19 yıldır ülkeyi yöneten AKP’nin parti sözcüleri bakanlar, ağızlarını her açtıklarında eski Türkiye’nin olumsuzluklarını ileri sürmek suretiyle kendilerinin farklı olduklarını, dolayısıyla yönettikleri Türkiye’nin yeni bir ülke olduğu mesajı vermeye çalışıyorlar. Elbette eski Türkiye yok, zira artık eski dünya da yok.
Sözgelimi, gelişen teknoloji ve bunun sonucu olan dijital iletişim sayesinde, bundan 100 yıl, hatta 50-60 yıl önce dünyada kullanılmayan birçok ürün bugün insanlığın hizmetinde. Evinde oturan insan düğmeye bastığında dünyada olup biten her şeyi anında öğrenme olanağına sahip.
Yine eskiden ulaşım yaya veya binek hayvanları ile yapılırken, bugün insan hayatına girmiş olan tren, otomobil ve uçak sayesinde insanlar kentten kente ülkeden ülkeye saatler içinde ulaşabilmektedirler. Yaşanan teknolojik ve dijital gelişmenin dünyayı küçülttüğü ve uluslararası sermayenin, insan hayatına yön veren bu ürünleri pazarlamak için bütün dünyayı tek bir pazar haline getirdiği günümüzde, AKP’nin bu ürünleri kendi icadıymış ve sanki sadece Türkiye’de kullanılıyormuş gibi, "geçmişte şunlar şunlar yoktu" demesi bir algı operasyonundan başka bir şey değildir.
İktidar bunu en çok da geçmişi bilmediğini düşündüğü genç kuşaklara yönelik yapıyor. Ancak bilmediği bir şey var, yukarıda belirttiğim gibi, bugün evinde oturan insan, bir tuşa bastığında geçmişte nelerin olup, nelerin olmadığını veya bugün kullanılanların insan hayatına ne zaman girdiği bilgisine ulaşma imkânına sahiptir.
Tüm bu gerçeklere rağmen, özellikle 19 yıldır ülke yönetiminde tek yetkili olan ve her şeye tek başına karar veren AKP Genel Başkanı, partili Cumhurbaşkanı Erdoğan, zaman zaman “Genç kuşaklara eski Türkiye’yi anlatın” talimatı vermektedir.
İktidarın en sık başvurduğu yöntem ise; kendisine muhalefet eden herkesi, darbeci, terörist, terör işbirlikçisi veya büyüyen gelişen Türkiye’yi engellemek isteyen kıskanç dış güçlerin adamı olmakla suçlama yöntemidir.
Buna son zamanlarda, muhalefet partilerine, onların yönetimde oldukları belediyelere, milletvekillerine olmayan suçlar isnat etmek de eklendi. En iyi yaptığı şey ise; "Türkiye gelişti, artık dünyanın gelişmiş ülkeleri arasındayız, halkımızın refah düzeyi yükseldi" gibi sözlerle başarı hikâyeleri yazıp bunları kendi başarısı olarak açıklarken, ülkedeki olumsuzlukları, muhalefet ile dış güçlere yüklemesidir.
Elbette iktidarın bu tür söylemleri sokağa da yansıyor. Hatırlayacaksınız, birkaç ay önce AKP Genel Başkan Yardımcısı Mahir Ünal katıldığı bir televizyon programında, 2018 seçimleri öncesinde Kahramanmaraş gezisinde bir çiftçiyle yaşadığı diyalogu anlatmış ve bu açıklama basına yansımıştı.
Ünal, "Gezi sırasında yanıma bir delikanlı yaklaştı, 'Bizi mahvettiniz, bizi öldürdünüz' dedi. Ben de 'Telefonunu alabilir miyim' dedim. IPhone 6. 'Kaça aldın?' dedim. '3400 lira mı, 4500 lira mı?' dedi, '24 taksitle aldım' dedi. 'İnternet paketi de var mı?' dedim. 'Var' dedi. 'Ayda kaç para ödüyorsun buna?' dedim. 'Ayda 450 lira ödüyorum' dedi." şeklinde bir açıklama yapmıştı.
Evet Mahir Ünal, 21. Yüzyılın Türkiye’sinde, bankacılık işlemleri, fatura ödeme, elektriğe, suya, doğalgaza abone olma, bu hizmetlerin faturalarını ödeme, sağlık bilgilerine ulaşma, hastaneden randevu alma, öğrencinin ödevi için ihtiyaç duyduğu araştırmayı yapması gibi sayılamayacak birçok hizmete ulaşabilme aracı olan akıllı telefonu kullanmasını bu ülkenin çiftçi yurttaşına çok görmüş ve “bizi bitirdiniz” diyen çiftçiyi sözüm ona kullandığı telefon üzerinden vurmuştu.
Aslında Ünal, bu ülkenin emeğiyle yaşayan milyonlarca insanını, artık günün zorunlu ihtiyaçlarından biri olan ve taksitle almak zorunda kalınan cep telefonunu kullanmaya layık görmüyordu. Tabii Ünal’ı, yurttaşın zorunlu olarak aldığı telefonun taksitini öderken, zorlanıp zorlanmadığı ilgilendirmiyordu.
Tüm bu yaşananlar bize, yoksullaştıran ekonomi politikalarının karşısına, yandaş şirketlere yaptırılan rant projeleri ile yurttaşların zorunlu olarak kullandıkları telefonların çıkarılmasının, ancak yoksullaşmanın "Köprü, Otoyol, Havaalanı ve Telefon ile İmtihanı" olarak açıklanabileceğini gösteriyor.
İktidar sözcüleri bunu yapar da destekleyenleri durur mu? Durmazlar tabii! Nitekim Mahir Ünal’ın bu açıklamasından sonra, özellikle yandaş medyada vatandaşın kullandığı telefon, yediği, içtiği, giydiği her şey didik ediliyor ve sokak röportajlarında iktidarı eleştiren herkese, "Telefonuna bakabilir miyim?" sorusu soruluyor.
Evet, bu soru, ülkede insanları kullandıkları telefona göre sınıflandıran veya çağın temel ihtiyaçlarından akıllı telefonu kullanmaya layık olanlar, olmayanlar diye yurttaşları toplumsal konumuna göre ayrıştıran, bölen bir yaklaşımdır. Hani Cem Karaca’nın, “İşçisin sen, işçi kal” diye bir şarkısı vardı. Tam da onu hatırlatan bir yaklaşım!
Elbette bu anlayışa şaşmamak gerekir. Zira bu topraklarda toplumu, yoksulluğu kader olarak kabullenmeye ve ona karşı çıkmamaya hazırlamak için kullanılan birçok deyim vardır. Örneğin; bu toplumda çokça kullanılan “Ayağını Yorganına Göre Uzat" deyimi insanlara, yoksul yaşamayı kabullenmeyi ve ona uygun yaşamayı öğütleyerek yoksulluğuna yol açan nedenleri sorgulamamayı öğütlerken, aynı şekilde, “Bükemediğin Bileği Öpeceksin” deyimi insanlara, haksızlık yapan zorbaya boyun eğmeği ve ona karşı direnmemeyi öğütleyen bir başka deyimdir.
Aynı şekilde zaman zaman başvurulan din referanslı açıklamalar da aynı mantığa hizmet ediyor. En son Cumhurbaşkanı'nın, Bakara Suresi'nin 155. ayetini referans almak suretiyle, “Rabbimiz, ‘Sizi biraz korku ve açıklıkla; mal ve canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınarız’ buyurmaktadır.” demesi bu anlayıştandır.
Kısacası bu toplum, yüzyıllardır bu öğütlerle, muktedire, haksıza, zorbaya, zalime boyun eğmeye alıştırılmış bir toplumdur.
Türkiye iç içe geçmiş derin ekonomik, siyasi ve sosyal krizler yaşıyor. Birkaç ay öncesine kadar iktidar sözcüleri, ekonomik ve sosyal alanlarda "Türkiye’yi uçurduk, Türkiye büyüdü, insanımızın geliri arttı, artık Dünya’nın sayılı ekonomileri arasındayız" söylemleri ile toplumu hipnotize ederken, son birkaç aydır durumun hiç de söylendiği gibi olmadığını ülke insanı yaşayarak görmeye başlayınca, yol açtıkları ekonomik çöküşün üstünü örtmek için muhalefeti, dış güçleri, stokçu diye tabir ettikleri esnafı neden olarak gösteriyorlar. Bu da yetmeyince dini referans alarak “Allah bizi sınıyor” demeye başladılar.
Türkiye özellikle son üç aydır derin bir ekonomik krizin içinde. Türk Lirası diğer ülke paraları karşısında hızla değer kaybediyor. Yanlış anlaşılmasın, bu para birimlerinin herhangi birisi global ekonomi de değer kazanmıyor.
Aksine, 19 yıldır her dediği kanun olan partili Cumhurbaşkanı'nın ekonomi bilimine aykırı, “Faiz Neden Enflasyon Sonuç” dayatmasına direnemeyen sözde bağımsız Merkez Bankası'nın, faiz indirmesi sonucu Türk lirası tüm para birimleri karşısında hızla değer kaybediyor. Maalesef bu bilim dışı tezi esas alan Merkez Bankası'nın 3 ay peş peşe faiz indirimine gitmesinin yol açtığı yoksullaşmanın insanların belini büktüğü yılın bu son günlerinde, 2022 yılı asgari ücretini belirleme çalışmaları da devam ediyor.
Asgari ücret tespit komisyonunda 5 hükümet, 5 işveren, 5 işçi temsilcisi var. Hükümet tarafları, memnun edecek bir rakam belirlenecek derken, işveren tarafı resmi enflasyon rakamını işaret ediyor.
İşçiyi temsilen masaya oturan TÜRK-İŞ, rakam önermek yerine karşı taraftan gelecek öneriyi bekliyor ve Genel Başkan Ergun Atalay, “Hükümet önümüze makul mantıklı bir rakam koyarsa imzalarız, beklentileri karşılamaktan uzak bir rakam olursa itiraz ederiz” diyerek topu taca atıyor.
Peki, sormazlar mı Sayın başkan: Sizin makul, mantıklı dediğiniz rakam nedir? 1 Ocak 2021 tarihinde 383 dolar iken bugün 205 dolara gerilemiş olan asgari ücreti, en azından 1 Ocak 2021 tarihindeki seviyesine çıkarmayı talep etmeyi düşünüyor musunuz? Bunların hiçbirisi yapılmadığı için yandaş medya tarafından, son sözü Cumhurbaşkanı'nın söyleyeceği, onun lütfedeceği rakamın asgari ücret olarak açıklanacağı yönünde haberler yayınlanıyor.
Cumhurbaşkanı Katar ziyaretine giderken havaalanında yandaş A Haber televizyon kanalı muhabirinin kendisine sorduğu danışıklı soru ve yine yandaş sabah gazetesi yazarı Okan Müderrisoğlu’nun köşesinde "Üç tur görüşmeye sahne olan asgari ücret için, 13 Aralık pazartesi günü yapılacak dördüncü toplantıda, "Taraflar, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'a çıkacaklar. Müzakerelerde ulaşılan aşamayı, karşılıklı olarak tezlerini anlatacak ve rakamsal tekliflerinin gerekçelerini sunacaklar." diyen Müderrisoğlu, Rakamın Erdoğan tarafından açıklanmasının teamül gereği olduğunu belirtti. "Asgari ücretin 4 bin liranın altında kalmayacağını, kalmaması gerektiğini bir kenara not edelim" diyerek aslında asgari ücret toplantılarının mizansen olduğunu, son sözü Cumhurbaşkanı'nın söyleyeceğini çok açık bir şekilde ifade ediyor.
Yapılan, baştan beri oynanan oyunun Cumhurbaşkanı'nın lütufkârlığını ortaya koymak için olduğunun itirafıdır. Müderrisoğlu, asgari ücretin 4.000 liradan aşağı olmayacağı müjdesini vermeyi de ihmal etmiyor.
Peki, 4.000 lira, 1 Ocak 2021'de 2825 lira, 383 dolar olan asgari ücrette ne kadar kayıp demek? 383 doların bugünkü karşılığı 5.323 lira olduğuna göre, 1.323 lira kayıp demektir. Kısacası padişahım sen çok yaşa anlayışı, milyonları sefalete sürüklemeye devam edecek!