Şeyh Bedreddin, bizim tarihimizde önemli bir yere sahiptir.1359 yılında Edirne yakınlarındaki Samona’ da doğmuştur. Annesi Dimetoka kalesi komutanının kızı ve Rum kökenlidir. Annesi daha sonra Melek ismini alarak Müslüman olmuştur.
Bedreddin, bizim gündemimize 1934 yılında Nazım Hikmet’in Şey Bedreddin Destanını yazması ile girdi. Ondan önce kamuoyu onu pek tanımıyordu. Nazım Hikmet’in bu destanından sora kamuoyu onu tanımaya başladı.
Şeyh Bedreddin,çok uzun süreli bir eğitimde sonra, Edirne’ye dönmüş ve Fetret döneminde ,Musa Çelebi’ye kazasker olmuştur.Ondan sonra Börüklüce Mustafa ve Torlak kemal’in başlattığı isyanın yanında yer alarak tarihe damgasını vurmuştur.
Şeyh Bedreddin Simavna Kadısı İsrail’in oğludur. İslam’ın Sünni inancı ile yetişmiştir. Ancak Mısır’da Hüseyin Ahlati adında bir şeyh ile tanıştıktan sonra Tebriz’e gittikten sonra İslam tasavvufu ile tanışmaya başlamış ve bu felsefeyi benimsemiştir.
Bedreddin’in tasavvuf anlayışı daha çok sosyalizme yakın olduğu için sosyalistler için önem kazanmıştır. Hüseyin Ahlati ile tanıştıktan sonra Vahdeti Vücut anlayışını benimsemiş ve inancın merkezine insanı koymuştur.
Bedreddin der ki:
”Dünya malı hırsında ve şehvetten sakınmak gerek.”
“Yârin gül yanağından başka her şey ortak olmalı.”
“Akıl, tanrıyı kavrayacak güçte değildir.”
“Bütün topraklar tanrının malıdır ve padişahların olamaz. İnsanlar da tanrını insanları oldukları için topraklar bütün insanlarındır.”
Sevgi insanları bütün kötülüklerden kurtarır.”
“İbadetin şekli olmaz.”
“İnsanlar dünya malı için ibadet ediyor ve tanrıya ibadet ettiğini sanıyorlar. Tanrı bütün bunları görüyor.”
Bütün bunları niçin yazdım:
Sevgili dostum yazar ve felsefeci MEHMET AKKAYA 3 Eylül günü Ören’de Bedreddin ile ilgili bir konferans verdi. Belki de çoğu ilk defa Şey Bedreddin’i tanıyorlardı. Sayın Akkaya bu konuda çok geniş bilgiler verdi.
Gelin gerisini Mehmet Akkaya’yı dinlerken aldığım notlardan dinleyelim:
Şeyh Bedreddin: Vahdet-i vücut:
Varlık bir bütündür, hepimiz bir ve eşitiz.
Vahdet: Birlik, Vücut: varlık. İlkçağ: Varlık felsefesi… Ortaçağ ve Yeniçağ…
Varidat: “Bütünün bütünde olması kuşkudan, işkilden uzaktır. Bütün varlıklar, öz bakımından birlik içindedir; her nesne her nesnede vardır. Görmüyor musun tohumda bütün ağacın var olduğunu, bütün ağacın o tohumdan oluştuğunu; bunun gibi, ağacın ayrıntılarından her birinde tohumun bulunduğunu?”
İ. Zeki Eyüboğlu:“Şeyh Bedreddin’in Varidat’ta ileri sürdüğü görüşlerin, daha çok, bir varlık sorunu, yeryüzünün gerçekliğini içeren bir konu üzerinde yoğunlaştığını anlıyoruz.”
Varlığın mutlaklığı ve bütünlüğü çerçevesinde düşünülürse Hallaç-ı Mansur’da (857-922) ön plana çıkan “enel hak” (Ben Allah’ım) düşüncesi, ‘taptıklarınız ayaklarımın altındadır’ diyen Muhittin İbn Arabî (1165-1245), İranlı filozof Suhreverdi (1153-1191) ve şiirlerinde isyanın sesini duyduğumuz Seyyid Nesimi’nin (1370-1417) düşüncesinin Bedreddin’le de devam ettiği anlaşılıyor. Dinlere ve onların önerdiği ibadet tarzlarına ve peygamberlere kuşkuyla bakan, Tanrı’nın varlığa içkin olduğunu savunanları ikiye ayırmak olasıdır. Resmi otoriteyi yanlarına alanlar ile ona karşı olanlar. Şüphesiz ki Bedreddin devleti ve resmi otoriteyi karşısına alan bir devrimci olması itibariyle örneğin muhittin İbn Arabî, Yunus Emre ve Mevlana gibi isimlerden ayrılıyordu.