Ülkemiz, dünya nüfusunun 3’de 2’sinin yaşadığı üç ana kıta Asya, Avrupa ve Afrika’yı birbirine bağlayan tek kara parçasıdır.
Anadolu ve Boğazlar bu üç ana kıtanın merkezindedir ve kıtalar arasında önemli bir geçiş bölgesidir.
Tarih boyunca zengin kuzey ve gelişmiş batı ülkeleri, geri kalmış ve yoksul doğu ve güney ülkelerinin zengin kaynaklarına ulaşmak ve bu ülkeleri sömürgeleştirmek,
Ortadoğu’nun üstü kutsal, altı petrol dolu topraklarında egemen olmak için Anadolu’ya ve Boğazlara sahip olmaya çalışmışlardır.
Sömürgecilik Asya, Afrika ve özellikle de Ortadoğu ülkelerinde Halkların cehaletin, geri kalmışlığın ve yoksulluğun karanlığı ve acıları içinde yaşamalarının temel nedenidir.
***
İkinci Dünya Savaşı sonrası Soğuk Savaş döneminde ise Sovyet Rusya’nın, günümüzde de Rusya’nın ideolojik yayılma planına ve sıcak denizlere açılma politikasına karşı ABD “yeşil kuşak” politikasını ortaya koydu.
ABD, Rusya’nın ittifak kurduğu ve desteklediği yönetimlere karşı din ve etnik kimlik farklılıklarını kullandı. Bu ülkelerdeki egemenlik mücadelesini de kendisinin oluşturduğu ve desteklediği radikal terör örgütler üzerinden yürüttü.
Günümüze kadar bu politikayı sürdüren ABD ve emperyal müttefikleri, Afganistan’da El Kaide’yi, Irak’ta ve Suriye’de İşid’i, PKK, PYD vb terör örgütlerini destekleyerek bu ülkelerin ve Halklarının sürekli bir savaş ve çatışma içinde yaşayacakları ortamları yarattılar.
Cahil ve yoksul bıraktıkları ulusal bilinçten yoksun Halkları bölerek, parçalayarak yönettiler ve sömürdüler.
***
Sömürgecilikle başlayan, emperyalist politikalarla da günümüze kadar uygulanan kapitalizmin bu sömürü düzeninin yarattığı yoksulluk ve çatışma ortamından kaçan insanlar güven içinde olacakları batı ülkelerine doğru göç etmeye başladılar.
Ancak dünyaya demokrasi ve insan hakları dersi (!) veren Batı gerçek yüzlerini gösterdi ve kendi yarattığı bu yoksulluk ve çatışma ortamından kaçan insanlara kapılarını kapattı.
Dahası, Irak’ta, Suriye’de ve Afganistan’da kendi yaktığı ateşten çıkmaya çalışan ABD, yerine askeri güç olarak Türkiye’ye bırakmaktadır.
Bir anlamda Türkiye’yi ateşe atmaktadır. Üzücü ve tehlikeli olan ise RTE-AKP’nin siyasi destek almak, ABD ve Batı sermayesine şirin gözükmek adına bu milletin evlatlarının canı pahasına Afganistan’da ve BOP’da yer almaya gönüllü olmasıdır.
Kore’de olduğu gibi…
Sonuçta, özellikle Irak, Suriye ve şimdi de Afganistan’dan kaçan insanların sığındığı ülke Türkiye oldu.
Emperyalizmin bu ülkelerde insanlığa ihanetinin yükünü taşımak da Türkiye’ye kalmıştır.
***
Temel hatlarıyla çizmeye çalıştığım bu sürecin sonunda bugün, Göç İdaresi Genel Müdürünün açıklamalarına göre;
Son on yılda 2. Dünya Savaşından beri en büyük insan hareketliliği yaşanmakta,
Dünya genelinde 272 milyon göçmen (BM göre) bulunmakta,
Ve bu göçmenlerin 80 milyonu zorla yerinden kopartılmış kişilerden oluşmaktadır.
Ayrıca, 21 milyondan fazla sığınmacı kendi ülkelerindeki zulümden ve şiddetten kaçarak can güvenliklerini başka ülkelerde aramaktadırlar.
Ülkemizde ise, çoğu geçici koruma statüsüne sahip 196 farklı ülkeden yaklaşık 5,5 milyon göçmen bulunmaktadır.
İç İşleri Bakanlığına göre (2021) ülkemizde, sayısı 3.688.238 olan Suriyelilerin yanı sıra büyük çoğunluğu Iraklı, Afganistanlı, İranlı olmak üzere diğer ülkelerden binlerce mülteci yaşamaktadır.
***
Kendi ülkesine, toprağına, zenginliklerine ve yaşamlarına sahip çıkamayan insanlar, çareyi başka ülkelere göç etmekte buluyorlar.
Ne acıdır ki, birçoğu yollarda, batan teknelerde, denizlerde yaşamlarını yitirdiler.
İnsanlık dramı ve vahşetini yaşayan bu insanlara kapılarımızı açmak ve öncelikle can güvenliklerini sağlamak bir insanlık görevidir ve doğrudur.
Ancak, RTE-AKP, uluslar arası alanda yürüttüğü etkisiz politikasının sonucu 5 milyonu aşan sığınmacının yarattığı ekonomik yükü ülkemizin tek başına üstlenmesine neden olmuştur. Bu yükü karşılamak da işsizlik ve yoksulluğu yaşayan Halkımıza kaldı.
RTE-AKP’nin bu insanlara ülkemiz vatandaşı kimliği vererek siyaseten kendine taban yaratma politikası ise son derece yanlıştır.
Farklı yaşam alışkanlıklarına ve kültürlerine, ağırlıklı olarak Arap kültürüne sahip insanların yaşam biçimimizle ve kültürümüzle uyumlu olabilmelerinin ne denli zor ve olanaksız olduğu son dönemde yaşanan olaylarla görülmektedir.
Cumhuriyetle şekillenen çağdaş yaşam biçimimize aykırı olan bu Arap kültürünü ve yaşam biçimini ülkemizde yer etmesini amaçlamak, Türkiye Cumhuriyetinin geleceği açısından tehlikeli ve yanlış bir adımdır.
Göç edenlerden bazılarının kendilerine yapılan yardımlar, tanınan haklar ve verilen tavizlere güvenerek fütursuzca hareket etmeleri, insanlarımızı taciz etmeleri ve saldırgan tavırlar içinde olmaları, hatta başka ülkelerden gelen göçmenlere karşı sertleşen tutumları, toplumsal yaşamımız ve barışımız açısından büyük bir sorun yaratmaktadır.
***
Bu süreç Cumhuriyetin “yurtta barış dünyada barış” ilkesini terk etmenin, Ulusal bilinçten uzaklaşmanın ve emperyalizmin sömürü düzenine alet olmanın bir sonucudur.
Komşu ülkeler başta olmak üzere Türkiye Cumhuriyetinin kurtuluş ve kuruluşunu örnek alan ülkelerle “barış” temelinde kurulacak ilişkiler ve dayanışma, emperyalizmin sömürü düzeniyle mücadelenin, insan hak ve özgürlüklerinin ve dünyada barışın olmazsa olmaz koşuludur.
İlhan Seçuk’un sözüyle, “İnsanlık, sömürüsüz uygarlığı kuracaktır…”