Seçmen olarak ilk kez oy kullanma hakkımı 12 eylül 1980 askeri darbesinden sonra Kenan Evren anayasasına hayır diyerek kullandım. Şimdiye kadar birçok seçime tanıklık ettim. Birçok seçimde resmi sandık görevlisi olarak bulundum. İnsan Hakları Derneği adına siyasi partilerden bağımsız olarak birçok seçimi izledim.
Seçim süreçlerinde Siyasi partilerin propaganda çalışmalarını takip ettim. Ancak hiçbir zaman 24 Haziran 2018 tarihinde yani birkaç gün sonra yapılacak seçimle ilgili yaşanan ve muhtemelen yaşanacak dehşet verici bir durumla karşılaştığımı hatırlamıyorum.
Gerek bir bütün olarak seçim güvenliği açısından olsun, gerekse seçim adaleti, seçim eşitliği, seçim Şeffaflığı, seçim çalışması, serbest propaganda hakkı açısından olsun böylesine açıktan her türlü evrensel, ilkesel, etik vicdani değer ve ölçülerden yoksun, ayırımcı, ötekileştirici, hatta düşmanlaştırıcı bir seçim konseptinin dayatıldığına asla tanıklık etmedim.
Şimdiden sonuç ne olursa olsun bu seçim; Türkiye demokrasisi açısından hafızalarda korkunç bir anı olarak yer alacaktır.
Her şeyden önce gerek Cumhurbaşkanı adayları gerekse adayların temsil ettiği siyasi partiler açısından olsun özelikle muhalefet açısından eşit, demokratik ve adil olmayan bir seçim uygulaması durumuyla karşı karşıyayız.
İktidar bloğu tüm devlet ve iletişim olanaklarını sınırsız kullanırken, muhalefete kendi olanakları dâhilinde dahi çalışma yapmaya fırsat bulamamakta, değişik baskı, şiddet ve engellemelerle sistematik müdahaleye maruz kalmaktadır
Aslında dünyanın hiçbir demokrasisinde yaşanmayan bir durumla karşı karşıyayız.
HDP adına Cumhurbaşkanı adayı ceza evinde seçim çalışmalarını yürütürken, sosyal medya ya düştüğü gibi İktidar partisi Cumhurbaşkanı ve cumhurbaşkanı adayı bir seçim toplantısında kendi taraftarlarına HDP üzerinde özel engelleyici çalışma ve yöntemlerin uygulanmasını emir etmekte.
Bu partinin mutlaka yüzde on gibi haksız bir barajın altında bırakılmasını kendilerinin siyasal başarısı için koşul olarak belirtmektedir.
Bu emirlerden hemen sonra Suruç, İzmit, Malatya gibi yerlerde olayların yaşanması özellikle Suruç’ta beş insanın yaşamını kaybetmesi birçok insanın ağır yaralanması seçim tarihimizin unutulmazları arasına şimdiden girdiğini belirmemiz gerekiyor.
Aslında temel mesele yapılacak eşit, adil ve demokratik bir seçimle iktidarın 16 yıldır elinde bulundurduğu ve her türlü nimetine alıştığı iktidarı devir etme ye gönlünün razı olup olmadığı veya toplumun serbest iradesiyle yeni bir iktidarın iş başı yapmasına rıza gösterip göstermeyeceğiyle ilgilidir.
Görünen o ki işleri bu kadar zorlaştıran, toplumu çatışma noktasına taşıyacak kadar geren temel neden iktidarın 16 yıllık iktidarı meşru demokratik bir seçimle devir etmeye hazır ve niyetli olmadığını gösteriyor. Zaten demokrasiyi bir araç olarak gördüğünü açıkça beyan eden bir anlayışın demokrasiyi amaç edinmediğini adil eşit ve demokratik bir seçimi de önemsemediğini bu kadar açıkça teşhir etmesinden daha anlaşılır bir tutum olabilir mi?
Siyasal ortamın bu denli gerilmesinin asıl nedeni her gün ciddi ve kapsamlı olarak yaptırılan kamuoyu araştırmalarından seçimlerin meşru ve demokratik bir biçimde yapılması halinde mevcut siyasal iktidarı mutlu edecek sonuçların çıkmayacağını göstermesi iktidarı gererken ortamı da provoke etmektedir.
Meşru siyasal zemini zayıflatan, çelişki ve çatışmaları köpürten hukuk ve demokrasi dışı eğilimler toplumsal huzur ve barış açısından beklenmedik ağır maliyet ve yıkıcı sonuçları beraberinde getirebilir. Yakın coğrafyamızda yaşanan felaketlerin temelinde demokrasi ve adaletin yoksunluğu olduğunu hepimiz yaşayarak ve izleyerek görüyoruz.
Dolayısıyla dünyada ve çevremizde yaşanan siyasal ve toplumsal yıkımların kurbanı olmamak için bir an önce hukuk ve adaletin esas alındığı, adil eşit ve demokratik bir seçim ortamı için gereken iradenin ortaya konulması olmazsa olmazımız olmalıdır.