Türkiye’de yargı sisteminin içinde bulunduğu durum ciltler dolusu kitaplarla anlatılmaya çalışılsa Cumhurbaşkanı R.Tayyip Erdoğan’ın AİHM in cezaevinde bulunan Halkların Demokratik Partisi eş genel başkanı Selahattin Demirtaş hakkında verdiği karara gösterdiği tek kelimelik (tanımıyoruz) tepkisi kadar açıklayıcı ve inandırıcı olamazdı.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Halkların Demokratik Partisinin iki yılı aşkın süredir cezaevinde bulunan eski eş genel başkanı Selahattin Demirtaş’ın tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmasına hükmetmesi başta Cumhurbaşkanı olmak üzere hükümet yetkililerini yerel seçimler öncesinde oldukça rahatsız etmişe benziyor.
15 Temmuz 2016 darbesinden sonra muhalif olan herkesin sindirilmesinin bir aracı haline getirilen yargı sisteminin mevcut haliyle bağımsız ve tarafsız olmadığının da teyidi anlamını taşıyan AİHM kararı elbette memnuniyetle karşılanmayacaktı.
Ancak gösterilen tepki ve alınan tutum ne bağımsız yargı açısından ne de ülke çıkarları bakımından pek akılıca bir tutum olmadığı ortadadır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi davayı incelerken hukuk tekniği açısından herhangi bir boşluk bırakmadığı görülüyor. Demirtaş’ın “makul şüpheyle” gözaltına alınıp tutuklandığına zaten ihtiraz etmiyor. Ancak ulusal mahkemelerin tutukluluğun yeterli gerekçeleri olmadan uzun tutulduğuna hükmediyor.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 5. Maddesinde kişilerin gerekli haller dışında özgürlüğünden yoksun bırakılmayacağını kaydediyor. AİHM Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları sözleşmesinin 18. Maddesini ihlal ettiğine karar veriyor.
Bu kararla Türkiye’deki demokrasiyi eleştiriliyor. Tutuklamanın devamıyla demokrasi sorununun ortaya çıktığını, tutukluluğun siyasi olduğunu, yargının bağımsız olmadığını söylüyor. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı tanımayız açıklamasıyla bu kararı pekiştiriyor.
Cumhurbaşkanının kararla ilgili olarak “bizi bağlamaz karşı hamlemizi yapar işi bitiririz” demesi AİHM açısından bir karşılığı olmadığı gibi Türkiye açısından ileriki günlerde siyasi ve ekonomik sorunlar yaratabileceğini hatırlamakta yarar vardır.
Uluslar arası mahkeme kararlarını bir kenara bırakırsak Anayasanın 90. Maddesi başlı başına bu kararın bağlayıcılığını teyit etmektedir. Dolayısıyla sert reddiye namelerle karara karşı meydan okuma yerel seçimler öncesinde tribünlere yönelik olmakla beraber ciddi ekonomik ve siyasal sonuçları da beraberinde getire bilir.
ABD ile yaşanan, Rahip Bronsun kriziyle açığa çıkan ekonomik yıkımın ağır tahribatları tam hızla devam ederken, AİHM kararına karşı hamasetin yaratacağı benzer bir ekonomik krizin bedelini ödemeye alışkın toplumsal bir sosyolojinin hazır olduğuna güveniliyorsa mesele yok demektir bir seçim daha kazanılabilinir.