Ülkede kahredici bir çatışma ve kıyımın yaşatılması için gizlenmeyi dahi gerekli görmeyen belli merkezlerden dehşet verici bir öfkenin örgütlendiğine tanıklık etmekteyiz. Her geçen gün, toplumun bu güne kadar tanıklık etmediği çılgınlıkta yöntemler denenmektedir. Seksen yaşını aşmış bir kadın’ın cenazesi, kızının politik görüşü üzerinden linçe tabi tutularak bindirilmiş kıtalar tarafından defnedilmeyi vasiyet ettiği mezar ve mezarlıktan çıkarılıp atılmaktadır.
Olayın medya diline yansıyış biçimi olayın oluşundan daha beterdir. Cenazenin tabi tutulduğu her türlü İnsani, Ahlaki, inançsal değer ve ölçüden yoksun muamele yetmemiş gibi koca koca adamlar ağza alınamayacak dozda hakaretler yağdırmayı vatanseverlik zan etmektedir.
Vatandaşın her türlü güvenlik hakkını sağlaması gereken bakan ve siyasetçilerin olayın faili durumunda bulunan şahıslarla boy boy fotoğrafları yayınlanmakta ve bu güruhlar adeta sahiplenilmektedir.
Toplumun sinir uçlarının kaşınması için akla hayale gelmeyen tahrikler yapılmaktadır. Kürt sorununun çözümsüzlüğünden kaynaklanan şiddet’in yol açtığı ölümler karşılıklı olarak kahredici öfke ve nefretin beslenmesi için bir beka meselesi haline getirilmektedir.
Komşu Ülkede yapılacak bir referandum ülkenin savaş moduna geçmesi için yeterli olmakta bütün dünya halklarına reva görülen self determinasyon hakkı “kardeş halk” diye tabir edilen Kürtler mevzu olunca kıyametler koparılmakta, Tanklar yürütülmekte, uçaklar uçurulup sivililer öldürülmektedir.
Aşağılamanın, her türlü küfür tehdit ve hakaretin yapılması mubah hale getirilmekte, birbiriyle kanlı bıçaklı İktidar muhalefet partileri, Müslüman bölge devletleri bütün ihtilaflarını bir kenara bırakarak, bir halkın temel meşru haklarına saygı gösterme ve destekleme yerine, Kürtleri birlikte nasıl rahat boğabiliriz diye planlar yapılmakta, ittifaklar geliştirmektedir.
İleride bireysel saldırılardan çok kitle katliamlarına yol açabilecek bu zehirleyici dil ve düşmanlıklar sonu hesap edilmeyen toplumsal felaketlere yol açtığını yaşlı dünyamız defalarca tanıklık etmiştir.
Aşağı sahra Afrika’sı Ruanda’dan tutun Yugoslavya iç savaşına, Kongo Cumhuriyetinden, Libya, mısır, Tunus, Suriye, Irak iç savaşına, Nijerya’dan Somali’ye, Mozambik’ten Afganistan ve birçok ülkeye kadar neredeyse dünya coğrafyasının üçte birinin yaşadığı kaosa koşar adım heveslenmenin “gözü karalığını” ve manasını anlamak mümkün değildir.
Kaos, şiddet ve ölümün kol gezdiği coğrafyanın ağırlıklı olarak Müslüman oluşu ayrı bir felaketi göstermektedir. Sulh ve selamet dini olarak tanımlanan İslam coğrafyasında yaşanan savaş ve şiddetin İslam’a yönelik bir saldırı mı yoksa İslam’ın bir gereği mi? ikilemi yle birlikte paradoksunu da beraber getirmektedir.
Çünkü hiçbir zaman Müslümanlar kendi inançsal, toplumsal, sınıfsal ve ulusal sorunlarını bin dört yüz yıl içinde diyalog zemininde çözebilme yetenek, akıl ve vicdanını yakalayamadılar.
Geriye dönüp tarihe baktığımızda Hz Muhammed’ ten sonra egemenlik iddiasında bulunan tüm iktidar sahipleri egemenliklerinin devamını karşı görüştekini yok etmekte görmüş ve bunun fetvasını vermiştir.
Dünya da iki yüzden fazla devletin yaptığı gibi bölgesel Kürdistan yönetiminin de yapmak istediği referandumun yapılmaması için baş ta Müslüman devletler olmak üzere nerede ise tüm dünyanın gazaba gelmesi dünya insanlığının varması gereken yere daha varamadığını göstermektedir.