Papazı kim buldu? Amerikan Emperyalizmi hem papazı, hem imamı aynı zamanlarda buldu.
Papaz yetmeyince Mekke Şerifi Hüseyin gibi imamları, sürdü.
1800’lerden beri Osmanlı’da misyoner papazlar dolaşıyordu.
Anadolu'daki Amerikan misyonerleri 1891'e kadar 10 kolej kurdular:
İstanbul'da Robert Koleji (1862), Beyrut'ta Amerikan Üniversitesi (1866),
İstanbul'da Amerikan Kız Koleji (1873), Antep'te Merkezi Türkiye Koleji (1876),
Harput'ta Fırat Koleji (1878), Maraş'ta Merkezi Türkiye Kız Koleji (1882),
Merzifon'da Anadolu Koleji (1886), Tarsus'ta Paul Enstitüsü (1888), Talas Amerikan Koleji (1889), İzmir'de Uluslararası Kolej (1891).
Amerikalıların (bugün Elazığ iline bağlı) Harput’a gelişi 1856 yılına dayanıyor. George H. Dunsman adında genç bir misyoner Harput’a gelmiş ve Hristiyanlık yayma işine başlamış. Bir yıl sonra C.H. Wheller adında bir misyoner daha gelir. Kısa zaman sonra ise O. P. Allen ile H. N. Barnum da bunlara katılır.
Amerikan Koleji'nin inşaatına Harput’un Şehroz Mahallesi’nde başlanır. Amerikan Koleji sahası 60 dönümü bulur.
Kolejde Harputlulardan başka, çevre vilayetler olan Bingöl, Arapkir, Kemaliye, Dersim, Erzincan ve Diyarbakır'dan gelen Ermeni ve Süryani öğrenciler yatılı eğitim görüyorlardı.
19 yüzyılın sonlarında Amerika’nın yanı sıra, Fransız, İngiliz, İtalyan, Alman ve Avusturya’nın okulları da vardı ama onların neredeyse tamamı İstanbul ve İzmir’deydi.
Amerika ise ayrılıkçı Ermenilerle işbirliği içinde Anadolu’nun ücra yerlerine misyonerler eliyle okullar kurmuştu. Mesela Merzifon’daki okul, 1892 Ermeni Hınçak ayaklanmasında karargâh olarak kullanılmıştı.
1914 yılında Türk topraklarındaki Amerikan okullarının sayısı 426’a çıkmıştı, 17 misyoner merkezi ile 9 tane de Amerikan hastanesi vardı.
Birinci Dünya Savaşı’na girildiğinde bu okullar kapatıldı.
Atatürk döneminde ise ABD iyi ilişkiler kurmak istedi ve okulların yeniden açılmasını talep etti.
Cumhuriyet devriminin Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati, baskılara göğüs gerdi ve laiklik ilkesi gereği okullara izin vermedi.
Tabii ki Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk ve Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ın da tam desteğiyle bunu yaptı.
1950’de NATO’ya girilince ABD sandıktan bu misyonerlik işini yeniden çıkarttı.
BARIŞ GÖNÜLLÜLERİ
Barış Gönüllüleri önerisi John F. Kennedy’nin Ekim 1960’daki seçim kampanyası sırasında ortaya atıldı. Fikri Kennedy’nin kafasına sokan ise Jerrold Electronics Corporation’ın başkanı, ilk sahip çıkanlar da Boston College’ın öğrencileri oldu. Amaç “çirkin Amerikalı” yerine, az gelişmiş ülkelerde, “en kötü yaşam koşullarında yoksul halkın kaderini paylaşan ve ona yardım elini uzatan idealist Amerikalı” tipini yerleştirmekti.
Genç Amerikalılar yoksul halklara teknik yardım getirecekler, kendileri de dünyayı daha iyi tanıyacaklardı. Dışarıda kurdukları şirketlerde, mahalli dili ve koşulları iyi bilen personel ihtiyacı çeken büyük Amerikan şirketleri de, Barış Ordusu’ndan kendi iş çıkarları için yararlanmayı düşünüyorlardı.
Barış Gönülleri düşüncesinin kökeninde misyonerlik pratiği ve istihbaratçılık vardı.
Bunlara, Amerikan sermayesi için kullanışlı ve faydalı elemanlar bulmak hedefi de eklenmişti.
En ideal yöntem tabii ki yine eğitim alanıydı.
Türkiye’nin de içinde bulunduğu Kuzey Afrika, Orta Doğu ve Güney Asya Ülkelerindeki Barış Gönüllüleri’nin yaklaşık yüzde 32’si eğitim alanında faaliyet gösteriyordu. Bu 11 ülkeye 1962-1969 tarihleri arasında toplam 7441 gönüllü gönderildi. Bu ülkeler arasında, Hindistan’ın kabul ettiği 2450 gönüllüden sonra, en fazla gönüllü kabul eden ülke 1201 kişiyle Türkiye oldu.
39 kişiden oluşan ilk Barış Gönüllüleri kafilesi Eylül 1962 sonlarında ülkemize geldi.
Gönüllülerden 31’i İngilizce öğretmeni, 8’i de Mersin Bölge Müdürlüğü’nde tarım teknisyeni olarak istihdam edildi.
1963 sonlarında 105 kişilik ikinci kafilenin gelmesiyle Türkiye’ye Barış Gönüllüsü akımı hızlandı.
1965 sonrası meşhur (Kıbrıs konusunda) Johnson mektubu ile bozulan Türk ABD ilişkileri, bu gönüllülerin sorgulanmaya başlanmasına yol açtı.
Barış Gönüllüleri’nin gerçekte CIA ajanı oldukları ve misyonerlik faaliyetlerinde bulundukları gazete sütunlarını süslemeye başladı.
1966 yılının Şubat ayında yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısında Gönüllülerin Doğu Anadolu’dan uzaklaştırılması istendi. Çünkü hem Genelkurmay İstihbarat Dairesi, hem de Milli İstihbarat Teşkilatı, Barış Gönüllüleri’nin Doğu Anadolu’da yalnızca İngilizce öğretmenliği yapmadıklarını, etnik yönde (Kürtçülük) bir takım propagandalar yaptıkları istihbaratlarına ulaşmıştı.
1969’da Siyasal Bilgiler Fakültesi Profesörler Kurulu bunları şu ifadelerle tanımlıyordu:
“Barış gönüllüleri, ABD dünya görüşünün, siyaset ve kültürünün yayılmasına hizmet eden, ABD çıkarlarına uygun aydınlar yetiştirmeyi, Gelişen ülkelerin kalkınmasına mani olacak şekilde gelişme ve sanayileşme çabalarını engellemeyi ve ABD’nin yayılmasına ve şiddet eylemlerine hoşgörü ve haklılık kılıfları geliştirmek için kamuoyu yaratmak ve gizli faaliyetlerde bulunmayı amaçlamaktadırlar”
MİSYONERLER BAYRAĞI FETÖ’YE DEVREDİYOR
Bu Barış Gönüllüleri’nin faaliyet gösterdiği dönemde 1966'da MİT müsteşarı olan Fuat Doğu'ydu.
Fetullah Gülen'i ilk keşfeden büyük olasılıkla o dönem Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı olan Yaşar Tunagür aracılığıyla Fuat Doğu'ydu.
İşin CIA ayağında ise hâlâ Gülen'le ilişkisi süren Graham Fuller vardı. 1966'da CIA'nın İstanbul masa şefiydi. Bu kadronun Türkiye'deki esas oğlanı ise 1960-1971 arasında Ankara'da CIA'nın Ortadoğu direktörü olan Ruzi Nazar'dı.
Enver Altaylı da Nazar'ın baba dostu ve oğlu kadar yakınıydı. O da aynı tarihlerde MİT'e girmiş ve 1974'te ayrılmıştı. İkisi de Özbek kökenliydi. Komünizmle mücadelede uzmanlaşan bu iki istihbaratçının ilgi alanları ise Türkî cumhuriyetler ve Türkiye'ydi.
İşte bu dönemde ABD hesabına misyonerlik ve casusluk yapan Amerikalılar yerlerini yavaş yavaş Amerikan “İslamcı”larına devretmeye başladı.
Yöntemleri ise aynıydı, eğitim kurumları yoluyla eleman devşirmek.
RAHİP FREW’DEN PAPAZ BRUNSON’A
İngiliz Ajanı papaz ve misyoner Rahip Frew, Mondros Mütarekesi’nden sonra İstanbul’a geldi ve İngiliz Muhipleri Cemiyeti Başkanı Sait Molla ile temas kurdu.
Atatürk ve Kuvayi Milliye hareketine karşı isyan ve terör eylemlerini örgütledi parasal destekleri yerine ulaştırdı.
Kürt Teali Cemiyeti ile ilişkileri yürüttü.
Vahdettin, Ali Kemal ve Şeyhülislam Sabri Efendi ile iyi ilişkiler içinde bulundu.
Türklerin galibiyeti sonrası İngiltere’ye döndü ve papazlığına devam etti.
Evanjelik Rahip Andrew Craig Brunson da onun takipçisi ve güncelidir.
ABD'nin North Carolina eyaletinde doğan 50 yaşındaki Brunson, 23 yıldır Türkiye'de yaşıyor.
FETÖ ve PKK ile ilişki içinde.
15 Temmuz Darbe girişiminde Graham Fuller ile aynı ekipteler.
Ahip Frew gibi İskoç asıllı olan Fuller Gülen’in “koruyucu babası”dır.
ABD Başkan Yardımcısı Pence de Evanjelik bir Hristiyan yobazı olarak Brunson ile aynı ekiptendir.
Trump da 60 milyonluk Evanjelik İncil Kuşağı “Redneck” Amerikalının oylarıyla iktidara geldiği için bu Brunson’u önemsiyor.
Gerçi asıl dertleri Brunson’dan çok Türkiye’nin Rusya, İran ve Çin ile ilişkileridir.
Ama Türk istihbaratçı uzmanların anlatımına göre “melek yüzlü rahip” Brunson, en az Fuller kadar önemli bir ABD istihbarat kara kutusudur.
İzmir, NATO, Yunanistan, FETÖ ve PKK trafiğini yönettiği iddia edilmektedir.
PKK yöneticileri ve FETÖ Ege İmamı ile yüzlerce kez görüştüğü saptanan bir Evanjelik Papaz’dır.
Evanjelikler ise Amerikan derin devleti Neoconların önemli bir koludur.
Brunson, sapına kadar istihbaratçı, operasyonel bir adamdır.
Tarikat, Siyaset, İstihbarat üçgeninde, Graham Fuller’in adamıdır.
Hüseyin Vodinalı
(3.8.2018)