Eğer bir ülkede demokrasi yoksa o ülkenin yaşama şansı da yoktur. Demokrasisini sebep göstererek yıkılan bir devlet tarihte yoktur. Âmâ diktatörlükle yönetilip de tarihe karışan yüzlerce devlet vardır.
ABD emperyalizmi sömürdüğü ülkeleri genellikle diktatörlüklerle yönetir. Arap ve diğer az gelişmiş ülkeler genellikle böyledir.
ABD emperyalizmi, sömürge ve yarı sömürge devletlerde, kendisine göbekten bağımlı bir diktatör yaratır. Her istediğini o diktatöre yaptırır.
ABD emperyalizmi kültürel ve demokratik olarak gelişmiş ülkelerde her istediğini elde edemez. Her şey diktatörün iki dudağı arasında olduğu için diktatörlükleri çok sever.
ABD emperyalizmi geri kalmış ülkelere hep diktatörlükler götürmüştür ve var olan demokratik kırıntıları da yok etmiştir.
Diktatörlüklerde basın özgürlüğü yoktur. Basın özgürlüğü yoksa halkın haber alma özgürlüğü de yoktur.
Diktatörlüklerde özgür vatandaş yoktur. Kul, köle, taba benzeri insanlıktan soyutlanmış cahil bir insan topluluğu vardır.
Diktatörlüklerde düşünce özgürlüğü yoktur. Toplumun en gözde kurumları olan üniversiteleri hiçbir konuda açıklama yapamazlar ve ülkenin gelişmesine özgürce bir katkıda bulunamazlar.
Diktatörlüklerde, adalet yoktur. Adaletin olmadığı yerde devlet de yoktur. Sorunların çözümü hep başka bir bahara ertelenir.
Diktatörlüklerde eğitim sadece diktatörün saltanatının devamı için vardır. Düşünün, eleştiren, yargılayan ve düşünce üreten insanlar dışlanır, aşağılanır, horlanır ve devre dışı bırakılır.
Diktatörlüklerde paylaşım çok adaletsizdir. Birilerine aslan payı verilir, çoğunluğa ise karınca payı bile çok görülür. Sınıflar arası korkunç bir denge oluşur.
Diktatörlüklerde insanın hiçbir değeri yoktur. İnsan devlet için vardır. Devlet çok kutsal bir kavramdır. Devletin bekası için her yol mubahtır.
Diktatörlüklerde gelir dağılımı adaletsizliği, adaletle değil zorla bastırılır.
Diktatörlüklerde sadece diktatörler konuşurlar. Hem de çok konuşurlar. Her alanda onların heykelleri vardır.
Diktatörlüklerde alınan hiçbir hak yoktur. Alttakilere sadece verilen haklar vardır.
Diktatörlüklerin olduğu ülkelerde bilimsel çalışma yoktur. Bilim adamı yetişmez.
Diktatörlüklerin olduğu ülkelerde akıllı, zeki ve bilimsel düşünen insanlar, demokratik olan ülkelere kaçarlar.
Diktatörlüklerin olduğu ülkelerde insanlar cahilliği ile övünürler. Bu tür ülkelerde kitap okuma oranı çok düşüktür.
Diktatörlüklerin olduğu ülkelerde bilim ve bilimsel çalışmalar özgür değildir. Onun için o topraklarda yeni buluşlar ve bilim adamları yetişmezler.
Osmanlının son dönemleri 1912-1921 yılları arasındaki süreç de böyle bir süreçti. İttihatçılar ve Abdülhamitçiler sürekli olarak birbirlerine darbeler gerçekleştirerek ülkeyi 1914 felaketine sürüklediler. Sonuçta koca alt yüzyıllık bir imparatorluğu yok ettiler.
Daha sonra ortaya çıkan TKP kurucu başkanı Mustafa Suphi mücadelenin Sovyet ayağına katkıda bulunarak Mili Kuvvetlere destek oldu.
Kuvayı Milliye ve ona muhalif Abdülhamitçi “Hürriyet İtilaf Partisi” arasındaki rekabet Sevr anlaşması ile sonlandı.
Milli kuvvetlerin güçlenmesi ve TKP ile işbirliğine girmesi sonucunda Lozan anlaşması ile son buldu.
Piyasa yeni çıkan tarihi romanım “KARADENİZDE BİR YAKAMOZ: MUSTAFA SUPHİ” adlı tarihi romanımda dilim döndükçe bu süreci anlatmaya çalıştım.