararlılıkla konum aldılar ise, bu girişim karşısında da aynı bilinçle tavır alıyorlar.
Zira Aleviler, bugüne kadar baskı altında tutulmuş inançsal, kültürel kimliğinin hukuksal olarak tanınmadığı, kamusal alandan dışlandığı, günümüzde bu çağrının ancak Sünni/İslam ve Cami üzerinden yapıldığı bir tarihi onaylamak zorunda bırakılmayı kabul etmiyorlar.
“İkiyüzlülüğün tarihini devam ettirmiş olmayı” reddediyorlar. “Kendilerini, ait olmadıkları ve ait hissetmedikleri bir topluluğu onaylamanın ya da inkar etmenin yarattığı tuhaf bir durum içinde bulmayı da” kabul etmiyorlar.
Aleviler; “kendileri” olarak ve “kendileri kalarak”, hiçbir karşıtlık ve karışıklık konumunda bırakılmadan; demokratik ve laik ilkeler temelinde “eşit yurttaşlık hakkı” istiyorlar. Bunun için de farklı bir siyasal anlayış temelinde örgütlenmiş bir yönetim ve toplumsal yapı oluşturmak gerektiğini biliyorlar.
Neval Oğan Balkız
* Hukukçu/Akademisyen
Kültür, 17 Ağustos 2022 16:10
Yorumlar (0)