Peşinen söyleyeyim, olmaz, olması mümkün değildir!
“ E, oldu ama” diyeceksiniz!
İşte fark bu zaten!
Ben “ devlette olmaz” diyorum ve siz hala devletin ne olduğunu anlamadığınız için bana dudak büküyorsunuz!
Peki, olan ne?
Adalet Bakanı ve İç İşleri Bakanı arasında ki imalı giydirmeler!
Çünkü ortada bir devlet mekanizması yok ve bu ülke yüz yıldır devlet olmamanın sancılarını çekiyor!
Çetelerin siyasi parti liderlerini tehdit ettiği ve rağbet görüp karşılığında övgü aldığı yerde kimse devletten bahsedemez!
Devlet denilen yapının birinci önceliği kendisini yasa ve uygulamalarla korumaya almasıdır!
Bunun olması içinde birinci öncelik hukuktur!
Eğer devletin içinden hukuku almışsanız, geriye başı boşluk ve kaos kalır!
Dahası devlet “ kim kime, dum duma” mantığına teslim olur ki getirisinin ne olacağını hiç bir zaman tahmin edemezsiniz ve bu getiri öyle bir artı değildir, içinden çıkamayacağınız kirli bir getiridir!
Kısacası bir devlette olmaması gereken ne varsa size gelir ve siz buna teslim olduğunuz anda salanızı kendiniz okutursunuz!
İki Bakan bir hüküm savaşı veriyor!
Bu, kim daha güçlü savaşıdır ve ülkede parlamento işlevsizse olacağı budur!
Dahası Başkanlık denilen kan uyuşmazlığımızın sonucu budur!
Bu sonuçta kim haklı?
Tabiki Bakan Soylu haklı!
Madem hak, hukuk, adalet yok; doğrusu Soyludur!
Zaten o da onu söylüyor!
Diyor ki “ hukuk yoksa bana küfreden bu adam niye tutuklanmadı?”
Bakan Gül, ısrarla “ hukuk var ve parmak sallayıp talimat veremezsin” diyor!
İlahi Abdulhamit bey, yani senin bu dediklerine inanalım mı?
Bence bu konuyu Rahip Branson’a bi sorup gelelim!
Ya da dünyada en çok cezaevlerine gazeteci tıkmakla elde ettiğimiz rekorlara bakalım!
Hepsinin toplamında karşımıza bir devletsizlik çıkıyor!
Asıl sorun budur ve siz iki Bakan da bu sorunun net parçalarısınız!
Bizlere gelince;
Artık aranızda yol almak gibi bir şanssızlığımız var!
Ne diyeyim?
Sizi Allah’ınızla baş başa bırakıyorum!
*******************
SİZ ÇOK AMA ÇOK UZAK BİR İHTİMALSİNİZ
Dış işleri Bakanı açıkladı “ Avrupa birliği bize el uzattı ve biz de uzatılan bu ele kayıtsız kalmadık” diye!
Yani demek istiyor ki “ uçuruma giden Avrupa birliği el uzattı, kurtar bizi” diyerekten!!
Eh, bizim genlerimizde var düşenin elinden tutmak!
Tabi bunlar can havliyle el uzatırken birde ricada bulunmuşlar “ derhal demokratik reformları yapın” gibisinden bir rica işte!
Sayın Bakan uzatılan bu ele merhamet olsun diye “ tabi ki lafı mı olur” diyerek bir iyi niyet gösterisinde bulunmuş!
Gazeteci milleti işte!
Orada zevzeğin biri soruyor “ Demirtaş’ ta bu işe dahil mi” diye!
Bizimkinin birden suratı geriliyor ve uzatılan eli bırakıyor “ Demirtaş’ın ne yaptığını herkes biliyor” diyor!
Buyur işte, demokratik açılım bu kadar!
AİHM diyor ki “ herkesin bildiği değil, hukukun bildiği önemli ve yargıya müdahale etmeden bırakın iş mecrasında dönsün!”
Yok!
Bizim ki artık ne el, ne de kol, tüm gövdeyi salıveriyor!
Garibim Avrupa güme gidiyor!
Sonra hepimiz toptan bağırıyoruz “ ey, Kılıçdaroğlu sen ne yaptın?”
Sahi, Kılıçdaroğlu da nerden çıktı!
Ben işte, sıyıralı çok olmuştu ama bu kadar da değil!
Yirmi yılda bize en çok Kılıçdaroğlunu ezberlettiler ve şimdi o bütün kötülüklerin anası!
Günümüz onun ismini tekrarla geçiyor!
Tıpkı yaptığım kısa dönem askerlik gibi!
Bakışlarınız komutana sevecen ve yumuşak olmalıydı ve üstelik ağızdan çıkan her sözden önce “ emret komutanım” diyerek!
Toplamda üç ay askerlik yapmıştım ama teskere alıp döndüğümde üç yıl boyunca evdeki herkese “ komutanım” diyordum!
Bunu psikologlar daha iyi bilir, sanırım adı öğretilmiş çaresizliktir ve uysa da uymasa da tekrarlamak zorundasınız!
Aksi takdirde dışarısı her haliyle tımarhaneden daha iyidir!
Kendine iyi bak Kemal abi, seni seviyorum, ister İnan, ister inanma!
****************
YERLİ VE MİLLİ
Adamı kapmışlar her gün bize bunaklığın destanını yazıyor!
Güya bir zamanların müthiş siyasetçisi ve “ sol teorisyen!”
İşte bizim solcular hep bu tiplerin ardında koşarak ömür tüketti!
Şimdi ise bulunmaz “ yerli ve milli” olan bu yüce adama bakıyorsun, yıllardır başında olduğu parti hala bu ülkede binde bilmem kaç sıfır nokta karşılık bulamıyor ama adam üç yüz Vekil sahibi gibi konuşuyor!
Diğer taraftan bir HDP var ve Altı milyon oy almış, bırakın bir televizyon kanalına çıkmayı, tek dalgalı bir radyo istasyonunun önünden bile geçemiyorlar!
İşte şimdi bu “Doğu” soyadlı adam “ yerli ve milli” olarak ülkeyi uçuruma götürecek planları tek tek bize sıralarken, demek ki onun böyle yapmasını isteyenler çok memnunlar ki tüm kapıları kendisine açmışlar!
Aşı olurken vücudunda görünen dövmeler gerçek mi, değil mi hiç önemi yok! Zaten o hep öyleydi ve dövmelerini içine kazımıştı ama onun ardından gidenlere hiç bir zaman anlatamamıştık!
Şimdi yeni artçıları ve aynı halayda mendil sallayanlarla kol kola!
Artık onlar konuşunca tüm evlerimiz bir işkence haneye döndü!
İzlemezseniz de öyle! Yüzlerce kanalda hep bunlar var ve siz bir belgesel kanal ararken, hemen kumandanın ucuna ilişiyorlar ve o an göz göze gelmek bile büyük şanssızlık!
Yapılacak bir şey yok!
Ya televizyonu alıp balkondan atacaksın, ya da fişi çekeceksin!
Ama olmuyor işte masum hayvan sevgisi ağır basıyor ve belgesel aramak zorunda kalıyorsunuz!
Yani onlarda olmasa evi terk edip, ardına bakmadan kaçmak geliyor insanın içinden!
Ah ülkem!
Biz hangi büyük günahı işledik ki Tanrı bunları bize ceza olarak gönderdi?!
***************
Altın ayakkabılar
Abla yan masada, denizden gelen hafif esintiyle saçlarını rüzgâra bırakmış puronun tadını çıkarıyor!
İçmem ama yakın mesafeden dolayı rüzgâr ara sıra beni de düşünüp dumanından nemalandırıyor! Çaktırmadan hepsini yutuyorum ama benim duman bir daha geri çıkmıyor! Anlıyorum ki ikinci el duman böyle oluyor ve girdimi çıkmıyor!
Ayak ayaküstünde ve ha bire üstekini göğün mavisine dürter gibi yukarıya sallıyor!
Sarı metal işlemeli sıradan bir ayakkabıymış gibi sanan ben, onun karşısındakine “ayy Aylincim bunu Selçuk geçenlerde sürpriz yaparak, evlilik yıldönümümüz için ta İtalya’lardan özel sipariş olarak getirtti, çok hoş ama altınlar on sekiz ayarmış, yirmi dört ayar kullanılmıyormuş, firmanın prensibi böyleymiş”
Ben şok ve birden kadının ayağına bakışlarım bıçak gibi saplandı ve insanın ablanın ayaklarına kapanası gelmiyor değil!
Karşısında ki garibim de belliki zengin ama her halde onunkinde bu para yok ve ancak beş on bin liralık sıradan bir ayakkabı ile idare ediyor!
Sadece susuyor ve altın ayakkabılı kadına mahkûm!
Şimdi sizleri çok iyi anlıyorum; diyeceksiniz ki “ peki senin orada işin ne?”
Vallahi bende bilmiyorum! Zaten oğlum geldi gülerek “ kalk baba buralar sana göre değil” dedi!
Sonra kolumdan tutup bakışlarımı kadının ayakkabısından aldı ve ben dönüp ayağıma baktım!
-Oğlum nereye?
-Sana ayakkabı bakalım.
-E, ayakkabım var işte!
-Yok, olmaz, indirim var, bir alana, diğeri yüzde elli indirimli!
Gittik ve aldık!
Sonra dönüp bana dedi ki “ baba bunlarla dağda iyi mantar toplarsın, malum bizim dağın mantarı meşhurdur!
Ben anladım!
Baba dağda gelmiş, yolunu şaşırıp yata binmiş!
Bereket oğlan tecrübeli ve beni kaybolduğum yerde buldu!
Yoksa kim bu memlekette fakir var diyorsa dümdüz gidecektim!
Elin kadını altın işlemeli ayakkabı giyiyor ve biz çıkmış simit çay hesabı yapıyoruz!
İşte dünyanın bizi kıskandığı nokta bu!