ALTIN
 3.022,60
DOLAR
 34,3205
STERLİN
44,5531
EURO
 37,4161

 

 

            Türkiye ekonomik ve siyasi olarak içeride, izlenen yanlış dış politika yüzünden ise dışarıda savruluyor. Zira ülke, 24 Haziran 2018 Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinin hemen ardından kendisini, yıllardır izlenen rant öncelikli, ülkenin kaynaklarını istihdam yaratmayan veya istihdamda devamlılık sağlamayan inşaat sektörüne aktaran, bir başka deyişle betona gömen ekonomi politikasından dolayı derin bir ekonomik krizin içerisinde buldu.

              İşin daha kötü olan tarafı ise, ülkede ortak aklı hareket geçirmek suretiyle sorunu aşacak projeler üretecek mekanizmalar işlemiyor. Çünkü 16 Nisan 2017 Anayasa referandumunda, YSK'nin hukuksuz son dakika kararıyla kabul edildiği açıklanan anayasa değişikliğinin getirdiği tek adam yönetiminde, artık her şeye tek bir kişi karar veriyor.

          İktidar Bloku bileşenlerinin, adına Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi dedikleri yeni yönetim sisteminde, başta parlamento, bakanlar, devlet bürokrasisi, ekonomiye yön veren özerk kurumlar hepsi yetkisiz ve devre dışı.

             Kuvvetler ayrılığı ilkesi yok, yürütmenin başı partili Cumhurbaşkanı yasama ve yargıyı kontrol etme yetkisini elinde tutuyor. Dolayısıyla artık yürütme denetlenmiyor. Bu nedenle, gün yok ki yandaş olmayan birkaç muhalif görsel ve yazılı medyada, iktidarın kendi ihale mevzuatını bile yok saydığı ve ihale yapmadan davet ettiği yandaş şirketlere iş verdiği gibi usulsüzlüklere dair haberler yer almasın.

           Yine son zamanlarda yayınlanan Sayıştay raporları, devletin değişik kurumlarında yapılan usulsüzlüklere ilişkin tespitlerle dolu.

              Türk lirasının yabancı paralar karşısında değer kaybetmesi durdurulamıyor. Zira Türkiye, üretimi esas alan devlet destekli sanayi ve tarıma dayalı ekonomik model yerine, rant projeleri ile ekonomiyi yürütmeye çalışıyor.

               Bunun yanı sıra, ülkenin para politikasını belirlemede yetkili olan ve 2001 ekonomik krizinden sonra çıkarılan kanunla güya özerk kurumsal yapılanmaya kavuşturulmuş olan Merkez Bankası başkan ve bürokratları, gece yarısı kararnameleri ile sürekli değiştiriliyor.

              Kuşkusuz bunun nedeni, tek yetkili olan Cumhurbaşkanı'nın özerk yapıyı tanımaması ve banka başkanı kendisinin söylediğini yapmıyor diye görevden almasıdır. Yani ekonomist olmayan Cumhurbaşkanı ekonomik konularda bile kendisini tek yetkili görüyor.

             Tüm bu olumsuzlukların tetiklediği ekonomik kriz nedeniyle işyerleri kapanıyor, yüksek girdilerden dolayı köylü toprağını işlemeyi bırakıyor, tarım ve hayvancılık bitiyor. TÜİK’ in rakam oyunları ile düşük gösterme çabalarına rağmen işsizlik hızla artıyor, enflasyon dur durak bilmiyor, çarşı pazar yangın yeri, temel tüketim ürünlerinin fiyatları her gün artıyor.

              Çözülemeyen yurt sorunundan dolayı, üniversite öğrencileri barınacak yer bulamıyor. Eğitim dibe vurmuş durumda, pandamı koşullarında açılan okullar da temizlik yapacak personel bile yok.

           Yoksulluk hat safhada, işsizlik ve yoksulluktan bunalan insanlar intihar ediyor. Milyonlarca işsizin önemli bir kısmı genç ve üniversite mezunu. Emeklilik hakları gasp edilen milyonlarca emeklilikte yaşa takılan insan hakkının verilmesini bekliyor.

               Yüz binlerce emekli, asgari ücretin yarısı bile olmayan 1.500 lira maaşla yaşamaya çalışırken, Cumhurbaşkanı en düşük emekli maaşını 1.500 liraya çıkarmakla övünüyor. 13,5 milyon emeklinin 8 milyonu açlık sınırı altında, tamamı ise yoksulluk sınırı altındaki maaşıyla yaşama savaşı veriyor. Dolayısıyla 4 milyon emekli ya bir işte çalışıyor ya da çalışmak için iş arıyor.

               Öte yandan, bu iktidar döneminde dış politika da iflas etmiş durumda. Türkiye bir gün bir emperyalist ittifakın, ertesi gün diğerinin yanında yer alıyor.

              Tüm karşı çıkışlara rağmen, iktidarın izlediği yanlış politika ile Türkiye’yi cihatçı çetelerin yanında taraf haline getirdiği Suriye iç savaşından kaçan milyonlarca Suriyeli, iktidarın onları iç politikada muhalefete karşı kullanmak istemesi ve Avrupa’ya karşı pazarlık malzemesi haline getirmesinin yol açtığı toplumsal tepkinin hedefi haline geliyor.

              İktidarın mültecileri mülteci gibi görmemesi, onları uluslararası hukuka uygun bir şekilde kamplarda tutmak yerine ülkeye dağılımlarına göz yummasının yanı sıra, Taliban'ın Afganistan'da yönetimi ele geçirmesinden dolayı bu ülkeden kaçanların kontrolsüz bir şekilde Türkiye’ye girmeleri de gerginliği tırmandırıyor.

               Bu da yetmemiş gibi, iktidar Suriyelilere mültecilik haklarının dışında haklar tanıyor ve milyonlarca yurttaşın işsiz olduğu Türkiye'de, sermayenin Suriyelileri ucuz işgücü olarak kullanılmalarına göz yumuyor

            Tüm bu olumsuzluklar yaşanırken, muhalefetin erken seçim taleplerini görmezden gelen AKP-MHP iktidar bloğu, seçimlerin zamanında yani 2023 yılında yapılacağını açıklasa da Türkiye bir yıla yakın bir süredir seçim havasına girmiş bulunuyor.

              İktidar seçimlere yaklaşıldıkça, muhalefet üzerinde baskıyı artırmaya ve muhalefetin geniş bir ittifakla yan yana gelmesini engellemeye çalışıyor. Daha önce gittiği Rize'de protesto edilen İyi Parti Genel Başkanı'na, “Bunlar daha iyi günleriniz, durun bakalım daha neler olacak” diyen Cumhurbaşkanı birkaç önce de, “Ülkenin yönetimine talip olduklarını söylemekten vazgeçmelerinin kendileri için iyi olacağını hatırlatmak istiyoruz.” demek suretiyle muhalefeti baskı altına almaya çalışıyor.

                  Aslında Cumhurbaşkanı bununla demokrasinin olmazsa olmazı siyasi partileri, parti olmalarının gereğini yapmamaya çağırıyor. Zira muhalefetin muhalefet olmasının temel amacı, mevcut iktidarın politikalarından rahatsız olan toplum kesimlerine alternatif programlar sunmak ve halktan destek alarak iktidar olmaktır.

             Ne yazık ki, içeride ve dışarıda içine sürüklendiği sıkışmışlığa çözüm arayan AKP-MHP iktidar bloku, bir kez daha savaş silahına sarılmanın hesabını yapmaya ve ekonomik krizin bunalttığı toplumun dikkatini başka yönlere yöneltme çabasıyla Suriye'nin kuzeyine müdahale edeceği yönünde açıklamalarda bulunmaya başladı.

            Yani içeride dışarıda düşman konsepti ile seçimlere gitmeyi hedefleyen iktidar bunun için hazırlık yapıyor.

           Evet, yukarıda yaşadığımız ülke Türkiye’nin, ekonomik ve siyasi olarak savrulmasının yanı sıra dış politikada izlenen derinlikten uzak, günü birlik, duruma göre pozisyon alarak, politika belirleme yanlışlığının yol açtığı sıkıntılara dair kısa bir özetini yapmaya çalıştım.

                 Maalesef görüntü ülkenin geleceği açısından iç açıcı olmaktan oldukça uzak. Zira bu ülkenin yurttaşları, ne pahasına olursa olsun iktidarı bırakmaması gerektiğini düşünen ve ebedi iktidar olmayı hedeflemiş bir iktidar anlayışıyla karşı karşıyalar.

            Peki ebedi iktidarda nasıl kalınacak? Elbette geçmişte dünyada yaşanmış birçok örnekte olduğu gibi, baskı, zor, şiddet ve korkutmayla, yetmediği yerde kötü gidişi sürekli muhalefete yükleyerek. Kontrol altına alınmış medya ile muhalefeti, ülkeyi kıskanan dış güçlerle, terör örgütleriyle iş birliği içinde olmakla suçlayarak.

                 Yani eleştiren, konuşan, yazan, çizen, anayasal, yasal hakkım diye sokağa çıkan, protesto eden, kısacası muhalefet eden kim varsa hain, terörist, yetmedi dış güçlerin işbirlikçisi ilan edilecek. Herkes iktidarın, hatta tek bir kişinin söylediğini mutlak doğru kabul edip ona biat etmelidir.

             Kimse "senin için doğru olan, benim için yanlıştır" deme hakkına sahip olmayacak. Yine kimse "ben bu ülkede yaşıyorum, insanım, haklarım var" demeyecek. İşçi, memur, emekli, esnaf, köylü, öğrenci örgütlenmeyecek ve hak aramayacak.

               Kısacası, iktidarın anlayışından olmayan, biat etmeyen kim varsa, ötekidir, yerli ve milli değildir, etnik kimliği farklı ise mutlaka bölücüdür. Demagoji ile ülkeyi uzun süredir muhalefet yönetiyormuş gibi, kötü gidişin sorumluluğu ona yıkılacak ve iktidar sorumluluktan kurtulacaktır. Yetmezse, 50, 60 hatta 80 yıl önceyi örnek verilir.

               O zaman henüz icat edilmemiş olan veya bu iktidardan onlarca yıl önce evlerde kullanılan ev eşyalarını kendilerinin getirdiklerini, havaalanı, köprü ve barajların tamamını kendilerinin yaptıklarını, üniversiteleri kendilerinin açtıklarını belirterek hitap ettiği kitlede bu yönde algı oluşturmaya çalışılır.

              Geriye kalanlar mı? Onların bir önemi yok, onlar zaten öteki, önemli olan kendilerine oy verecek kitlenin ikna edilmesidir. İkna olmayan ve iktidar gibi düşünmeyen, etnik kimlikleri ile din ve mezhepleri farklı olan, farklı siyasi ve felsefi düşünce sahibi kim varsa hepsi ötekileştirilir ve toplum iktidar anlayışına göre dizayn edilir.

                Kitleler vatan, millet, bayrak, din iman ile ajite edilir, "Ekonomi büyüyor biz uçuşa geçtik, uzaya gideceğiz, yerli uçağımız yakında uçacak" gibi söylemlerle gündem değiştirilir, insanların gerçeklere odaklanması engellenmeye çalışılır.

            Görüldüğü gibi, ebedi iktidarda kalmanın yolu, ülkeyi kamplaştırmak, baskı ve şiddetle muhalif sesleri susturmak, her şeye rağmen susmayanları cezaevlerine doldurmaktır.

                Bunun örnekleriyle dolu olan tarih göstermiştir ki, bir ülkeyi iyi yönetmeyen iktidarın başvuracağı tek yol sindirmek ve baskı altına almaktır. Kısacası; ülkeyi iyi yönetmeyen iktidarın, iktidarını devam ettirmesinin tek yolu, istibdattır, baskıdır, baskı ile toplumu susturmaktır!

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.