Diyanet İşleri Başkanı “ bilmem bin kaç kurban kesecekmiş!”
Ne yapsaydı?
Adamın görevi bu! Gidip bilim insanlarının işine karışacak hali yoktu ya!
Hem kurban kesmeyi o emir buyurmadı ki!
Oğlunu kesmesin diye gökten ona koç gönderildi ve biz bu sebepledir ki koç, koyun, dana, deve ne varsa boğazlayıp kanını akıtıyoruz!
Sonra da etlerini afiyetle yiyiyoruz ama hep merak etmişimdir “ madem koç geldi, diğerlerinin günahı ne” diye?
Hata biz bu hayvanları kesip yerken, acaba bu hayvanlar Hz. İbrahime nasıl bakıyor diye bir ara takıntı bile yapmıştım!
Yine diyorum, Diyanet Başkanının suçu yok!
Biz kanla büyümüş, kanla yoğrulmuş bir milletiz!
Ta ilkokul sıralarında bize bayrağımızın kırmızısını şehit kanı olarak ezberletmediler mi?
Üstelik ay kana vurunca daha güzel parlar diye.
Erkekliğe ilk adım diye çükün ucunu neden kesip kanattığımızı siz sadece bir dini zorunluluk mu sandınız?
İşte öyle sandığınız için sonrası eril zihniyetin elinde bir silahtır ve kanattıkça kanatır!
Bu ülkede birçok insanın soyadı ya kanla başlar, ya da kanla biter!
Kısacası “ kan” bir nevi semboldür bize!
Siyasetimizde en etkili sonucu kan üzerinden geliştirdiğimiz politikalarla alırız!
Üstelik kanı ve şiddeti, hata öldürmeyi red ettiğine inandığımız bir dinin mensupları olarak neden bu kadar kan merakı?
İstetseniz sorunun yanıtını da vereyim!
Birincisi hiç bir din öldürmeyi red etmediği gibi varlığını da öldürmek üzerinden bina etmiştir!
Buna pireleneler, dönüp tarih sayfalarına baksınlar!
İkincisi akıl ve mantığın olmadığı yerde şiddet vardır ve bu şiddetin karşılığı da kandır!
Mantıksızlıkta beyin hücreleri ölüdür ve sadece kaslar çalışır!
Dünya uzayın keşfindeyken, biz bilmem hangi atamızın kaç kiloluk gülleyi savurduğuyla övünüyoruz!
Onlar keşfe çıksın ve bir gün bizi buralarda bırakıp gitsinler!
Bize bunların hiç biri lazım değil!
Daha iyi bilenmiş ve bir vuruşta kelle uçuran bıçaklar lazım!
Kes, Sayın Diyanet İşleri Başkanım!
Binlerce koyun sana feda olsun!
Biliyorum, o etleri de fakir fukara yer!
********************
BASIN
Önemini ilke ve ahlakından alır! Adeta bağımsız yargı gibidir ve toplumun kulağı nefesidir.
Ama..!
Tarafsızlık ve ilkelerinden vazgeçmişse orada öyle bir koku çıkar ki dayanabilene aşk olsun!
Her zaman söylerim ve zaten hepimizin bildiği şeydir!
Cumhuriyet kurulurken kendine ait normlarla kuruldu ve bu normlar hala dokunulmaz olarak karşımızda duruyor!
Hal böyle olunca bir ülkede özgür ve bağımsız basından dem vurmak, sadece korkularına kılıf çekmektir!
O nedenle Cumhuriyet tarihi boyunca bu ülke basını siyasi iktidarların yalakacılığından öte bir adım atmamıştır!
Zaten az buçuk aykırı olanların ve toplum gerçeği içinde olmaya çalışanların her zaman sonu belliydi ve öyle de devam ediyor!
Bu ülkede iktidara gelenlerin ilk işi basını yanına almak ve onlar üzerinden kendi gerçek dışılıklarını topluma yutturmak gibi bir alışkanlıkları olmuştur!
Algılarına sınır çekilen bu toplum basının bu kirliliği üzerinden her zaman galeyana gelmiş ve inkârların en büyük savunucusu olmuştur!
“Köşe yazarı” diye kimi gazetelere ve basına adeta görevli gibi atananların fikir ve halleri meydanda!
Sözde makale ve fikir yazıyorlar!
Kendilerine ait fikirleri olmadığı için sadece günlük dedikodu ve sıradan yalaka metinlerden öteye bir şey üretmiyorlar!
Zaten üretemezler de, çünkü öyle bir kapasite yok!
Aklın bedeni tamamlamadığı yerde ortaya bir gariplik çıkıyor!
Sonra bakıyorsunuz ki karşınızda bir et yığını ve her tarafı oynuyor!
Kafayı zorlayınca oradan bir şey çıkaramıyor ve oturduğu yerde hemen kıç oynatıyor!
Nitekim bu oynatmalardan dolayı gövde artık laçkalaştı!
Nerdeyse cumhuriyetle yaşıt kimi gazeteler artık çıkamayacakmış!
Bunun tek açıklaması, güvenirliliğini yitirmektir!
Artık “ sosyal medya, yani internet gazeteciliği yapacaklarmış!”
Tıpkı benim gibi!
Yanlışlıkla yirmi otuz beğeni alırlar artık!