Türkiye’de siyasal süreç her geçen gün daha kaotik, daha gergin bir ortama doğru sürüklenmekte, bir sonraki gün bir önceki günü adeta aratır hale gelmektedir. Geniş yelpazede yaşanan sorunlar yumağı çözümsüz kaldıkça, iktidar yetkilileri çözüm ve çare yerine daha sert bir dili esas alarak yola devam etmeyi tercih ediyorlar.
Kuşkusuz bu tercih ile bir yandan iktidar çeperindeki toplamsal kesimlerin pekiştirilmesi amaçlanırken, diğer yandan toplumsal muhalefetin sindirilmesi hedeflenmektedir.
Bu güne kadar oylarıyla iktidarı desteklemesine rağmen arzu ettiği beklentiyi elde edememiş veya mevcut iktidarın kuruluş felsefesiyle uyumsuz bulduğu tutum ve ısrarlar nedeniyle rahatsızlığını gizleyemeyen bir AKP tabanından söz etmek artık mümkündür.
İktidarın devamlılığı açısından önemli sayılabilecek bu kesimin yaşadığı hayal kırıklığı nedeniyle uzaklaşmaya başlamış olması, bu uzaklaşmanın Davutoğlu’ nun kurduğu, Babacan’ın kuracağı partide cisimleşmesi, İktidar kurmaylarını daha da tedirgin hale getirmektedir. İçerde işlerin zora girmesi, dış politikaya yönelik tutuma da yansımaktadır..
Cumhurbaşkanı “Şehitler tepesi boş kalmayacak” biçimindeki ifadesiyle Türkiye’nin önüne yol haritasını koymakla beraber Suriye ve Libya’da açılan cephelerin iktidarın bekası açısından bu günden yarına kendi iradeleriyle kapatılmayacağını da göstermektedir.
Halkın yoksul kesimini canından bezdiren ekonomik krizin her geçen gün kalıcılaşması, işsizliğin yoğunlaşması, üst üste gelen deprem felaketinin yol açtığı yıkım ve kayıpların arzu edilen oranda giderilememesi, Kızılay gibi kurum isimlerinin vergi kaçakçılığında araçsallaştırılması, yolsuzlukla anılması iktidarın toplum nezdinde ki itibarını sarsmaktadır.
Dolayısıyla Sosyal, Siyasal, ekonomik, hukuksal, demokratik, nereden bakılırsa bakılsın her açıdan ciddi bir tıkanma ve kuralsızlık yaşanmaktadır. Çatışma ve savaş madunda bir strateji tercihi toplumu ciddi bir karamsarlığa sürüklemektedir.
İçerde ve dışarıda İzlenen ekonomik ve politik çizginin yıkıcı ve sarsıcı sonuçları temel insan hakkı olan yaşam hakkının ortadan kalkmasına yol açmakta, insanlar acı çekmektedir. Bir yandan ekonomik sıkıntılar nedeniyle yaşanan intiharlar, diğer yandan savaş ve çatışma bölgelerinden gelen şehit haberleri toplumu sarsmaktadır.
Geleceğe dair umut vaat etmeyen bu olumsuzluklar yumağında, şaşkınlıkla debelenen halkın imdadına kendiliğinden bir kurtarıcının gelmesi beklenmemelidir.
Buna göre ya herkes kaderine razı olacak ya da mevcut kaderini yaşanabilir bir kader haline dönüştürmek için insani bir çaba içerisine girecektir.
Bu çaba gerilimden uzak daha akılcı daha bütüncül, daha vicdani herkesi kucaklayabilecek, ayrıştırıcı ve düşmanlaştırıcı olmaktan uzak ülkeyi bu günlere sürükleyen tekçi milliyetçi hamasetten uzaklaştıracak, geleneksel ezberleri bozacak yeni bir toplumsal sözleşmeye, yeni bir akla ve mücadeleye ihtiyaç vardır.