EL-beşir 'e ilginin devam etmesi bana mart 2009 tarihli eski bir yazımı hatırlattı.:
Uluslararası Ceza Mahkemesi Darfur’da işlediği iddia edilen insanlığa karşı suçlar yüzünden Sudan devlet başkanı Ömer el-Beşir’in tutuklanmasına karar verdi. Bu kararın belki de en ilginç yanı, Sudan’ın Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni kuran Roma Statüsü’nün tarafı olmamasına rağmen, bu olayın Mahkeme önüne getirilmesinin BM Güvenlik Konseyi’nin bir kararıyla mümkün olmuş olması.
Sudan hükümetinden bu konuda UCM ile işbirliği yapılmayacağına dair açıklamalar yapıldı. Başka bazı devletler de kararın ertelenmesi için BM Güvenlik Konseyi nezdinde girişimlerde bulunacaklarını belli ettiler. Bunlar arasında Türkiye de var. Güvenlik Konseyi’nin geçici üyesi olması dolayısıyla, Türkiye’nin bu meseledeki tutumu tabiatıyla önem taşıyor.
Hali hazırda, ABD ve Türkiye gibi, Roma Statüsü’nü onaylamayan, dolayısıyla UCM’ nin yargı yetkisini tanımayan epeyce devlet var. Ne var ki, bu, söz konusu devletlerin vatandaşlarının hiçbir şekilde UCM’ de yargılanamayacakları anlamına gelmiyor. Nitekim bu son olayda olduğu gibi, BM Güvenlik Konseyi’nin uluslararası barış ve güvenliği tehdit eden suçları Mahkeme önüne getirme yetkisi var.
Bunun pratik anlamı şudur: İnsanlığa karşı suçların veya savaş suçlarının bazıları bakımından uluslararası hukukun işlerliği tamamen BM’deki güç ilişkilerine bağlı bulunuyor. Onun içindir ki, Sudan yetkilileri Darfur’da işlediği savaş suçları yüzünden yargılanabilirken, meselâ ABD’nin Irak’ta veya Afganistan’da işlediği benzer suçları UCM önüne getirmek mümkün olmuyor.
İşte meselenin bu yanını şu sorular çerçevesinde tartışabiliriz sanıyorum:
1. “Küresel adalet”in devletler arasındaki güç dengelerine bağlı olması adil midir?... Benim bu soruya cevabım, adil olmadığı şeklindedir. (“Adalet” kelimesini burada “dağıtıcı” değil, “düzeltici” anlamda kullanıyorum.) Böyle olmakla beraber, ahlâki olarak acaba hala şunu söyleyemez miyiz? Kimilerinin suçlarının cezasız kalmasına vicdanımız razı olmasa da, mümkün olduğu yerde ve mümkün olduğunca adaletin sağlanmasında bir yanlışlık olmasa gerektir.
2. Herhangi bir uluslararası antlaşmanın tarafı olmayan bir devletin vatandaşlarını o antlaşma hükümleriyle bağlı saymak doğru mudur? Bana göre bu prensip olarak doğru değildir. Bunu söylerken aklımda tuttuğum gerekçenin “egemenlik” değil “rıza” olduğunu da vurgulamam gerekiyor. Bununla beraber, çok güçlü ahlâkî nedenlerin var olması durumunda bu prensibe bir istisna getirmemiz gerekir. İnsanlığa karşı suçlar, savaş suçları ve soykırım işte tam da böyle birer istisnadır.
Eğer ulaştığım bu sonuçlarda büyük bir yanlışlık yoksa, o zaman Türkiye’nin El-Beşir’le ilgili olarak baştan beri izlediği tutum fevkalâde sorunlu demektir. Bunu, hem İstanbul’da yapılan “Afrika Zirvesi” vesilesiyle El-Beşir’e gösterilmiş olan resmi ilgiyle, hem de BM Güvenlik Konseyi’nden bu yargılamanın “ertelenmesi” için karar çıkartma yönündeki hazırlıkla ilgili olarak söylüyorum. Doğrusu, her iki konudaki resmi tutum da bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak beni utandırıyor.
Ve anlamaya çalışıyorum: Gazze’de işlediği insanlık suçları yüzünden İsrail’in Cumhurbaşkanı’nı protesto edecek kadar vicdanlı bir Başbakanın ellerini kendi halkının kanına bulamış bir diktatörü böylesine onurlandırmasının “hikmeti” nedir? Acaba Darfur olaylarının “içyüzü” hakkında bütün dünyanın bildiğinden farklı bir bilgileri mi var? Yoksa AKP hükümeti böyle davranarak güya “mazlumların yanında mı yer almış oluyor? Eğer öyle düşünüyorlarsa, bunun mazlumlarla dayanışmanın çok kötü bir yolu olduğunu söylemek zorundayım.
Hâsılı, hükümetin bir an önce tatminkâr bir açıklama yapması gerekiyor.