ABD’de Mahkeme, Twitter’dan kendisini eleştiren takipçilerini engelleyen Trump’ı haksız bulmuş.
Sen başkansın, dolayısıyla da vatandaşın seni takip etme ve seni eleştirme hakkı var, bunu engelleyemezsin, demiş...
Düşündüm de, bu durumda ben ABD’de olsaydım, kesinlikle başkan filan olmayı düşünmezdim.
Ne edeyim böyle Başkanlığı?
Başkan dediğin, Twitter’daki takipçilerini bile belirleyemiyorsa, hatta takipçilerini gece yarısı polis marifetiyle evinden aldırtıp, bana hakaret ettiler, gerekçesiyle içeri attıramıyorsa, kendisini haksız bulan hakimi, bilmem hangi örgüte mensup diyerek içeri attıramıyorsa, istediği kişiye içinden geldiği gibi rahat rahat hakaret edemiyorsa kim ne yapsın böyle Başkanlığı!..
*****************
Merhametsizlik
Her nedense sanki bazı CHP’lilerin içinde, her fırsatta nüksetmeye hazır, iflah olmaz bir merhametsizlik var. Son yıllarda bunu daha çok Suriyeli mülteciler konusunda görüyoruz.
Nitekim Muharrem İnce, yine dayanamayıp: “Bayramlarda kendi ülkelerine yakınlarını ziyarete gidebilen Suriyelilerin, geri dönüşlerini kabul etmem...” demiş.
İnce, kendi ülkelerinde şiddet ve savaş gibi hayati tehditlerin olduğu insanların, başka ülkelere sığınmalarının, uluslararası hukukun bir gereği olduğunu bilmez mi? Bilir tabii ki...
Peki, İnce, bayramlarda sınırın karşı tarafına geçip on gün orada kalmak ile orada sürekli bir hayat sürdürmenin farklı şeyler olduğunu bilmez mi?
Bilir, bilir ama CHP’nin içindeki gizli Trump’ı zapt etmek kolay mı?!
Üstelik İnce’nin kendisi de bir Balkan göçmeni olduğu halde..!
*********************
Demorilize olanlar nerede imiş?
Bu akşam evraklarımı karıştırırken, Abdullah Gül’e hitaben yazılmış 19.02.2002 tarihli bir mektuba rastladım.
Mektup özetle; Tüzüğün uygulanmasını, parti içi demokrasinin işletilmesini, üye ve delege kayıtlarının tüzüğe uygun yapılmasını talep eden ve bunlar yapılmadığı takdirde, partinin kısa süre sonra bir kişi veya grubun eline geçip Türkiye’deki sıradan partilere dönüşeceği konusundaki uyarılarımdan ibaret.
Ancak iyi hatırlıyorum, o tarihte bu mektubuma cevap alamamış, bunun üzerine telefonla Sayın Gül’e ulaşmaya çalışmıştım.
Telefonuma çıkan Gül’ün danışmanı Ayşe Yılmaz, konuyla ilgileneceğini söylemişti. Ancak hiçbir şey değişmemişti...
Tabi bırakmadım peşini; kalkıp Ankara’ya parti genel merkezine kadar gitmiştim...
İyi hatırlıyorum, Ayşe Yılmaz bana; bizi demoralize ediyorsunuz demişti!..
Anlayacağınız sonuç nafileydi...
Şimdi gelinen noktada, Partiyi de Türkiye’yi de yalnızca tek kişi yönetiyor!
Sayın Gül de dâhil partinin kurucuları ise, hemen hepsi ya partiden kovulmuş veya tamamen etkisizleştirilmiş durumda.
O zaman benim uyarılarımdan dolayı demoralize olan Ayşe Yılmaz ise, FETÖ’ den hapiste!
Umarım Ayşe hanımın da, diğerlerinin de morali şimdi gayet düzgündür!..
**************
Aday belirleme yetkisini veren sistemi eleştirmek gerekir
Anlaşılan bu bir-iki hafta, herkesin adayları kendince eleştirmesiyle geçecek. Ama şayet biri elimize kalem kâğıt verip, iliniz için düşündüğünüz on tane aday ismini yazınız dese, belki de hepimiz günlerce düşündükten sonra günün sonunda listenin başına kendi ismimizi, ardından da eş ve dostlarımızın isimlerini yazmak durumunda kalacağız!
O halde yapmamız gereken şey, parti genel başkanlarının belirledikleri adayları eleştirmek değil, genel başkanlara aday belirleme yetkisini veren sistemi eleştirmek olmalıdır.
Asıl eleştiriyi, bu antidemokratik sisteme ve bu sistemden birinci derecede sorumlu olanlara yapmalıyız.
Niçin bu ülkede parti içi demokrasi işletilmiyor? Demeliyiz...
Niçin genel başkanlar, milletvekili adayları da dâhil partilerin bütün teşkilatlarını belirleme yetkisine sahip? Demeliyiz...
Hani hep deriz ya; sivrisineklerle uğraşmak yerine, asıl bataklığı kurutmak lazım, diye...
*************
İman etmek
Peygamberlerin görevi nedir, diye sorulacak olsa, hepimiz; kuşkusuz gittikleri toplumları imana çağırmaktır, deriz.
Peki, bir peygamber, kendisine iman eden bir halkı bırakıp gider mi?
Kuşkusuz bu soruya verilecek cevap da, kesinlikle hayır olacaktır. Zira bir peygamberin, kendisine iman etmiş olan bir halkı bırakıp gitmesi, bizim bildiğimiz peygamberlik misyonuyla izahı kabil değildir.
O halde aşağıdaki ayeti nasıl anlamamız gerekiyor:
“Ve her seferinde başlarına bir musibet geldiğinde derlerdi ki, Ey Musa, bizim için Rabbine dua et, eğer bu musibeti de bizden uzaklaştırırsa, sana inanacağız ve İsrailoğulları’nın seninle gitmesine izin vereceğiz.” (Araf: 7/134)