Onlar bir köy evinde etrafı sarılıp öldürüldüklerinde henüz on iki yaşımdaydım!
Ertesi günkü gazete manşetlerini dün gibi hatırlıyorum; “ şanlı ordumuzun” yaptığı bu operasyonu üç kıta feth etmişiz gibi veriyorlardı!
Kendilerine göre komünizmin ve komünistlerin başı ezilmişti!
Yaşları yirmi beş civarı olan Mahir ve arkadaşlarını sağ almaları mümkünken üzerlerine top ve tüfekle gidilerek hepsi oracıkta öldürülmüş, Amerika’ya selam çakılmıştır!
Evet, onlar Amerika’ya “ defol git benim yurdumdan” diyorlardı ve Amerika’nın yüzünü çok iyi biliyorlardı!
Ülkelerinin bağımsızlığını savunarak bu emperyalist canavara karşı baş kaldırmışlardı!
Altıncı filoya karşı çıkan o dönemin tüm devrimcileri bir şekilde yok edilerek, Amerika’ya bağlılık ve kölelik mesajları verilmiştir!
O mesajları verenlerin kendilerine göre namus anlayışı nedir bilmem ama bildiğim tek şey hayat kadını Kezbanın milyonda biri kadar olmadıklarıdır!
Ülkeye gelen Amerikan askerlerini eğlendirme teklifi götürüldüğünde; “ ben Amerikan askerinin altına yatacak kadar şerefsiz değilim” diyerek, kendisine o teklifi yapıp çok para alacağını söyleyenlere, “ iyi işte siz altlarına yatın ve o parayı da siz alın” diyerek namus kavramının ne olduğunu kısaca özetlemiştir!
Bu ülkenin beyni olacak o zeki çocukların hepsini öldürdük!
Onlar üzerinden verdiğimiz gözdağlarıyla nicelerinin bu ülkeyi terk etmesine sebep olduk!
Şimdi o kadar kurban verdiğimiz Amerika, aynı yerde duruyor ve tenezzül edip bize bir telefon bile etmiyor!
İşte o gençler tam da bunu söylemişti!
Anlamamıştınız, hala anlamıyorsunuz; Amerika beyin yiyerek geçimini sağlar ve biz o kadar beyin kurban etik ki şimdi elimizde Doğu Perinçek kaldı ve hepimiz onun ağzının içine bakıp beyin dileniyoruz!
Bekleyin, bulabilirse size Çin’den alıp getirecek!
O gelene kadar kıyıya, köşeye bakın kalmışsa bulun ve Amerika’ya gönderdiğiniz mektuplara iliştirin; ne bileyim belki Amerika’nın gönlünü alırsınız!
***************
ZAVALLILIK
Çaresizliğin son durağı zavallılıktır! Yapabileceğin hiç bir şeyin kalmamıştır. Tek şansın taşıdığın canı gideceği yere kadar taşımaktır.
Şu anda toplumsal bir zavallılık yaşıyoruz!
Sözün yok, hükmün yok ve iki dudağın kıyısında her titremede savrulup ölen sen!
Kış mevsimi insanların kabuğuna çekildiği ve bir yıl boyunca elde ettikleri ile sessizce geçindikleri mevsimdir!
Herkes heyecanla baharı ve yazı bekler!
Çünkü bu iki mevsim insan yaşamının, dolayısıyla tüm canlıların kabuğundan sıyrıldığı mevsimdir!
Dört gözle beklersiniz. Ruhunuz bir ferrrahlık yaşar ve dağ taş sizi içine çağırır!
Peki, biz ne yaptık?
Çağın yaşadığı bir felakete karşı kışın kapıları açtık ve biraz daha insanların tepesinde kalalım diye parti kongreleri yaptık ve illerden gelen insanları iç içe, yan yana salonlara doldurduk, sonra bunları tekrar illere dağıttık!
Sonuç ortada!
Hastalık yeniden patladı ve tüm iller kırmızı!
Bu durumda biz baharı beklerken, şimdi yeniden yasaklar geldi ve biz zavallılara “ baharı evinizin penceresinden izleyin” diyerek te tembih ettiler!
Sorun değil!
Dünyanın en rahat işi zavallıları yönetmektir!
Tek istekleri bir kuru ekmektir!
Gerisini ne düşünürler, ne de zamanları vardır!
Onlar için yönetenler “ iyi ki varlar ve Allah onları başımızdan eksik etmesinden” öteye bir şey değildir!
Bu zavallıların içinden tek tük seslerin tedbiri de alınmıştır! fazla konuşursan, elimizde seninle ilgili olanları ortaya dökeriz, dediklerinde, onlar zavallılardan daha beter bir duruma düşerler ki ne kadar çiğnersen çiğne gıkı çıkmaz!
Bu memlekette çalman, çırpman, birden zengin olman kimsenin umurunda olmaz ve üstelik itibar sahibi olursun!
Ama eğer ki uçkurunla ilgili bir sorunun varsa ve bir yerlere sulanmış kayda da alınmışsan, sen bittin oğlum!
Bu namus meselesidir ve hepimiz namusumuz için yaşıyoruz!
Köşeyi dönen “ pudracı ”kardeşimiz uyuşturucu kullandığını itiraf etmiş!
Mahkememiz onu tutuklamamış ve ev de bir süre dışarı çıkma diye tedbir koymuş!
Hani suçun karşılığı üç yılla, otuz yıldı?
Bari otuz gün içeride yatsaydı ya!
Yatmaz!
Çünkü o zavallılık zincirini kırmış, müthiş bir servet sahibi olmuştur!
Gerisini cebinde bir içimlik sigarayla yakalanan ve on yıllar yiyerek cezaevini boylayan zavallılar düşünsün!
****************
HÜKÜMETE KIZMAYA HAKKINIZ YOK
Elinde poşetle çarşı pazar gezip, fiyatlara isyan eden teyze, yirmi yıldır bu ülkeyi kimin yönettiğini bilmiyor!
Seyyar muhabir mikrofonu uzatıp sorunca da “ ah yavrum, Kılıçdaroğlu başta olduğu sürece bu zamlardan kurtulamayız” diyorsa mesele tamamdır!
Bir toplumu akıldan etmenin bu kadar kolay olmasını sosyologlar incelemelidir!
Düşünün “ bu kardeşinize yetki verin ki faizle, dövizin canına okuyayım” diyeni öyle yetkilerle donattık ki Allah var bu kadar yetkiye rağmen yine vicdanlı davranıyor!
Neymiş efendim “ bir gecede İstanbul sözleşmesini kaldırmış” diyerek kaç gündür başımızın etini yediniz!
Siz bu yemle uğraşırken, paramız devalüe oldu ve bir gecede yüzde yirmi fakirleştik, yani o “ canına okuyacağım” dediği faiz ve döviz canımıza rahmet okudu da haberimiz yok!
Haberimizin olmaması doğaldır! Ölenin hiç bir şeyden zaten haberi olmaz da işte biz; ha bire diri numarası yapıyoruz!
O sözleşme zaten yoktu ve varla, yok arasında kadın cinayetlerinde bir azalma mı oldu?
Hatta eşini öldüren caniyi “ adamsın” diyerek tezahüratla cezaevine göndermedik mi?
İşte “ adamların” olduğu yerde kadın yoktur ve olma şansı hiç yoktur!
Muktedirin biri çıkıp asıl niyetini söyledi!
Dedi ki “ İstanbul sözleşmesi yerine, geleneklerimizin sözleşmesini yapalım!”
İşte bu!
“Gelenek” dediği, güneşe savaş açmaktır!
Kadının dışarıya çıkıp güneşi görmemesi demektir!
Bol çocuk, kuma, berdel ve üstüne bir de yemeğin tuzunu kaçırdı diye dayak yemektir!
Hiç unutmam!
Bizim Ali amcamız vardı ( Ali ağa ) zeki ve nüktedan bir insandı! Sıcak yaz gününde bir kaç misafiriyle oturmuş sohbet ederken sırtında bohçayla terden su gibi olmuş bir kadın yarı baygın gelip bohçayı bir kenara bıraktı ve sırtını dayadığı duvarda derin derin soluduktan sonra, o daha kendine gelmeden Ali amca içeri seslendi ve bir tas su getirmelerini söyledi!
Kadın suyu içince “ oohh” diyerek ancak kendine geldi!
Ali amca kaşlarını çatarak “ bir kadınsın ve tek başına bunca eziyetle geziyorsun, sizin erkekleriniz ne iş yaparlar, hiç mi utanmazlar” diye çıkışınca; kadın öfkeyle “ Ağa, biz böyle çöllere düşer eve üç beş kuruş götürmeye çalışırız, gider gitmez eldeki parayı bizden alırlar ve o yorgunlukla yemeklerini de yaparız beğenmez, bir ton da dayak atarlar! Sonra olmadı bir de gece önümüze yumuşatın diye bir kazık atarlar, kısacası sen hiç sorma ağa, bizim için ölümden daha güzeli yok ama can işte kıyamıyorsun!”
Herkes susmuştu! En çok da Ali ağa. Sonra cüzdanından o zamanın hatırı sayılır parası olan bir elliliği çekip kadına verdi!
...
Diyeceğim şu ki!
Bırakın bunlar bütün sözleşmelerden çekilsin!
Şahsen ben “ neden çekildiniz” dersem namerdim!
Çünkü biliyorum ki ilk gün imzayı koyduklarında samimi değillerdi ve dünya da imzasına sahip çıkmayan tek ülkeyiz!
Zaten “ dünya ile ne işimiz var” diyorlar da biz anlamıyoruz!
“ Geleneklerle sözleşmenin” açılımı budur!
**************
ÇOCUK İŞTE
Ben kendimi bildim bileli bu ülkenin bir çocuk sorunu vardır!
Hep çocukça işler yaptığımızdan dolaydır ki Kenan çocuk darbe yaptığında Amerika kanat çırpmış ve “ bizim çocuklar başardı” diyerek sevinçten pamuk şekerine dönmüştü!
Son darbe girişimini yine bir çocuğa yaptırmak istediler ama çocuk fazla büyüdüğünde işi beceremedi ve beceremeyince zaten onlar da “ bu çocuk bizim değil” dedi ve yapmak istediğini sahiplenmediler! Sonradan “ çocuğumuzu istiyoruz” diyen bizimkilere de “ yok, çocuğun işi daha bitmedi” diyerek vermediler!
Durmadan altına işeyen ve ağzı burnu akan bu çocuğu neden ellerinde tutuyorlar gerçekten anlamış değilim!
Bir zamanlar Yahya Demirel imiz vardı!
Yani Süleyman DEMİREL’İN yeğeni!
Demirel yirmi üç yaşındaki insanların ipe çekilmesine imzayı basarken “ bunlar Türkiye’ye komünizmi getirecekler” diye meydan meydan fötr şapka sallıyordu!
Sonra yirmi beş yaşındaki yeğen Yahya, yurt dışına “ mobilya” diye talaş gönderince yakayı ele verdi ve o zamanlar namuslu ve yiğit basının gündemine oturunca yeğen, amca Demirel’e sığındı ve amca meydanlara çıkıp “ yirmi beş yaşındaki çocuktan ne istiyorsunuz” diyerek çoçuğu altındaki bezle alıp sahip çıktı!
Hal böyle olunca herkes sustu! Susmasalardı,
Süleyman baba, “ isterseniz gelin bakın, çocuk daha sünnet olmamış” diyecek ve bu çocuğa ne kadar haksızlık edildiğini yüzümüze vuracaktı!
Bir çocuğumuz daha vardı! “İnek çiftliği kuracağım” diyerek koyunlardan milyarları topladı ve buradan kaçıp gitti! Şimdi gittiği yerde kesin namaza başlamıştır!!
Rıza çocuğu saymıyorum, o bambaşkaydı ve Türk bayrağı eşliğinde televizyona çıkarmışlardı, o da bize müthiş ahlak dersleri vererek sonunda soluğu Amerika da aldı!
Aldı ama altına kaçırarak gitti, şimdi bir türlü ettiği yerleri temizleyemiyoruz!
Ya son çocuk?
Bu yaşta bu servet varsa çocuk ne yapacaktı?
Vay efendim lüks arabaları varmış!
Ne Yani bu para sende olsa gidip eşeğe mi bineceksin?
Jakuzide yıkanıyormuş!
Olmadı gitsin teştte yıkansın!
Çok acayip bir milletiz! Biz de yoksa olanı ağzımıza sakız etmek gibi bir hastalığımız var!
Temel parayı bulunca ilk iş “ ulan ne kadar kari varsa geturun baa...” demiş!
Ömründe hiç bir kadınla olmayan temeli uyanık arkadaşları kadınlar hamamına götürmüşler ve ona bir kadın bulmuşlar, kadın dans ederken bütün ışıkları söndürmüşler ve anlaşmalı oldukları erkekler içeri dalmış!
Vaziyeti anlayan Temel bağırmış “ çabuk çıkarın beni buradan, tuttuğum iki meme, yediğim ...haddi hesabı yok!”
Evet!
Bizim bu çocuklardan çektiğimizin haddi hesabı yok!
Baksana çocuk pudra şekerini bol bulunca ağzına burnuna bulaştırmış!
Çocuk işte!