Kulaklarımızın aşina olduğu bir slogan, daha doğrusu bir haykırış ve bir çığlık vardı. “susma sustukça sıra sana gelecek” diye..
İşçiler, ekmekleri ellerinden alındığında, Kürtler canları alındığında, kadınlar erkek şiddeti sonucunda can verdiklerinde, İnsanlar hak ve özgürlüklerini kaybettiklerinde. “ Susma sustukça sıra size gelecek” diye avazları açılıncaya kadar topluca bağırırlardı. Çünkü gerçekten canları yanıyordu ve kendi canlarının derdindeydiler.
Bu çığlık o an için canları yanmayanların pek umurunda değildi. Çünkü henüz sıra kendilerine gelmemişti ve canları da yanmıyordu.
Geçenlerde Mit kontör terör dairesi eski başkanı ve doksanlı yıllarda Kürt illerinde binlerce faali meçhul cinayetlerin organizasyonundan sorumlu şahıs Mehmet Eymür çıkıp yaptığı işkence ve insanlık dışı katliamlarla ilgili hiçbir pişmanlık duymadan adeta itirafta bulundu.
Doksanlı yıllarda Kürtlerin faali meçhul cinayetlere kurban gitmesine ses çıkarmayan koca koca siyasi partilerimiz, STK larımız, etkili yetkili kurum ve kuruluşlarımız Mehmet Eymür’ün adeta bu cinayetleri itiraf eden açıklamalarına da ses çıkarmadılar.
Eymür kendinden son derece emin bir şekilde bu güne kadar yaptık ve yapmaya devam edeceğiz diyordu adeta…
Daha sonra iki binli yıllarda bu günkü ekonomik çöküşe ve yüz binlerce emekçinin işine kaybetmesine, milyonlarca insanın yoksullaşmasına yol açan tüm kamu işletmelerinin özelleştirme adı altında talan edilircesine iktidarın, kendi ideolojik ekseni üzerinde kurduğu yeni sermaye sınıfına transfer etmesine ses çıkarmayanların, bu gün yaşanan ekonomik kriz ve derin yoksullaşmadan pek te şikayetçi olma hakları olmasa gerek…
Bu gün binlerce Kürt siyasetçinin tutuklanıp zindanlara atılmasına, seçilmiş belediye başkanlarının hapis edilerek yerlerine kayyum atanmasına, yasal demokratik zeminde siyaset yapmaları engellenerek kriminalize edilmelerine ses çıkarmayan anlı şanlı muhalefetimizin bu gün benzer muameleye tabi tutulmuş olmalını hiçbir mahcubiyet duymadan nasıl ifade edebilirler.
Neredeyse her gün her türlü provokasyona, linçe, hakarete, aşağılamaya tabi tutulan muhalefet liderleri Kemal Kılıçdaroğlu ve Meral Akşener’e yapılanları hoş görmek elbette mümkün değil ancak ne yazık ki bu günlerin yaşanmasına, anayasaya aykırıdır demekle birlikte onayladıkları dokunulmazlık yasası, savaş ve sınır ötesi operasyon teskerelerinin bu gün doğurduğu sonuçtan hala yeterince ders ala bildiklerini söylememiz mümkün değil.
Meral Akşener iki yıllık savaş teskeresini imzalamanın ardından Bingöl de gül ile karşılanacağını mı umuyordu. Parlamentoda meşru siyaset yapan HDP yi Kandilin yanına konumlandırdıktan sonra Bingöl’e geçen İyi parti lideri Uğradığı siyasi provokasyona benzer hatta daha ağırına CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’da uğramıştı.
Buna rağmen aynı günlerde Yozgat ta savaş naraları atarak İktidarın çizdiği milliyetçi şoven ayrıştırıcı değirmene su taşımaktan vaz geçmiyordu.
Oysa ülkenin barışçıl, demokratik, evrensel hukuk kurallarının hâkim olduğu zenginliğin eşit paylaşıldığı, dolayısıyla refahın yükseldiği, her kesin eşit vatandaşlık hakkına sahip olduğu, hak ve özgürlüklerin kutsandığı yeni insancıl bir düzene ihtiyacı vardır.
Muhalefetin fabrika ayarları üzerinden iktidarı devir teslim talebi toplumun ihtiyacını karşılamaktan uzak eskinin tekrarından yani vesayet ve zorbalığın devamı anlamından başka bir şey olmayacaktır ki bu da mevcut statükonun devamı anlamına gelmektedir.
Muhalefet toplumu yeni demokratik evrensel hukuk normlarına tabi bir düzen için değiştirip dönüştürme yerine işin kolaycılığına kaçarak yani geleneksel iktidar formu üzerinden milliyetçi hamaset ile yoluna devam ederse Ne Mehmet Barlasın ifade ettiği uyarıya anlam vermeye, nede “Susma sustukça sıra sana gelecek” sloganı atmaya fırsat bulmadan kendilerini ateşin içinde bulacaklardır.