Kadına şiddetin tartışıldığı bugünlerde şunu bilmeliyiz ki, şiddetin bir sorun çözme yöntemi olmadığını öğrenmediğimiz müddetçe, kadına (aile içi) şiddet sorunu da devam edecektir.
Çünkü yanlış olan yalnızca kadına şiddet uygulamak değil, bizzat şiddet kültürünün kendisidir.
İster kadın, ister çocuk, isterse erkek; kim olursa olsun, insanların kendi aralarında var olan sorunları çözmeleri için şiddet uygulamaya kalkışmaları barbarca bir yöntemdir.
Bir diğer konu ise, birçok şeyde olduğu gibi bu konuda da yine dengeyi kaçıracak kadar aşırı tepkiler koymamızdır.
Mesela normal şartlarda darp konusu TCK’da Uzlaşma konusu iken, eşler arası şiddet uzlaşma dışı bırakılmıştır.
Kanaatimizce aile içi (kadına) şiddet, ısrarla uzlaşma dışı bırakılıp otomatik olarak mahkeme konusu yapılmakla sorunun çözümüne değil, derinleşmesine hizmet edilmektedir.
Hâlbuki asıl uzlaşma konusu yapılması gereken bir konu varsa o da öncelikle aile içi sorunlar olmalıdır.
Nitekim Kuranı Kerim de eşler arasındaki sorunlar hakkında hakem heyetine gidilmesini önermektedir.
Belli ki yasalar, maalesef bu sorunun çözümüne de yine bir başka şiddetle yaklaşıyor...
******************
Sizce bu nasıl bir tesadüf olabilir?
15 Temmuzdan bir yıl önce cemaatçilere yönelik fişlemeler yapılıyor.
Yani TSK, kendi içindeki cemadatçıları (FETÖ) tespit etmeye yönelik listeler oluşturuyor.
Derken, bir yıl sonra 15 Temmuzda hepimizin bildiği üzere, Yurtta Sulh Konseyi adı altında bir cunta darbe yapmaya kalkıyor.
Ancak işin asıl garip tarafı şu: tesadüf bu ya; bir yıl önce hazırlanan fişleme listesi ile bir yıl sonra darbe yapmaya kalkışan cuntanın listesi tıpa tıp aynı isimler!
O kadar aynı ki, fişleme listesindeki yazım hataları bile Yurtta Sulh Cuntasını oluşturan listeyle aynı.
Hatta fişleme listesinin hazırlandığı tarihte listede bulunup da bilahare terfi eden bazı şahısların, mesela teğmen iken yüzbaşı olmuş olan şahısların rütbeleri bile değiştirilmemiş.
Yani anlayacağınız; bir yıl önceki fişleme listesinde bulunan isimlerin aynısı bir yıl sonra darbe yapanlar tarafından Yurtta Sulh Konseyi oluvermiş..!!
Bunu nasıl yorumlamak lazım, bilmiyorum.
Bütün bu bilgiler nerede var diye merak edenler için belirtmiş olayım: tabii ki mahkeme dosyalarında.
Küçük bir not: her şeye rağmen bu bilgileri edindiğim sosyal medya hesapları yalan söylemiyorsa tabi.
Neyse ki, referans gösterilen kaynak herkese açık.
******************
İslam’ın bir devlet talebi var mıdır?
İslam, bir siyasal rejim mi? Veya bu anlamda tam bir hukuk düzeni midir?
Bu soruların yeterince düşünülüp tartışıldığını sanmıyorum.
Mesela tarihte veya bugün var olan devletlerden herhangi birini İslam devleti olarak kabul etmek mümkün mü?
Şayet mümkün değilse, o halde tam bir İslam devleti nasıl bir şey olmalıdır?
İsterseniz örnek olsun diye Osmanlı’nın hukuk sistemini hatırlamaya çalışalım:
Bilindiği üzere Osmanlı’da Şer’i ve Örfi olmak üzere ikili bir hukuk sistemi vardı. Örfi hukuk; hükümdarın kendi iradesine dayanarak Şeriat dışı alanda yasa koyma yetkisi anlamında, şer’i hukukun yanında bir diğer hukuk vazetmesiyle ortaya çıkmıştı.
Bugünkü anlamıyla, geniş ölçüde kamu hukuku kapsamında yer alabilecek konularda padişah “kanunname”, “emirname”, “yasakname” gibi adlar altında yasama faaliyetinde bulunuyor; böylece örfi hukuk oluşuyordu...
Tabi ki Cumhuriyet dönemi ise çok daha başka bir hikaye. Cumhuriyet Devrimi ile Osmanlıdaki bu durum yerini iktibas yoluyla Avrupa’dan hukuk ithaline bıraktı. Bunun ilk örneği ise, 1926 yılında İsviçre’den iktibas edilen Medeni Kanunudur.
Peki, şimdi bunların hangisi İslami? Birincisi mi yoksa ikincisi mi, yoksa her ikisi mi?
Hangisi?
Ve buna benzer birçok soru…