Sayın Cumhurbaşkanı konuşuyor “ Özgürlüklerin alanını geliştirmeliyiz” diyor ve daha sözün mürekkebi kurumadan üç büyük şehrin seçilmişleri görevden alınıp, yerine Kayyım atanıyor!
Sonra Adalet Bakanı “ Tutuklamak istediğimiz bir durum değildir” diyor ama cezaevleri dolup taşmış durumda! Es kaza kurduğunuz cümlede birinin hoşuna gitmeyen bir sözcük varsa oradan cımbızlanıp savcının masasına konuyor!
Gerisi mi?
Papatya falı gibi; biraz vicdanlı savcıysa bir iki yılla, değilse o sözcükten koca bir örgüt çıkarırlar ki vay halinize, on beş yıla kadar yolunuz var!
Şimdi Bülent Arınç konuşuyor “ Canan Kaftancıoğlu’na verilen cezayı doğru bulmuyorum” diye!
Altı yıl önceki tivitlerden ceza verilmemeli diyor! Sadece Kaftancıoğlu mu?
Bu durumda ben dâhil sayısız insan geçmişteki konuşmalarından dolayı yargılanıyor ve kimi ceza aldı yatıyor!
Peki, bu tehlikeli sözcükler ne?
“ Barış, demokrasi, hak, adalet!”
İşte burdan vuruluyorsunuz! Ağzında bu sözcükler çıkanın Perinçek ve Bahçeli’nin hedef tahtası olduğuna baktığınız da, aslında memleketi AKP değil, bu ikili ve bağlantılarının yönettiğini anlamamak için kör olmak gerekiyor!
Bakın Bülent Arınç’ın değerlendirmesine bile saldıran bunlar ve bu zihniyettir!
Türkiye’yi uçurumun kenarına getirmek için elde ne varsa, arda koymamak gibi bir yeminleri var sanki!
Ama nedense, niçinse hükümet bunu görmüyor. Ya da görmemesi için sebep nedir, anlamak zor?
Özellikle Perinçek ve etrafında kümeleneler, faşizmin tarihini yeniden yazıyorlar. Kirli emellerini kamufle etmek için bilinçli olarak
Milliyetçi ve militarist söylemlerle algı yaratıyorlar!
Bu son derece tehlikeli yapıda kimlerin bir arada olduğuna baktığınızda söze gerek kalmıyor. Dedim ya “ Nedense hükümet bunlara kör, sağır!”
Kısacası şu an Türkiye’yi kim yönetiyor diye kendi kendime sormaktan edemiyorum.
Çünkü vaziyet artık gün ışığı gibi ortada!
Ekonomi!
Savaş çığırtkanlığı!
İşsizlik!
Suriye!
Mülteciler!
Daha neler neler!..
Bunca beladan sıyrılmak için akıl ve mantık gerekiyor.
Tabi aklımızı ve mantığımızı zapt edenlerin elinden alabilirsek!
***************
ALEVİLİK
Tarihin süzgecine baktığınız da kadim bir yaşanmışlığın günümüze kadar gelen, ancak günümüz de özünden koparılan bir yaşam biçimini görürsünüz.
Bu yaşam biçimini Sümerlerden tutun, Luvi’lere kadar her alanda görmek mümkün!
Mezopotamya ve Asya’nın önemli bir bölümün de bu yaşam biçiminin izleri her yerde görülür. Buna Özellikle kuzey Afrika da dâhildir!
Peki, Aleviliğin İslam la alakası nedir?
Arabistan merkezli İslam inancının yayılması hiç bir zaman ikna ve eğitimle olmamıştır!
Tamamen savaş, kan ve kılıçla olmuştur!
Bu kanla İslamlaştırmanın iki mimarı vardır! Biri Hz. Ali, diğeri Hz. Ömer’dir!
Ömer, özellikle Horasan bölgesinde yüz binlerce Kürdü kılıçtan geçirip, Sünni Islama biat ettirmiştir!
Aynısını Hz. Ali’de yapmıştır! Bugünkü Adıyaman sınırlarına kadar kırk binin üzerinde insanı kılıçtan geçirmiş, Aliciliğe biat ettirmiştir!
Ancak Aleviler, sadece Ali’ ci olmuşlardır, hiç bir zaman İslam la ilişkilenmemişlerdir!
Çünkü Aleviler İslam’ın beş şartından hep uzak kalmışlardır! Sadece coğrafi iç içe lik ten olsa gerek, kimi sözlü söylemlerle yetinmişlerdir!
Mesela Yas-ı matem orucu sadece zulme karşı taraf olmakla alakalıdır!
Hz Hüseyin’in Kerbela’da katledilmesi, bir haksızlığa karşı baş kaldırı dır!
Zamanla bu, egemenlerin propaganda malzemesi yapılarak ihalesi de Alevilere verilmiştir!
Günümüz Aleviliği ısrarla sunileştirilmek istenmektedir! “ Alevi İslam inancı” safsatasının altında yatan budur! Bu Hümanist yapıyı yok etmenin temeli bu sinsilikte yatmaktadır!
Bu nedenle günümüz Aleviliğinin içi boşaltıldı!
Ne kadar Alevi değeri varsa tabiri caizse barlara düşürüldü!
Alevilerde ki boşanma oranı korkunç boyutta!
Oysa kadına saygı ve değerden, boşamak düşkünlüktü!
Kısacası Alevilik yok edildi!
Yok, edilerek bir yerlere yamalandı!
Ama aşı tutmamakla kalmadı, ağacı da çürüttü!
****************
Nostalji
İnceden serin bir esinti! Hani teniniz yokluğa susar ya, işte öyle bir şey! Dolunaylı bir gece; hani elinizi uzatsanız değecekmiş gibi! Sonra yıldızlar. Onları hep üşüyormuş gibi bilirdim! Hala da öyle biliyorum. Küçükken toprak damımızda onları seyrederek uykunun en derinine dalardım ve onların başımda beklediğine inanırdım! Kayan yıldızları ölen birine yorardık! Uzun ince bir ışık gökyüzünü çizerek hızla gider ve aniden kaybolurdu!
Bu gece köydeki evimizin balkonunda çocukluğuma yürüdüm! Ateş böceklerini göremedim! Oysa onları gecenin yol arayan kimsesizleri olarak bilirdim!
Sanırım artık çıkmayacaklar, çünkü mevsimi değil!
Gececi cır cır böcekleri hala geveze ve şafak vaktine kadar ötecekler!
Kendini özleten baykuşumuzdan bu gece ses seda yok! En çokta annem özlemişe benziyor ve “ alışmıştık” diyor!
Balkon tavanındaki ampulün etrafına bir ay önce ağ ören örümceğimiz öylece duruyor!
Hayranlıkla izliyorum! Zekice bir planla oraya düşen kelebek ve böcekleri yiyi yor! Ortalık tam bir cinayet arenası!
Güzel üzüm bağlarımız vardı; tadına doyamadığımız üzümleri olurdu! Hepsini söküp kayısı bahçesi yaptılar! Tam buna üzülürken yengem elinde kocaman iki salkım üzümle geldi! İşte o ilk günkü tadı alarak tanelerinden aldım! “ Bir kaç tane kök var ve bu sene iyi tuttular” dedi!
Yengeme rica ettim “ sakın kesmeyin, kalsınlar” dedim!
İnsan doğa ile baş başa kalınca müthiş bir keyif alıyor! Ne bir gürültü, ne motor sesi, ne de maganda narası!
Dahası gecenin yarısında uykunuzu bölen, Belediyenin iş makineleri!
Etrafınız açık ve istediğiniz yıldızı öpecek kadar dudaklarınız yakın!
Dahası Ay!
En çokta sevdiğinizin yüzüne benziyor!
Ne kadar içten!
Ne kadar sade ve ne kadar da samimi!