Türkiye de yaşayan halkların inançların içinde özellikle Kürt ve Alevi kesim bu ülkenin Türkiye Cumhuriyetinin onurlu birer vatandaşları olarak ülkede var olduğu günden bu güne asimile edilmiş her fırsatta kafalarına vurularak çökertilmeye çalışmışlardır.
(Türkiye Cumhuriyeti kurulurken 1921 de yapılan anayasa da bütün halklar ve inançlara yer ve eşit yurttaşlık hakkı verilirken ne yazık ki bu anayasa 1924 yılında iptal edilerek yerine Türk ve İslam sentezi konularak kalan inanç ve etnik yapılara hayat hakkı tanımayan bir anayasa ve uygulama getirilmiştir.)
Hz. Muhammed in ölümünden sonra Alevi inancında ki tüm vatandaşlar darp edilmiştir.
Örneğin Hz. Muhammed in soyu olan Ehlibeyt ailesi Emeviler maviye ve yezit soyu tarafında Kerbela da katledilmiştir.
Yavuz padişah. Kuyucu Murat ve en son dersim katliamı ile birlikte Maraş’ta, gazi de, Çorumda Malatya da aleviler en cani uygulamalar sonunda katledilmişlerdir.
Ancak Aleviler bütün bu zalimliklere baskılara ölümlere öldürülmelere rağmen o günden bu güne kadar hep dik durmuşlardır.
Aleviler ilkelerinde inançlarında taviz vermeden kararlılıkla dik durmuş tüm baskılara karşı direnmiş bu ülkede Cumhuriyet döneminde laikliğin sigortası olmuş ülkemizin birliği beraberliği için barış içerisinde eşit yurttaşlık felsefesinin hukukunun yaşaması yaşatılması için ölümüne mücadele etmiş bir inanç gurubu olarak vardır var olacaktır.
Aleviler asimile edilerek Sünnileştirilmek isteniyor ve b,ütün baskılara Rağmen direniyor ve baskıları kabul etmiyorlar. Ancak bunun bedelini çok can kaybederek ödediler.
Kürtler ha keza Türklerden önce Mezopotamya topraklarında var olmuşlar ancak onlarda hep baskı görmüş hep şiddetle karşı karşıya kalmış bir devletleri bile olmamış Cumhuriyetin kurulması ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak yaşamlarına devam ederken ne yazık ki bir müddet sonra buradan da baskıya zalimce muhatap olmuşlar. Asimile edilmek Türkleştirilmek için her türlü şiddetle karşılaşmışlar.
Aşağı da ki yazı bir alıntıdır.
Doğuda görev yapmış bir öğretmenin gerçeklerle yüzleşmesi ve yaşamasıdır ibret alınması gereken bir yaşamın hikâyesidir. Bizi yönetenler yönettiğini sananlar ibret alacak bu ülkede eşit yurttaşlık olan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı kapsamında herkese aynı hakları aynı yaşam şaklini uygulayacaklar mı? Göreceğiz.
*****************
DOĞUDA GÖREV YAPMIŞ BİR
ÖĞRETMENİN
İBRETLİK İTİRAFI:
Ben 1996 ve 99 yılları arasında Siirt’te bir
Yatılı okulda görev yapan, Giresunlu bir
Öğretmenim.
Şuan 46 yaşımdayım. Aslım Laz. Ve şuan hala aktif meslek hayatıma devam ediyorum.
Aklıma her geldiğinde beni derinden üzen, vicdanımı sızlatan, bazen ağlatan, pişmanlığa
Boğan o 3 yılda yaşadıklarımı, yaptıklarımı ve bizden yapılmasını istenenleri büyük bir
Vicdan azabı içinde anlatacağım.
Okulumuzun öğrencileri tamamen Kürt
Öğrencilerden oluşuyordu. Çevre
köylerden
geliyorlardı. Henüz yaşları çok küçük
olanlar da
vardı. Büyük olanlar da. Kimileri de
yaşıtlarının
çok çok üstündeydi. Onlar da okula geç
başlayanlardı…
Kendi köyünde ilkokulu bitirip ortaokul
için Yatılı
okula gelenlerin çoğu Türkçe bilmezdi.
Türkçe’yi
bilmeden nasıl geçtiniz derslerden
dediğimizde,
buna bile cevap veremiyorlardı. Soruyu
belki
anlıyorlardı ama telaffuz edemiyorlardı.
Ben üniversitede ülkü ocaklarına
gitmiştim,
vatanımı milletimi ve bayrağımın
bütünlüğünü
bozan her şeye karışıydım. Dilimiz
Türkçe’ydi ve
bu yüzden Kürtçe konuşan daha doğrusu
Türkçe
bilmeyen o öğrencilerden nefret
ediyordum.
Bazen kafamda onları yok etmenin
hesaplarını
yapıyordum.
Bizden istenmişti ve biz de onları asimile
etmek
için her şeyi yapıyorduk. Fakat onların
bundan
haberi yoktu. Kürtçe konuştuğu için yediği
tokattan kulak zarı patlayan, yediği
dayaktan
hafızasını kaybeden, yani dengesi bozulan
birçok öğrenci olmuştu.
Hiç aklımdan gitmeyen bir olay var. Ve
aklıma
geldikçe kahroluyorum. Ve inanın bu
satırları
yazarken ağlıyorum. Bir öğrencim
arkadaşına
Kürtçe vara vara( gel gel) dediğini duydum
ve
merdivenlerin başında yanına yaklaştığım
gibi
bütün gücümle ona tokat attım.
Merdivenlerden
düşüp kolu kırıldı. Ona niçin tokat attığımı
bile
bilmiyordu. Acı içinde feryat figan
ağlıyordu.
Arabam vardı. Hemen arabayı getirip onu
hastaneye götürdük. Yolda
merdivenlerden
kendim düştüm demesini istedim. Fazla
zorlamadım yine de. O da beni çok
sevdiği için
bunu kabul etti ve doktor ne oldu sana
dediğinde yarı Türkçe Yarı Kürtçe’yle
arkadaşımla şakalaşırken merdivenlerden
düştüm dedi.
Büyük bir banyo vardı. Ve öğrenciler
sınıflarına
göre düş alıyorlardı. Hepsi aynı yerde.
Bazen
sular buz gibi olurdu bazen sıcak su olur
soğuk
olmazdı bazen de sular birden kesilir
köpüklü
kalırdı herkes… Öylece duştan çıkıp
kurulandıklarını gördüğümde vicdanım
sızlardı
ama bunun önüne vatana millete olan
sevgim
geçerdi. Bunlar hakkediyor derdim. Acıma
bunlara derdim kendi kendime. Çünkü
bana
böyle öğretilmişti.
Her gün bir sürü öğrenciyi döverdim.
Onları
dövdüğüm halde, onları asimile etmeye
çalıştığım halde onlar beni sevmeye
devam
ediyorlardı. Bazen odama gelip
öğretmenim seni
çok seviyoruz diyorlardı ve eğer siz benim
dediklerimin dışına çıkmasanız ben de sizi
seveceğim diyordum. Onlar beni, onlara
uyguladığım şiddete karşı seviyorlardı ben
ise
onları, onlardan bir şey bekleyerek
sevmeye
çalışıyordum.
Şimdi bunu düşündüğümde inan ki insan
olduğumdan utanıyorum. Şuan Yaşadığım
acıları ve vicdan azabını dilerim Allah
kimseye
yaşatmasın.
Okulun şartları oldukça kötüydü. Yemekler
bazen olmazdı bazen de yemeklerin içinde
solucan, böcek vb şeyler çıkardı. Bunları
dile
getireni döverdik ve bir daha sesini
çıkarmazdı.
Bazen kaloriferler yanmazdı odalar buz
gibi
olurdu. İnan o soğukta bırakın yatmayı,
orada
durmak bile imkansızdı. Hala
düşünüyorum,
onlar nasıl idare ediyordu o soğukta
anlamış
değilim.
Tayinim çıktığı gün. Vedalaşırken
arkamdan bir
sürü öğrencim ağıt yakarcasına ağlıyordu.
Belki
o sahneydi beni insanlığımı bulmaya iten.
Hiç
unutmadım ama hiç o sahneyi. Yıllarca
düşman
gözüyle baktığım, dilini yasakladığım,
asimile
etmeye çalıştığım, varlığını kendi varlığıma
adatması için baskı uyguladığım o
öğrencilerim,
ben onlardan ayrılıyordum diye hıçkıra
hıçkıra
ağlayıp, ne olur gitmeyin öğretmenim, ne
olur
gitmeyin öğretmenim diyorlardı…Oysa
hemen
öncesinde onlarla vedalaşırken, içten
sarılmamıştım onlara, onlara sarılırken bile
aklımda başka hesaplar vardı.
Ve onların arabamın ardından ağlayarak
koştuklarını görünce, frene basıp, bütün
kinimi,
nefretimi içimden çıkardım. Sizin olsun
bayrağınız dedim, vatan da sizin olsun her
şey
de…Ve kapıyı açıp, geri koşarak, hepsine
onları
yüreğime basarcasına sarıldım. Sizi çok
seviyorum dedim. Hem de çok. Siz benim
evlatlarım ve kardeşlerimsiniz.Sizi çok
seviyorum. Ne olur beni affedin. Hakkınızı
helal
edin. Ve bir çocuk gibi boylarının
seviyesine inip
onlarla ağladım…
O gün anladım. İnsanlığın her şeyden
daha
değerli olduğunu. O gün anladım sevginin
ne
kadar güzel olduğunu. İşte o gün anladım
kimsenin rengine, diline, ırkına bakmadan
insanları sevmenin ne kadar lezzetli bir
şey
olduğunu.
Keşke şimdi tekrar oralarda görev verseler
bana,
keşke tekrar bu fırsatı verseler de gidip
onlara
yürekten hizmet edebilsem. Kürtçeyi
öğrenip
onlara dersleri Kürtçe anlatsam. Ve onları
2
çocuğumdan ayırmadan hiç karşılık
beklemeden
sevsem.
Öğrencilerimle vedalaşırken çok
ağlamıştım ve
bir de şuan bu satırları yazarken.
Bütün o öğrencilerimden ve ailelerinden
özür
diliyorum. Biliyorum öbür dünyada Allah
onlara
yaptıklarımın hesabını soracak bana.
Ne olur hakkınızı helal edin…
Buna ihtiyacım var.