Yaşanmakta olan siyasal ve toplumsal sorunları sadece yüzeysel, ideolojik kimlik ve yerel nedenlere bağlayarak ne anlayabilir ne de çözebiliriz. Anlama ve değerlendirme kriterlerimizin kapsam ve çeşitliliğini büyütmek, bilimsel, objektif ölçülere dayandırmak zorundayız. Bize göre eşyanın tabiatına aykırı olan bir durum, bir başkasına göre tam da istenilen eşyanın kendisi olabilmektedir.
Bu realiteyi zihinsel bir sorgulamaya tabi tutmadan bir yargıya varma kolaycılığı bizleri sağlıklı bir sonuca götürmemekte, aksine, eksik, hatalı ve soyut yapılan değerlendirmeler büyük bir yanılgı olarak geri dönebilmektedir.
Yirmi yıla yakın ülkeyi yöneten siyasal bir iktidarın bütün yetmezlikleri, hataları, baskıları, yorgunluğu, yıpranmışlığı, ayrıştırıcılığı ve toplumun büyük çoğunluğuna göre performans yetersizliğine rağmen hala ciddi bir toplumsal karşılık bulması bu bakış açısıyla irdelenmesi gereken bir konudur.
Bu soruların yanıtı bireyin kişisel psikolojik tercih ve beklentileriyle ilgili olmasının dışında aidiyetine girdiği yeni psikolojik grup özeliğini kazanan insanlar topluluğuna bağlı olmasında aranabilir.
Fransız sosyolog ve antropolog Le Bon’un toplum ve kitle psikolojisi üzerinde yaptığı çalışmalar ışığında konuya yaklaştığımızda problemin bizim çıplak gözle gördüğümüzden farklı olduğunu görürüz. Le Bon, O halde “grup” nedir? Bireyin ruhsal yapısında böylesine belirleyici bir etki yaratma yeteneğini nasıl kazanır? Bireyin karşı karşıya kaldığı ruhsal değişmenin yapısı nedir? Sorularını sorarak Psikolojik bir grubun en çarpıcı özgünlüğünü şöyle açıklar.
“Grubu oluşturan bireyler, kimlikleri, yaşam tarzları, meslekleri, kişilikleri ya da zekâları ne kadar benzer veya farklı olursa olsun, bir gruba dönüştürülmüş olmaları gerçeği, onları, her birisinin tek başınayken hissedeceğinden, düşüneceğinden ve hareket edeceğinden oldukça farklı bir tarzda düşünmelerini, hissetmelerini ve hareket etmelerini sağlayan ortak bir ruhun etkisi altına sokar.” (Aktaran; Freud, 1997.98-):
Bu gün iktidar partisinin sosyolojik tabanını oluşturan bireylerin bireysel düşünceleriyle grupsal düşünceleri arasındaki farkı en iyi gördüğümüz yer sokak röportajları ve kamuoyu araştırmalarındaki verilerdir.
Bireyler tek başlarına konuşturuldukları zaman grupsal tercihlerinden farklı söylem ve taleplerle karşımıza çıkmaktadır. Oysa grupsal tercihlerinde önemli bir sapma yaşanmıyor şu an için. Le Bon gruptaki bireyler bir bütünlük içerisinde birleşiyorsa, onları birleştiren bir şeyin olması gerektiği açıktır der.
Le Bon grup için birleştirici olan şeyin ne olduğunu söylemiyor. Ancak biz o şeylerin ne olduğunu aşağı yukarı tahmin edebiliyoruz. Dolayısıyla, grubun bir parçası olan bireyin tek başına ne kadar farklı olduğunu kanıtlamak kolaydır.
Ama bu farkın nedenlerini anlamak o kadar kolay olmuyor. Le Bon’la devam edecek olursak bireylerin kişisel kazanımları grup içinde ortadan kalkıyor, ırka ait olan bilinçdışı tercihler ortaya çıkıyor.
Bu bilgiler ışığında iktidarın önemli propaganda aracı haline gelmiş ırkçı milliyetçi söylemin gerisindeki ihtiyacı daha iyi anlayabiliyoruz. Ayrıca “grupta her duygu ve eylem bulaşıcıdır, üstelik de bireyin kendi kişisel çıkarını ortak çıkar için seve seve feda ettiği bir noktaya kadar bulaşıcıdır”.
Bizim anlamakta zorluk çektiğimiz bireyin durumu budur. “Birey artık kendi eylemlerinin bilincinde değildir. Bilinçli kişilik ortadan kalkmış, bilinç dışı kişilik oturmuştur. Hipnoza girende olduğu gibi kendisine yapılan telkinin etkisi altında bazı eylemleri karşı konulmaz bir coşkunlukla yapacaktır” (Aktaran; Freud, 1997:).
Bizim muhatap kaldığımız temel sorun budur. 7/24 saat tüm iletişim kanallarıyla telkin bombardımanına tabi tutulan bireyin etkilenmemesi, hipnotize olmaması imkânsızdır. Bu etki aynı zamanda arzu edilen konsolidasyonu da sağlamaktadır.
Sonuç olarak temel sorun; iktidarın kurmuş olduğu psikolojik grup veya grup ruhu değil, muhalefetin alternatif olarak bir psikolojik grup ruhu kurma, kendi hipnotik alanını oluşturma ve bulaştırma konularında becerikli olamamasıdır.
Yararlanılan Kaynak: Sigmund Freud, (1997) Uygarlık, Din ve Toplum, (Çev. Selçuk Budak), Emel Matbaası, Ankara.