Dünya, iklim değişikliğinin yol açtığı olağan dışı doğa olaylarının ve yarattığı felaketlerin tehdidi altında olduğu bir süreci yaşıyor.
Kuşkusuz, küresel sermayenin daha çok kar elde etmek için insanları aşırı tüketime teşvik etmesi ve bu tüketimi karşılamak üzere aşırı üretim yapması, kontrolsüz sanayileşme, fosil yakıtların ve kimyasalların aşırı kullanılması, doğanın tahrip edilmesi ve ekosistemin bozulmasına yol açan üretim biçimlerine başvurulması bunun başlıca nedenleri olarak öne çıkıyor.
Bu sebeple, son yıllarda özellikle yaz aylarında dünyanın birçok bölgesinde aşırı yağışların yol açtığı sel felaketleri ile orman yangınları can ve mal kayıplarına yol açıyor.
Görünen o ki, örneklerini 2021 yılının yaz aylarında Türkiye’nin de yaşadığı bu kriz önümüzdeki yıllarda da sürecek ve tedbir alınmaz ise, insanlar bu felaketleri yaşamaya ve verdiği hasarları seyretmeye devam edecek.
Bunun önüne geçmek için Birleşmiş Milletler öncülüğünde tedbirler alınmaya çalışılıyor. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) üyesi ülkelerin 191’i, 2015 yılında Paris’te kabul edilen ve 2016 yılında yürürlüğe giren Paris İklim Antlaşmasını imzalamış ve taraf olmuş bulunuyor.
Türkiye 2015 yılında imzaladığı sözleşmeden 2016 yılında çekildiği için sözleşmeyi imzalamayan BMİDÇS üyesi altı ülkeden biriyken, birkaç gün önce TBMM’de kabul edilen kanunla sözleşmeyi tekrar imzaladı. Elbette, sözleşmeye sadece taraf olmak yetmiyor sözleşmenin gereğini yapmak da gerekiyor. Kuşku yok ki bu sadece Türkiye için değil, dünyanın diğer tüm ülkeleri için geçerlidir.
Şimdi bütün dünya, 1-12 Kasım tarihleri arasında İskoçya’nın Glaskow kentinde düzenlenecek 26. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı’na (COP26) hazırlanıyor.
Her yıl düzenlenen zirve, 197 ülkeyi bir araya getiriyor ve iklim değişikliğine yol açan nedenler ile bunlarla mücadele yöntemlerinin tartışıldığı bir platform yaratıyor. COP zirveleri, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi bünyesinde düzenleniyor.
Dünyanın bir iklim değişikliği zirvesine hazırlandığı bu günlerde, hemen her ülkede üyesi bulunan 65 milyon üyeli “avaaz” sosyal ağı tarafından birkaç gün önce, iklim değişikliğinin ve devletlerin bu değişikliğe bakışlarının çocuk ve gençler üzerindeki etkilerinin ölçülmeye çalışıldığı bir anketin sonuçları paylaşıldı.
10 ülkede 10.000 genç katılımcı ile yapılan ve “Eko Anksiyete” denen anketin amacı, iklim değişikliği ile devletlerin iklim değişikliği konusunda yapamadıklarının gelecek kuşaklarda yol açtığı endişe ve kaygıyı ölçmektir.
“EKO ANKSİYETE” kısaca; “Çevreye insan faaliyeti ve iklim krizi tarafından verilen ve verilecek olan zarar konusunda duyulan aşırı endişedir.”
İklim anksiyetesine ilişkin bugüne dek yapılmış en kapsamlı araştırma olan anket, yapıldığı ülkelerde ekolojik krizle ilgili özellikle çocuk ve gençlerin yaşadıkları tedirginliğin çok yüksek olduğunu göstermiştir. Araştırmanın ortaya çıkardığı asıl çarpıcı sonuç ise; yalnızca yıkıcı iklim felaketlerinin değil, hükümetlerin krizi durdurmak için etkin ve anlamlı adımlar atmamalarının da bu anksiyeteye yol açmasıdır.
İngiltere’nin en iyi üniversiteleri arasında ilk sıralarda yer alan Bath Üniversitesi tarafından beş üniversite ile iş birliği içinde yapılan anket, İngiltere, Finlandiya, Fransa, ABD, Avustralya, Portekiz, Brezilya, Hindistan, Filipinler ve Nijerya’da veri analizi firması Kantar tarafından gerçekleştirildi.
Belirtilen 10 ülkede 16 ile 25 yaşları arasındaki 10.000 kişi ile yapılan anket, gençlerin gelecekle ilgili oldukça kaygılı olduklarını gösteriyor.
Nitekim ankete katılan gençlerin, %83’ü küresel ölçekte insanlar gezegeni önemsemedi diyor. %65’i iklim değişikliği konusunda tedbir almayan hükümetlerin gençleri başarısızlığa uğrattığını belirtiyor.
İklim değişikliğine karşı mücadelede hükümetleri güvenilir bulan gençlerin oranı %31. Gençlerin %45’i yani yarısına yakını, iklim kaygısının günlük hayatlarını, yemek yemelerini, oyun oynamalarını, eğitimleri ile uykularını olumsuz etkilediğini, %75’i geleceğin korkutucu olduğunu, bu oran Portekiz’de %81, Filipinlerde %92’ye yükseliyor, %58’i hükümetlerin geleceğe ihanet ettiğini, %64’ü hükümetlerin iklim değişikliği konusunda yeterli çaba harcamadığını, %39’u çocuk sahibi olmayı düşünmediğini, yarısından fazlası ise insanlığın “mahkûm” olduğuna inandığını söylüyor.
Araştırmacılar, gençlerin öfke, korku ve güçsüzlük duygularının çevresel hasardan ziyade yetişkinlerin bunu durdurmaktaki isteksizliğinden kaynaklandığını tespit ediyorlar.
Araştırmayı yapanlar, gençlerin yaşadıkları sıkıntılardan kendilerinin de etkilendiklerini belirtiyorlar. Gençler sadece kendileri için değil, diğer çocuklar ile hayvanlar için de endişeleniyorlar.
Görüldüğü gibi özellikle çocuklar ile gençler, her gün biraz daha görünür olan ve dünyayı olumsuz etkileyen iklim krizi gerçeği ve hükümetlerin bu duruma karşı almaları gereken tedbirleri acil olarak almaktan imtina etmeleri yüzünden kaygı, üzüntü ve hatta öfke duymaktırlar. Bu kaygı onların hayatlarını huzurlu insanlar olarak idame ettirmelerini engelliyor.
Ankete katılan çocuk ve gençlerin yukarıda kısmen belirttiğim genel kaygı ve endişelerinin yanı sıra, bazılarının dile getirdikleri özel kaygılar da var.
Örneğin; Filipinler’de bir genç kızın, “Büyürken en büyük korkum kendi yatak odamda boğulmaktı.” demesi, bir başka gencin, “Ölmek istemiyorum ama çocukları ve hayvanları umursamayan bir dünyada yaşamak da istemiyorum” demesi gençlerdeki endişenin büyük boyutta olduğunu ortaya koyan bireysel örneklerdir.
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi uygulanması çerçevesinde, ülkelerin sözleşme gereği emisyonları azaltma taahhütlerini yerine getirmelerini sağlamak üzere birtakım kararlar alsa da bu çaba iklim değişikliğini durdurmak için çok yetersiz kalıyor.
Yine küresel ölçekte liderler daha acil eylem sözü verseler de taahhütlerinin söylemden öteye geçmemesi ve gerekli adımların atılmamasından dolayı dünya için tehlike geçmiş değil.
Küresel sermayenin siyasette belirleyici olduğu ve dünyanın etkin ülkelerinde, kendisine biat eden vesayetçi siyasi anlayışları iktidara taşıdığı günümüzde bunun bugünden yarına olması pek olanaklı da görünmüyor.
Bu nedenle, başta gençler, insanların geneli kendilerini liderlerin ihanetine uğramış hissediyor ve gelecekten korkuyor.
Tüm bu gerçeklerden hareketle, dünya genelinde duyarlı tüm insanların insanlık için bilimin yol göstericiliğinde harekete geçmekten ve ülke yönetimleri üzerinde basınç oluşturacak eylem ve etkinliklerle onları gerekli adımları atmaya zorlamaktan başka yol yoktur.
Bunun için öncelikle üniversitelerin, bağımsız bilim insanlarının ve iklim aktivistlerinin yer aldıkları hükümetler dışı, bağımsız çalışma grupları oluşturulmalı ve bilimsel çalışmaların tüm detayları insanların bilgisine açılarak küresel farkındalık sağlanmalıdır.
Genç insanların doğaya ve gezegene duyulan derin ve hakiki sevgiden kaynaklanan bu kaygı ve korkulara teslim olup suskunluğa gömülmemeleri için onlara umut veren bir hareketlilikle, yönetenleri gerekli tedbirleri almaya zorlamaktan başka yol yoktur.