İnsanlığa büyük acılar yaşatan 1. Ve 2. Dünya savaşlarından sonra bu acıların tekrardan yaşanmaması için Birleşmiş Miletler tarafından 1948 yılında yürürlüğe konulan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin üzerinden tam yetmiş iki yıl geçti.
Bu süre içerisinde İnsanlığa büyük acılar yaşatan büyük çaplı genel savaşlar yaşanmamasına karşın, İnsanlık büyük acılar yaşamaktan, büyük bedeller ödemekten kurtulamadı.
Gerçekleşen bölgesel savaşlar, iç çatışmalar, otoriter rejimlerin toplumlar üzerinde uyguladığı acımazsız güvenlikçi politikalar, etnik, ayrımcı, soykırımcı pratikler, küresel kapitalist sistemin çevre, insan, emek, habitat üzerinde yarattığı yıkıcı etkiler hız kesmeden devam etti.
Dünyada büyük kabul gören 30 maddelik İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi insanlık için daha barışçıl bir dünya ve insanlık değerleri açısından yeni bir umut ve yaşam kapısını aralarken, yetmiş yıl sonra bu umudu ve özlemi karartan gelişmelerin yeniden yaşanıyor olmasının kahredici yıkıcılığı hepimizi sarsmaktadır.
Özellikle orta doğuda küresel güçlerin de katkısıyla yaşanan şiddet ve çatışmalar ekseninde ortaya çıkan vahşet tabloları adil ve özgür bir yaşam özlemini bir yüz yıl daha gerilere atma tehdidiyle yüz yüze bırakmaktadır hepimizi.
Suriye özelinde yaşanan iç savaş yüz binlerce insanın yok yere katledilmesi, milyonlarca insanın mültecileşmesi, güç yollarında binlerce insanın Akdeniz sularına gömülmesi ayıpları karşısında dünya devletlerinin umursamaz ve zalim tutumu insanlığın esenliğe kavuşması umudunu erteleyeceğini göstermektedir.
Ne yazık ki ülkemizde de durum pek farklı değildir. Demokrasi, hukuk adalet, barış, özgürlük ve insan hakları açısından ciddi sorunlarla karşı karşıyayız. Ülkede sorunlu da olsa var olan demokrasi yerine her geçen gün daha otoriter baskıcı evrensel hukuk ve adalet normlarından uzaklaşan bir yeni rejim ihdasıyla karşı karşıyayız.
Toplumun yarısını ötekileştirmeye yeminli, muhalefetin hiçbir biçimini kabul etmeyen muhalif olan herkesi terör ize ederek yargı kıskacına alan demokratik işleyişe dair hiçbir kırıntı bırakmayan, yargı bağımsızlığı, kuvvetler ayrılığı, seçim adaleti ve güvenliğinin olmadığı dolayısıyla seçme ve seçilme hakkının ortadan kaldırıldığı bir yönetim biçimine doğru evirilmekteyiz.
Tek kişi kültüne dayalı, mevcut anti demokratik sistem ve otoriter rejimim uzun vadeli stratejik bir tercih olduğu yönündeki işaretler her geçe n gün daha da netleşmektedir.
Düşünce ve ifade özgürlüğü önündeki engeller, cezaevlerindeki gazeteci sayısı, her geçen gün artan tutuklu siyasetçi sayısı, Cezaevlerinin dolup taşması, 2023 yılına kadar açılması planlanan 240 ı aşkın yeni ceza evi inşaatı, iç politikada gerilim, çatışma, dış politikada savaş şiddet konsepti, İnsan hakları savunucularına kadar yönelen göz altı ve tutuklamalar, kamu çalışanlarını açlıkla terbiye eden KHK uygulamaları, İhraç ve güvenlik soruşturması adı altında çalışma haklarının ortadan kaldırılması, Kürt sorunu ile ilgili güvenlik esaslı çözümsüzlük kısırdöngüsü, Ceza evlerinde yaşanan ciddi insan hakları ihlali, hasta mahpuslar sorunu, çalışma yaşamında ortaya çıkan yıkıcı hak ihlalleri, örgütlenme, sendika ve grev hakkının neredeyse tamamen fiilen ortadan kaldırılması, her gün ortalama beş insanın ölümüne yol açan iş cinayetleri, Kadın ve çocuğa yönelik şiddet, en son yaşam tarzı ve renklerin yasaklanmasına kadar varan fiili uygulamalar, derinleşen ekonomik krizin yol açtığı yıkımın bütün yükünü çeken çalışanların işlerini kaybederek yoksullaşması yeni başkanlık sisteminin mevcut sonuçları olarak çaresizliğimizin ve yaşamımızın bir parçası haline gelmektedir.
Kısacası artık eşitlikten, adaletten, özgürlükten söz ederken bir den çok defa düşünmemiz gereken bir sürece yuvarlanıyoruz.
Bütün bunlar yetmemiş gibi dünyayı saran Kovit 19 salgın krizi ve bu krizin yönetilememesinden kaynaklanan insani ekonomik sosyal kayıplar her geçen dehşet verici boyutlara ulaşmaktadır.
Hak ihlalleri her geçen gün çeşitlenerek boyutlanmaktadır. Otoriterleşen yönetim, hukuk sistemi yerine kaba gücün ikame edilmesi, Mafyanın doğrudan siyasete müdahale eder hale gelmesi, kısaca toplumun kuralsız ve hukuksuz bir düzene yani İnsanın da İnsan haklarının da yok sayıldığı bir sürece doğru hızla ilerliyoruz.