RTE-AKP, kurulduğu günden bu yana geçmişi ve muhalefeti karalama, itibarsızlaştırma ve yok etme politikasını yürütmüştür.
Karşıt yaratma ve karşısındakini düşmanlaştırma…
Bu demokrasi oyununda,
Oyundaki rolü ise sürekli mağduru ve mağruru oynamak.
Haksızlığa uğrayan ama yıkılmadan ayakta kalan güçlü bir kimlik…
*****
Bu politika ile;
Duygusal yapısıyla mağdura sahip çıkan, koruyup kollayan,
Yaşadığı sorunları kaderci anlayışla kader kabul eden,
Yokluğa ve yoksulluğa bile şükreden, sormayan, sorgulamayan,
Hep bir kurtarıcı bekleyen ve güçlüden yana olan
Halkımızın,
İnancını sömürerek güvenini kazanmak,
Vatan Millet hamaseti ile de coşturmak,
Gözlerini kapatmak,
Kulaklarını tıkamak,
Yoksulluğunu unutturmak,
Oylarını kapmak,
İktidar olmak…
*****
Aslında bu oyun 1950’den bu yana sağ siyasetin her dönem sahneye koyduğu demokrasi oyununun senaryosudur.
Perde arkasında oynanan oyun ise bambaşka.
Her dönemde iktidara eklemlenen ya da iktidarla kurulan ilişkilerle
Gözlerden uzakta, karanlıklarda sessizce oynanan bir paylaşım oyunu.
Devletin gücünü kullananlar,
Halkın vergileri ile oluşan devletin bütçesini ve ülkenin kaynaklarını paylaşanların oyunu.
Perdeyi kaldıran, karanlıkları aydınlatanları,
Bu paylaşım oyununu ve aktörlerini gözler önüne serenleri öldürenlerin, yok edenlerin oynadığı karanlık bir oyun.
Vatan Millet mi?
Bu karanlık oyunun üstünü örten bir perde.
*****
Bu dönem sahnelenen demokrasi oyununun perde arkası ise üç haftadır vizyonda…
Söylendiğine göre, tekmili birden 12 bölüm.
Bilinen, bilinmeyen olaylarla dolu konusu,
Bilinen, bilinmeyen aktörleri ile ülkemizde izlenme rekorları kıran bir film.
Hayretler içinde izleniyor,
Olaylar ve aktörler tartışılıyor,
Hatta gelecek bölümleri büyük bir merak ve heyecanla bekleniyor.
Dünyada yer yerinden oynarken,
Ağzını açanı susturan, elini kaldıranı toplatan RTE-AKP,
Sinemada film seyredenler gibi sessiz…
Sessizlik savcılara da yansımış,
Yargı da suskun seyirci konumunda.
Du bakali nolcek, der gibiler.
Bugüne sessiz kalan RTE-AKP,
2053 Türkiye’sinin müjdesini vererek,
Halkın 30 yıl sonraya bakmasını istiyor,
Bugünün üstünü örtercesine…
*****
Bir söylenenlere bakıyorum, Türkiye uçuyor…
Bir de polisiye film gibi anlatılanlara bakıyorum, ülke karanlıkta.
Bir söyleyenlere bakıyorum devleti yönetiyorlar,
Bir de bakıyorum anlatana…
*****
Muhalefetin bu süreci iyi okuması gerekiyor.
Bugünün koşullarında iktidar değişikliği kaçınılmaz olacaktır.
Ancak önemli olan hükümet olmak değildir.
İktidar olabilmek ve iktidarda kalabilmektir.
20 yıl öncesini anımsayalım.
Krizler ortamında iktidara gelen DSP, MHP, ANAP koalisyonu,
Ekonomik krizi doğuran politikaları uyguladılar ve baraj altında kaldılar ve iktidarı liberalizmin yeni yüzü RTE-AKP’ye teslim ettiler.
Aynı politikalar uygulandıkça böylesi karanlık ilişkilerin süreceği ve aynı sürecin yaşanacağı kaçınılmaz olacaktır.
******
Hayri Kozanoğlu (18.05.21, Birgün) bu kısır döngünün dünyadaki yansımalarını örnekleriyle kaleme almış.
“1997’de AB’nin 15 üyesinin 11’inde sosyal demokrat partiler iktidardaydı. Bugün ise sadece birkaç ülkede geniş koalisyonların bir parçası olarak hükümetteler.
Üstelik kamuculuğun itibar kazandığı, dayanışmanın öneminin anlaşıldığı, gelir ve servet dağılımı adaletsizliklerine tepkilerin yükseldiği Covid-19 salgını döneminde bile kan kaybetmeye devam ediyorlar.
…İşin ilginç yanı, sosyal demokrasinin makus talihinden kaygılananlar arasında küresel sermayenin yayın organlarından Financial Times (FT) da bulunuyor. Gazetenin Editörler Kurulu yorumunda şu değerlendirmeyi yapıyor:
Bu son dönemde Avrupalı sosyal demokratların ikinci paradoksal başarısızlığıdır. Küresel finansal krizi piyasanın aşırılıklarını dizginleme geleneğine dayanan bu partiler için altın fırsattı, ancak çoğu bu süreçte öne çıkmayı başaramadı.
Pandemi daha fazla dayanışma arzusunu tetiklerken, seçmenlerin daha müdahaleci devlete hoşgörüsünü artırdı. Fakat sosyal demokratlar yine anı yakalamayı başaramadılar.” (14 Mayıs 2021)
FT’ye göre, sosyal demokrat partiler geleneksel tabanları, imalat sanayi işçilerini sağ popülistlere; şehirli orta sınıfları ise yeşil-sol liberal partilere kaptırma tehlikesiyle karşı karşıyalar.
Finansal kriz sonrasında kamu hizmetlerinin içini boşaltan kemer sıkma politikalarını zımni olarak onaylamaları da güven zedeleyici oldu.”
*****
Korona virüsü ile herkesin söylemeye başladığı “hiç bir şey eskisi gibi olmayacak” sözü, bugün için geçerli olmak zorundadır.
Eskiyen ve değişmesi gereken, 80 sonrası uygulanan neo-liberal politikalardır.
Türkiye Cumhuriyeti’ni;
Kuruluş ilkelerinden ve politikalarından kopartan,
Liberalizmin bataklığına sürükleyen,
Sanayisini ve tarımını bitiren,
Halkımızı yokluk ve yoksulluk içinde bırakan,
Hukuku ve adaleti yok eden,
Bu sömürü düzeninin yıkılması,
Türkiye’nin bir an önce bu bataklıktan çıkartılması,
Devletin yeniden inşası gerekmektedir.
Görev muhalefetindir, özellikle de CHP’nindir.
Yineleyelim,
AB ülkelerinde olduğu gibi,
Neo liberal politikalar içinde kendine yer arayan sol siyaset çökmüştür.
Küresel sermaye popülizmle halkı uyutarak düzenini yürütmektedir.
Ülkemizde ise, popülist politikalara din istismarı da eklenmektedir.
Bu koşullarda hükümet olunabilir ancak aynı siyasi tavırla iktidar olunamaz, iktidarda kalınamaz.
CHP, gerçek Halkçı-Devrimci kimliği ile bu sömürü düzenine karşı çıkmak zorundadır.
Son dönemde Kemal Kılıçdaroğlu’nun dile getirdiği;
Satılan fabrikaların, üretim tesislerinin geri alınacağı,
Köprü, yol, tünel, hastane gibi garantili projelerin kamulaştırılacağı,
Tarımda üretimin, çiftçinin destekleneceği,
İşsizliğin yok edileceği,
Halktan alınanların Halka geri verileceği… sözleri umut vericidir.
Halkın geleceğinden umut duyabilmesi, iktidar demektir.
Umut, geleceği aydınlık kılar.
Umudun kaynağı Demokratik Laik Cumhuriyet’tir.