8 Mart Dünya emekçi kadınlar günü dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi ülkemizde de kutlanmaktadır.
Rutin hale gelen kutlamalar kadının 19. YY vahşi kapitalist sistemdeki ezilişi ve sömürülüşünün, günümüzün modern kapitalist sisteminde de çok daha acımazsızca sürmesinden kaynaklanmaktadır.
Kadın 1800 li yıllarda üretim hatlarında sömürülürken bu gün yaşamın her alanında sömürü ve saldırıya maruz kalmaktadır. Dolayısıyla 8 Mart günceliğini hiçbir zaman yitirmediği gibi kapitalist sistem insanileşmediği sürece günceliğini yitirmeyecektir.
Kadınlar her yıl bu tarihsel güne sahip çıkarken, erkekler de “dostlar pazarda görsün” hesabıyla kendilerini görünür kılmaya çalışmaktadırlar. Oysa kadına yönelik saldırı ve sömürünün kaynağı erkek egemen anlayışın kurduğu ve kurumaya çalıştığı sistem ta kendisidir.
Kadının uğradığı her türlü şiddet ve baskının ( Ekonomik, sosyal, Cinsel, Fiziki) gerisinde erkek egemen sistem bulunmaktadır. Çünkü toplumun yarısı kadın olmasına karşın temsili yet noktasında payına düşeni alamamaktadır.
Yaşamın her alanında kadının temsil edildiği alanlar son derece sınırlı olmakla beraber kendisi ile ilgili karar ve irade mercii erkek egemen anlayış olmaktadır. Kadın hakları üzerinde ahkam keserek bugünden yarına kadının mevcut negatif statüsünü pozitife çevirmenin de çok ta rahat olmayacağını görmek gerekir..
Bu durumun birçok nedeni vardır. Sorunu sadece Erkeğe yükleyerek kadın kurtuluşunu hayal etmenin yaşamın gerçekliğiyle örtüşmemektedir.
19. YY kapitalist sistemin acımazsızlığı karşısında, Kadın öfkesi ve isyanı ortaya çıkmamış olsa idi bugün bütün dünyada kadının yaşam koşulları ve toplumsal pozisyonu çok daha kötü durumda olacaktı.
1857 yılında Amerikalı dokuma işçisi kadınlar Newyorkta Kadının köleleştirilmesine karşı ölümüne bir direniş göstermiş olması kadını yok olmaktan kurtarmıştır.
Aradan 161 yıl geçmesine rağmen modern kapitalist sistemin karakterinde tıpkı 19.YY da olduğu gibi Kadın sorununa yaklaşımda bir değişiklik olmamıştır. Çünkü asıl sorun olan Erkek sorunu orta yerde durmaktadır. Kadına yönelik baskı ve şiddet uygulamada Kullanılan araç ve yöntemde değişiklik olmuşsa da zihinsel yapıda herhangi bir değişikliğin olmadığını söylemek mümkündür.
Modern Kapitalist sistemin üretim ve tüketim ilişkileri içerisinde kadına biçilen rol ile kadını adeta paçavraya çevirmiştir. Erkeğin de bundan aşağı kalır tarafı bulunmamaktadır.
Dolayısıyla bu acımazsız sistem dişlileri arasında sıkışan kadın ve erkek; her türlü ekonomik, sosyal cinsel, geleneksel toplumsal sorun ve çelişkilerini birbirlerini tüketerek çözmeye çalışmaktadırlar.
Kadının bu cendereden tamamen kurtulmasının yolu hayal ve arzu ettiği sınırsız bir özgürleşmeyle mümkün olabileceğini düşünmüyorum.
Kadının da erkeğinde kurtuluşu ve özgürleşmesi ciddi bir aydınlanma, empati, yeteneği edinmesiyle birlikte yaşamını yönlendirecek karar ve tercihlerde söz sahibi olmakla mümkün olabilir..
Bugün dünyada özellikle orta doğu ve ülkemizde kadına yönelik şiddet kelimelerle ifade edilmeyecek kadar dehşet verici boyutlara ulaşmıştır.
Dün Şengal ve Kobani’de bu gün Afrin ’de Cizre’de kadınların çocukların maruz kaldığı savaş dehşeti karşısında kadınların gösterdiği insani direnç Newyork’taki dokuma işçisi kadının verdiği bedel kadar ağırdır.
Bu açıdan 2018 yılına gelirken kadına yönelik şiddet açısından son derece felaket bir yıl olmuştur. Kapitalist sistemin orta doğudaki paylaşım savaşında en büyük bedeli kadınlar ödemektedir.
Savaşlarda binlerce kadın ve erkeğin katledilmesi yanında binlerce kadın eşi veya bir başka yakını tarafından öldürülmekte, şiddet ve tecavüze uğramaktadır. Taybet Ana örneğinde olduğu gibi cenazesi günlerce sokak ortasında bekletilen kadının kendisi olmuştur.
Kadın hakları açısından yaşanan bu ağır ve yıkıcı sonuç devleti yöneten siyasal iktidarın hukuk ve kadın politikası anlayışıyla ilişkisiz değildir.
Cumhurbaşkanının “kadın ve erkek eşitliği insan fıtratına terstir” ifadesi iç açıcı bir ifade olmamaktadır. Bir yandan kadın için yaşam cehenneme çevirilirken diğer yandan “ cennet anaların ayakları altındadır “ söylemi de bu zulmü örtmeye yetmez. Kadın ve erkeğin eşitliği ölçüsünü kadın’ın biyolojik yapısında arama zihniyeti devam ettiği sürece bu ağır insanlık sorunu devam edecek gibi görünüyor.