Tarih bir bilim dalıdır. Tarih, her önüne gelen istediğini söyleme sanatı değildir. Tarih, tarihçiler tarafında yazılır. Tarihi katletmek isteyenler, süreç içinde rezil olup giderler.
Tarih, ırkçılık ve dincilik öne çıkarılarak yazılmaz. Tarih ile felsefe arasında ispatlanmış bir bağ vardır. Tarih de felsefe de bilimseldir. Bilimsel olmayan her yolun sonu çıkmaz sokaktır.
Toplumların ve milletlerin geçirmiş olduğu bir takım evreler vardır. Bu evreler insan yaşamlarının altüst olduğu evrelerdir. Tıpkı ilk çağ, orta çağ, yeniçağ ve yakın çağ gibi. Aslında bu çağ dedikleri evreler, toplumların evirildiği dönemlerdir, ama burjuvazi bunun sınıfsal yanını hep gizlemiştir.
Aslında ilk çağ, köle devletlerinin ve köleciliğin yaşandığı çok tanrılı dinler dönemidir. Orta çağ ise tek tanrılı dinlerin, kralların tahtı ile bütünleştiği, şövalyelerin, Ruhbanların ve toprak ağalarının egemen olduğu dönemdir.
Din, kral ve toprak sahiplerinin egemen olduğu bir süreçtir. Yeniçağ ise, batıda yaşanan Rönesans ve Luther’in dinde yaptığı aydınlanmacı ve yeniden doğuş sürecidir. Yakın çağ ise 1789 Fransız ihtilalı ile ortaya çıkan Burjuva demokratik devrim sürecidir. Bu süreç demokrasi, insan hakları, ulus devletleri vb kurumların yaşanmasına neden olan süreçtir.
Bizim tarihsel sürecimiz, dünya tarihsel süreci ile aynı oranda geliştiği söylenemez. Onun içindir ki şu anda biz sancılar içinde kıvranmaktayız. Sancıları çok ağır olan bir süreçte geçiyoruz. Aydınımızı acımasızca kıyıyoruz. Dünyada en çok acı çeken aydın bizim aydınımız oldu. Dün de böyleydi, bugün de böyle. Umarım yarınlarımızda aydınlarımıza kıymazlar. Eğer bir toplum aydınını acımasızca kıyıyorsa o toplumun geleceği yoktur.
Bunları neden yazdım?
1912-1921 Yılları arası bizim tarihimizde karanlık bir dönemdir. Bu dönem her nedense fazla irdeleyen olmadı. Sebebi nedir bilmiyorum.
Sarıkamış’ta bilerek veya bilmeyerek ölüme gönderilen yüz binlerce askerimiz nedenleri tartışılmadı.
1914 de birinci dünya savaşına balıkla atlamamamızın sebeplerini halen bilmiyoruz. Bu savaşa girmemizde Alman kralı 2.II. Wilhelm ve Alman General Liman Van Sanders’in rolü nedir? Bilmiyoruz.
Hicaz cephesinde neler oldu? Şerif Hüseyin kimdir? Hicaz’da kaybolan hilafet ve Panislamizm miydi? Bilmiyoruz.
Sarıkamış’ta ölen yüz bin askerimiz Turan için mi; yoksa Polonya cephesin Ruslarla savaşıp da ilerleyemeyen Almanlara ikinci bir cephe Sarıkamış’ta açılarak Almanlara yardım için mi yapıldı, halen karanlıkta bilmiyoruz.
Filistin cephesini neden kaybettik. Yaz sıcağında İngilizlerle çölde kışlık elbiseler ile savaştığımız doğru mu?
Irak cephesini neden kaybettik?
Enver Paşa ve onun hayali olan Turan, Osmanlıyı felakete mi sürükledi?
Mustafa Suphi ve TKP süreci Karadeniz’de nasıl tasfiye edildi. Kimdi bunlar? Neden katledildiler. Katledenler kimlerdi? Halen bilenmemekte.
TKP ve Kuvayı Milliye arasında nasıl bir bağ vardı?
İttihatçılar iktidarı ele geçirince muhalefeti nasıl tasfiye ettiler?
Abdülhamitçi, Hürriyet İtilaf Partisi neden ittihatçılara suikast düzenledi ve ittihatçılar bu suikastı nasıl fırsata dönüştürüp muhalefeti tasfiye ettiler?
Daya sayabileceğimiz onlarca soru halen karanlıkta beklemede. Dünü öğrenmeden, yarın görmek mümkün değil. Çünkü yarın dünden gizlidir.
Üç yıl üzerinde çalışarak, araştırarak, yazmış olduğum “KARADENİZDE BİR YAKAMOZ: MUSTAFA SUPHİ adlı tarihi romanım yakında piyasaya çıkacak.
Bu romanda şimdiye kadar karanlıkta kalmış bir çok soru da aydınlığa kavuşmuş olacak.
Bu kitap hazırlanırken, bir kuyumcu titizliği ile hazırlandı ve temel konularda hiçbir kurgu yapılmadı. Şubat ayında okuyucusu ile buluşacak.