Bu pandamı süreci herkes gibi beni de bunalttı!
Oldum olası öyle lüks mekânları seven biri değilim. Eskiden seyyar kebapçılar olurdu ve en çok onlarla muhabbet etmeyi sever, ince ekmek arası kebaba bayılırdım! Hepsinin ayrı hikâyeleri olurdu ve ben buradan insan manzaraları çıkarmaya çalışırdım!
Bazen yolumun kesiştiği lüks mekânların hiç bir zaman bana göre olmadığını defalarca anlamama rağmen, yine de ısrarlar beni buralara zorlamıştır!
Yok, çatalı şu elle, bıçağı şöyle tutup böyle keseceksin gibi kibarlık ötesi incelikler ben gibi bir dağ insanına hiç uymamıştır!
O nedenle Erol Taşın filmlerinde kuzu budunu iki tarafından yakalayıp, iştahla kemiğinden ağız dolusu sıyırıp yutması bana en çok uyan yeme şeklidir!
Tabi bu da eskidendi ve bir zamanlar kuzu eti yemek sıradan bir işti! Bu ülke bir tarım ve hayvancılık ülkesiydi! Binlerce köy boşaltılıp hayvancılığın canına okununca, ne kuzu kaldı, ne de but!
Ha, öküzü buduyla götüren yok mu? Varlar tabi!
Onlar da kim derseniz, yanıtı hazır; o köyleri kim boşalttıysa işte onlar!
Köyleri boşaltarak kirli bir rant alanı yaratanlar, ülkedeki sulak alan ve göletleri üstelik Devlet su işleri eliyle kurutup ülkeyi kurak ve sussuz bir iklime teslim ettiler!
İşte bunlar şu an her yeri saran çekirgeler gibi önüne ne geldiyse yediler ve yemeye devam ediyorlar!
Neyse “ ben ve deniz” demiştim!
Hani gitmişken bi girelim dedik! Bu İskenderun’un rüzgarı meşhurdur! Mesela orada “ yarık kaya” denilen ve dağın ortadan ikiye yarıldığı bir yer var ki oradan esen rüzgârın çok kez Tır devirdiği söylenir ve ben böylesi bir günde deniz kenarındayım!
Rüzgârın bu davetine, koca deniz de karşılık veriyor ve dalgalar minare boyu!
Kısacası yaşadıklarım bana kalsın ama siz, siz olun böylesi havalarda denizle aranıza büyük mesafeler koyun ve o tahta barakalara güvenip üstünüzü değişmeye kalkmayın! Sonra baraka ve don gider, siz denizle baş başa dımdızlak kalırsınız!
Ama yok, ben macerayı severim derseniz, denize sivil olarak girmek kadar güzel bir şey yoktur!
En azından zam, vergi ve o kadar cezadan sonra üzerinizde alacakları hiç bir şey yoktur!
******************
ALLAH İÇİN ÖYLEDİR
Bu adam toplum bilimci ve sosyolog! Yahu çıldıracağım, bunlar nasıl bu unvanları hak ediyor?
Yani korkuyorsan bari sus ve olduğu yerde kalsın!
Ana yok; yalakalık yapacak ve tarihi saptırma görevini üstlenmiş ya! Başlıyor sallamaya!
Efendim, “ Osmanlı Alevilere kan kusturmuşta... Alevilerin imdadına Cumhuriyet yetişmiş” gibi bilinçli sallamalarda bulunuyorsun!
Bak, Prof Efendi bu yazıyı sana mutlaka ulaştıracağım ve soracağım çok kısa üç beş sorunun yanıtını insan gibi ver, üstü sana kalsın!
1-Yüz yıllık Cumhuriyet tarihinde kaç tane Alevi Kaymakam, Vali ve Emniyet Müdürü var? Mesela yirmi yıldır Cumhuriyet hükümeti olan AKP iktidarında bana müdür ve genel müdür bir tarafa, bir daire başkanı göster!
2-Maraş, Malatya, Çorum, Gazi ve Madımak katliamları sanırım orta çağda oldu ve bu konuda benimle hemfikir değilseniz lütfen aydınlatın, öğrenmek işitiyorum, kimin cumhuriyetinde oldu?
3-Aleviler hala Aleviliklerini gizliyor! İnsan rahat ettiği bir iklimde neden susar ve saklar ki?
4-Cumhuriyet halkı temsil etmekse ve onların inancına saygı göstermekse, hani Cem evleri?
Sadece bunları yanıtla! Daha yüzlerce soru var ve seni aşacağı için olduğu yerde kalsın!
Yahu insan top sakalından utanır!
Hani eskiden bilgelik ve proflara özgü bir şeydi ya!
Sonra bu vasıfları olmayan ben de bu işe heveslenince, bir kıymeti HarbiyeSi kalmadı!
Yani kıl işte, herkeste az çok var! Önemli olan aynaya baktığınızda görünür olanlardan utanmak!
Görünmeyenler derin yerde ve hiç utanmadıkları için kolay kolay ağarmazlar!
Eh, çeneyi ağartıp derinlere yaranmak istersen, böyle tarihi yalanlar söylersin ve Aleviler saf ya!
Sen dersen öyledir canım!
*******************
CEVİZİN KURDU
Uzun yıllar Van’da öğretmen olarak görev yaptım. Güzel ve mükemmel dostlarım oldu ve ben hala kendimi bir Vanlı olarak görürüm. Dile kolay, yirmi beş yaşında gidiyor ve elli beş yaşında ayrılıyorsunuz! Gençliğiniz, güzel anılar biriktirerek yol alıyor ve üstelik hiç tökezlemeden...
Oranın iki büyük aşireti vardır; Ertoşiler ve Brukiler! Her iki aşiretin illeri gelenleri ile çok güzel dostluğumuz oldu ve bu dostluğu da “ kirvelik” le taçlandırdık!
Bu sene koronadan kaybettiğimiz değerli dostum Fethi ERYİĞİT, bana “ Hesene Bruki”
Derdi ve beni kendilerinden sayacak kadar bir dostluk işte! Kaybına çok ama çok üzüldüm; güzel anılarımız vardı ve şimdi onunla ilgili her şey bir film şeridi olarak gözlerimin önünde kayıp gidiyor!
Ertoşiler, zaten bana, sen “ bizim Ertoşilisin” derler ve o kültürden müthiş olarak beslendiğimi de ifade etmek isterim! Nüktedanlıkları, şakaları, halayları ve dengbejleri benim için bulunmaz bir kaynaktı! Tıpkı bir pınarın çağlayan suyu gibi!
Demem o ki; bu güzelim memleket daldaki cevize benziyor!
Bir de dört bir tarafa serpiştirilen kurtçuklara ve o kurtçuk içine girdiği cevizi kemirip durdukça, günü geliyor ki sadece etrafında boş bir kabuk var ve her şeyi yemiş tüketmiş, üstelik o kadar şişmanlamış ki girdiği delikten artık dışarı çıkamayacak kadar ve ilk rüzgârda ceviz sadece içi boş bir kabuk olarak savrulup gidiyor!
Bu sabah memleketimin bir güzel tarafına daha yolculuk yaptım!
İskenderun’a!
Akdeniz’in kıyısı ve denize sarkan bir söğüt dalının, gelen her dalgayı öperek dansa kaldırması gibi bir güzellik!
İnsanlar ve kuşlar biri birine alışmış ve kumrular ayak dibinizde dolaşarak düşen simit kırıklarını ürkmeden alıyorlar!
Her zaman söylerim “ bir yerin medeniyeti, insanlarla kuşlar arasındaki mesafeye bakar” diye!
Yurdumun kimi yerleri böyleyken, kimi yerlerinde kuşlar, görüş alanınıza bile girmeye korkuyor!
Çünkü onlar en çok gürültüden ve de silah sesinden korkar! Bunların olduğu yerde hiç bir güç onları size yaklaştıramaz!
Evet!
Kurt ve ceviz içi demiştik!
Girmişiz ve artık girdiğimiz delikten çıkamıyoruz!
İçini tükettiğimiz cevizin kabuğuna vura vura birilerinin yalnızlığımıza ses olmasını istiyoruz!
İşte o sesi en çok rüzgâr duyar ve sese geldiğinde artık sen yoksun!
********************
DÜŞMANA KARŞI ZAFERİ KAZANMIŞ DURUMDAYIZ
Osmanlı, en büyük düşman olarak aydınlanmayı gördüğü için üç yüz yıl sonra matbaayla tanıştı ve tanışınca da artık ipi çekilmişti!
Çünkü dünya Matba sayesinde geçmişi ve geleceği tahlil etmiş, binlerce buluşa imza atmıştı!
Bizimkiler ise sadece her mevsimin güneşine sırtını dönerek duvar diplerinde abdesti nelerin bozup bozmadığını tartışıyorlardı ve ilginçtir o tartışma hala tüm hızıyla devam ediyor!
Osmanlı mirası diye yeni bir devlet kurulduğunda adına hiç alakası olmamakla birlikte “ Cumhuriyet” denildi ve o dönemin başında kitap yazma ve okuma gibi bir heves belirdiyse de bunun tehlikeli bir yol olduğu kanısına varıldı ve yazanlar ya suikastlerle ortadan kaldırıldı, ya da uzun yıllar hapislere tıkıldı!
Evinde kitap olanlar onu en tehlikeli suçmuş gibi saklıyor ve gizli okuyorlardı! Evleri basıldığında da sonuç malumdu!
Şu gün olmuş hala değişen bir şey yok! Arkadaşı almışlar ve basına yansıyan resmine baktım “ çok sayıda yasak ve örgütsel yayın” denilerek benim kitaplarımı da koymuşlar!
Yani melemen tarifi tarzında yazdığım roman, hikaye ve şiir kitapları örgütsel yayın oluyor!
Hal böyle olunca okuduğu ile korkutulan ülkemin vatandaşı kitap okumuyor ve bugün düşen bir habere göre yurdum insanı gün yirmi dört saatte sadece yedi dakika kitap okuyormuş!
Yurdum insanı öyledir!
Faydalı hiç bir işe zaman ayırmaz ve her işi yangından mal kaçırır gibidir!
Giderek katmerleşen bir cehalet iklimine kapılmış gidiyoruz. Vatandaşı kitap okumayan bir ülkenin mafya lideri çıkmış psikoloji ve dünya klasiklerinden dem vuruyor ve okuduğu da belli ki tespitler cuk diye yerine oturuyor!
Kısacası Osmanlı’dan beri en büyük düşmanımız olan kitaba karşı olan savaşı kazandık!
Üstelik bu işi taçlandırarak!
Yirmi birinci asır olmuş, dünyada en çok tutuklu gazeteci, yazar bizde!
Hala “ yasak yayın” diyerek sıradan kitaplar derdest ediliyor!
Yazarken kılı kırk yarıyorsunuz ve kelime avcılığı yapılarak size suç istinadı olarak dönebiliyor!
Kısacası kendimize iyice benzedik ve böyledir orta doğululuk!
Din, iman, ırk...
Bir de bilmeden, her şeyi biliyormuş gibi ukalalık yapmak!