Türkiye Cumhuriyeti laik bir devlettir.
Anayasa’sının değiştirilemez maddesi içine bu kavram özellikle yerleştirilmiştir.
Amaç; sosyal ve hukuk devleti olabilmenin yanı sıra, ülkede demokrasinin tüm kurum ve kurallarıyla işlemesini sağlamaktır.
Şurası bilinmeli ki; laiklik olmadan devlet yönetimi demokratikleşemez!
İnsanların inanç ve ibadetleri güvence altına alınamaz!
Düşünce ve ifade özgürlüğü sağlanamaz!
Aynı haklara sahip eşit yurttaş olunamaz!
***
Din sömürüsüne dayalı, inanç siyaseti yapanlar laiklikten hiç hoşlanmazlar.
Laikliği dinsizlikle eş değer tutarak, insanın en önemli değeri olan inancını kullanırlar!
Modern dünyanın kabul ettiği, insanın yaşam hakkı, özgürlüğü, eşitliği ve sosyal güvenliğinin teminatı olan evrensel hukuk, ancak laik devletlerde gerçekleşebilir…
Bu nedenle adaletsiz yönetimler laikliğin günah olduğunu yayarlar!
Böylece, asıl günah olan devleti soymanın, yandaşı doyurmanın, emeği sömürmenin ve ülkeyi egemen güçlere peşkeş çekmenin yani yolsuzluk ve hırsızlıkların üzerini örtmeye çalışırlar.
Laikliğin olmadığı ülkede siyasal iktidar, dini ve inanç ritüellerini kullanarak keyfiliği ve pervasızlığı öne çıkaran bir yönetim sergiler.
Yurttaş bundan hoşlanmaz, o zaman sahte din adamları hak arayanları günahkâr ilan ederek korkutmaya çalışır!
***
Son zamanlarda ülkemizde görülen vahim tablo budur!
***
Bir salgın tehlikesi yaşıyoruz. Alınan önlemler ve uygulanan tedbirler sonucunda yaklaşık 3 ayda 2,8 milyon insan işsiz kaldı.
Ölüm korkusu açlığı unutturdu…
Üretim durdu. Tarım sektörü can çekişiyor.
Yaklaşık 8 milyon 65 yaşın üzerindeki eğitimli ve aktif insan eve hapsedildi…
***
2 gün öncesine kadar karantinada tutulan ülke, şimdi normalleşiyor denilerek yeterince alt yapısı oluşturulmadan insanlar sokaklara bırakıldı!
Ve denildi ki; “Kimse mağdur değil. Devlet yardımı çarpanlarıyla 600 milyar TL’ye ulaştı. Esnaf, yurttaş ve iş adamı memnun! Krediler alındı. Borçlar ertelendi. Elektrik, su, gaz parası faizsiz ötelendi”
Yani yaşamları yok edecek virüs değil, söylenen bu yalanlar olacak!
***
“Bak seni nasıl öldürmedik. Aynı zamanda geleceğini de garantiledik” diyen bezirgân yöneticiye, cebinde parası olmayan, karnı doymayan, işini kaybetmiş, geleceği karanlıktaki yurttaş dehşetle bakıyor!
Bu yöneticilerin dinini ve inancını kullanarak, “şükret” demesini de artık sineye çekmiyor!
Yani yalanla yaşamak istemiyor!
***
Hele; Son 17 yılda AKP iktidarının, kendinden önceki tüm dönemlerin 3.5 katı olan 2 trilyon 346 milyar doları nereye harcandığının hesabını bilmek istiyor!
***
Yurttaş söylenenleri, yapılanları ve harcananları irdelemeye başlayınca malum din adamları hemen devreye sokuluyor!
Örneğin; Mardin Artuklu Üniversitesi eski Rektörü Prof. Ahmet Ağırakça diyor ki; “Demokrasi isteyen kâfirdir!”
Devamla; “Erkeğin isteğini yerine getirmeyen kadın Allah’a isyan etmiş sayılır.”
Dahası; Diyanet Işleri Başkanlığı Din Işleri Yüksek Kurulu Üyesi Prof. Dr. Ahmet Yaman’ın kitabında; erkek ve kadınların dans etmesi, el ele halay çekmesi, horon tepmesi ya da benzeri müşterek eğlenceleri, İslam’ın benimsemediği kılık ve kıyafetlerle arz-ı endam etmesi İslam’a aykırıdır!” gibi ülkemizin kültürüne ve çağdaşlığa aykırı sözler ediliyor!
***
Asıl, laik demokratik Cumhuriyet için yaklaşan en büyük tehlikenin Diyanet Başkanlığı’nın bir Şeyhülislam edasıyla ülke yönetimi ve yaşam biçimini doğrudan etkilemeye çalışmasıdır!
Hangi hakla ve yetkiyle, İslam dininde kul ile Allah’ın arasına girmektedir!
Erkek ve kadın eşitliğine söz söylemektedir!
***
Son Cuma hutbesinde, İslam’a aykırı olduğu gerekçesiyle “İstanbul Sözleşmesi’ne” yani “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi için” yapılan Avrupa Konseyi sözleşmeye karşı çıkmıştır.
Oysa bu sözleşemeye ilk imzayı atan AKP iktidarıdır.
Pervasızca söylenen sözlerle anayasaya aykırı olarak, dinin doğrudan ülke siyasetine, yönetimine ve yaşam biçimine karıştırılmasıdır…
***
Soruyorum; laiklik ilkesi yok edilmesine dur diyecek ve tüm bu yalanların hesabını soracak bir mercii var mıdır? Böyle giderse laikliği yok eden Diyanet Başkanlığı kaldırılmalıdır.