Dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal 1992 yılında bir gece evden aramıştı...
Uzun bir sohbet sonrası Kültür Bakanlığı’ndan iki şey istediğini söyledi. “Biri Tokat’ta yapımı süren Semra Özal Kültür Merkezinin bitirilmesi, diğeri de Ankara’daki CSO binasının eksiklerinin tamamlanmasıydı.
” Aramızda var olan samimiyete dayanarak; “Bakanlığım süresinde CSO’ nun hiçbir konserine gelmediniz ki, binanın tadilatını istiyorsunuz.” Demiştim.
Sonra devamla “Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün sahip çıktığı ve hiçbir konserini kaçırmadığı Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’na geçmişine ve bugünkü değerine yakışır bir bina yapmayı planladığımı. Yakında yarışmayla projesini ilan edeceğim.” Bilgisini Özal’a vermiştim.
Bana “Burası Türkiye sen yine de CSO’ nun tadilatı yaptır” diye telefonu kapatmıştı… Yarışma açıldı. Mimar Sema ve Özcan Uygur’un projesi birinci oldu.
O tarihlerde bu proje gerek mimari gerekse yerleşim konumunun öyküsü açısından çok heyecan vericiydi! Anıtkabir ile Ankara kalesi akasında, Atatürk Kültür Merkezi alanında Başkent Ankara’nın sembolü olarak dünyada kabul görecek ihtişamlı bir bina olacaktı.
Projenin ihalesi 1995’te, temel atma töreni ise 1996’de gerçekleşti. İnşaatı 24 yıl süren bina, 3 Aralık’ta yapılan konserle açıldı. Covid19 nedeniyle tüm toplantılar için konulan kurallara rağmen, 300 kişi AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanının davetiyle açılış konserine katıldı.
Katılanların çoğunluğu saray erkânıydı! CSO’ ya yakışan ağırlıkta bir açılış töreninden daha çok, ucuz şova dönüştürülen bu açılış törenine proje mimarları, yapılmasına neden olan siyasetçi ve bürokratlar çağırılmadı! Açılış konuşmaları baştan aşağıya gaflarla doluydu.
Yine laik demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucularına yalan yanlış, mesnetsiz hakaretler savruldu! Ulusaldan evrensele sanat ve kültürün gelişmesi için büyük çaba gösteren, sanat kurumlarının var olmasına neden olan, Atatürk ve arkadaşlarına yine iftiralar atıldı… Halkımız bu sözlere alışmadı.
Kabul etmedi. Aksine daha da hırslandı. Ne yazık ki CSO’da, uygulanan seviyesiz yönetimden etkilen sanat kurumudur... Eksik kadroları doldurulmasında sanatsal liyakat yerine eş dost, tercihi yapılıyor. Bu kurumların çalışanları imam, hoca, parti adayı, yandaş gibi kişiler arasından seçiliyor.
Yani AKP, “fikri iktidarı” bu kadrolarla oluşturmak istiyor! Gerçek sanatçılardan korkulduğu için kendilerine hizmet edecek sanatçı kisvesinde yeni yapılar çıkarılmaya çalışılıyor. Bu kişiler de sadece ülkenin kalkınmasına, sanatsal gelişmesine, kültürel gücüne, uluslar ailesi içinde saygınlığımızın artmasına katkı sağlamak yerine, yaptıkları yanlışlarla ve yozlaşmış gösterilerle doğrudan sanata zarar veriyor…
Dünyada eşi benzeri olmayan amorf “Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde” ihdas edilen bakan yardımcılığı koltuğu, tam bir sıkıntı yaratmış durumda.
B. Yardımcısı, ne bakan ne de bürokrat. Arada kalmış biri. Yetkileri tam belli değil. Müsteşar yerine partili olarak atanan ve siyasi kimlikleri nedeniyle egoları hayli yüksek olan bu kişiler, atanmış bakanları dinlemedikleri gibi işlerin yanlış, gereksiz maliyetlerle ve yavaş yürümesine de neden oluyor.
Örneğin; sanat kurumlarında gelecek vaat eden genç sanatçıların sırf düşüncelerinden dolayı meslekten uzaklaştırılması, teknik heyetin karın tokluğuna yani 4/B ye göre çalıştırılması, salgın hastalığın çok arttığı bir dönemde tedbirsizce oyunların sahnelenmesi, sonunda çok değerli bir yaratıcı usta Ali Cem Köroğlu’nun ölümüne neden olunması bu yetki karmaşasından kaynaklanıyor…
Dünya çapında şef olan Rengim Gökmen’in CSO’dan ayrılması da başarılı işlere imza atmış CSO Müdürü Altan Kalmukoğlu’nun yönetimi kendi rızasıyla bırakması da tüm bu çarpık yapıdan kaynaklanmaktadır! Emir üzerine bitmeyen CSO binası açıldı.
Ve derhal bitirilmek üzere kapandı! Üstelik ilan edilen bilet fiyatları ise tam bir facia. Oysa sanat kurumlarının birinci görevi para kazanmak değildir. Kamu görevi yaparlar. Kurumlar sanatın halka ulaşmasını sağlamakla görevlidir. Acı olan, Türkiye Cumhuriyeti kurumsallığını kaybetmiştir. CSO’nun 50 yılı aşkın süredir kullandığı amblem değiştirilmiş, Fransız “Conservatoire Superieur D’Osteopathie” kurumunun amblemini aynen alınmıştır.
Bu duruma Fransız Büyükelçiliği şiddetle itiraz etmektedir! Bu skandal hangi sivri zekânın ürünüdür ve ne gerekçeyle yapılmıştır? Fikri iktidar için mi?