Yiğit, cesur ve sevilen bir insandı! Olmadık bir olay neticesinde silahına sarıldı. Artık düşmanları vardı ve onlara aşireti dar etti!
O günler öyleydi! Dağa çıktı ve giderek ünü yayılan bir eşkıyaydı!
Saklandığı dağı artık biliyorlardı! Haber çoktan Mehmet çavuşa ulaşmıştı!
Emrindeki müfreze ile dağı saracak onu alacaktı!
Dağa çıkmazdan önce Mehmet çavuşu defalarca misafir etmiş, koyun kuzu kesmişti!
Onu ikna edip sağ salim almak istiyordu!
Çünkü emir öyleydi “ bu eşkiyanın ya ölüsü, ya da dirisi...” diye gelen bir emir ve talimat vardı ve hata onu koruyor diye Mehmet çavuşu da defalarca şikâyet etmişlerdi!
Bir şafak vakti dağ sarıldı!
Mehmet çavuşun emrinde yirmi bir asker ve kendisi!
Karşılarında attığını vuran eşkiya Cemal!
Dürbünü gözlerine götürdüğünde Mehmet çavuşu tanımakta gecikmedi!
Can almaya gelmişti!
Ne olursa olsun teslim olmayacaktı!
Kimseyi vurmak, hele hele Mehmet çavuşu vurmak hiç niyeti değildi!
Daralan çemberi yarıp gitse en iyisiydi ama mümkün değildi!
Mehmet çavuş, namlunun ucundaydı! Tetiğe dokunsa artık son nefesi olurdu! Ama yapmadı, yapamadı!
Ona olanca sesiyle bağırdı “ var git yoluna Mehmet Çavuş, beraber yemiş içmişliğimiz vardır, ikimizin kanı bu dağa ağır gelir” dediyse de Mehmet çavuş bir kere ipleri içindeki şeytana kaptırmıştı!
Ateş emri verdi!
Artık, dağ kurşun seslerine teslimdi!
Cemal, hiç karşılık vermedi! Eli tetiğe gitse yarısını vurur ve çıkar giderdi!
Bir ara seken bir kurşun alnını çizerek sıyırıp geçti! Can acısıyla namluyu Mehmet çavuşun kayanın arkasında açıkta kalan başına doğrulttu; o esnada Mehmet Çavuşun, çok iyi tanıdığı iki çocuğu gözlerinin önüne geldi ve yapamadı! Sırt üstü uzanıp bir süre gökyüzünün sonsuzluğuna dikti!
Derin bir nefes alıp hızla ayağa kalktı ve yan kayayı siper ederek son şansını deneyip kurtulmak istedi!
İşte o anda Mehmet çavuş tetiğe dokundu!
Sırtından bir acı girip sesi dağlarda yankılandı!
Mehmet Çavuş onu avladığını sanarak büyük bir kahraman gibi üzerine vardı ve kanayan yaraya elini bastırdı!
Hala yaşıyordu ve son bir nefes göz göze geldiler “ bırak Mehmet çavuş bu yara artık dikiş tutmaz, çocukların nasıl iyiler mi?” Sözü artık son sözdü!
Mehmet Çavuşun dizlerinin bağı çözüldü ve dağ sustu!!
Evet, bu yara artık dikiş tutmaz!
İstediğiniz yere yorabilirsiniz!
**************
TANRI GERÇEK İNSANLARI SAKLADI GALİBA
Dönün bir tarihin derinliklerine bakın!
İnsan denilen canlı peydah olduğu andan itibaren çevresini ve türdeşleri ile beraber ne kadar canlı varsa yok ede, ede yol alarak bu güne gelmiş!
Gelmiş de durmuş mu?
Hayır!
Gittikçe duygularındaki canavar daha da büyümüş ve zapt edilmez bir hal almıştır!
Zekâsını işin kirli tarafına evirerek yok edici araç ve silahlara yatırmış, buradan kendisine “ devlet” denilen bir de egemen yapı oluşturmuş!
Bu yapıda insan yoktur!
İnsanı zaptı rapt altına almak vardır ki fazla sağına, soluna dönüp etrafını görmesin!
Kısacası muteber olan at gözlüğüdür ve bunu takıp yürümek devlet katında muteberliktir; diğerleri tehlikeli olandır ve at gözlüğü takanlara devlet eliyle sunulan kurbanlıktır!
Bakıyorum da son günlerde çok uzak olduğumuz bilimsel kurgular üzerinden ahkâm kesip duruyoruz ve buna sadece at gözlüğü takanlar inanıyor!
İnanmayanlar zaten hep yem olanlardır ve onlar hala tarih boyunca gaddar diktatörlerce yakılan kitapların, yağmalanan tarihi eserlerin yasını tutarak “ keşke günümüze kadar gelselerdi” diyenlerdir!
Bu güne kadar belki sayısız kitap okuduk ve gömülüp yok edilen kitaplarımdan daha fazlasını da edindim ve üstelik yazmaya da başladım ama varsa yoksa aklım hep yakılan ve toprağa gömülen kitaplarım da!
Evren darbesinde babam, bana zarar gelmesin diyerek kitaplarımı gömmüş ve tüm ısrarıma rağmen yerini söylememişti!
Ona göre çok iyi muhafaza ederek gömmüştü ve günü geldiğinde salimen çıkaracaktık!
Bir gün o günün geldiğini sandık ve kazmayı küreği alıp gittik!
Öyle hale gelmişlerdi ki artık konuşmayan bir ceset gibi çürümüşlerdi!
Babamın bu manzara karşısındaki ruh hali hiç bir zaman gözümün önünden gitmedi!
Bu ülkede okuma yazmayı kendi kendine öğrenen bir insanın kitaba olan düşkünlüğü, onu yıkmıştı!
Demem o ki;
Yazarı, çizeri ve düşüneni orta çağ mantığıyla köşeye sıkıştırıp içeri atacaksın ve okuduklarına da el koyacaksın, sonra dönüp insanlara “ uzay” masalları anlatacaksın!
Birileri bunlara anlatsın, okumadan uzaya gidilemeyeceğini ve okumadan biat edenlerle bırak uzaya gitmeye, komşu köye bile gidilemeyeceğini..!
Çünkü yol, iz bilmek için okumak gerekir!
Üstelik serbest ve istediğini okuyarak içinden iyisini bulmak adına!
Anlaşılan, Tanrı gerçek insanları başka güne bıraktı ve bunlarla bizi sınıyor!
Yarattığın bu güzel gezegene nedir bu koca öfken, ey yüce Tanrım?!
*******************
DÜNYANIN EN RAHAT İŞİ
Aptalları yönetmek kadar rahat bir iş yoktur!
Çünkü onların karşı fikirleri olmaz ve ne söylenmişse doğru odur!
Bu nedenledir ki az gelişmiş ve geri kalmış ülke yönetimleri bunu çok iyi analiz eder, yönetimlere çökerek bu kalabalığın aydınlanmaması için elindeki tüm argümanları kullanırlar ve toplum ne kadar geriye giderse onların iktidarı o kadar ileri gider!
Bu tür ülkelerde demokrasi tehlikelidir ve böyle talebi olan biri varsa şeytandır!
Şeytanı taşlamak illahi bir görevdir, kim çok atmışsa sadık kuldur!
Diğer yandan bu tür ülkelerin yalancı muhalefetleri de olur!
Sadece konuşurlar ve asıl en büyük şeytan onların içinde gizlidir ama gel benim gibi olanlara anlat!
Sahi biz de Reise sürekli “ diktatör” diyorlar!
Diyenlerin başında Kılıçdaroğlu geliyor!
Peki, kendisi kaç yıldır o koltuğa yapışmış, bir hesabını yapın!
Ya da Devlet Bahçeli?
Biliyorum ki Allah gecinden versin bunlar ölmeden koltuğu bırakmaz!
Alın size iki diktatör muhalefet lideri!
Ne demiştik?
“ Az gelişmiş toplum” işinize gelirse böyledir ve diktatörlerle iyi geçinmek gibi bir zorunluluk vardır, çünkü kitabın emri böyledir; “ ulul emre itiat” ben demiyorum, kitap diyor!
Yalnız bir terslik var; ediyoruz, yine de kurtulamıyoruz!
Allah bana akıl fikir vere; “ Sevgililer Gününü” yazacaktım, nereye geldim!
Maşallah yılın boş geçen günü yok!
Saysam buraya sığmaz!
Resmî olanlar bir tarafa, bir de özelimizin günleri var!
-ilk tanıştığımız gün,
-Söz verdiğimiz gün,
-Nişanlandığımız gün,
-Evlendiğimiz gün,
-ilk gecemiz ve daha neler neler..!
Kenan Paşa müthiş zeki bir insandı! Şimdi bana “ nereden çıkardın” demeyin!
Resim yapmak, hele nü resim yapmak öyle aptalların işi değil!
Mesela “nü” resimlerinde kusursuz popo çizerdi ki, onu çizmek işe çok çalışmak gerektirir, öyle bakıp geçmekle olmaz!
İşte Paşa, “ sevgi, sevgili, sevişme” konularına özellikle önem ve ehemmiyet verirdi ki rahat durmayan gençlere “ savaşmayın, sevişin” demişti!
Yok, ettiği o gençlik sevişecekti ama işe nerden başlayacağını da bilmiyordu!
Derken imdada kapitalizmin en büyük buluşu “ porno” yetişti ki her yol sayısız nimete çıkıyordu!
Sonrası dağılan yuvalar, boşanmalar, bağımlılıklar ve içi boşaltılmış bir gençlik!
İşi tamamlamak için bir de gözdağı gerekiyordu!
Yaşını büyütüp çocuk asacak kadar canavarlaşmıştı ve bu canavar ülkeyi yüz yıl geriye savurdu!
Diyeceğim şu ki, sevgililerinizin hiç suçu yok!
Yalnız hediyeyi en büyüğünden alın! Yoksa burun kıvırıp “ eski sevgilim, daha büyüğünü alırdı” derse mahcup olursunuz, benden söylemesi!
Bu bir Paşa buyruğudur, harfiyen uyulmalıdır!