ALTIN
 3.022,60
DOLAR
 34,3205
STERLİN
44,5531
EURO
 37,4161

 

 

                 O günleri yaşamış bir kuşağız! Vahşetin ve acımasızlığın nasıl planlandığını ve nasıl sonuçlandırıldığını kanımız donarak izledik!

Aslında bu planın temelinde sistematik bir tekçilik yatar!

Bütün çabalar bir tek ırkın bu topraklarda yaşatılması ve diğerlerinin kurban edilmesidir!

               Hep böyle oldu zaten ve bu nedenledir ki ne kurban olanlar, ne de kurban edilenler bu topraklarda gün yüzü görmedi!

O günler CİA ve yerli işbirlikçilerinin kanlı ve derin planlar yaptığı dönemlerdi!

Bunlardan biri Hamid Fendoğlu meselesidir!

Onu öldürerek Malatya’nın demografik yapısını değiştirmek istiyorlardı, başardılar da!

               Bu olaylardan sonra Malatya’daki Alevi nüfusu can havliyle kendini ya yurt dışına, ya da batı illerine attı!

              Bir arada yaşamayı değil, yaşamamayı künyesine kazımış bir algıdan çıkacak sonuç budur ve hala bu yolla rahat yaşayacağını zan eden bir zihniyet var!

 Bu ülke tarihindeki bu karanlık cinayetler gün yüzüne çıkarılmadığı sürece hiç birimize rahat yok!

                   Kanın koktuğu yerde sağlıklı nefes almak hayaldir. Bu kan tarlasından kurtuluşun çaresi cesarettir ve biz korkularımıza yenildiğimiz sürece bu işin kanlı elleri ipleri eline geçirir ve hepimiz onlara esir olmaktan kurtulamayız!

              Bu işin geçmişteki şüphelileri şimdi çekinmeden boy boy poz veriyor ve çeteler devlet katını çekinmeden tehdit ediyorsa defalarca düşünün!

Gelelim Kılıçdaroğlu’na!

              Bayan Türkeş’in Maraş olayları ile ilgili bir dahli olmadığına inanıyorum. Ancak Türkeş’in eşi olması ve o dönemki MHP’nin Aleviler üzerinde bıraktığı derin iz ve öfke, Maraş olaylarına denk gelen günde yapılan ziyareti incitici kılar!

               Çakıcının tehditlerinden dolayı Kılıçdaroğlu’nu arayan Bayan Türkeş, insani görevini yapmıştır.

Bu nezakete yanıt vermek için bu günü kim niye seçtirdi?

Bence oraya bakmak lazım!

Daha çok da Kılıçdaroğlu bakmalı!

Acaba birileri ona iyilik mi yapıyor?

                 Zaten partisinde onu ayakta tutan belirli sayıda bir Alevi oyu var, o da giderse Kemal bey artık anılarıyla yaşar ve görünen o ki, öyle de olacak!

******************

TEHLİKE

 

 Faşizm, aynı zamanda bir kas hareketidir!

                Akla dair bir şey üretmek gibi kaygısı yoktur ve bunu anlamak mümkündür, çünkü akıl onun görev alanına girmez!

              Eğer dinsel faşizm ile de yoları kesişmişse, duyacağınız en güzel söz, bir cinayetin kutsanmış olay yeridir ve o hep olay yerindedir!

Çünkü işlediği cinayette olay yerinden başka gideceği bir alan yoktur!

                  Faşizmin hayat damarı ölümdür! Yaşamını sadece ölüm üzerinde büyütür! Bu zamanla öyle hal alır ki bir ölüm doyumsuzluğu başlar ve burada zevk alacağı son nokta kendi intiharıdır!

Şu an yaşadığımız ülkede aklın sınırlarından öteye bir çaresizlik içerisindeyiz!

             Bu çaresizliğin iki temel el, kol bağlayanı var ve burada hareketsiz kaldınız mı, ya da görmezden geldiniz mi, sizin kendi iplerinizle alakanız kalmamıştır ve o ip artık belirleyicilerin elindedir! Sen sadece boynundaki ipi takip etmekle mükellefsin, gerisi hikâye!

               Bunu o kadar güzel kullanan bir iktidar var ve bu konuda müthiş bir toplumsal mühendislik algısını kusursuz işletiyorlar!

                   Karşılarında korkak ve sadece gür ses çıkarmakla bir şey yaptıklarını sanan zavallı bir muhalefet var!

                 Söz konusu gelip dine ve milliyetçiliğe dayandığında sadece başını sağa sola çevirmekten öteye bir şey yapmayan muhalefet!

              Oysa Türkiye’nin temel sorunu bu iki kavramın yanlış kullanılmasıdır ve bu iki kavramla yapılan onlarca yanlışın üstünün örtüldüğüdür!

Bir zamanlar Gülen cemaati bu işin dokunulmazıydı!

Kimse cesaret edip “ ne yapıyorsunuz?” diyemiyordu!

Çünkü ellerindeki argüman “ dindi” ve dokunan yanardı!

                 Oysa cesaretle karşı çıkılsaydı, bugünlere gelinmeyecekti ve bugün daha beterine mecbur kalmayacaktık!

              İktidarı eleştirenler, nihai sonuçta onun tüm yanlışlarının altına imza atarak bir nevi ortak olmuyorlar mı?

Bunun tek kılıfı da yıllardır bizi uyuttukları “ söz konusu vatansa” masalıdır!

Vatanı söz konusu yapanlarla aynı yanlışta yürümenin sancıları bizi bir türlü bırakmıyor, bırakmaz da!

            Ellerindeki argümanlar buna müsade etmez ve bu argümanların yanlış kullanıldığını söyleyen bir cesaretli duruş da olmayınca biz daha çok özgürlük ve demokrasi yolu bekleriz!

                     Zaten son günlerde faşizmin ayak sesleri o kadar zıvanadan çıktı ki sadece seyredip yutkunmakta kalıyoruz!

Bu hal doğru bir hal değil ve tek umut artık faşizmin kendi intiharındadır!

*********************

BU ADAMA KIZMAYIN

 

Bakın “ profesör” demedim!

            Çünkü bu ünvan pişmenin ve erdemin de adresidir! Sadece alanınızla ilgili bir ünvan değildir, insanlığınızı nereye taşıdığınızla alakalıdır!

İşte böyle olunca bu kişi erkeklere söylediğimiz “ adam” dan öteye bir şey değildir!

Ha, adam dedimse öyle “ adam gibi adam” değildir, adamdır işte!

Yani anlayın!

“ Üniversiteler fuhuş yuvasıdır” diyor ve buna destek isimleri de ekliyor!

Bunun benzeri bir çok söyleme şahit olduk!

Bu sıradan söylenen bir söz değildir! Bu bilinçaltı foseptik çukurunun patlamasıdır!

Adam söylüyor!

Söyler tabi!

Tepki var mı?

Bir kaç cılız ses!

Çünkü!

Hepsinin birbirinden haberi var, hepsinin üniversitelerle sorunu var!

                  O üniversitelerden mezun olup derece yapan çocuklar mülakatlardan elenip yerine kimlerin atandığını herkes bilir de kimsenin yapacağı bir şey yoktur!

Dahası yasal olarak ta yapacağınız bir şey yoktur!

               Geriye dereceli diplomanız kalır ve ömrünüzün bundan sonrası ya limon satmaktır, ya da yumurta!

              “Üniversiteler fuhuş yatağı” demekle kalmıyor, üstelik “ inanmıyorsanız gelin göstereyim” diyor!

Burada asıl unvanını söylüyor da biz anlamıyoruz!

Her mahalleye üniversite adı altında bina diker, içine de bunlardan koyarsan olacağı budur!

Zaten profesör olmak için artık okur yazar olman yetiyor da artıyor bile!

Öyle olunca da ne bekliyordun?

“ Deve sidiğinin şifa, Hz. Nuh’un cep telefonuyla konuştuğuna” inanırsınız!

Dokunmayın!

Biz böyle iyiyiz!

********************

KİM DEMİŞ FAKİRİZ

 

Reis kalabalığa sormuştu “ bilin bakalım dünyada milli geliri en fazla ülke hangisi” diye?

            Kalabalığın çokta umurunda değildi, hepsi antrenmanlı gelmişti, atılacak çay paketi kafaya düşmeden havada kapmanın hesabı ile sadece dinliyormuş gibi yapıyorlardı!

            Sorunun yanıtı gelmeyince “ o zaman cevabını söyleyeyim” diyerek o gür sesiyle “ Türkiye” demişti!

          Vatandaş “ milli gelirin” ne olduğunu, ne bilsin, birinciliğimizi ülkedeki imam hatip okullarına yorarak bir alkış tufanı kopardı!

Reis “ işte bu” diyerek, bir sonraki müjdeyle devam etti!

          Dün bir iktidar vekili “ vatandaş kuru ekmek yiyorsa fakir falan değildir” diyerek son derece müthiş bir tespitte bulundu!

Yalnız bu Vekil asıl yapılması gerekeni söylemedi!

           Hadi onu da ben söyleyeyim; ekmek çok kurumuşsa üzerine su serpmeyi unutmayın ve yapın bakın, mübarek boğazda kaymak gibi nasıl akıyor!

Ya da!

           Malum köylü çocuğuyuz, kuruyan ekmeği annelerimiz sarımsaklı yoğurda bular, üzerine birde tereyağı döker bize yedirirdi ki hala böyle bir tat ararım! Adına da “ sirrün” derlerdi!

               Yani evinizdeki tereyağlarını ve yoğurdu böyle değerlendirin diyeceğim ama siz yinede kuru ekmeği saf haliyle yiyin, malum varlık işaretiymiş!

Zenginlik kapıdayken ne yaparsın?

             Seyir bahçeleri yaparsın ve ekmeği çaya banmanın en iyi yeridir! Bu nedenledir ki adına “ millet bahçeleri” dediğimiz bu seyirlikler için on dört milyar lira ayırmış ve hızla da yapımına devam ediyoruz!

Düşünün elde tespih, ayakta şalvar ve siz millet bahçesinde çay keyfi yapıyorsunuz!

Unuttuğumu sanmayın, başa fes de gelecek!

Zenginiz elhamdülillah!

Sokaklar tıka basa lüks araçlarla dolu!

              Dün gözlerimle şahit oldum, genç kadın babasının bir hafta önce aldığı lüks aracın içine sinmediğini söyledi!

               Aracın içi çok da ferah değilmiş ve kendisine ikinci el lüks araç öneren galericiyi itin postuna soktu “ ay ne diyorsun, ben başkasının oturduğu koltuğa oturmam, benimkim ilkim olacak!!”

Olsun!

Eldeki fazla parayı fakir komşu ülkelere dağıtıyoruz!

Bilmem nerenin IMF borcunu kapatıyoruz!

Demek var ki yapıyoruz!

Ama naçizane bir soru da ben sorayım:

            Şu yüz seksen milyar lira tutan faiz borcu hangi ülkeye ait ve bunu kuru ekmek yiyen bir ülke vatandaşı nasıl ödeyecek?

“ Yerli ve milli” olarak dış tefecilere borç ödemek, nasıl bir millilik?

Söyler misin doktor?

*******************

KURU EKMEK

 

             İktidar vekilinin gündeme getirmesiyle biz de dün “ kuru ekmek” üzerine bir damak tadı tarifi yaptık ama demek ki tarifi eksik yapmışız ki dünden beri onlarca arkadaş benden bu işin tam tarifini istedi!

Başta bunu şaka gibi anladım!

            Sonra anladım ki bu arkadaşların hepsi evde epey kuru ekmek biriktirmiş ve çaktırmadan sadece çerez niyetine kıtır kıtır yerken, bu yeni  fikrin daha çok işe yarayacağını anladılar ki beni aradılar!

Tarif edeyim!

Öncelikle evinizde kuru ekmeğiniz varsa kesin tereyağınız ve sarımsağınızda vardır!

Öyle ya, “ kuru ekmek varsa” hali vaktiniz yerindedir ve diğerleri teferruattır!

Şimdi anlatacağımın içinde tarifi de vardır ve not alın, bir daha da sormayın!

Yolu, beli olmayan dağ köylerinde yaşardık!

                Öyle bugünkü gibi fırın ve hazır somun ekmek yoktu. Tüm köy, ekmeğini sac da pişirirdi ve o ekmekler çabucak kururdu. Ekmek değerliydi. Yerken artan, kopan parçalar öyle çöpe atılmazdı. Bez torbalara konur ve bir yerde muhafaza edilirdi!

              Diyelim aniden gelen bir misafir oldu ve hemen bu torbaya koşarlardı! O ekmek kırıklarından yeterince alınır bir sahana iki dakikalık ufalamayla doldurulur, üzerine hemen dövülmüş sarımsak ve yoğurt dökülürdü ama karıştırılmazdı! Karıştırılınca hamurlaşırdı! Üstüne de közde eritilen tereyağı çoozzz diye döküldü mü, vay anam vay!

              Böyle bir tad ve lezzet yoktu. Toplamda on dakikayı geçmeyen hazır bir yemek ve değerli misafir iyi ağırlanmıştır!

Yine bu kuru ekmekle yapılan “ fırd” vardı!

“ Fırd” Kürtçe doğramak, ufalamak anlamınadır!

Bu da genelde açlıktan mızmızlanan çocuklar içindi!

Kuru ekmekler bir bakır tasa doğranır ve üstüne ayran dökülürdü!

Sonra önümüze sürülür “ haydi ye de sesini kes, bizi mi yiyeceksin” gibi bir azarla kaşıklar, sonra güle oynaya koyun, kuzu gütmeye giderdik!

Şimdi deneyin bakalım ve bana yazın kim ne kadar becermiş?

            E, tabi bize kuru ekmeği salık veren zatı muhterem, meğer NATO’dan ihale alan bir müteahhitmiş!

NATO bu!

Boru değil!

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.