Sayfamda hatırı sayılır CHP’li var. Kimini şahsen, kimini sayfa dostluğundan bilir, hepsine de sonsuz saygı duymuşumdur. Yazılarımı çok iyi takip ettiklerini ve iyi birer okurum olduklarını da biliyorum.
Kılıçdaroğlu’nu kimi zaman sert eleştirmişimdir. Bir yazar olarak doğrusu budur ve gördüğünüz yanlışı söylemek, eleştirmek zorundasınız ve en azından etik olan budur! Bu nedenle geçmişte bir gazetede köşe yazmak adına “ Kılıçdaroğlu’nu eleştirmemek” şartı konunca biz gereken yanıtı vermiş ve talimat alacak yapıda olmadığımızı söylemiştik!
Geçenlerde yine Kılıçdaroğlu’nu eleştirdiğim bir yazıya Fatma ablam “ Çiloğlu” yazıyı çok beğendiğini ancak “ Kılıçdaroğlu bölümüne kadar” diyerek gönül koymuştu!
Ben de Fatma ablamı üzmemek adına bir kaç gündür Kılıçdaroğlu’nu es geçiyordum!
Ne var ki dün öyle bir açıklama yaptı ki gel de yazma?
Yani bu adam durup dururken aklımın sinir uçlarına çarpıyor!
Nerede aklına geldiyse Cumhurbaşkanı olacağını sanıyor!
Düşünün bu ülkede bir Alevi Vali, Kaymakam, Emniyet müdürü yok ama bizimki Cumhurbaşkanı olacak! Gerçi Alevi, Kürt olduğunu o hariç herkes biliyor ama kendisi bilmiyor!
Çıkmış “ Büyükşehir belediye başkanları bir dönem daha görevlerinde kalsınlar” diyor!
Bu mesaj direkt İmamoğlu ve Mansur yavaşadır! Yani diyor ki “ oturun, oturduğunuz yerde” diye gözdağı veriyor!
Be adam, Akşener bile seni geçti geçecek oy potansiyeline geldi ve ister alttan topla, ister üstten topla bu ülkede yüzde yirmi beşi aşma şansın yok!
Çünkü bir politikan yok! Yaptığın tek şey Erdoğan’a laf yetiştirmen!
Senden önceki yatak gazisi Genel Başkanın Erdoğan’ı mahalleden getirip bu ülkenin başına koydu ve sen şimdi ebedileştirmek için uğraşıyorsun!
Erdoğan’ın yerinde olsam sana açtığım tüm davaları çeker, bugüne kadar senden aldıklarını da faizi ile geri öderim!
Ülke alev topu ve sen bir ana muhalefet lideri olarak hükümetin bu basiretsizlik üzerinden yürüyeceğine çıkmış alakası olmayan bir fikir atıyorsun oraya!
Tabi bu yandaş medya için can simidi! Dağ taş yanarken biz artık “ Kılıçdaroğlu ne demek istedi” gibi gereksizliklerle uğraşacağız ve olmayan beynimiz iyice şişirilecek ve top misali gelen vuracak, giden vuracak!
Be adam!
Daha öncede yazdım! Bak, benim Cumhurbaşkanı olma şansım senden kat, kat daha fazladır! Şimdi anla ve otur yerine!
Atilla’nın meşhur sözüdür “ yerine gelecek diye kimseye engel olma!”
Anlaşılan Erdoğan’a son bir iyilik de senden gelecek!
Bunun vebali ağırdır ve sen bu vebalin altından kalkamazsın!
****************
BİZ VE AMERİKA
NATO’ya imza koyduğumuz gün, bağımsızlığımızdan da vazgeçtik! Siz bakmayın öyle sınırlarınızın olduğuna ve ona “ devlet” dendiğine!
Bu sadece haritadaki yerinizdir; asıl olan içindeki insan unsurudur ve bu insan unsurunu devletin toplamına taşıdığınızda ortaya kendine ait kararları ve aklı çıkar! Eğer bu yoksa sen göbekten bağlı ve bağımsız değilsin!
Özellikle Amerika Başkanı Nixson’ın Türkiye ile ilgili olan mühendislik proğramı iyi bilinir ve ondan sonra gelenler bu plana harfiyen uymuşlardır!
Bu plan; bilimden, akıldan uzak ılımlı siyasal islamdır ve bununla hedeflenen Türkiye’nin gelişmesine takoz olmaktır! Fetullah Gülen bu projenin en büyük ayağıydı! Darbeyi neden başaramadığına dair çok geniş düşünmek lazım, bence Amerika sadece o kadarını istedi. Gerisi çenemizi yoran gereksizliklerdir!
Bu darbe bahanesiyle Türkiye elli yıl geriye atılacak uygulamalara bizzat kendi eliyle imza atmıştır ve bundan çıkış pek kolay olmayacaktır, sonuçta Amerika öyle istiyor!
İşte o Amerika, Afganistan’da kendi iş birlikçilerini Türkiye üzerinden almaya çalışıyor!
İş birlikçilerle birlikte sayısı milyonları bulan boş, avare takımı da fırsattan ifade kapağı Türkiye’ye atıyor!
Amerika “ bunları eleyeceğim, işime yarayanları alacağım” diyor!
Yani eli ayağı düzgünler Amerika’ya, keş, bağnaz ve her türlü kullanıma hazır olanlarda bize kalacak!
Bize kalanlar kısa sürede içimizde eriyip gidecekler, çünkü büyük avantajları var; çünkü Müslümanlar!
Yani din kardeşlerimizdir bunlar! Bu din kardeşleri nedense kapağı hep Batı’ya, gâvur topraklarına atar!
Siz hiç birinin Peygamberin toprağı olan ve yattığı Kâbenin bulunduğu Suudi Arabistan’a gittiğini gördünüz mü?
Gitmezler!
Boş kalabalıklar olarak gittikleri yerde ezberledikleri laklaklarla oraya buraya cehalet aşılarlar, hepsi o kadar!
Artık sokaklarımız bunlarla dolu! Trafik ışıklarında dilenenden tutun, sokak aralarındaki rezalete kadar ne istersen hepsi içimizde!
Bu uzun vadeli bir Amerika projesiydi! Şimdi proje tüm ayrıntılarıyla kucağımızda!
Bunun ardı yoksulluk, cehalet ve hurafedir!
Amerika bu; cevizi beş görmeden taşını atmaz!
*****************
KAVUN-KARPUZ
İkisini de severim ve laf aramızda seçmesini de bilirim; eh, ne de olsa köylü çoçuğuyuz, bırakın o kadarı da olsun!
Van’da olduğum yıllarda meşhur Sıxke kavunu vardı ve gerçekten kavunun hasıydı. Şimdi var mı, yok mu bilmiyorum, Van’dan ayrılalı yıllar oldu!
Van gölünün kıyısı müthiştir ve gölün türlü renklerle dansı başkadır! Hele Süphan dağına karşı oturmuşsanız, dağın zirvesindeki karlar beyaz gelinliği ile sudan çıkıp gökyüzüne uçan bir gelini andırır ve doyumsuz bir manzara ruhunuzu okşar!
Hafta sonu “ rakı içelim” diye bir teklif geldi ve ben oldum olası iki kadehi geçmeyen bir insanım, bunu bilen arkadaşlar rakı alırken beni içmiyor kabul edip ona göre miktar belirlerlerdi!
Ama bu sefer farklı bir durum vardı, rahmetli Selahattin “ bak bir yetmişliği devirmezsen bana da adam demesinler, ne demek iki kadeh, belli ki sen Sıxke kavunu ile içmemişsin” dedi ve iddialı konuştu, hem de oğluna “ çabuk git bir tane Sıxke kavunu al ama dikkat et, üstü pütürlü, arkası geniş olsun, biz şimdi sahile iniyoruz, bırakır gidersin” diye oğlanı tembihledi ve bizi de tekel bayisine götürdü!
Sahile indik, mangal hazırlığı, salatalar, turşular, ne derseniz var! Bizim Hacı Hadi sofudur, namazında niyazındadır fakat hep bizimle gezer, ağzına asla içki almaz ama onun kadar masa donatan bir insana hiç rastlamadım!
Bir saat sonra oğlan elinde kocaman bir kavunla geldi ve masaya bırakır, bırakmaz çekildi gitti, belli ki terbiye gereği babasının olduğu ortamlara girmiyor!
Mübarek kavun masaya iner inmez etrafı müthiş bir koku saldı! Selahattin önce kavunu sıvazladı, sonra arkasına bir şaplak, test sonucu “ süper” dedi ve kavunu kenara bıraktı! Üzerimde bir çakı bıçağı vardı ve jilet gibi keskindi. Çıkarıp Selahattin’e uzattım, “ bu ne” diyerek gözlerimin içine anlamsız bakınca, “ bu bıçak keskindir, bununla doğra”
dedim!
Koy o bıçağı yerine, bu kavuna öyle her bıçak vurulmaz ve bu kavun her adamın masasına da gelmez dedi ve cebinden ağzı hilal ay şeklinde bir bıçak çıkardı ki yaldır, yaldır yanıyor!
Sonra bıçağı çıkardığı gibi geri cebine koydu ve devamla “ bu kavun öyle bir taraftan ağza alınıp, diğer taraftan üzerine rakı içmekle olmaz, önce içeceksiniz ve rakının son kadehiyle bu kavuna başlayacaksın, yoksa ikisi de heder olur” dedikten sonra, Hacı Hadiye “ öyle değil mi hacı” diyerek bir de yüksek sesli onay aldı!
Başladık içmeye ve kavun kutsal misafir gibi sadece koku yayıyor, bekliyoruz ki Selahattin o meşhur bıçağını çıkarsın ama yok!
Bu arada bir yetmişlik gitmiş ve Süphan dağıyla mesafemiz giderek azalıyor!
İkinci yetmişlik açılınca sazcı Nuri bir efkâr basıp tam da terk eden sevgilisinden konuşacakken Selahattin; “ hop, dur orada, ben kadının kızın konuşulduğu masaya asla oturmam ve konuşanla bir daha işim olmaz” dedi ve Nuri’yi anında susturdu!
İkinci yetmişliğin dibine gelince ben elimde bıçakla kendimi kavun tarlasında görmeye başladım! Her taraf kavun ama bir tek tanesini kesemiyorum!
Selahattin elini kavuna uzatıp “ hey yavrum, dünyada sen kavunum de, neyse arkadaşların seni yiyecek hali kalmadı, en iyisi seni eve götüreyim de, bari hanım yesin, zavallı kadın bir haftadır benden Sıxke kavunu istiyor” dedi ve hacıya ortalığı toplamasını söyledi!
Aklıma nerden geldi bilmiyorum! Olay bire bir gerçektir!
Sanırım bugün içimden bir Van özlemi geçti.
*************
BİZE YAKIŞAN BU
Dışarıya para gönderiyoruz, üstelik otuz milyon dolar!
Diğer yandan yangına uçamayan uçakların bakımı için “ dört milyon lazım” diyerek adeta yalvarırcasına yardım isteyen yetkili!
Yani neresinden tutsan, oradan elinize yapışıyor ve her şey o kadar anlamsız ki!
Sonra Milli eğitime yeni bakan atanıyor! Adam açıklama yapıyor, halef ve seleften aynı nakaratlar “ sayın cumhurbaşkanımızın takdirleriyle...” falan!
Yangın yerindeki bakanlar da aynı şeyi söylüyor “ sayın cumhurbaşkanımızın sevk ve idaresiyle...” gibi!
Televizyon kanallarının demirbaş yağdanlıkları benzer nakaratlarla söze başlıyor!
Bir ülke!
Bir toplum!
Ancak ayaklarından tutularak bu kadar aşağıya çekilir!
Bence Cumhurbaşkanı da bundan rahatsızdır. Değilse, bunun izahı mutlaka vardır, hem psikolojik, hem de duruş olarak!
Bazen hayrete düşüyorum!
İlkokul dahil hiç bir okulda defter kitap taşımadım! Bunu en iyi beraber okuduğum arkadaşlarım bilir.
Bilmiyorum, okul bilgileri bana hep basit geldi ve sadece sınıfta öğretmenleri az buçuk dinleyerek hiç sınıfta kalmadan tüm okulları bitirdim.
Ha, nasıl öğretmen oldum, o da başka bir yazıya!
Ancak, hemen hemen okumadığım kitap kalmadı, ayrı bir hastalıktı ve ortaokulda Türkçe öğretmenimin verdiği sınıf içi ödevi on dakikada bitirip kâğıda verince “ niye çabuk verdin” diye önce iyi bir tokat yedim ve sınıfta kovuldum!
Okulun kenar duvarında koltuğundaki bavulda lahmacun satan bir adam vardı ve elli kuruş verip lahmacun aldım, tam çiğneyeceğim yüzüme yediğim tokattan ağzımın içi ezilmiş!
Adam baktı “ seni hangi hayvan dövdü” diyerek teselli etmeye çalıştı!
Bir gün sonra o öğretmen sınıfa gelip beni işaret ederek “ gel” dedi!
A yağa kalktım ve bir dayak daha yiyeceğim diye ona doğru istifimi bozmadan yürüdüm!
Yani onun dayağına baş eğmemek adına dik yürüdüm!
Ama düşündüğüm olmadı! Bir gün önce “ ağaç ve orman” adlı yazımı katlamış cebine koymuştu. Öğretmenler odasına götürüp seslice okudu ve “ bu çocuk kağıdı erken verdi diye tokat attım, şimdi özür diliyorum” diyerek yanağımı öptü!
Tüm öğretmenler alkışlamıştı!
Yani diyeceğim şu ki, boş bilgilerden arınmayan bir eğitim sistemi dibe çökmeye mahkumdur!
Mesela ben bakan olsam, defteri kitabı yasaklarım!
Çünkü sevmiyordum!!
Şimdi yeni geleni de göreceğiz ve neyi sevip, sevmediğini de!
Bu da görevini tamamlayınca bir fatihalık işimiz kalır ve artık gökte şeyhler ve müritleri uçar!