G-20 zirvesine katıldık ve Biden’le olan yirmi dakikalık görüşmenin bir saate uzaması bence pek hayıra alamet değil!
Neden mi?
İki konu bakımında; birincisi ve bana göre en yüksek ihtimal, yaşlı Biden’le hafıza sorunu yaşayan bizim Başkan zamanı unuttular ve birbirine bakıp “ ee... ne var, ne yok” derken söyleyeceklerini unuttular!
Bizim için fark etmez di, önemli olan dakikaların uzamasıydı ve bunu bizim çok tarafsız medyamız bize zaten anlatırdı! Zaman geçince bizim Başkana “ efendim süre...” diye uyaracak bir cesaretli de yok ve iş öyle giderken arada uyuklamalar oldu mu, olmadı mı bilmiyorum; neticede bir saat büyük bir zaman ve ülkemiz açısında kayda değer bir gelişme!
İkincisi ki, bu hınzır ağızların çekememezliğidir ve muhtemelen Biden yüksek demokrasimizden yararlanmak adına işin püf noktalarını sormuştur! Sonra halk bank, gri liste falan, filan derken iş bizim bağımsız yargıya gelmiştir ve Biden bizden bir yargı reformu talebinde bulunmuştur ki Amerika yargısına da bir nefes aldırsın diye!
Muhtemelen saat dolunca “ ah, ne de çabuk geçiyor zaman “ diyerek bir dahakine çiğköfteli, mangallı ve cazla karışık bir harmandalı buluşması için söz verip ayrıldılar!
Tabi bu duruma kızan bir putin var ve habire bize domates, mandalina fırlatıyor!
Sizi bilmem ama ben bu durumdan iki şeyden korkuyorum; kabak, nar fırlatırsa vay halimize!
Umarım böyle yapmaz, ya da kıskançlıktan “ benimle iki saat görüşmezsen gönül koyarım derse” ne olacak?
Bu artık tarihe mal oldu ve hiç bir lider süreye dair bu rekoru kıramaz!
Şimdi anladın mı “ Bay Kemal; nirdeeeenn..nireye...!”
*************
KAYIP KUŞAĞIN YILDIZLARI
Kimisiyle kırk yıl sonra karşılaşıyoruz! Fiziksel değişim olsa da gözlerdeki o ilk günkü heyecan ve kıvılcım olduğu yerde duruyor ve duvarlarda çınlayan sloganlarımızın sesi hiç değişmemiş; birbirimizi gözlerimizden ve o bir türkünün güzel nakaratındaki sesinden tanıyoruz!
Anıları konuşuyoruz; acısıyla, tatlısıyla ve kaybettiklerimizi..!
İşte orada söz tükeniyor ve içi gülen gözlerimize keskin bir hüzün çöküyor ve bir ara suskunluk; sonra yeniden, yeniden çıktığımız fırtınalı yolculuklar..!
Yetmiş sekiz ve atmış sekiz kuşağıydık. Çelik’ten örülmüş bir inanmışlık ve ölümüne devrim sevdası!
Her şeyi, ama her şeyi öteledik! Aşkı, sevdayı ve dahası gençliğimizin baharını!
Böyledir devrimi sevmek ve uğruna ölüme gülerek gitmek!
Gittiler ve üstelik gözünü kırpmadan!
Gah idam sehpasında, gah zindanda, gah göğüs göğüse direnmede ve dahası gidip bir daha gelmeyenler oldu ve inanıyorum ki onlar hala yoldadır ve biz onlara doğru gidiyoruz; karşılamaya, karşılanmaya!
Gaffara, Yalçın’a, Kürşat’a ve işkencede kanadığı yerde kızıl güllere yürüyen İbo’ya...
Bu ülkenin gövdesine balta indirilmiş gençliğiydi bu kuşak ve ondan sonra da bu ülke gün yüzü görmedi!
Bu kuşak, bir canavara bilenmişti ve o canavar yerli işbirlikçileri ile meyvenin en güzel çekirdeğini tarladan çekip aldı ve o gün, bugündür yeşermiyor bu ovanın türlü renklere bürünmüş gülleri!
Çoğumuz yüz yüze hiç gelmemişiz; ismini duymuşuz ve yazılarımızdan aynı olmuşuz ve karşılaştığımızda yıllardır aynı sofrada, aynı masada, bir babanın iki evladı gibi yabancılık çekmeden kucaklaşmışız!
Biz buna yoldaşça, devrimci duruş diyoruz!
İyi ki bu saçlar bu yolda ve siz güzel arkadaşlarla ağardı ve her telin bir hikayesi var!
Güzel günlerde yaşayın...
************
YOL UZUN
İlk kez otobüs yolculuğunda uyuyamıyorum. Oysa koltuğa yapıştığım anda bütün rüyalar benim ve önceden uyardığım muavin “ abi geldik” der ve ben menzile varmış olurum! Yoksa uykulu halde bir kaç şehri daha geride bırakmak büyük ihtimal!
Bilmiyorum, belki de çocuklukta sallandığımız beşiğin bilinçaltımıza bıraktığı bir hoşluktur ve koltuğun o hafif titreşimleri beni çocukluğuma götürüyor!
Annelerimiz o zamanlar kırmızı toprağı ısıtır altımıza koyarmış ve bazen fazla dozu kaçırınca popo muz yanarmış ve sonra çeşitli otlarla iyileştirme zahmeti!
Bizim kuşağın hepsinin popolarI bu nedenle yanıktır!
İnanmayanlar soyunsun bir kez daha aynaya baksın, tabi arkaya dönebilirlerse!
Ne yapayım, yol uzun; bana katlanın artık!
İlk uzun sefer yolculuğumu Ankara’ya yapmıştım, sanırım lise yıllarıydı ve o zaman “
Jet” denilen otobüsler vardı, dansöz oynatmak hariç her şey vardı! Sigara içmek serbestti ve her koltuğun kenarında sabit kül tablaları vardı, otobüs adeta yürüyen yangın mahali gibiydi, yakılan sigaraların dumanı içeride bir kaç tur attıktan sonra üst tavandaki açık pencereden otobüsü terk etse de devamı bitmediği için yolculuğumuz duman altıyla devam ederdi!
Birde şöför mahallinin ön panelinde bir mikrofon olurdu, mola yerlerine yaklaşınca buradan duyurulurdu! Kimi zamanda yolcuların can sıkıntısını gidermek adına mini sorular sorulur, küçük de ödüller verilirdi!
Böylesi bir yolculukta ortaokuldan Öğretmenim ve eşi önümdeki koltukta oturuyordu, ben cesaret edip “ merhaba “ diyemedim!
O zamanlar kimi öğretmenler belleğimizde Azrail gibiydi ve Azrail eşi ile birlikte önümde oturuyordu!
Yardımcı şöför mikrofonu alıp ufak tefek sorular sordu, çoğunu biliyorum ama nerede o cesaret; önümdeki Azrail’i geçebilsem!
Neyse ona göre zor ve büyük ödüllü son soru geldi! Bilene beş lira verecekti ve ben o parayla bir hafta boyunca paça ve kuru fasulyeli pilav yiyebilecektim!
Kimse bilmedi ve “son bir dakika” deyince cesaretimi toplayıp ayağa kalktım ve doğru yanıtı verdim!
Tüm yolculardan alkış tufanı ve elim havaya kaldırılarak tutuşturulan beş lira!
Öğretmenim dönüp beni iyice süzdü, tanıdı da ve bozuntuya vermedi!
Ben de oralı olmadım ve bıraksalar otobüsten atlayıp Malatya’ya yaya gidecektim!
Eh, otobüsteki herkes bana pür dikkat ama anasının yanındaki güzel kız bir başka bakıyor ve annesinin dürtmelerine kulak asmadan!
Sonra şehre vardık ve ilk iş olarak dört yol kavşağındaki paçacıya vardım; muhabbetimiz iyiydi ve hep orada paça yerdim; şu gün olmuş hala o tadı ararım; bir çok şey gibi o da yok!
Şimdi lüks bir otobüsle yolculuk yapıyorum!
Sigarası, dumanı yok!
Medeniyetin demir yığını işte!
Ben hala popo mu yakan o toprağı, tahta beşiğimi ve hiç unutamadığım o “ jet “
Otobüsü arıyorum!
*****************
SAVAŞ MANTIĞI
Bugün Meclis’e savaş teskeresi gelecek ve HDP hariç, tüm partiler “ evet “ diyecek!
Evet, diyecek partilerin hepsi aynı çekirdeğin meyvesidir!
Tarih boyunca bize yedirilen ve bu topraklarda gün yüzü görmediğimiz bir meyve!
Bundan yaklaşık elli yıl önce Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan’la iktidar ortağıydı ve ikisi de biri birinden nefret ederdi! Ecevit, ondan kurtulmak için ve tek başına iktidar olmanın yolunun bir savaştan geçtiğini iyi biliyordu!
Öyle de yaptı ve Kıbrıs’a savaş açıp, ada halklarını ikiye böldü
Ve orada binlerce asker savaşa kurban gitti; Amerika ve diğer ülke ambargoları bu ülke insanını sersefil duruma düşürdü ama olsun; biz yavru vatanı kurtarma masallarıyla Ecevit’i iktidara taşıdık; şimdi ortada o Ecevit yok ve biz hala kıbrısın sancısını çekiyoruz, dünyada devlet olarak tanıyan bir tek ülke yok!
Gelelim şimdiki hikâyeye;
Suriye’de, bilmem nerede ne işin var, diyerek sürekli iktidara yüklenen iki yüzlü muhalefetin bize anlatacağı hiç bir hikâyesi kalmadı!
Bu tezkereye “ evet “ demek, Erdoğan’dan vazgeçmemektir ve Erdoğan bu tezkere ile sizinle birlikte bu ülke insanına nasıl bir sürpriz yapacak, hepimiz göreceğiz!
Suriye ve Yunanistan’a yapacağı bir çılgınlık, kanında güzel yaşama geni taşımayan bu ülke insanını savaş naraları ile sokağa döker ve alınacak bir seçim kararı ile Erdoğan en az beş yüz vekil çıkarır ve siz sonra kalmayan hükmünüzle viyaklayıp durun!
Hepinizin şeytanın taş kuyusuna itmeye çalıştığınız HDP tezkereye karşı çıkıyor; neden?
Savaşların yokluk, yoksulluk ve ahlaksızlık olduğunu bildiği için!
Savaşın olduğu yerde göç ve insani dram vardır ve şimdi içinde ki beş milyon Suriyeli bunun örneğidir!
“İktidara gelirsek, Suriyelileri göndeririz “ diyen sahtekar yüzler, savaştan medet umarak üç beş oy için bu cinayet belgesine “ evet “ diyor!
Dört yanı dünyanın en güzel coğrafyası ve nimetleri ile donatılmış bir ülke de açlık ve sefaleti kader olarak seçmişiz!
Seçmişiz; dedim ya, “ bizim genlerimiz güzel yaşamaya müsait değil!”
Sürekli kavga ve bizi kavgaya sürükleyeni baş tacı ederek ona illah gibi bakmak gibi bir hastalığımız var!
Tüm bunlardan uzak durun, bu yaşamımıza zulümdür diyenleri de taşa tutuyoruz!
Bugün tezkere oylanacak; alkışlarımız geleceğimizi karartma yetkisi verdiklerimize ve bütün taşlar HDP’ ye!
Peki, HDP ne diyor?
Savaş olmasın, analar ağlamasın ve herkese yetecek bir alt yapımız var ve bunları peşkeş çekmeden insanımızın refahına sunalım diyor!
Diyor; işte!
Bilmiyor ki bu ülkede söylenecek en tehlikeli sözdür ve sen bunları söyleyince bu ülkede gün yüzü göremezsin!