Yazının başlığı olduğu gibidir; sakın kusur aramayın!
Mustafa Kemal “ Türkiye Cumhuriyeti; şeyhler, müritler ve dervişler ülkesi değildir” demişti ama şimdi yüz yıllık cumhuriyet sadece bu saydıklarımın duası ile ayakta duruyor!
Her sıkışık vaziyette “ dua edin “ diye yeryüzünün duaya endeksli tek ülkesiyiz!
Bilirim; dua fakirin ekmeğidir ve zenginin aklına gelmezken, fakirin aklında çıkmaz!
Bu nedenle bu ülke toplumu ne peygamberler, ne Tanrı’lar yuttu ama bir türlü doymadı!
Bizim ki “ onların dövizi varsa, bizim de Allah’ımız var” demişti!
Amenna ve saddak! Ona ne şüphe?
Şimdi işimizin duaya kaldığını Devlet Bahçeli bile sezer gibi oldu ki partili yargıcını Hakimler yüksek kurulundan çekti ve adam zaten; Genel Başkanımın isteği üzerine...” dedi!
İşte bundandır ki Adalet ve hukukta Tanzanya’nın bile gerisindeyiz!
Dünya yüzünü bize dönmüş adeta “ etmeyin, tutmayın yanlış yapıyorsunuz, Kavala ve Demir taş’ı siyasi intikamla içeride tutmanız, bir orta çağ aklıdır” diyor ama ben pek de yadırgamıyorum!
Eğitimde ve algıda neredeysen, yaşadığın çağ odur!
Siz bakmayın elimizdeki dijital alet ve havada uçan dronlara, uçaklara!
Biz, hala orta çağın ortalarında bir yerdeyiz!
“ Başları “ desem haksızlık olur çünkü o zaman İslamiyet icad olmamıştı!
Üstelik o zaman ne Amerika, ne de dolar vardı ve daha dün kurulan bir devlet, dünyayı parmağında oynatıyor!
O parmak en çok da bizim içimizde dolaşıp durdu ve şimdi bir sopa gibi tepemizde duruyor!
Eğer öyle değilse buyur kapat bakalım içimizdeki işgalci üsleri!
Meselelere parçaları bir araya getirerek bakmak lazım!
Çünkü bir bütün oluşur ve gerçek odur!
Amerikan üsleri göbeğinde bulunduğu sürece helalinle sevişme şansın yoktur!
Sonra bağır, çağır; “ ey Amerika..!” bilmem ne?
İşte bunu orta çağ zihniyeti yutar, diğerlerine anlatamazsın!
Eh, çoğunluk bu zihniyetin temsilcisi ise karşımıza Sok ratesin demokrasi tezi çıkıyor ve bazen düşünüyorum da ne kadar haklıymış ve üstelik bundan iki bin beş yüz yıl önce!
Yuh bize!
Onun gemi, kaptan ve yolcular örneği var!
Şimdi bakıyorum da dümende ki kaptan gemiyi şelaleye sürüklüyor ve yardımcıları can yeleklerini takmış geminin kıçına doğru yol arıyor ve kaptan sağına soluna bakmadığı için hiç bir şeyin farkında değil!
Yani Sokrates diyor ki “ kaptan gemi ile batma sinyalleri veriyor; yardımcıların dünyalıkları iyi ve en yakın adaya yüzüp, kaldıkları yerde keyiflerine devam edecekler..”
Ya yolcular?
Bırakın can yeleğini, kıçta don yok!
Eh, Kaptanı oraya getiren onlardır!
Can korkusu, hepsi dümene üşüşürse çok yalvardıkları Tanrı sadece onlara güler ve kim bilir belki son bir iyilik; cennette bir köşeye alır!
Bence bir şeyhler oluyor!
******************
MERKEZ BANKASI
Ne Başkan dayanıyor, ne Başkan yardımcısı!
Oraya her atanan bir de bakıyor ki kasa boş!
Kasayı doldurmanın mümkün atı olmayınca kendilerince bir şeyler yapmaya kalktıkları an Reis, anında kulaklarından tutup yenisini atıyor!
Vallahi ben şahsen Reisin bu hallerini çok seviyorum! Dünyada onun gibi kapıya koyanı görmedim; Davut oğlu, Ali Babacan, Melihciğim ve daha niceleri..!
Dün Kemal Bey, Merkez bankasını ziyarete gitti; hani derler ya “ bayram değil, seyran değil enişte” meselesi gibi bir şey!
Paranın kokusunu aldı gitti desem Kemal beye haksızlık olur! Adam yılların siyasetçisi bir deri, blr kemik dolaşıyor; götürün Afrika’ya bırakın kuzgunlar kaçar!
Merkez bankası başkanına “ kasayı gösterin” demiştir!
Muhtemelen Başkan; “ efendim dua ediniz” demiştir!
Kemal beyin boynu duaya karşı kıldan incedir ve bir dua da o okumuştur; “ Allahım kasamızı doldur” diye!
Sonra iktidar kanadı verdi veriştirdi “ ne işin var orada” diye!
Evet; ne işin var orada?
Oranın tek ve yegâne sahibi varken Konyalının dediği gibi “ nörüyon öyle orta yerde?”
Yalnııızzz!
Su alan gemiyi terk etmeye hazırlananlar da ciddi bir huzursuzluk var ve sonunda ekonominin kötü olduğunu kabul ettiler!
Mehmet Metin er, Hadi Özışık, Cem Küçük ve Zafer Şahinle beraber daha niceleri?
Vallahi de, billahi de bunlar “ ekonomi kötü dediler!
Şimdi sıra “ a haber de” onlar da birden dümen kırarsa vay geminin haline?
Herkes önce kaptanın sırtına basarak kaçar bilesiniz!
*************
BARİ RIZALIK ALSAYDIN
Adam maşallah tosun gibiydi! Ama olsun, para ganiydi ve ona aşık olmamak ne mümkündü?
Eğer parası olmasa o göbeğe gelecek kadınını ya aklında zoru vardır, ya da yeryüzünde ondan başka erkek olmadığını sanmasıdır!
Bizim ünlü bir şarkıcımız o yastık gibi göbeğe kafayı koydu ve büyük bir servete konmanın yolunu da çocuk yaparak keşfetti!
Birden adına “ milli damat “ dedik ve rüşvet dağıttığı iftirası atılınca, masumiyetini dinlemek için Türk bayrağıyla beraber televizyona çıkardık ve bu masum çocuğun masallarını dinleyerek, iftira atanlara dünyanın kürürünü ettik!
Bizim her yerde solcu kovalayan MİT’imiz bunun bavulunu alıp elini, kolunu sallayarak gideceğini hiç aklının ucundan geçirmedi!
Geçirmez; çünkü Türk bayrağı ile poz vermişti!
Rızacım, uçup gidince bizim gelin hatırı sayılır bir servetle keyfine baktı, ona ve biricik evladına kalanı bu ülkede üç şehrin halk yese ömür boyu bitiremez!
Sonra ebedi dostumuz Amerika Rıza’yı bir kenara çekip, “ ulan oğlum, bu yaşta bu para neyin nesi “ diyerek ona bildiklerini söylemesini istedi!
Kuş öttü ve üstelik Türkiye’yi gammazlayarak!
Şimdi onun sıçtıklarını nasıl temizleyeceğiz diye kara, kara düşünüyoruz ve bundandır ki ekonomik olarak “ gri listeye de “ alındık!
Biz böyle grileşip kızarırken; duyduk ki Rızacım ismini değiştirip bir de sevgili yapmış!
Görüntülerde iyi dans etsin diye baya zayıflamış da!
Tüm bunlar bir yana, ahta vefa vardır; acaba kimden, kimlerden rızalık aldı, onu merak ediyorum!
*******************
DURUN HELE
Yahu milyonlarca metreküp doğalgaz bulan biz değil miydik?
“ Bu kardeşinizin eline bıçağı verin, bakın faizi nasıl doğruyor” diyeni seçen biz değil miydik?
Üstelik bırakın bıçağı, eline kılıç vererek!
Şimdi kime “ merhaba “ desen “ abi bir daha verirsem bilmem ne olayım...”
Yahu bizde biliyoruz bir kere vermeyle bir şeyin olmayacağını ama sen o kadar çok verdin ki; bugün böyle diyorsun, yarın koşar yine verirsin!
Bak kardeşim; senin tek suçun bu değil ve en büyük suç karşılığını almadan ha bire vermendir!
Artık saat başı gelen zamlar verdiğimizdendir!
Onlar fiyat belirliyor, biz vererek onları kurtarıyoruz!
Sonra dönüp faturaları ısırırken, verdiklerimize alkış tutuyoruz!
Bu senenin bütçesi hazırlanıyor ve Cumhurbaşkanı maaşını seksen binden, yüz bine çıkardı diye laf edip duruyorsun!
Koca bahçe yanmış, sen hala yerdeki çekirdeğe ağlıyorsun!
Şimdi iki kuşatma altındayız; birincisi iştahlanan Emperyalizm ve ikincisi algısını yitirmiş bir iç kuşatma!
Tepemize çöksünler diye ha bire içten kemirip duruyoruz!
Tepemizde dolaşan akbabaları görmeyenler hala içeride dinamitle orayı, burayı uçuruyor!
Hala mesaj alınmıyor ve biz hala kendi insanımızı avlamak için namluya ha bire mermi sürüyoruz!
Bunlara kimse “ durun ne yapıyorsunuz “demiyor, diyemiyor!
Çünkü hayali milliyetçiliği damarlarına öyle enjekte etmişler ki, kirlilikten başka bir şey akmıyor!
****************
BU KADAR OLUR
Dün hafta sonuydu ve bugün pazar.
Başkan Erdoğan Eskişehir’de esti, gürledi ve dünyaya bir kez daha demokrasi ve insan hakları dersi verdi!
Salondakiler demokrasiden çok anladıkları için Başkanın bu demokrasi çılgınlığını aynı tonla alkışladılar!
Kavala ve Demirtaş ile ilgili mahkemelere ön açıcı talimatlarda bulundu; bu arada Demirtaş’a “Selo” dedi, yakında “ Selocan “ derse hiç şaşırmayın!
Dedi de, kin ve öfkeyi onun çocuklarına kadar da indirdi!
Sonra Elçiler konusunda “ Dış işlerine kovun “ diye talimat verdiğini söyledi!
Son bir haftada iyice fakirleşen bu ülke insanı bu söz üzerine Pazartesi açılacak piyasaların vereceği tepki ile umarım sefillik seviyesinin altına düşmez!
Dünyada görülmemiş bir “ Başkanlık “ anlayışıyla karşı karşıyayız ve bu anlayış hala bir ülke yönettiğinin farkında değil ve yaptığı çıkışlarla bu ülkeye nasıl zarar verdiğinin de farkında değil!
Tüm bunları görüp te “ ne yapıyorsunuz “ diyecek ne bir danışman, ne de bir akıl var!
Hal böyle olunca söylediği her şeyin doğru olduğunu sanıyor ki en tehlikelisi de budur!
Yanlışa alkış tutmak ve “ padişahım çok yaşa “ demek!
Anlaşılan siyasal anlamda sıkışan ve toplumda giderek karşılığını kaybeden bir akıl çılgınlığa soyunmuş!
Bu kadarla kalsa iyi!
Beni daha beter çılgınlıklar ürkütüyor!
****************
YAŞAYAMADIKLARIM
İsteyerek öğretmen olmamıştım ve anlatmayacağım, çünkü uzun bir hikâye! Mimar olmayı çok istiyordum, o da uzun bir hikâye; neyse ki oğlum mimar ve belki de babasının içinde kilerini okudu ve tercih edince çok sevinmiştim!
Sanatçıları; özellikle heykeltıraşları Tanrı’nın yeryüzündeki sihirli elleri olarak görmüşümdür ve onların cesur yapıtlarına hep imrenerek bakmışımdır!
Yazar ve yazmayı ölümüne istiyordum; bilmiyorum ne kadar başardım, o kararı da siz değerli okurlara bırakıyorum...
Evet, iyi bir duvar ustası olmayı da istemiştim ve bugün iş başa düşünce başta anam olmak üzere “ senin işin değil “ deseler de ben işe soyundum ve bahçenin yarım kalan duvarını gelmeyen ustaya inat ördüm ki herkes parmak ısırdı ve bizim Mamili dayı “ madem böyle güzel örüyordun, ustaya ne diye para verdin “ diyerek hayretini gizlemedi!
Bahçeye taştan küçük bir ev yapmayı düşünüyorum ve artık usta bedava!
Saz çalmayı, türkü söylemeyi ve halay çekmeyi çok severim! Biliyorum artık bu göbek halaya gitmiyor ama parmaklar hala sazla uyumlu ve artık böyle gidecek bu dağın adamı... Güzel dostlarıyla, sizlerle; kuzeyden, güneye ve cümle kuşlarla...