Yerel seçimlere altı ay gibi bir süre kalırken, seçim kampanyası Cumhurbaşkanı tarafından sert bir formatlamayla açıklandı. Hemen akabinde HDP ye yönelik Diyarbakır merkezli gözaltı ve tutuklama operasyonlarının başlatılmış olması önümüzdeki dönem için demokrasi ve İnsan hakları açısından iç açıcı bir sürecin yaşanamayacağını şimdiden söylemek mümkün.
Cumhurbaşkanını her bakımdan destekleyen koalisyon ortağı MHP liderinin altı büyük il ile birlikte tümden kayyuma devredilmiş bölge belediyelerinin ne pahasına olursa olsun yeniden HDP nin eline geçmemesi, geçmesi durumunda bunun bir plebisit olarak kullanılacağı,
Başkanlık sistemini tartışmaya açacağı bu nedenle bölge halkının iradesinin mutlaka engellenmesi gerekir anlamına gelen açıklamaları demokrasi ve özellikle seçim güvenliği açısından da kaygı verici bir durumun yaşanacağını gösteriyor.
Aslında bu günlere gelinmesinde sadece İktidar bloğunun iki partisini AKP ve MHP yi sorumlu tutmak çok gerçekçi bir değerlendirme olmadığını ifade etmek gerekiyor. Mesele “ devletin bekası” biçiminde zuhur ettirilince CHP, İyi parti ve diğer birçok kanat ve gücün iktidar koalisyonuyla paralelleştiğini, Dokunulmazlık yasasıyla birlikte kritik birçok sınır ötesi operasyon ve savaş kararını imzalamaktan imtina etmediklerinden hatırlıyoruz. Oysa ortada ülkenin güvenliğine yönelik bir tehditten öte iktidarın sürdürülebilirliği ile ilgili bir sıkıntının söz konusu olduğunu, dolayısıyla bu sıkıntının da “Devletin bekası” na tahvil edildiğini bu tahvilin de CHP ve diğer siyasi partiler tarafından alındığını söylemek daha doğru olur.
Bu sürecin ekonomik kriz le örtüşmesi siyasal süreci daha da enfekte edeceğini söylemek abartılı olmaz. İktidarın toplumsal destek sağlamada kullandığı ekonomik taviz olanakları ortadan kalktıkça daha milliyetçi ve güvenlikçi politikaların devreye girdiğini yaşayarak görüyoruz.
Fransız teorisyen ve Yazar Bob jessop benzer durumlarda otoriter iktidarlar iki ulus stratejisini devreye sokarak toplumsal desteği sağlamaya çalışırlar. Üstün ulus’a seçici erişim hakkı karşılığında ikincil ulusun baskılanması veya bastırılması stratejisi göründüğü kadarıyla pratiğe geçirilmiş bulunmaktadır. Yazının başında ifade etmeye çalıştığım yerel seçimlerle ilgili Cumhurbaşkanının sert açıklamaları ve açıklamaların ardında yapılan operasyonlar çift ulus stratejisinin pratikleştirildiğini görmek mümkündür.
Rahip Bronson’n salınmasının yaratığı tepkiler, Suudi gazetecinin İstanbul göbeğinde Suudi konsolosluğunda infazından kaynaklanan diplomatik zafiyet, Suriye iç savaşı, PYD nin pozisyonundan kaynaklanan gerilim bileşkesinde ortaya çıkacak muhtemel siyasal zayıflamanın telafisi için iktidarın önünde güvenlik ve otoriterimden başka bir şey bırakmıyor.
Dolayısıyla önümüzdeki süreç demokrasi, insan hakları, basın, döşünce özgürlüğü, yargı bağımsızlığı, seçme ve seçilme hakkı ve barış talepleri açısından zorlu bir dönem olacağını şimdiden kestirmek mümkündür.