Türkiye sürekli, dertlerin üstüne eklenen başka bir dertle uğraşıyor. Covid-19 kıskacından tam kurtulduk denildiği sırada, 48 gün sonra açılan TBMM’nin yaptığı ilk iş halkın seçtiği 3 milletvekilinin vekilliği düşürmek oldu.
AKP’nin yeni bir misyonla oluşturduğu silahlı güç olan bekçilere verdiği yetkilerin toplum tarafından” tedirginliği” yaşanırken, aniden ve hiçbir açıklama yapılmadan CHP’li Enis Berberoğlu ile HDP’li Leyla Güven ve Musa Farisoğulları’nın milletvekilliklerinin düşürülmesi toplumda şok yarattı!
***
Hoş ülke olarak, gazetecilerin sabaha karşı gözaltına alınmasına, siyasilerin cezaevlerine atılmasına alışkınız. Ama yine de seçilmiş 3 kişinin vekilliğini düşürmek toplumun içini acıttı!
***
CHP’li dostum Enis Berberoğlu’nun Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı başvuru biliniyor. Bu başvuru sonuçlanmadan işlem başlatmak halkın oylarını gasp etmekten başka bir şey değil! Ayrıca Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın 26 Kasım 2018 tarihli yazıyla Berberoğlu’nun vekilliğinin düşürülme isteğini meclis teamüllerine uygun olmadığı gerekçesiyle Binali Yıldırım işleme koymazken, 4 Haziran’da birden gündeme getirilmesi manidardır!
***
Meclis Başkanı Mustafa Şentop; bu durumu iddia edildiği gibi “AKP Genel Başkanı’nın toplumda infial yaratmak ve böylece halkı sokağa dökmek amacıyla verdiği bir talimat değil, gecikmeyi Covid-19 ve infaz yasası tartışmalarına bağlamaktadır!
***
Oysa 1 Haziran’da Sözcü’den Saygı Öztürk’e demeç veren Kemal Kılıçdaroğlu, “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın CHP’yi sokağa dökerek bir olağanüstü hâlin kumpasını hazırladığını iddia etmiş, bu oyuna gelmeyeceğiz” demişti.
***
Kılıçdaroğlu’nun Öztürk’e verdiği beyanattan 3 gün sonra kimsenin bilmediği bu adımın atılması dikkat çekicidir! Kılıçdaroğlu’nun bu yorumunu uzağı görmek mi? Yoksa iyi duyum almak mı? Olarak değerlendirmeliyiz!
***
Bu noktaya gelişin nedeni belli. Nisan 2016’da “hodri meydan” iddiasıyla başlayan ve milletvekilleri dokunulmazlıkların anayasa maddesiyle kaldırılmasıdır! Yapılacak işlemin ‘Anayasa’ya aykırı’ olduğunu bilmesine karşın Kılıçdaroğlu’nun CHP olarak “Evet” diyeceğiz sözleri, parlamenter sistemin sonunu başlatan tarihi bir kırılma noktası olmuştur!
***
O gün parlamenter demokrasiye inanan 110 CHP’li milletvekili bu değişikliğe hayır demişti! Ancak tüm uyarılara rağmen yönetimin baskısıyla yirmiyi aşkın CHP’li” evet “diyerek, dokunulmazlıkları kaldıran anayasal değişikliğin referandumsuz kabulüne neden oldu! Bu davranış; Laik demokrasi ve hukukun üstünlüğü kavgası veren gerçek bir sol partiye yakışmamıştır! Geriye doğru bakılırsa; CHP yönetimi tıpkı Ekmelettin İhsanoğlu vakası gibi Türkiye’nin bugünlere gelişinin önünü açan büyük bir hata yapmıştır.
Hatırlanırsa; o süreçte benim de dâhil olduğum 30’a yakın CHP’li milletvekili değiştirilen yasanın anayasaya aykırılığının tespiti için Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkını kullanmak istedi.
Amaç CHP’yi bu ayıptan kurtarmaktı! Hukuk devletine inanların anayasaya aykırı bir işlemi içine sindirmeleri mümkün olamazdı! O gün CHP yönetimi bu ilkesel adımı;” İmza verenler sizleri kulağınızdan tutar partiden atarız!” sözleriyle engelledi! Oysa Anayasa’ya göre, AYM’ ye partiler değil ancak milletvekilleri başvurabilir! Hatta partiler bu konuda grup kararı dahi alamazlar!
***
Gelişen gündem Alman filozof Hannah ARENDT’ın düşüncesini hatırlattı.
Arendt diyor ki; Totaliter örgütlerde herkes, şefin yalan söylediğini bilir.
Ama şef kaybederse hepsi kaybedeceğinden susarlar. İlke, şefin yanılmazlığı değil yenilmezliğidir; buna olan inanç biterse totalitarizmin hayal dünyası bir anda çöker. Ve gerçekler kazanır! Kötü olan şudur; Sürekli yalan söylendiği bilindiğinden ve hiçbir şeye inanılmadığından o toplumda hiçbir fikir üretilemez! Böyle bir toplumun düşünme, yargılama ve eylem yetisini yoktur. Ahlakı bozuktur. Şef’e inandığı için onun suç ortağı olmuştur! Şef’in söylediği yalanın tam tersini söylediğinde ise bu şef ‘ne büyük deha’ diye onu yine alkışlar!
***
Hannah Arendt sanki Türkiye’nin bugünkü acı durumunu yıllar öncesinden görmüş! Ama biz hâlâ göremiyoruz! İşte buna içim yanıyor!