İlginç, ilginç olduğu kadar korkunç, korkunç olduğu kadar kritik bir dönemecin içine yuvarlandık. İnsan Hakları, Hukuk ve adalet sistemi yerine, tamamen savaş ve şiddete endekslenmiş bir hukuk sistemi ve yönetim biçimiyle yönetilmeye başlandık.
Aslında bugüne gelişimiz öyle birkaç ay veya birkaç gün içinde gerçekleşmedi. Yani bugün yaşananlar sürpriz olmadı. Son on beş yıllık siyasal gelişmeler ortaya çıkan siyasal, toplumsal sonuçlar adım adım bu noktaya varılacağını gösteriyordu. Bu gün yaşanan gelişmeler esas alınan politik amaçlar, şiddet ve savaş eksenli hedefler yarınların bu günlerden çok daha beter olacağını göstermektedir. Kısaca görünen köy kılavuz istemiyor.
Ülke olarak şiddetli bir savrulmanın içindeyiz. Topyekûn savaşı kutsayan bir toplum olduk. İktidarıyla, muhalefetiyle, Diyanetiyle, Diyanetsiziyle, İmamıyla, Müftüsüyle, Hahamıyla, Papazıyla, Yazarıyla, çizeriyle bir bütün olarak Afrin seferine olan destek ve bağlılığın dışında farklı barışçıl hiçbir sözcüğe tahammül edilmemekte, farklı barışçıl ifadeler sahibinin gözaltına alınarak tutuklanmasına yetiyor.
Bir anda bir birine zıt böylesine toplumsal katmanları savaş ortak paydasında buluşturan temel gücün vatan sevgisiyle ifade etmenin ne kadar doğru acaba. Savaşı savunanlar karşısında barışı arzu eden milyonlarca insanı “terörist” veya vatan haini sınıfına alıp hedeflemek gerçekten vatanseverlik mi olur?.
Bir anda bir toplum hep birden bir anda gerek doğuştan sahip olduğu gerekse, sonradan edindiği tüm insani, vicdani, ahlaki kültürel İnançsal değerlerini bir kenara iterek savaş ortak korusuna nasıl katılabilir.
TTB (Türk Tabipler Birliğinin) başına gelenler vatanseverlikle nasıl izah edilebilinir? Yarın savaş dumanları dağıldığında savaş meydanındaki yıkıcı sonuçlar; Türk Tabipler Birliği ve tüm barışseverlerin barış çığlığını haklı çıkaracak sonuç ve gerçekler ortaya çıktığında, savaşın ağır bedelini ödemiş, evlatlarını kaybetmiş, evleri başına yıkılmış insanların acısını telafi etmenin imkânı var mıdır?
Savaşı desteklemek, kutsamaktan başka hiçbir umarımız kalmadı adeta. Her kim ki farklı bir ifade kullanır ya da Barış’ın” B sini ağzına alacak olursa tez elden “kafası uçurula” fermanıyla toplum huzura kavuşturulamaz. Sadece barış dedikleri için yüzlerce kişinin gözaltına alınması, tutuklanmasını vicdanlara sığdırmak ,İnançlarımızla bağdaştırmanın izahı var mı dır? Seksen milyonluk bir ülke her hangi bir nedenle saldırıya uğrayabilir veya kendisine karşı gerçekleştirilen saldırı karşısında savaşa da girebilir.
Ancak Uluslararası kurallar, yasalar, sözleşmeler ve savaş hukuku çerçevesinde kendini savunabilir, Ancak ortada fiili bir saldırı durumu olmamasına karşın başlayan, sivillerin Kadınların, Çocukların ölümüyle birlikte büyük acı ve kayıplara yol açacak bir savaşa karşı olmanın insanlığın gereğidir.
İnsanların İnsani ve ahlaki refleks göstermelerinin, demokratik barışçıl gösteri hakkını kullanmalarının, basın açıklaması yapmalarının, barış mesajlarını sosyal medyada paylaşmalarının, kısaca savaşa karşı barışı düşünmelerinin engellenmesi, cezai müeyyideye tabi tutulması gerek insan hak ve özgürlükleri gerekse adalet ve toplumsal barış açısından son derece ürkütücü bir durumdur.
Oysa ülke olarak altına imza attığımız gerek uluslar arası sözleşmeler gerekse bağlı bulunduğumuz tüm insani, İnançsal, Ahlaki evrensel değer ve normlar İnsan yaşamını tehdit eden tüm şiddet ve savaşlar karşısında duyarlı olmamızı önermektedir.
Birleşmiş Miletler Medeni ve siyasal haklara dair sözleşmenin 20. Maddesinin 1. Şıkkı her türlü savaş propagandası hukuken yasaklandığını emretmektedir. 2. Maddesi, ayrımcılığa,,kin ve nefrette veya şiddete tahrik eden,her hangi bir ulusal,ırksal, veya dinsel düşmanlığın savunulması hukuk tarafından yasaklanır der.
Yani uluslar arası hukuk ve adalet normlarıyla, insan vicdanında yasal ve hak olan savaşa karşı oma hakkı yasaklanmakta, yasak olan savaş propagandası kutsanmakta ve savunulmaktadır. Burada bir haksızlık veya bir terslik yok mu? Seksen milyonluk bir ülkede farklı bir ses ve düşünceden neden korkulur.