Bu kavram genelde demokrasisi olmayan ve bir vatanı olduğuna inanan garibanların olduğu ülkelerde sık sık karşılaştığımız ve duyduğumuz alışageldiğimiz bir sözdür!
Böylesi bir ülkede, her gün binalar çöker, yol çöker, sağlık sistemi çöker, eğitim sistemi çöker, hukuk çöker ve adalet enkaz altında dağıtılmayı beklerken canından olur!
Bir diğer çökme de insanın insana çökmesidir!
Bunu genelde kovulan demokrasinin yerine kınan mafya babaları yapar!
Bu babaları kısaca ikiye ayırabiliriz!
Bunlardan biri, diğerine göre biraz daha namusludur!
Bir araziye, ya da bir adaya çökecekse sahibini çağırır ve kibarca bu malı satın almak istediğini söyler!
Mal sahibinin “ satmıyorum” deme şansı yoktur ve sonuçta devede kulak bir bedelle mala çökülür, rızalık gösterilerek imzalar atılır ve her şey yasalmış gibi görünür!
Gerçi yasal olmazsa sanki bir şey mi olacak?
Canına susayan gitsin dava açsın!
Birde hiç bir şey koklatmadan mal sahibinin kolunda tuttuğu gibi atanlar var ve üstelik dünyanın dayağını atarak!
Dayak sonrası kibarlık seansları da düzenlenir ve üstüne üstlük senetler imza tılır, kapıya kadar da uğurlanır, güle, güle...
Sonra bunları yapanların hepsinin adı “ iş insanıdır.”
Fabrika yok, tezgah yok, yere eğilip bir çöp almamış ama para kamyonla!
Çökmenin getirdiği bu devasa parayla devlet katına sızmada son derece başarılı olurlar!
Üstelik bunlar akıllı insanlardır! O ülkenin değer ve halka çok iyi yutturulanına birinci elden sahip çıkarlar!
Onlardan daha iyi vatanı seven yoktur ve dinimize kimse dil uzatamaz!
Bunların en iyi örneklerinden Sedat Peker, şu an değer ve uğruna “ kan akıtacağım” dediği ülkesini ve iş arkadaşlarını video, video satmaya başladı!
Biraz daha sallasalar bize Marx’ın “ kapitali” ni özet geçip kominist olacak!
Bunların diğer bir ortak noktası da her mekanda “ devletin bize borcu var” demeleridir!
Bence haklı oldukları en doğru yer bu söyledikleridir!
Demokrasiyi, adaleti, insan haklarını bir tarafa itip bunlarla iş görürsen, sürekli borçlu olursun ve bu pis alacaklılar her ortamda “ alacağım da, alacağım” der!
Çakıcı da mahkemede “ bu devlet bana borçlu” demişti!
İşte!
Bunların konuşulduğu bir ülkede her şey bir tarafa, devlet çökmüştür!
Bu çökmeye sebep olanlar hesap vermediği sürece vatandaşın yapacağı fazla da bir şey yok!
Biat ve hayali kutsallar üzerine algıları ve tüm benliği zapt edilmiş bir toplumun yapacağı tek şey diz çöküp duaya durmaktır!
**************
DEVLET YALAN SÖYLER Mİ?
Çoğumuz devletin yönetime gelen siyasi iktidarlar olduğunu zannederiz!
Hayır!
Siyasi partiler devlet değildir ve iktidara geldiklerinde sadece devlet çarkını çevirmekle mükelleftirler!
Çarkın bir çizgisi vardır ve o çizgiden çıkmamak asli görevleridir! Çünkü devletin kendine ait dokunulmazları vardır!
Kimi zaman bu dokunulmazlar zorlanınca işte o zaman devlet devreye girer ve beraber çalıştıkları ile darbe falan yaparak, iktidarları yerle bir eder, bizde ve kimi ülkelerde olduğu gibi başbakanını bile asar!
Aslında devlet görünmez bir tüzel kişiliktir!
Bir şey söylemişse temsil ettiği halk buna inanmak zorundadır!
Hatta devletin yalanına karşı çıkmak bazen büyük suçtur ve bunun bedeli de ödetilerek, karşı çıkan yem olarak inandırılmış kitlelerin önüne atılır!
Konu neydi, şimdi tam hatırlamıyorum ama sanırım bir yurt dışı meseleydi ve bizden boş boğazın biri doğruları söylemişti ve o dönemin Deniz Baykal’ı “ Devlet doğrucu Davut makamı değildir” diyerek doğru söyleyeni dokuz köyden kovmuştu!
Kısacası devletin en büyük görevlerinden biri yalan söylemektir!
Yalanın olmadığı yerde devlet yoktur!
İlkokul sıralarında bize ilk ders olarak “ yedi düveli yendiğimiz” gibi hikâyeler anlatılıyordu!
Belki inanmayacaksınız ama bu hikayeyi çok tekrarlayan öğretmenime, daha ilkokul üçüncü sınıftayken “ öğretmenim madem yedi düveli yenmişiz, neden Amerika süt tozunu içiyoruz” diye sorunca, derslerden dolayı hiç dayak yemeyen ben, okkalı bir tokatla sorunun yanıtını almış, Amerika süt tozunun ne kadar kıymetli bir şey olduğunu anlamıştım!
Merak ya!
Büyüdükçe bu işe kafayı taktım ve yine bu yedi düvel meselesinden Ortaokuldayken de
bir tokat da sosyal bilgiler öğretmenimden yedim!
Sonuçta öğrendim ki öyle yedi düvel falan yenmemişiz!
Üç kıta da topraklarını kaybeden Osmanlı topluluğu buharlaşıp toz olacak değildi ya!
Birinci dünya paylaşımından sonra bize de Anadolu topraklarının bir kısmı verildi ve şimdi burada yaşama tutunmaya çalışıyoruz!
Karşı çıkan varsa, yanıtım “ Hani üç kıtanın toprakları” olacaktır bilesiniz!
Konuya fazla dalmayayım, çünkü biliyorum ki bu inandırılmış kıta bekçileri hemen bana saldıracak, yok; “ sen Atatürk’e karşı mısın?”
falan...
Hayır, ben kimseye karşı değilim!
Sadece beynimize aşırı şekilde yüklenen yalanlara karşıyım!
Böyle olunca sorgu ve sorgulama mekanizmalarımız dumura uğramış ve hiç bir doğru bize cazip gelmiyor!
Devlet işte!
Yalanları künyemize kazılmış imza gibidir!
O nedenle şetanı değil, kendimizi taşlıyoruz!
Üstelik hep aynı taşlarla!
****************
TAM KOMEDİ
Tüm Türkiye nefesini tutmuş, bu ülkenin manda ciğeri yemiş gazetecilerinin Süleyman Soyluyu sıkıştıracaklarını beklerken, Soylu baktı ki bunlarda öyle ciğer falan yok ve sazı aldı eline başladı bize nasıl bir vatansever olduğunu anlatmaya!
Gazetecilermiş!
Ben İsmail Saymazla, Merdan Yanardağın gazeteci olmadığını hep söylerdim. Dün beni yanıltmadılar!
İkisi de korkak ve ürkekti!
Birincisi Sedat Peker den korktular ve ona kullandıkları dil, son derece şeker tadındaydı!
Ne bileyim, belki de bir Hadi Özışık kardeşlerin akıbetine uğramak istemediler!
İkincisi bakandan korktular! Zaten programın bir yerinde Merdan Yanardağa “ senin de hakkında iddialar yok mu, hem de ne kadar” diyerek oradan gelecek bir soruyu adamın ağzına tıkadı!
Bakana gelince;
Bence dün gece sadece gidişinin finalini oynadı!
Satır aralarında hükümete net mesajlar verdi ve bitmiş, tükenmiş bir yalnızlığın içinde çırpınıp duruyordu!
Şu saatten sonra her şeye hazır olun!
Ne bileyim, tahmin ettiğimiz ancak söyleyemediklerimiz var ya!
İşte onlar!
Birileri çıkıp söyleyecek gibi!
Belki Ahmet Davutoğlu, belki de bir başkası!
Çünkü ateş birçoğuna sıçramış durumda ve bu ülkede zulüm yapanların zeval bulması an meselesidir!