Hafta sonunu zar zor getirmişsiniz ve pazar akşamı oturup bir şeylerle uğraşıyorsunuz; yarın Pazartesi ve haftanın ilk günü; içiniz de haftaya umutla başlamak gibi bir arzu var ve siz tam buna odaklanmışken şanssızlığımızın iki figürü televizyon kanalların da ve siz onları izlerken kanınız donuyor!
Yok, arkadaşım, ben artık inandım ve bu ülkeye“ güzel günler gelecek” diye bir ömürdür yırtındığım sloganımın ne kadar anlamsız, ne kadar gereksiz olduğunu anladım ama vakit geç!
Dün Doğum günümdü ve döndüm baktım ki yaş altmış! On yıllık çocukluğumu saymazsak, elli yılda hiç bir günün güzel tarafına denk gelmemişim! Diyelim ki benim günüm iyi olmuş ama komşumun, çevrenin olmamış! Ne fark eder herkes iyi olmadığı sürece sizin iyi olmanız?
Şair diyor ya “ Gülmek, bir halk gülüyorsa gülmektir...”diye.
Gülmüyoruz!
Gülemiyoruz!
Güldürmüyorlar!
Dahası biz gülmeyelim diye ne kadar psikolojik deney varsa boynumuzda pişiriyorlar!
Tarihi ve konumu bu kadar güzel olan bir ülkede çirkinleşmek için elimizden geleni yapıyoruz!
Yani bu güzel ülkede o kadar çirkin kalıyoruz ki artık dönüp aynadaki yüzümüze bakmaya bile cesaretimiz yok!
Çünkü baksak, yüzümüzün melanetini görüp belki bir avuç su atıp en azından kaba kirden arınacağız ama yok! Çünkü aynaya bakmamak gibi bir korkumuz var ve bu biz de bir fobi haline gelmiş!
Artık duruş ve ilke gibi kavramlar yerini rezalet boyutundaki omurgasızlığa bırakmış!
Gammaz ve ihbar kültürü öyle hale geldi ki, artık bunu yapmayanlar insandan sayılmıyor ve bu yapmadıkları “ Vatan hainliği” ile eş değer hale getirilmiş durumda! En küçük ev gürültüsünde bile komşunuz hemen telefona sarılıyor!
Parkta oturan iki gencin yan yana oluşu, ahlaksızlık olarak niteleniyor ve “ Alo polis!”
Hele yabancı birinin adres bakarkenki acemi halleri?
Kesin teröristtir; “ Alo...”
İşte bu hale getirildik! Bu güzel ülkede biz nere de nasıl iyi olacağız?
Hadi söyleyin bakalım?
***************
HEP SÖYLERİM
Dünyanın geldiği son noktaya bakıldığın da insanlığın her an yer yüzünde silinmemesi için hiç bir neden yok!
Çünkü şu an dünyayı kimlerin ve hangi zihniyetlerin yönettiği ortada! Bu yönetenlerin hepsinin akıllı olmasına gerek yok; bu iş için bir deli yetiyor ve o delilerden epeyce var!
Çünkü insanlığı ve dünyayı defalarca yok edecek bir nükleer tabutun içindeyiz!
Bir delinin pimi çekmesi yeter de, artar!
Son Amerika, İran sevişmesinde Amerika nın biraz sert davranmasına karşılık İran’ın canı yanınca, tüm İran ağlama duvarına dönmüş ve bu sertliğe biraz baş kaldırmak istemiştir!
Boş Amerika üslerine attığı füzelerden kimi yere hiç İnmemiş ve hala nereye gittikleri bilinmezken, bir kaç tane de ayıp olmasın diye üslerin yanına düşerek sadece toprağı bir kaç metre eşelemiştir! Zaten Trump çıkıp “ hiç zararımız yok” diyerek işe dalga koymuştur!
Tabi molla rejimi bunu öyle işlemiştir ki zavallı İran halkı kendisini bir an da dünyanın süper gücü sanmıştır!
O hengâmede bir de sivil uçak düşürdüler!
İki yüze yakın sivil insanın kanına girdikleri bu acemilik birden havalarını söndürdü! Öyle ya, bir elin parmağı kadar füze atacaksın, biri gidip sivil uçağa isabet edecek!
İşte bir Molla rezaleti! Bu akılla da tüm Ortadoğu’yu karıştırmaya çalışıyorlar! Bırakın o işi Amerika ağız tadıyla yapsın! Maydanoz olursan olacağı budur! Senin generalini nokta atışıyla vururken, sen eli ayağı karışmış, nereyi vuracağını bilmiyorsun! Gidip kocaman bir yolcu uçağını vuruyorsun! Yani füzeler bile elinizde nereye gideceğini bilmiyor!
İşte bunların elinde nükleer silah olduğunu düşünün, Vallahi hepsi gelip tepemize düşer!
Çünkü kendi içlerinde ne kadar kafası çalışan varsa hepsini şeytan diyerek asıp kesen bir Molla rejiminden bahis ediyoruz!
Bakın biz hiç bu tür durumlara karışıyor muyuz?
Bizim Başkan çıkıp asıl meseleye parmak bastı ve gençlere bastı fırçayı “ Niye evlenmiyorsunuz?” diye!
Hele yaşı otuzu geçenler! Yani direkt çıkıp da “ evde kalmışlar!”demedi ama asıl söylenen buydu!
Üstelik çoğalmamız gerektiğini söylüyor! Bu iş için beş milyon Suriyeli ithal ettik ve Allah var onlar hakkını veriyor!
Yanda bir komşumuz var geldiklerin de toplam dört kişiydiler, şimdi on iki olmuşlar ve evleri karınca yuvası gibi bıngıl, bıngıl çocuk kaynıyor!
Şimdi diyelim ki Başkanın çağrısına uyan gençler evlendi! Elde ki avuçtaki düğüne gitti!
E, iş güçte yok!
Yani stres bin beş yüz! Bu şartlar da kimin aklına gelecek çocuk yapmak?
Tıpkı bizim Hasan dayı gibi!
Çok tembel adamdı! Yığıldığı yer de kalkmazdı! Kaşığı ağzına götürmeye erinecek kadar ağırdı!
Yaz günü damda yatarken eşine takılıyor “ kız niye bize bir bebek yapmıyorsun?” diye.
Kadın “ yürü git, ne zaman yaptın ki bebek getireyim?” der!
Hasan dayı gayet sakince “ vay nankör, geçen sene dere de yapmamış mıydım?” diye yanıt verir! Tabi bu konuşmayı bizim muzır Hasanı Mısto dinliyor ve başını kaldırıp “ yav Hasan dayı böyle sık sık yaparsan o kadar çocuğu kim besleyecek?” der!
Şimdi gençler evlenir, evlenmesine de, korkum o streste işi çocuk yapmaya bozarlarsa, bu doğacakları kim besleyecek?
Hani buğday ve patatesi dahi dışarıdan ithal ediyorken!